16 Ocak 2010

, ,

Marksizm ve Asya


Mao Zedung, Ho Chi Minh ve Marksizmin “Evrenselliği”

Asya’da marksistler, birbirinden farklı toplumsal bağlamlara sahip olan kıtada, devrim ve sosyalist inşa sorunlarına marksizmi tatbik ederken bir dizi teorik ve pratik güçlükle karşılaştılar. Bu toplumsal bağlamlar, on dokuzuncu yüzyıl ortalarından sonlarına kadar Marx tarafından analiz edilen Avrupa bağlamından farklıydılar. İlk bakışta Marx’ın fikirlerinin yirminci yüzyılın ilk yarısında Asya’da faaliyet yürüten devrimcilerle hiçbir ilişkisi yokmuş gibi görünüyordu.
Marksizmin, Avrupa dâhil dünyanın diğer bölgelerine nazaran, Asya’da daha büyük bir politik nüfuza sahip olması, marksist geleneğin kendi tarihinde karşılaştığı tuhaflıklardan biridir. Rusya, Çin, Kuzey Kore, Vietnam, Kamboçya ve Laos gibi Asya ülkelerinde marksizme bağlı olduğunu ilân etmiş kimi politik partiler, başarılı devrimler yaptılar ya da millî kurtuluş mücadeleleri ardından, hükümet oluşturabildiler. Asya’nın diğer bölgelerinde, Endonezya, Malezya, Japonya, Hindistan ve Filipinler’de marksist partiler ve hareketler, hükümet kurmamış olsalar da ülkelerindeki politik ve entelektüel tarihe ciddî etkilerde bulunabildiler. Özetle, marksizmin Asya’daki nüfuzu ve etkisi muazzam sonuçlar doğurmuştur.
Dolayısıyla, ömrünün tamamını on dokuzuncu yüzyılda geçirmiş bir Alman aydınının fikirlerinin Asya’daki milyonlarca insanı nasıl etkileyip harekete geçirebildiğini anlamadan, bölgenin tarihini kavramak imkânsızdır. Gelgelelim, Asyalı marksistlerin politikaları ile Marx’ın fikirleri arasındaki bu bağlantıyı anlamak kolay bir iş de değil. Böylesi bir çaba, Asyalı marksistlerin Marx’ın ciltler dolusu, konu ile ilgili pek de tutarlılık arz etmeyen yazılarından toplumsal analiz ve devrimci stratejiler çıkartmayı nasıl başardıkları hususunda belli bir kanaate muhtaç. Ayrıca bu çaba, birçok Asyalı marksistin Marx’ın içinde yaşadığı tarihsel dönemi ve toplumsal bağlamı aşan fikirlerini evrensel geçerliliği haiz bir hakikî öz olarak kabul etmelerine ilişkin bir değerlendirmeyi de gerektiriyor.
Marx’ın fikriyatındaki bu evrensel unsur nedir ve Çinli Mao ile Vietnamlı Ho Chi Minh gibi Asya’da önde gelen marksistler, kendi ülkelerindeki devrimi ve toplumsal inşayı ilerletirken bu unsuru nasıl kullandılar?
Karl Marx [1818–83], özünde Avrupalı olan, önemli ölçüde Avrupa’nın tarihsel bağlamı içinde yaşayan, ancak bir yandan da Antik Elen’e dek uzanan Avrupalı entelektüel ve felsefî geleneği ile koyun koyuna yaşayan bir isim. Nadiren görülen kimi çelişik tespitlere rağmen (Avineri, 1968: s. 151-2), Marx’ın Georg Hegel, Adam Smith ve David Ricardo gibi ilk dönem Avrupalı düşünürlere yönelik eleştirileri ile kapitalizm analizi, evrensel geçerliliği haiz bir tarih ve toplumsal değişim teorisi üretmiştir (Marx, 1971: s. 20-2). Başka bir ifade ile onun teorisi, sadece Avrupa’daki değil, tüm toplumların tarihsel gelişimine ait yasaları açığa çıkarmış, ancak bu noktada özgül kimi tarihsel özellikler dikkate alınmamıştır.
Marx’ın tarih teorisini evrensel kılan, Çin, Vietnam ve Endonezya gibi ülkedeki devrimciler tarafından kabul görülmesini sağlayan nedir? Sorunun cevabı, Marx’ın tarih yönteminde ve kapitalizm eleştirisinde saklı. 
Marx’ın tarih yöntemi, yani “materyalist tarih anlayışı”, toplumu biçimlendiren üretimin önceliği üzerinde durur. Üretim, Marx’a göre, sadece üretim teknolojisini (emek araçlarını) değil, ayrıca sınıflar arası ilişkiyi ve mücadeleyi de içerir. Bu materyalist perspektif, Avrupa kadar diğer tüm bölgelere eş ölçüde uygulanabilir niteliktedir. Aynı şekilde, Marx’ın kapitalizm eleştirisi, kapitalist sistemin küresel hâkimiyetine ilişkin kimi cihanşümul tespitler ihtiva eder. Sosyalist gelecek anlayışı, işçi sınıfı sömürüsüne cevaben giderek büyüyen kapitalist ile işçi arasındaki sınıfsal gerilimlerle yüklü kapitalizmin kaçınılmaz olarak ortadan kalkması için yolu açacak olan kapitalist sanayileşmenin dünya genelindeki gelişimi üzerinde yükselir. Dolayısıyla Marx’ın tarih teorisi, güvenilir bir devrim teorisi önerir; bu teori, bir ekonomik sistem olarak kapitalizmin uluslararası potansiyelini ve kapitalizm koşullarında en aşırı biçimi ile zuhur eden sınıflar mücadelesinin evrensel bir olgu olduğunu tespit eder.
Asyalı marksistler için çekici gelen, sanayileşme ve sınıflar mücadelesi gibi kavramlar ile sosyalizmle ilişkili fikirlerdir. Artık gerekli olan tek şey, yirminci yüzyılın başlarında önemli bir bölümü henüz feodal aşamada olan ve çok az modern sanayiye sahip Asya için geçerli kılmak adına Marx’ın fikirlerini geliştirmektir. Dahası, birçok Asya ülkesi sömürge idaresi altındadır (Vietnam, Kamboçya, Laos, Endonezya, Filipinler, Malaya, Hindistan, Burma) ya da sömürge güçlerinin müdahalesi yüzünden çile çekmektedir (Çin ve Tayland). 1917 Rus Devrimi’nin marksist lideri Lenin, Asyalı devrimciler için gerekli teorik katkıyı sunar. Lenin, sömürge karşıtı devrimlere dünya devriminde önemli rol biçen emperyalizm teorisini geliştirir. Rus lider, Avrupa’daki kapitalizmin genişlemeye mecbur olan bir aşamaya geldiğini, onun yeni ucuz emek ve hammadde kaynaklarına, ayrıca yeni yatırım alanları ile pazarlara muhtaç olduğunu tespit eder. Bu ihtiyacın giderilmesi, ancak Avrupalı milletlerin yeni sömürgeler elde etmesine bağlıdır. Sömürge temini için verilen mücadele, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında kapitalist genişleme sürecinin bir parçası olarak cereyan eder. Lenin’in kanaatine göre, Avrupa emperyalizminin genişlemesi ve ekonomik başarısı, Marx’ın öngörüsünün aksine, Avrupa’daki sanayi işçilerinin neden devrim için ayaklanmadığının en önemli gerekçesidir. Sömürgelerden sağlanan kârlarla Avrupa kapitalizmi, kendi işçi sınıfını “satın alma”yı başarmış, onun hayat standartlarını geliştirmiş ve böylelikle sınıfın sahip olduğu sosyalist devrim potansiyelini etkisizleştirmiştir (Lenin, 1969; Knight, 1985).
Lenin’e göre, eğer emperyalizm uluslararası bir ekonomik sistemse, sömürgelerden Avrupa’ya doğru kâr akışını kıran ya da durduran ve böylelikle devrim olasılığını artıran sömürgelerdeki her türden devrimci ayaklanma, uluslararası anti-emperyalist mücadelenin bir parçasıdır.
Sömürgelerdeki marksist-leninistlerin görevi, milliyetçi hareketi sosyalist yöne çekmek, eğer mümkünse, ilgili hareketin liderliğini ele geçirmektir. (Lenin, 1967; Carrèrre d’Encausse ve Schram, 1969: s. 149-86; Pantsov, 2000).
Ho Chi Minh ve Mao Zedung gibi devrimcileri etkileyen, işte bu olabildiğine güçlü anti-emperyalist temadır, zira Lenin’in fikirleri, sadece toplumsal devrime değil, millî devrime de uygundur. Milliyetçilikle toplumsal devrimin bu bileşimi, marksizmin Marx’ın on dokuzuncu yüzyıl ortalarında analiz ettiği sanayileşmiş Avrupa bağlamından oldukça farklı olan sömürge ve yarı-sömürge gerçekliğine uygun hâle gelmesini sağlar. Dar ve yerelleşmiş birer milliyetçi mücadele olmaktan uzaklaşan sömürge karşıtı devrimler, artık Lenin’in analizi üzerinden dünya devriminin bileşenleri olarak algılanma imkânı bulurlar. Emperyalizme karşı uluslararası hareketin bir parçası olma fikri, sömürgelerdeki birçok radikal milliyetçi liderin ideolojik olarak ikna olmasını ve kendilerini marksist olarak tanımlamalarını sağlar. (Lenin, 1969; Knight, 1985).
Marx’ın ve Lenin’in Asyalı devrimcilere cazip gelen fikirleri, Avrupa kapitalizminin ve Avrupa emperyalizminin uluslararası sistemine dönük eleştiri üzerinden biçimlenir. Diğer yandan Marx’ın “Asyatik üretim tarzı” ve bu tarzın dünya tarihinin gelişimindeki konumuna ilişkin yazıları Asyalı marksistlerce büyük ölçüde göz ardı edilir (Marx, 1964). Bunun iki nedeni vardır: ilk neden, Marx’ın analizinin “Asyatik” toplumları durağan olarak betimliyormuş ve onların değişim için gerekli her türden içsel mekanizmadan mahrumlarmış gibi görünmesidir. Bu yaklaşıma göre, değişim için dışsal bir güce, örneğin Avrupa emperyalizmine ihtiyaç vardır, böylelikle “Asyatik” toplumlar tarihsel tekdüzelikten kurtulacak ve dünya tarihinin ana akımına duhul edeceklerdir. Emperyalizm, bu bakış açısına göre, Asyalı toplumlarda olumlu bir rol oynayacaktır. Ancak bu yaklaşım, emperyalist güçlerin sömürücü ve zalim tavırlarından nefret eden Asyalı devrimcilerce hiç hoş karşılanmaz.
Marx’ın sözkonusu yazılarının göz ardı edilmesinin diğer nedeni ise Stalin’in yirmilerin sonunda Sovyetler’de iktidara geldikten sonra “Asyatik üretim tarzı”nın ortodoks marksizmin tarihsel şemasında yeri olmadığına kanaat getirmesidir. Stalin’e göre, Avrupa’nın tarihsel tecrübesi dünya tarihsel gelişimin ana modelini vermekte ve bugünde geleceği temsil etmektedir. (Sawer, 1977; Dunn, 1982). Sovyetler tarafından tanınma ve onun desteğini alma konusunda yanlış yapmamaya gayret eden Asya’daki marksist partiler, sonuçta Marx’ın Asya ile ilgili yazılarını ret ya da göz ardı etmeye mecbur olurlar. Bunun dışında, Asyalı marksistler, dünya tarihinin ana akımına duhul etme hususunda genel bir arzu içindedirler. Bu arzunun sebebi, sanayileşmeye ve modernleşmeye ilişkin tecrübeleri ve kazanımları paylaşma, ayrıca sosyalizmin ve komünizmin geleceğine iştirak etme isteğidir. Dolayısıyla sözkonusu partiler, Avrupa tarihine ait modelden tümüyle farklı bir tarihsel mantığa sahip Asyalı toplumların özgüllüklerini dikkate almama günahına ortak olurlar. Sonuç olarak bu partiler, Marx’ın Avrupa tarihi üzerinden formüle ettiği tarih ve toplumsal değişim yasalarının Asya için geçerli olduğu fikrini benimserler ve kendi toplumlarına ilişkin bir anlayışa kavuşmak amacıyla bu yasaları kullanarak teorik ve pratik meselelerle uğraşmaya başlarlar.
Bu proje dâhilinde en başarılı isim olan Çin devriminin lideri Mao Zedung, sadece 1949’da ülkesini devrime taşımakla kalmaz, ayrıca önemli bir başarı sonucu Çin’de sosyalizmi inşa etmek gibi, Herkül misali, bir yükün altına girer. Mao’nun marksizm yorumu ve devrimci stratejisi, çeşitli dönemlerde Nepal, Vietnam, Filipinler, Kamboçya, Hindistan ve Endonezya gibi Asya ülkelerindeki marksistlere ilham verir. (Dirlik, vs., 1997).
Çoğunlukla “Mao Zedung Düşüncesi” olarak anılan Mao’nun marksizmi, Asya marksizmindeki önemli bir aşamayı temsil eder. Zira o marksizmi, emperyalist zulmü tecrübe eden feodal bir Asya ülkesinin somut koşullarına, yani yirminci yüzyılın büyük bir bölümünde, Asya genelinde hüküm süren koşullara tatbik eder.

Mao Zedung ve Marksizmin Çinlileştirilmesi

“Bir komünist marksist, enternasyonalisttir ancak tatbik edilmeden önce marksizm millî bir biçim kazanmalıdır. Soyut marksizm diye bir şey yoktur, sadece somut marksizm vardır. Biz, soyut olarak kullanılan marksizme değil, millî bir biçim almış, Çin’de hüküm süren somut koşullar altında verilen somut mücadeleye tatbik edilen marksizme marksizm diyoruz. Eğer büyük Çin halkının bir parçası olan Çinli bir komünist, kendi halkına eti ve kanı ile bağlı ise Çin’in özelliklerinden uzakta duran marksizm ile ilgili konuşmalar, işte bu marksizm, boş bir soyutluktan başka bir şey değildir. Sonuç olarak marksizmin Çinlileştirilmesi, yani marksizmin tüm görünümlerini Çin’in özellikleri ile aşılamak, tüm partinin herhangi bir gecikmeye mahal vermeksizin kavrayıp çözmesi gereken bir meseledir.”
[Mao, akt.: Schram, 1969: s. 172]
1938’de kaleme alınmış olan bu pasaj, Mao’nun marksizmle ilgili görüşlerini özetler niteliktedir. Mao, Çin’in koşullarını anlama gereğine vurgu yaparken, bir yandan da bir eylem rehberi olarak marksizmde ısrar eder. Sınıfsal yapısı ve sınıflar mücadelesinin düzeyi dâhil, “Çin’in fiilî durumu”nun kavranması konusunda gösterilen bu ısrar, Mao’yu muazzam bir kütleye sahip köylü halkın devrimci potansiyelini tanımaya ve Çin’in kırsal koşullarına uygun bir devrim stratejisi geliştirmeye sevk eder. Çin’in kapitalist sanayileşme seviyesi ve bunun sonucunda ülkenin devrim için gerekli işçi sınıfı kütlesinden mahrum oluşu karşısında en ufak bir şikâyette bulunmaksızın Mao köylüleri örgütlemeye başlar. Onları 1927’de kurulan Kızıl Ordu saflarına katar ve zekice bir yaklaşım geliştirerek, düşmanının stratejik üstünlüğünü tanıyan, ancak öte yandan da onun zaaflarını taktiksel açıdan istismar eden bir gerilla savaşı anlayışı formüle eder. Böylelikle köylüler ve içinde yaşadıkları feodal koşullar, Mao’nun başarılı devrimci modelinin merkezi hâline gelir.
Ancak böylesi yaklaşım ne ölçüde marksist addedilebilir? Her şeyden önce Marx’ın yazılarına dönük geleneksel yorum, köylülüğe ve “kırsal hayatın aptallığı”na yönelik inkârcı bir yaklaşım içerisindedir (Marx, 1973: s. 71), ayrıca şehirlerde ve büyük kasabalarda yerleşik olan sanayi proletaryasına vurgu yaparak, ancak onun sosyalist bir devrime önderlik edeceğine ve onu ilerleteceğine inanır. Bu anlamda marksizmin Çinlileştirilmesi anlayışına ilişkin olarak Mao’nun sözkonusu muammaya verdiği cevabın farklı olduğu görülmektedir.
İlk olarak Mao, Marx’tan toplumların sınıflara ayrıştığı, bu sınıflar arasındaki ekonomik eşitsizliğin mücadeleye yol açtığı, böylelikle değişimin ve gelişmenin gerçekleştiği fikrini alır. Sınıf ve sınıflar mücadelesine ilişkin bu anlayış Mao’nun fikriyatının merkezinde durur ve Mao, bu anlayışın marksizmin evrensel yasalarından biri olarak kabul eder. Her şeyden önce eğer tüm toplumlar sınıflardan müteşekkilse, bu tespiti, kendi toplumunu kavrarken bir marksist devrimcinin sınıfsal analizi temel alması gerektiği fikri izler. Ancak sınıfsal analiz, Mao’ya göre, bir yöntemdir; o, Çin toplumundaki ekonomik eşitsizliğin yapısını keşfetme yoludur ve devrimci olsun ya da olmasın, politik eylem potansiyelini ortaya çıkaran eşitsizliğin genel ölçüsünü verir. Kendi yoldaşlarının aksine ona göre, sınıfsal analiz, Çin’deki sınıfsal yapıyla ilgili özel bir anlayışa işaret etmez, bu anlayış, işçi sınıfının en büyük ve en devrimci sınıf olduğu Avrupalı kapitalist toplumlarına dönük Marx’ın analizi ile uyumlu bir anlayıştır. Mao’nun genel kanaatine göre, eğer Çin toplumuna dönük sınıfsal bir analiz, köylülüğün muazzam kütlesini ve devrimci potansiyelini açığa çıkardığı takdirde, bir marksistin bu bilgi dışında hareket etmekten ve devrim için köylülerin sahip oldukları kapasiteden faydalanacak stratejiler geliştirmekten başka bir şansı yoktur.
İkinci ve ilki ile bağlantılı olarak Mao, bir yandan Çin devrimi için köylülüğün sahip olduğu önemi kabul ederken, bir yandan da köylülüğün işçi sınıfının liderliğine muhtaç olduğu inancından asla geri adım atmaz. Kimi yorumculara göre, Mao’nun köylülere yönelik güveni, onun bir köylü devrimcisi ve sonuçta kitap dışı bir marksist olduğunun delilidir.[1] Ancak tüm bu görüşler, Mao’nun 1927’den 1934’e dek işçi sınıfı liderliğinde köylüleri kazanmanın önemine sürekli vurgu yaptığı gerçeğini (Knight, 1997-98) ve Mao’nun kendi araçlarına terk edilen köylülerin Çin devriminin sosyalist ve modernleştirici hedefleri için dövüşecekleri ve bu hedefleri kavrayacakları hususunda hiçbir yanılsamaya kapılmadığını göz ardı eder. Mao’nun fikrine göre, köylülerin politik talepleri “dürüst memurlar ve iyi bir imparator” ile sınırlıdır. (Schram, 1994: s. 171). Ayrıca köylüler, işçi sınıfının örgütsel becerilerinden mahrumdurlar; Mao’nun sıklıkla şikâyet ettiği bir husus da mecburiyet sonucu parti ve Kızıl Ordu’daki kimi örgütsel konumlara çok sayıda köylünün yerleştirilmesi ardından ortaya çıkan sorunlardır. Demek ki işçi sınıfı, Mao’nun Çin devrimine ilişkin genel fikriyatındaki aslî konumunu muhafaza eder ve bunun kanıtı da onun marksizminden öğrendiği işçi sınıfına dönük güvenidir. Mao’nun inancına göre bu, marksizmin evrensel boyutuna ait bir özelliktir. Modernleştirici, sosyalist hedeflere sahip bir devrimin sınıflar arası ne türden bir ittifaka sahne olacağının bir önemi yoktur, önemli olan, bu ittifakın işçi sınıfı önderliğinde hareket etmesidir.
Üçüncü olarak Mao, marksizmden kendi düşüncesi ve politikaları üzerinde önemli etkiler yaratan bir gelecek görüşü devşirir. Tüm toplumların aynı tarihsel aşamalardan geçerek komünizme ulaşacağı öngörüsü ile politik eylemin bu süreci kolaylaştırıp hızlandıracağı fikri, Mao’nun devrime doğru yürüyüşünde ve 1949 sonrası gerçekleşen sosyalist inşada oldukça kararlı bir duruş sergilemesine imkân vermiştir. Ancak Mao, Çin’deki tarihsel gelişmenin özgül aşamasını kavrama noktasında bir kez daha Marx’ın tarih teorisine başvurur. Böylelikle değişimin yönüne dair bir görüş sunan marksizmin katkısı ile Mao, Çin’in özgül yapısı ile ilgili gerçek bilgi temelinde oluşturulmuş strateji ve taktikler geliştirerek Çin’e yön vermeye çalışır. Özelde Mao, Çin’de kapitalizmin oldukça geri olduğunu tespit eder ve bu nedenle otuzlarda sosyalist devrimden bahis açmanın anlamsız olduğunu söyler. Ona göre Çin bir “burjuva demokratik devrim”e doğru ilerlemektedir, 1921’de bu devrimin liderliği burjuvaziden proletaryaya ve onun öncü partisi Çin Komünist Partisi’ne geçmiştir. “Yeni Demokrasi” dönemi boyunca devrimin hedefleri anti-feodal ve anti-emperyalisttir, dolayısıyla proletaryanın diğer devrimci ya da potansiyel olarak devrimci olan sınıflarla, özelde sadece köylülükle değil, ayrıca küçük burjuvazi ve burjuvaziyle ittifaklar kurmanın yollarını bulması gerekmektedir. Ancak bu noktada proletarya, fiilî devrim aşamasında sınıfsal ittifakların sınıf mücadelesinin hedefi hâline geldiği dönem boyunca Yeni Demokrasi devriminin Çin’in sosyalist devrime doğru ilerlemesine imkân vereceği anlayışından uzaklaşmamalıdır. (Knight, 1991).
Dördüncü olarak Mao, bir yandan marksizmin enternasyonalist niteliğini kabul edip onaylarken, bir yandan da tüm açıklığı ile bir Çin milliyetçisidir. Bu iki çelişkili temayı anti-emperyalist devrimlerin kapitalizmin yıkımını koşullayacak ve sosyalist dünya nizamını getirecek dünya devriminin birer parçası olduğuna ilişkin Lenin’in ısrarına başvurarak uzlaştırır. Mao, Çinli marksistlerin enternasyonalist olduklarını ama öte yandan da onların en acil görevlerinin emperyalizmin Çin’den sökülüp atılması, ardından da Çin’i bağımsız bir millî devlet olarak inşa etmek olduğunu ısrarla vurgular. Çin, enternasyonalist ölçekte sosyalizme ancak bu sayede önemli bir katkıda bulunabilecektir. Japon emperyalizminin Çin’in bekasını tehdit ettiği bir dönemde, 1938’de kaleme alınmış olan aşağıdaki alıntı, Mao’nun milliyetçilikle enternasyonalizm arasındaki ilişkiye dair konumunu açığa vuran tipik kimi ifadelerle yüklüdür:
“Enternasyonalist olan bir komünist aynı zamanda vatansever olabilir mi? Biz olabileceği değil, olması gerektiği düşüncesindeyiz. […] Dolayısıyla Çinli komünistler vatanseverlikle enternasyonalizmi birleştirmelidirler. Bizler hem enternasyonalist hem de vatanseveriz, şiarımız ise şudur: ‘Saldırganlara karşı anavatanı savunmak için dövüşün.’ Bize göre yenilgiyi kabullenmek suçtur ve direniş savaşında zafer için gayret göstermek kaçınılması mümkün olmayan bir görevdir. Sadece anavatan müdafaasında dövüşerek saldırganı yenebilir ve millî kurtuluşa ulaşabiliriz. Proletaryanın ve emekçi halkın kurtuluşu ancak millî kurtuluşun temini ile mümkündür. Çin’in zaferi ve işgalci emperyalistlerin yenilgisi diğer ülkelerdeki insanlara da katkı sunacaktır. Demek ki millî kurtuluş savaşlarında zuhur eden vatanseverlik, enternasyonalizme uygun düşen bir unsurdur.” (Mao, 1965: s. 196)
İleride göreceğimiz üzere milliyetçilik ve enternasyonalizm, Ho Chi Minh’in marksizminde de merkezî konulardır. Bu iki önemli Asyalı marksistin millî ve enternasyonalist hedefler noktasında hiçbir çelişki görmemesi ve marksizm-leninizmin mantığına başvurmak suretiyle aradaki açık gerilimleri uzlaştırmayı bilmeleri esasında oldukça öğreticidir. Ancak Mao idaresindeki Çin devletinin ve Ho liderliğindeki Vietnam devletinin ortaya koyduğu yaklaşımlar, milliyetçilik ile enternasyonalizm arasındaki gerilime ilişkin getirilen çözümlerin gerçekte pek de yeterli olmadığını gösterir. Her iki marksist de iktidara gelir gelmez ülkelerinin çıkarlarının ulvî olduğunu düşünürler, diğer sosyalist ülkelerle ve birbirleri ile kimi çatışmalar içine girerler. Bunun dışında, altmışların başlarında yaşanan Çin-Sovyet ayrışması, Sovyetler liderliğindeki enternasyonalist birliğin sonuna ve Sovyetler’e sadık sosyalist ülkelere yönelik Çin’in düşmanlığının ortaya çıkışına işaret eder. Bu düşmanlık kimi zaman silâhlı çatışmaya dek varır.
Son olarak; Mao, marksizmin ister doğal ister toplumsal olsun, gerçekliğin bilinmesini sağlayan doğa yasalarını ve kavramları temin ettiği gerekçesi ile diyalektik materyalizme dönük derin bir ilgi ile yaklaşır. 1936-37’de, devrimci faaliyetlerinin duraksadığı bir dönemde Mao, marksist felsefe üzerine kaleme alınmış bir dizi Sovyet metnini inceler (Knight, 1990). Ardından otuzların Sovyet felsefesinin ağır etkisini ele veren bir dizi felsefî makale (Çelişki ve Pratik Üzerine) yazar. Bu makaleler, Mao’nun Çin’in toplumsal gerçekliğini uygun bir biçimde kavrama noktasında marksist felsefeden istifade etme niyetini ortaya koyar (Knight, 1997). Özelde Mao, her şeyin aralarında mücadele olan çelişkilerden müteşekkil olduğunu söyleyen felsefî düşünceye başvurur. Bu felsefî düşünce aracılığıyla Çin toplumunun çelişkilerini inceleyip devrim davasına katkı sunacak yollar üzerinden sözkonusu çelişkilerin çözülmesini sağlayacak politik ve askerî stratejiler geliştirmeye çalışır (Mao, 1975: s. 311-47). Aynı şekilde Mao, marksist felsefeden, marksizm klasiklerini dogmatik bir üslupla ele alıp onlara sırtını vermek yerine, “gerçekler”i sorgulama eğilimini pekiştirecek bir epistemoloji (bilgi teorisi) devşirir. (Mao, 1975: s. 295-309).
Dolayısıyla Mao, Avrupa bağlamından çıkmasına karşın marksizmde Çin tarihi ve toplumu için uygun olan bir felsefe ve tarih teorisi bulur. Avrupa ve Çin tarihleri sınıf ve başarılı tarihsel aşamalar gibi kimi temel özellikleri paylaşır, bu durum ise dünya tarihinin aynılığına işaret eder. Ancak belirli özellikler bağlamında Mao, Çin’in Avrupa’dan farklı olduğu gerçeğini muhtemelen diğer birçok yoldaşından daha fazla kabul eder; onun tam da ilgilendiği husus burasıdır, zira Çin ile ilgili ayrıntılandırılmış bilgi, devrim ve sosyalist devrim için doğru stratejilerin formüle edilmesini sağlayacaktır. Kırsal devrimde köylülere dönük vurgu, “kitle çizgisi” olarak belirlenen örgütsel taktik, Büyük Atılım ve Kültür Devrimi gibi çoğunlukla şiddetli ve yıkıcı olan büyük kampanyalar dâhilinde kitlelerin harekete geçirilmesi gibi Çin marksizmini ayrıksı kılan kimi özellikler, Mao’nun marksizmi Çin’in özgül koşullarına uyarlama hususunda gösterdiği ısrarın birer ürünüdür. Ancak Mao, marksizmin evrensel bir tarih teorisi sunduğu görüşünü asla terk etmez.
Öte yandan onun Çin tecrübesi dâhilinde yaptığı uyarlamanın diğer Üçüncü Dünya ülkelerinde otomatik olarak yinelenmesi elbette ki mümkün değildir. Mao’nun da kanaati de bu yöndedir. Latin Amerikalı devrimcilerin ziyaretinde yaptığı uyarıda söylediği üzere Çin tecrübesi ona göre başka bir yere mekanik olarak nakledilemez: “Herhangi bir yabancı ülkenin tecrübesi yalnızca referans olarak hizmette bulunabilir, böylesi bir tecrübe asla bir dogma olarak ele alınamaz. Marksizm-leninizmin evrensel hakikati ve ülkelerinizin somut koşulları -her ikisi birden bütünleşmek zorundadır.” (Mao, 1977: s. 326).
Ho Chi Minh ve Vietnam Devrimi:
Vatanseverlik ve Proleter Enternasyonalizm


Mao gibi Vietnamlı Ho Chi Minh’in de [1890-1969] marksizm-leninizmin hakikati konusunda herhangi bir şüphesi yoktur, ancak o da Mao gibi, belki de ondan daha fazla, milliyetçiliğin güdümündedir. Ho’nun marksizm-leninizme dönük bağlılığı, Vietnam’ın sömürgecilik ve emperyalizmden kurtuluşunu gerçekleştirmenin önemi ile ilgilidir. Ho, bu sonuca ulaşmak için tüm politik becerilerini ve enerjisini davaya teksif eder. Bu sebeple o, marksizm-leninizmin teorik boyutlarına dönük ayrıntılı ve incelikli bir çalışma yapma noktasında Mao’dan görece daha az çaba sarf etmiştir.
Ancak gene de Ho marksizme, özelde leninizme kimi atıflarda bulunan çalışmalar kaleme alır ve marksizm-leninizmin genel teorik ilkelerine sarsılmaz bir bağlılık içinde olduğunu gösterir. Mao’ya nazaran daha az teorisyen olan Ho da Vietnam’daki devrimci mücadeleye, özelde ülkenin sömürgecilik ve emperyalizme karşı verdiği mücadeleye marksist ilkeleri tatbik etmenin ve uyarlamanın gerekliliği üzerinde durur. Marx’ın kapitalizm eleştirisi temelinde Lenin’in getirdiği izahata yaslanan Ho, ülkesi üzerinde uygulanan zulmün uluslararası emperyalist sistemin bir dışavurumu olduğu gerçeğinin önemle altını çizer. Bu anlamda onun için marksizm-leninizm evrensel önemi haiz bir teoridir; bu noktada mesele, devrim ve millî kurtuluş davasında Vietnam koşullarına marksizmi uyarlamaktır.
Asimilasyon siyaseti güden Fransız sömürgeciliği ve onun koşulladığı sömürge halkın Fransız değerlerini ve kültürünü sindirmesi gerektiği inancının yaygınlık arz ettiği koşullarda Ho Chi Minh, devrimci ve vatansever bir isim olarak siyasî hayatına başlar. 1910’ların sonunda ve 1920’lerin başında ilkin Fransa’da, ardından Sovyetler Birliği’nde yaşayan Ho, Fransız Komünist Partisi’nin ve Sovyet marksizminin etkisi altına girerek Komintern için faaliyet yürüten adanmış bir eylemci olur. Özellikle Lenin’in emperyalizm görüşünden etkilenen Ho, Vietnam’da Fransız sömürgeciliğine karşı mücadelenin uluslararası önemini zamanla kavrar, zira böylesi bir mücadele dünyanın diğer bölgelerindeki sömürge karşıtı hareketlerin verdiği mücadelelere de katkı sunacaktır. Lenin’in fikirlerinin etkisi altına girmesinin nedeni, bu fikirlerin onun için önem arz eden iki ülkünün bileşimini gerçekleştirmiş olmasıdır: milliyetçilik ve komünizm (Lacoutre, 1967).
Nihayetinde uzun bir aradan sonra ülkesine dönen Ho, 1941’de toplumdaki çeşitli sınıfları ve grupları -köylüleri, orta sınıfları, aydınları, milliyetçi örgütleri ve kitlesel dernekleri- kendine çekmeyi başaran Vietminh’i (Vietnam’ın Bağımsızlığı için Devrimci Birlik) kurar. Amaç, millî bağımsızlık ve ekonomik adalet mücadelesini desteklemektir. Ancak Vietminh büyük ölçüde Hintçini Komünist Partisi’nin etkisi altındadır (McAlister, 1969). Ho’nun birbirinden farklı toplumsal ve politik gruplardan müteşekkil geniş bir koalisyon kurma, ardından da onun liderliğini ele geçirme stratejisi, sömürgeleştirilmiş bir ülkenin sınıflarını ve toplumsal gruplarını olumsuz yönde etkileyen sömürgeciliğe ilişkin leninist görüşü yansıtır. Ho’nun kavrayışına göre, üstlenilmesi gereken görev, sömürgeciliğe karşı birleşik bir cephe kurmak ve sonrasında da sosyalist devrimin kaçınılmaz menzili dâhilinde sömürgecilik karşıtı mücadeleye önderlik etmek amacıyla bu cephenin liderliğini ele geçirmektir.
2 Eylül 1945’te, Müttefiklerin Japonları mağlup etmesi ardından Ho, kendi başkanlığında Demokratik Vietnam Cumhuriyeti’ni kurar. Ho’nun bağımsız Vietnam’ını reddeden Fransa, askerî güç kullanarak otoritesini yeniden tesis etmeye çalışır. Bu gerginlik, Birinci Hintçini Savaşı’na yol açar. Savaş 1954’te Dien Bien Phu’da doruk noktasına ulaşır ve Fransızların askerî açıdan mağlup olması ile sonuçlanır. Temmuz 1954’teki Cenova barış görüşmeleri Fransız sömürgeciliğine son verir, ancak öte yandan da genel seçimler sonrasında yeniden birleştirilmesi vaadi ile ülkeyi kuzey ve güney olarak ikiye böler. Bu seçimler hiçbir vakit yapılmaz, zira ABD, Ho’nun muzaffer olduğunu ve bu nedenle kendisine karşı direneceğini bilmektedir. Bu gelişme, ABD’nin en büyük emperyalist güç olarak iştirak ettiği İkinci Hintçini Savaşı’na yol açar. Ülkenin ikiye bölünmesi Ho’nun bağımsız ve birleşik Vietnam hayalini suya düşürür, ancak o, 1969’da ölene dek bu hedefe ulaşmak için mücadeleye devam eder.
Ho’nun politik fikriyatı ve eylemlerindeki temel motivasyon kaynağının milliyetçilik olduğu açıktır. Ancak Mao gibi o da enternasyonalist, marksist-leninist anlayış ile milliyetçilik arasında çelişki olduğu düşüncesinde değildir. Ho, sosyalist enternasyonalizm ile milliyetçilik arasındaki bileşimi bilindik leninist ifadelerle izah eder:
“Hem millî kurtuluşta hem de sosyalist devrimde vatanseverlikle proleter enternasyonalizm arasında sıkı bir birlik gerçekleşmek zorunda. Günümüzde millî kurtuluş devrimi dünya proleter devriminin ayrılmaz parçasıdır; tam zafere ulaşmaya mecbur ise millî kurtuluş devrimi sosyalist devrime doğru gelişme kaydetmelidir.” (Ho, 1979: s. 184)
Mao gibi Ho da marksist sınıf anlayışını toplumsal analizin ve geliştirilecek devrimci stratejilerin merkezî olarak görür. Milliyetçiliğe görece daha yakın olmasına rağmen Ho’nun genel davası, Vietnam toplumundaki çeşitli vatansever sınıfları “geniş bir cephe” altında birleştirmektir; Mao gibi Ho da her türden sınıf güçleri koalisyonunun liderliğinin işçi sınıfında olması hususunda ısrarcıdır. Ayrıca onun inancına göre işçi sınıfı da Vietnam’ın özgül koşullarına marksizm-leninizmi yaratıcı bir biçimde nasıl uygulanacağını bilen “gerçek bir parti”nin liderliği altında olmalıdır. (a.g.e., s. 183). Bu devrimci parti ise parti üyelerinin kültürel ve politik seviyesini yükseltmek için sistematik marksizm-leninizm çalışmaları örgütlemelidir. (Ho, 1979: s. 66).
Ayrıca 1954 sonrası Kuzey Vietnam’daki Ho hükümetinin politik adımları da Ho’nun saf anlamda milliyetçi olduğunu göstermektedir. Zira onun temelde ilgilendiği husus, Vietnam toplumunu sosyalist çizgide yeniden inşa etmektir. Bu noktada en göze çarpan örnek, elliler boyunca çeşitli aşamalar dâhilinde yürürlüğe konulan toprak reformu ve kırsal üretimin kolektivizasyonu programıdır. İlk aşamada bir yandan zengin köylüler ve toprak ağalarına karşı sınıf mücadelesi yürütülürken, bir yandan da kontrolü fukara ve orta büyüklükteki köylülüğün ellerine teslim edilen karşılıklı yardımlaşma ekipleri oluşturulur. 1958’de Kuzey Vietnam’daki tarıma elverişli toprağın önemli bir bölümü kolektifleştirilir (Wolf, 1971: s. 190-2; Fall, 1967: s. 304-6).
Dış siyasette de Ho hükümeti, açıktan Sovyetler Birliği liderliğindeki sosyalist kampın safında yer alır ve hem Sovyetlerden hem de Çin’den yardım alır (Fall, 1967: s. 295). Fransız sömürgeciliğine karşı zafer elde etmiş olmasına karşın Ho, marksizm-leninizme dönük ideolojik inancını yitirmez. 1957’de ifade ettiği gibi onun için marksizm-leninizm, Vietnam ve devrimi için büyük önemi haiz, eksiksiz ve âdil bir anti-emperyalist millî devrim teorisidir. (Fall, 1967: s. 330).
Marksizmin Asya Koşullarına Tatbiki: Eleştirel Değerlendirme
Kapitalizm eleştirisi olarak on dokuzuncu yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkmış olmasına rağmen marksizmin yirminci yüzyılda feodal ve sömürge Asya koşullarında ciddî etkileri olmuştur. Asyalı devrimciler marksizmi coşkuyla benimsemişler, zira onlar marksizmde mustarip oldukları sınıfsal baskıya ve sömürgeciliğe ilişkin gerekli çözümü ve izahı bulmuşlardır. En genel düzeyde marksizm, tarih felsefesi ve toplumsal değişim teorisi olarak sözkonusu devrimcilerin dünyasında özel bir konum edinmiştir. Ancak yürürlüğe konulacak devrimci stratejilerin üretilmesi noktasında marksizmin genel ilkelerinin Asya bağlamına uyarlanması zorunludur. Muhtemelen sözkonusu uyarlama çabası açısından Asya’daki en başarılı devrimci lider, marksizmin her durumda Çin devriminin özel yönlerine ve ihtiyaçlarına uygulanması gerektiği iddiasında olan, Mao Zedung’dur. Mao’a göre, marksizmin evrensel ilkelerinin Çin’in somut gerçekliği ile bütünleştirilmesi gayreti Çinlileşmiş bir marksizm üretecek, bu marksizm, hem gerçek anlamda marksist hem de Çinli olacaktır.
Aynı şekilde Vietnamlı Ho Chi Minh de marksist-leninist çözümü Vietnam’ın sömürge zulmüne ve feodal geriliğine uyarlar. Ho, Vietnam milliyetçisi olması noktasında kendisi için büyük önem arz ettiği üzere, ülkesinin toplumsal bileşkesinin, ayrıca tarihsel ilerleme sürecinin, daha da önemlisi bir sömürge olarak kaderinin biricik olmadığını düşünür. Vietnam’ın sorunları, kapitalizmin gelişmesindeki uluslararası bir aşama olan emperyalizm üzerinden kavranabildiğinde ülke için etkili stratejiler üretilebilecektir.
Ancak kendi ülkelerinde gerçekleşen devrimlere liderlik etme hususunda başarıları aşikâr olan Mao ve Ho, Marx’ın sessiz kaldığı bir proje olarak azgelişmiş bir ülkede sosyalizmi kurma bağlamında pek de başarılı değildirler. Her iki isim de büyük ölçüde tarımsal kooperatifleşme, sanayinin toplumsallaştırılması ve merkezî ekonomik planlama gibi Sovyetler’in geleneksel stratejilerini tatbik etmişlerdir. Çin’de bu stratejiler, Mao’nun politik ve ekonomik hedefler doğrultusunda Çinli kitlelerin geniş ölçekli mobilizasyonuna dönük inancı aracılığıyla belli ölçüde değiştirilmiştir. Özelde Mao, kitlelerin coşkusunun Çin’in sanayileşmesi için gerekli kıt maddî kaynakları ikame edebileceğine inanmıştır. Köylülerin büyük komünler ve evlerin arka bahçelerine konuşlandırılmış çelik fırınları gibi oldukça zayıf bir içeriğe sahip sanayileşme çabaları dâhilinde örgütlendikleri, 1958-60 döneminin Büyük Atılım’ında bu gibi teşebbüsler kimi felâketlere yol açmıştır. Bu türden azimkâr kitle kampanyaları muazzam ekonomik ve toplumsal bozulmalara yol açmış, insanlık tarihinin en büyük kıtlıklarından birine tanık olan ülkede otuz milyon insan ölmüştür.
Gene de uygun koşullardan mahrum olmasına karşın Mao ve Ho, kendi ülkelerinde sosyalist ve sanayileşmiş bir toplum inşa etme noktasında önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Ancak sözkonusu liderlerin vefatları, özellikle Sovyetler’in yeniden yapılanması ve ardından da yıkılması ile Çin ve Vietnam’ın yeni liderleri, sosyalizmden çok kapitalizme yakın duran bir tür ekonomik kalkınma modelini sert bir üslupla takip etmeye başlamışlardır. Çin ve Vietnam komünist partileri, politik iktidarla ilgili sahip oldukları katı anlayışı muhafaza ederlerken, bir yandan da ekonomilerini kapitalist dış yatırıma ve ticarete açmışlar, geniş kapsamlı reformlara girişmişlerdir: bu noktada devlet mülkiyetindeki kuruluşlar satılmış, komünler dağıtılmış, kâr güdüsü yüreklendirilmiş, böylelikle geçmişteki sosyalist ekonomilerin altı oyulup ilgili ekonomik yapılar dönüşüme mecbur edilmişlerdir.
Gerçekte Mao ve Ho sonrası Çin ve Vietnam’daki ekonomik reformlar, evrensel geçerliliğe sahip, Avrupa kökenli bir teori olan marksizmin Asya’nın feodal ve sömürge gerçekliğine uygulanabilir olup olmadığı sorusunu gündeme getirmektedir. Bu noktada tereddütlü de olsa şöylesi bir sonuca ulaşmak mümkün: marksizm Çin, Vietnam ve diğer Asya ülkelerindeki devrimcilerin özlemlerini karşılayan bir teoridir.
Hem Mao hem de Ho marksizmi benimsemiş, onun temel öncüllerine dayanan başarılı askerî ve politik stratejiler geliştirmişlerdir. Ancak Çin ve Vietnam’daki sosyalist inşa ile ilgili kayıtlar dikkate alındığında eldeki sonuç bir miktar bulanık bir miktar da olumsuzdur. İki ülke de Marx’ın sosyalizme doğru başarılı bir geçiş için gerekli gördüğü hiçbir şeye, yani gelişkin bir kapitalist ekonomiye, yaygın sanayileşmeye ve politik bilince sahip, büyük bir işçi sınıfına sahip değildir. Bu önkoşulların yokluğunda Mao’nun Çin’i ve Ho’nun Vietnam’ı sözkonusu önkoşulları politik açıdan oluşturmaya çalışmış, kimi başarılar elde edilmiş, ancak sonuçta ortaya baskıcı ve seçkinci bir üslupla hareket eden iki büyük bürokratik devlet çıkmıştır.
O hâlde marksizmin Asya’daki en büyük etkisi sosyalist inşa değil, devrim teorisi olarak fiilîleşmiştir. Marksizm, kendi feodal ekonomilerini ve politik sistemlerini alaşağı etme, ayrıca sömürge hâkimiyetine karşı meydan okuma noktasında Asyalı marksistleri yüreklendirmiştir. Asyalı marksistlerin en acil arzusu millî kurtuluş, modernleşme ve sosyalizmdir. Bu üç unsur da onları marksizmin evrensellik iddiasını benimsemeye ve devrim davalarında marksizmin ilkelerini uygulamaya itmiştir. Özetle Çin’de ve Vietnam’da devrimlerin başarısı ile Mao ve Ho’nun liderlikleri, marksist teori ile devrimci pratik arasında oluşan bileşkenin kudretini kanıtlamıştır.
Nick Knight
[Kaynak: Twentieth Century Marxism, Yayına Hazırlayanlar: Daryl Glaser ve David M. Walker, Routledge, Londra ve New York, 2007, s. 141-153.]
Dipnot
[1] Bir akademisyene göre (Schwartz, 1951: s. 76-7) “Mao köyde bulduğu temel güçlerin tüm avantajlarından faydalanmak amacıyla her türden teorik kanaati karşısına alıp sanayi proletaryasına sırtını dönmeye hazır olduğunu göstermiştir.” Bir başka akademisyenin varsayımına göre ise (Meisner, 1982: s. 99, 138, 225) Mao, “şehir proletaryasının devrimci kapasitesine karşı güvensizdir ve köylülüğün “gerçek devrimci sınıf olduğuna inanır.”
Kaynakça
Avineri, Shlomo (1968) The Social and Political Thought of Karl Marx, Cambridge: Cambridge University Press.
Carrèrre d’Encausse, Hélène ve Stuart R. Schram (1969) Marxism and Asia: An Introduction with Readings, Londra: Allen Lane The Penguin Press.
Dirlik, Arif, Healy, Paul ve Knight, Nick (ed.) (1997) Critical Perspectives on Mao Zedong’s Thought, Atlantic Highlands, NJ: Humanities Press.
Dunn, Stephen P. (1982) The Fall and Rise of the Asiatic Mode of Production, Londra: Routledge & Kegan Paul.
Fall, Bernard B. (ed.) (1967) Ho Chi Minh – On Revolution: Selected Writings, 1920–66. New York: Frederick A. Praeger.
Ho Chi Minh (1979) Patriotism and Proletarian Internationalism, Hanoi: Foreign Languages Publishing House.
Knight, Nick (1985) “Leninism, Stalinism and the Comintern”, Colin Mackerras ve Nick Knight (ed.), Marxism in Asia içinde. Londra & Sidney: Croom Helm.
Knight, Nick (1990) (ed.) Mao Zedong on Dialectical Materialism: Writings on Philosophy, 1937, Armonk, NY: M.E. Sharpe.
Knight, Nick (1991) “Politics and Vision: Historical Time and the Future in Mao Zedong’s Thought, 1936–1945”, Journal of Oriental Studies, 29 (2): s. 139–71.
Knight, Nick (1997) “The Laws of Dialectical Materialism in Mao Zedong’s Thought: The Question of “Orthodoxy”, Arif Dirlik, Paul Healy ve Nick Knight (ed.), Critical Perspectives on Mao Zedong’s Thought içinde. Atlantic Highlands, NJ: Humanities Press.
Knight, Nick (1997–98) “Mao Zedong and Working Class Leadership of the Chinese Revolution, 1927–1930”, China Information, 12 (3): s. 28-45.
Lacoutre, Jean (1967) Ho Chi Minh, Harmondsworth: Penguin Books.
Lenin, V. I. (1967) Lenin on the National and Colonial Questions: Three Articles, Pekin: Foreign Languages Press.
Lenin, V. I. (1969) Imperialism, The Highest Stage of Capitalism: A Popular Outline, Pekin: Foreign Languages Press.
McAlister, John T. Jr (1969) Vietnam: The Origins of Revolution, New York: Alfred A. Knopf.
Mao Tse-tung (1965) Selected Works of Mao Tse-tung, Cilt II. Pekin: Foreign Languages Press.
Mao (1975) Selected Works of Mao Tse-tung, Cilt I. Pekin: Foreign Languages Press.
Mao Tse-tung (1977) Selected Works of Mao Tse-tung, Cilt V. Pekin: Foreign Languages Press.
Marx, Karl (1964) (yayına hazırlayan ve giriş bölümünü kaleme alan: E. J. Hobsbawm) Pre-Capitalist Economic Formations, Londra: Lawrence and Wishart.
Marx, Karl (1971) A Contribution to the Critique of Political Economy, Londra: Lawrence and Wishart.
Marx, Karl (1973) (yayına hazırlayan ve takdim eden: David Fernbach) The Revolutions of 1848: Political Writings, Cilt 1. Harmondsworth: Penguin Books.
Meisner, Maurice (1982) Marxism, Maoism and Utopianism, Madison, WI: University of Wisconsin Press.
Pantsov, Alexander (2000) The Bolsheviks and the Chinese Revolution, 1919–1927, Richmond: Curzon Press.
Sawer, Marian (1977) Marxism and the Asiatic Mode of Production, Lahey: Martinus Nijhoff.
Schram, Stuart R. (1969) The Political Thought of Mao Tse-tung, Harmondsworth: Penguin Books.
Schram, Stuart R. (ed.) (1994) Mao’s Road to Power: Revolutionary Writings, 1912–1949, Cilt II: National Revolution and Social Revolution, Aralık 1920-Haziran 1927. Armonk, NY: M.E. Sharpe.
Schwartz, Benjamin I. (1951) Chinese Communism and the Rise of Mao, New York: Harper and Row.
Snow, Edgar (1972) Red Star over China, Harmondsworth: Penguin Books.
Wolf, Eric R. (1971) Peasant Wars of the Twentieth Century, Londra: Faber and Faber.

0 Yorum: