Şu aralar Mervyn Harwig’in Roy Bhaskar ile yaptığı mülâkatlar
dizisini okuyorum (The Formation of Critical Realism: A Personal Perspective,
Routledge, 2010). Kanaatime göre bu kitap, Bhaskar’ın düşüncesine en ideal
giriş yolu ve ben onu şiddetle öneriyorum.
Bhaskar, Londra Üniversitesi’nde çalışıyor. Eleştirel
gerçekçilik hareketinin kurucusu. Çalışmaları epey yoğun ve yeni başlayanlar
için sıkıntılı olabilir, bu yüzden Hartwig’in yaptığı mülâkatları öneriyorum.
Bhaskar’ı kimler okumalı? Aslında daha iyi bir dünya
isteyenler, postmodernistlerin narsizminden bıkıp usanmış olanlar ve
pozitivizmin bayağılıklarından kaçınmak isteyenler.
Bhaskar ve Hartwig’in eleştirel gerçekçiliği Nietzsche
karşıtlığı üzerinden konumlandırmaları gerçekten de ilgi çekici. Nietzsche üzerine
hep bir çalışma yapmak istemiştim ama onu okumak bende hep tiksintiye yol açmıştır.
Nietzsche’nin etkisi, bugün hâlâ mevcut ve her kuşak kendi Niçecilerini
kusuyor. Bizler hâlâ bugün bile, Nietzsche’nin postmodernistler üzerindeki
etkilerine tanık oluyoruz.
Kısa süre önce Lukacs’ın Nietzsche’ye karşı yürüttüğü polemiği
okudum, onu da şiddetle öneriyorum. Akıl sağlığı ve politik vuzuh açısından bir
vaha niteliği taşıyan bu çalışma, Nietzsche’nin derdini gayet iyi izah ediyor.
Ben, özellikle Lukacs’ın Nietzsche’deki sahte radikalizme dair yorumlarını ve
onun iktidarsız, mücerret aydınlar katmanına sunduğu ahlâkî duruşa dönük
yaklaşımlarını beğendim.
Lukacs, Nietzsche’yi emperyalizmin habercisi olarak
okuyor ki bu tespit, bence de doğru.
Zero Dark Thirty filminin
Maya’sı klasik bir Niçeci figür aslında. Bize iyi ve kötünün ötesinde,
korkutucu ve muhteşem bir şey olarak sunuluyor bu figür. Hakikat şu ki o,
sıradan ve adi sapıklıkların satıcısından başka bir şey değil.
Dün Dusan Zarac’ın Nietzsche Üzerine isimli
küçük broşürünü aldım elime. Broşür, Batı Avustralya’da verilen bir ders
serisine dayanıyor. Lukacs’ın yaklaşımından farklı bir yaklaşımı kesinlikle
içermiyor çalışma. Zarac, Hırvat kökenli Avustralyalı bir felsefeci. Kitabı Nietzsche
okumanın sağlığa zararlı olduğunu söylüyor. Bu ne demek?
Kişisel olarak ben, Nietzsche’nin her hâlükârda
zihinsel strese maruz kalabilecek mücerret bir aydına seslendiğini düşünüyorum.
Ayrıca Niçeci düşünce, heyecan ve kimi tehlikeli unsurlar taşıyor içinde.
Nietzche’yi okumak suretiyle okur, ait olduğu sürüyü terk ediyormuş hissine
kapılıyor.
Peki ama insan, nihayetinde hedefe ulaştığında
kendisini nerede buluyor? Dusan’i de heyecanlandıran, Nietzsche’nin
Hristiyanlığa dönük saldırısı esasen, bir biçimde bu dini meşru kılan, ondaki
kesintili sosyal adalet savunusunu hedef alıyor. Niçeci düşüncenin merkezinde
duran güç istenci, muhtemelen bu düşüncenin en zararlı mirası. Nietzche’ye göre,
aksi yönde ilerlemediğimiz sürece, canlı türü olarak hayatta kalmamız mümkün
değil.
Burada ahlâk, güç ve hakikat denilen üç motif üzerinde
durmak gerekiyor.
Ahlâk: Güç İstenci’nde Nietzsche şunu söylüyor:
“Ahlâkın
yetiştirdiği güçler arasında en önemlisi, doğru sözlülük: bu, kaçınılmaz olarak
ahlâkın aleyhine dönmüş, kendi teleolojisini ve kendi parçalı bakış açısını
keşfetmiş. Artık kendi ağzından dökülenlere karşı ümitsiz olan bu kronik
yalancılığın kabulü, uyarıcı bir etki hâlini almış. Bugün yüzyıllar boyunca
ahlâkî yorumumuzun yerleştirdiği ihtiyaçları keşfediyoruz, bu ihtiyaçlar,
hakiki olmayana dönük ihtiyaçlarmış gibi görünüyor bize; diğer yandan hayata
tahammül ettiğimizde kullandığımız değer, söz konusu ihtiyaçlara dayanıyor.
Bildiğimize bile itibar etmeyen, kendimize söylemeyi sevmek zorunda olduğumuz
yalanlara artık itibar etmesine izin vermediğimiz bu antagonizma, bir çözülme
süreciyle sonuçlanıyor” (Nietzsche, 1887.1968, s. 10).
Nietzsche, burada nihilizm meselesini, hayatın belirli
bir anlamı veya amacı olmadığına dair inancı ele alıyor. O, yanlış anlamlılığın
ana kaynağı olarak Hristiyanlığa saldırıyor. Rahipler yalan üstüne yalan
söylüyorlar ve biz bunu fark ettiğimizde, modern dünyanın rüzgârına saçlarımızı
kaptırmış oluyoruz.
Bence bu pasajdaki kilit sözcük, “yorum”.
Nietzsche’nin iddiasına göre, dünyada tek bir ahlâkî gerçek yok, sadece
yorumlar var. Böylelikle benim hayat hakkında neler hissettiğime tabi olan bir
ahlâk anlayışı için gerekli yol da açılmış oluyor. Bu, tam da, İsrail Hava
Kuvvetleri’nde subay olarak görev yaptığı vakitler kendisine yöneltilen, “bir
bomba attığında neler hissediyorsun?” sorusuna, “bomba yuvasından çıkarken, önce
uçakta hafif bir sarsıntı hissediyorum. Bir saniye sonra bomba düşmüş, her şey
geçip gitmiş oluyor. Tüm hissettiğim bu.” Cevabını veren Dan Halutz’un ahlâkına
benzer bir ahlâka işaret ediyor.
İkinci kavramsa güç. Nietzsche, güç istencinin bizi
insan olarak tanımlayan şey olduğunu söylüyor. Eylem hâlindeki güç istencini
derinlemesine inceliyor, köleliği, her yönden güçlü Üstinsana ait kastın
oluşumunu, engellilerin katledilmesini ve savaşı savunuyor.
“Eli kanlı Nietzsche” olarak bilinen bu Nietzsche, bu
türden duygularla yüklü. Onu savunanlar kıvırıp duruyorlar. Oysa elde epey
delil mevcut. Nietzsche bu kavramı, Bhaskar’ın “güç2” dediği manada kullanıyor.
Bhaskar, “güç1” ile “güç2” arasında ayrım yapıyor ve “güç1”i bir tür faillik (agency)
olarak tanımlıyor. Postmodernistler ise güç1 ve güç2’yi karıştırıp duruyorlar,
gücün (iktidarın) her yerde olduğunu söyleyerek, onun ilga edilemeyeceğini
iddia ediyorlar.
Elbette failliğin ilga edilmesi mümkün değil ama zulüm
ilga edilebilir. Dahası, Foucault’ya itiraz ederek, gücün bir merkezi olduğu da
söylenebilir. Gücün merkezinin nerede olduğunu ve o yerin bir gün öfkeli
saldırılarımızın hedefi olacağını biliyoruz.
Üçüncü kavram, Lukacs’ın ifadesiyle, Nietzsche’nin
epistemolojisinin postyapısalcı düşünceyi epey desteklemiş olan hakikat
kavramı.
Bhaskar’ın
1994’te ifade ettiği biçimiyle, Nietzsche “hakikat, metaforların hareketli
ordusudur” derken hakikat ile anlamı karıştırıyor aslında. Foucault da büyük
bir hata yapıp bu kafa karışıklığını üstleniyor, onu güç istencine ekliyor ve “hakikat
rejimleri” anlayışını atıyor ortaya. Eğer Foucault, bunun yerine anlam
rejimleri üzerinden düşünmüş olsaydı, başka bir yere varmış olabilirdik.
Son
verdiğim derslerin birinde öğrencilerime, “eğer hocalarınızdan birinin ‘hakikat
diye bir şey yok’ ya da ‘mutlak hakikat diye bir şey yok’ dediğini işitirseniz,
bilin ki karşınızda entelektüel açıdan alt düzeyde biri duruyor” demiştim ve
onlara bu hocaya hemen, “bu tespit doğru mu?” ya da “mutlak olarak doğru mu?” diye
sormalarını söylemiştim.
Gary McLennan
21 Ocak 2014
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder