04 Ekim 2016

,

Makes

Elimizde artık hayatı ve siyaseti Matrix filmiyle tefsir eden bir gençlik var. Bunlar için işçi sınıfı kapitalizmi; halk da devleti işaret ediyor. İşçi içinde olmak kapitalizmi; halk içinde olmak devleti besliyor. Bu, bir ergenlik hastalığı olarak sağ “komünizm” şahsında vücud bulan bir siyaset.

Buradan devlet ve sermaye, özel ajanlarına, özel yok-yerler, kaçış noktaları oluşturma emri veriyor. Özünde selefîlikle dövüşmek, sol içerisindeki selefîliği besliyor. 

Kralın, hükümdarın, sultanın veya padişahın özel varlığı ve konumu, siyaseti özel olana indirgiyor. Halk ve sınıf içinde olmak, buradan küçümseniyor, hor görülüyor. Halkın ve sınıfın en ufak kıpırdanışı, alay konusu ediliyor.

F-tipi toplum bu. Mücadele, tabiatı gereği hapsi, işkenceyi, sorguyu, papazı, mahkemeyi gerekli kılıyor. Bunlar tabiî olmaktan çıkartılıyor. 

19 Aralık sonrası dönem, farklı bir sol siyasî özneyi koşulluyor. Eski metinler giderek daha da eskiyorlar. Küf bağlıyorlar. Toplu koğuşlarda okunan kitaplar, anlamını yitiriyorlar. Bin bir emekle, ince ince, el yazısıyla yazılan ve yeniden üretilen kitaplar, dolaşımın hızına mağlup oluyorlar.

Fethullahî gerçeklik de bununla alakalı. Siyasetin tabiatı boşluk tanımıyor. Fethullah’ın siyaseti solu; Erdoğan’ın siyaseti sağı örgütlüyor. Devlet ve sermaye bu şekilde işliyor.

F-tipi, sadece hapishanelerle ilgili değil. Toplumun hapishane kılınmasıyla alakalı. Orada direnmeyenler, dışarının direnişini küçümsemek zorunda kalıyorlar. Fethullah, bu yüzden sıcak bulunuyor.

Devlet ve sermaye, kendi dişine uygun özneyi koşulluyor. Kendi teknesinde yoğurduğu hamura ajanları biçim veriyor. Helvadan put yapanlar, militanlara o putu yediriyorlar. Bugün alanlar, sokaklar, bürolar, o helva lezzetsiz geldiği için boş.

* * *

Haçlı Seferleri ve Moğol istilaları, farklı bir İslamî siyaseti koşulluyor. Her seferinde fıkıh, içtihad ve siyaset aynasında o saldıranların akislerine bakılıyor. Siyaset oradan biçimleniyor. 19 Aralık, kendi öznesini inşa ediyor. Gezi, kendi dilini üretiyor. İlkinde sınıfa; ikincisinde halka küfretmek öğreniliyor. Sınıf ve halk dışı özne, tanrı yerine ikame ediliyor. Ekim Devrimi’nin yıldönümünde laiklik ayinleri düzenlemenin sebebi burada.

Devlet ve sermaye, solda makes buluyor. Şirketi veya devlet teşekkülünü yönetemeyenler, örgüt şefi oluyorlar. Örgüt şefleri, örgütlerini birer şirket veya devlet kurumu gibi yönetiyorlar. Bu yönetişimdeki benzerlik, örgütleri devlete veya sermayeye bağlıyor. Örgüt şefleri, aynı işlemleri uyguluyorlar. Matrix filminde görüldüğü üzere, en fazla, Siyon’a, İsrail’e işaret edebiliyorlar. “Bu karanlık, cahil ve geri coğrafya”da kaçacak zihinsel yerler inşa ediyorlar. “Her yürek devrimci bir hücre” diye, o hücreleri olan gerçekten arî, münezzeh kılmaya çalışıyorlar. İrade, akıl ve kolektif kavga, özel şahısların selefî Marksizm yorumlarında berhava oluyor.

IŞİD, bu nedenle merkeze konuluyor. Çünkü Selefîlik, sol içi tezahürünü yüceltmeye mecbur. O Sünnet’in ve Kitab’ın hayatın kılcal damarlarından çekilmesi ve iktidarın özel alanına hapsedilmesi. Ali, bu nedenle küfür olarak görülüyor. Hüseyin’e ağlamak, bu yüzden küçümseniyor.

İktidarın sınırsız ve sınıfsız oluşu, herkesi cezbediyor. Öyle olması isteniyor. Bu nedenle işçi sınıfındaki sınırlılık; halktaki sınıflılık, tehlikeli görülüyor. İktidarın aynadaki aksine sığınılıyor. 19 Aralık ve Gezi sonrası iktidar bu şekilde örgütleniyor. Gerekli teorik gıda, Batı’dan ithal ediliyor. Sol içinde muktedir olmak isteyenler, mevcut iktidar ilişkilerine öykünüyorlar. Silâhın yegâne anlamı ve gerekçesi bu.

Matrix’teki gibi bir kurtarıcı bekleme hâli, teoriyi hükümsüz kılıyor. Eski metinlerden akılda sadece işe yarar, ekmeğe sürülecek bir damla yağ kalıyor. Bunlar başarıcı, kariyerist bir dile tercüme ediliyor. Onca iradecilik, terse bükülüp konformizme meylediyor. İrade merkeze konulunca, her yere yayılınca, tabiatıyla yok oluyor. Her yerde ve her zamanda özel bir iradenin reklâmını yapanlar, iradesizliğin propagandasını yapmış oluyorlar.

Devletin ve sermayenin ajanları, görevlerini ifa etmiş olmanın ödülünü alıyorlar. Her şeyi bir olmaza, olmayacak bir duaya mahkûm ederek, kitleleri apolitik bir alana hapsediyorlar. Hapse girmek, girmiş olmak, yüceltiliyor, özel bir rütbe olarak omuzlarda taşınıyor. Sürekli hatırlatılıyor. Kolektif koğuşların eğitim faaliyetleri, ezici ve bireyi dışlayıcı bulunularak çöpe atılıyor. Bar masalarında bu rütbelerle öne çıkılmaya çalışılıyor. Kadın, bu masalardaki ağın örümceği olarak görülüyor. Alkol ve esrar, bu yüzden teorinin yerini alıyor.

Bu nedenle, kitle, topyekûn kadınlaştırılmak isteniyor. O yüceltildiğinden değil, özel iktidar alanlarına yer açmayan, geri, sığ, “faşist” kitleyi dize getireceği için istismar ediliyor. Kadın ve gençlik, devletin ve sermayenin kitleyi hizaya sokması için gerekli sopalar olarak kullanılıyor. Kadının ve gencin devrimciliğinden korkulması, özel sol öznelerde karşılık buluyor.

İktidar, Gezi günlerinde “ey analar, Gezi Parkı’ndaki çocuklarınıza sahip çıkın” dediğinde, parkın etrafında kol kola kenetlenen analardan korkuyor. Sol da korkuyor. İdeoloji ve örgüt, tıpkı bir devlet teşekkülü veya şirket gibi görüldüğünden, onun için gerekli alanın açılması adına, kitleye saldırılıyor. Önce kadına ve gence vuruluyor. İlki erkekleştiriliyor; ikincisi yaşlandırılıyor.

İktidarın biyopolitikası, solun varlığında, bir tür selefîleşmeyi koşulluyor. Kalabalıklar içinde olmak, niteliğe değil niceliğe dair bir mesele olarak ele alınıyor. Yıllar evvel İbn-i Rüşd, kadınların iş sahasına girmelerini, özgür olmalarını telkin ediyor, bunu da toplumun zenginleşmesi için şart olarak görüyor. İktidar adına ve onun için konuşuyor. Amerikan nicelikçiliği, sola galebe çalıyor. Zenginleşmek için genç ve kadın, basit birer araçtan başka bir şey değil. Koğuş eğitimlerinden, kitlesel mitinglerden, devrimin zaruretinden kaçanlar, örgütlerini zengin göstermenin yollarını gene devlet ve sermayeden öğreniyorlar.

Halk kurtuluşun; sınıf devrimin imkânlarını sinesinde taşıyor, patika oralarda çiziliyor. 19 Aralık ve Gezi, birer mağlubiyet momenti olarak, geleceğe imgesini bırakıyor. Dev aynaları kırılıyor. Kendini görme biçimi başkalaşıyor. Kurtuluşun ve devrimin özel insanların uhdesinde olduğunu söyleyenler, yalan söylüyorlar. İktidar, o yalanda örgütleniyor.

Eren Balkır
4 Ekim 2016

0 Yorum: