25 Temmuz 2013

,

Teşhir


Halkın devleti, iktidarı, zorbalığı, talanı, yalanı ve hükümeti teşhir ettiği günlerde sol öznelere sadece kendisini teşhir etmek kalmıştır. Halkın öncülük ettiği direniş duvara çarpıp döndüğünde, halk da geri dönmüş, sol bu noktada, doğalında, halkın önünde konumlanmış, bir yanılsamaya kapılarak, halkın öncüsü olduğu zehabına kapılmıştır. Bugün direnişin rahlesi önünde diz çökene rastlanmıyor.

Bir yerde örneğin “LGBT’ler kendilerini gösteremiyorlar” diye onların faaliyetini destekleyen solcu, aslında kendi niyetini ifşa ediyor. Bu solcu, bugün faaliyetini kendisini teşhir etmeye indirgemiş olduğunu söylüyor. Zaten bu yüzden toplumda kendisini gösteremeyenlerle ortak iş yapılıyor, onlarla yan yana duruluyor. Aynı boncuklar aynı ipe diziliyor. Bu tespihin imamesinin liberalizm olduğu kesindir.

Doğu Perinçek’in Tayyip ağzıyla konuşup sürece müdahale etmesi de başka bir tespihin dizildiğini ortaya koyuyor. Aynı şekilde, “direniş alanlarına neden gelmiyorsunuz?” sorusuna “biz devrimci-demokratlarla, marjinallerle yan yana görünmek istemiyoruz” diyen bir TKP’li de aynı tespihin boncuğudur. Tespihin imamesi ise devlet ideolojisi ve milliyetçiliktir.

Göz, aklın ve yüreğin yerini almıştır. Gaz kapsüllerinden gözlerini kaybedenlere birileri göz olabileceğini zannediyor. Önerdikleri başka bir şey yok. Bu göz ise sadece gösterme ve teşhirle ilgileniyor. Bunca teşhirin içinde teşhise ve teşhir etme çabasına yer kalmıyor.

Devleti ve burjuvaziyi teşhir etme görevi, teşhissiz pratiğin sonucu olarak, boşa düşüyor. Halkın bizzat teşhir ettiği, açığa vurduğu düşman, sol kovuklara sığınıyor.

Çoğulculuk ya da particilik edebiyatı bu türden kovuklardır. Demokrasicilik ve liberalizm tespihi de devlet ve milliyetçilik tespihi de başka hayat kavgası veren kitleleri uyutmak içindir.

Emevi döneminde caminin içine giren halkın kavgasını susturmak amacıyla dayatılmış tespih, bugün solun elindedir. Bu kadar teşhircilik yapılmasının nedeni de buradadır. Birileri gözlerini kör edip kavgaya girmiş kitlelere “açın gözlerinizi, bize bakın, bizi izleyin” demektedir. Direnişin dalgaları şiddetlenmiş, sola da bu şiddeti silip suyu kendi dingin havuzlarına akıtmak düşmüştür. Sınıfsal hareketin dalgaları şiddetle burjuvazinin surlarını döverken, solun tek yaptığı, o şiddeti çalacak sendikalar kurmaktır. Bu, tüm önceden miras alınan veya sonradan el konulan kurumlar için geçerlidir. Şiddet, o dalganın ruhudur aynı zamanda. Mahremiyetin silindiği yer, tam da o şiddetin ortadan kaldırıldığı yerdir. Sol, sadece içi geçmiş işçilere, Kürd’e, gence, Aleviye ve kadına ihtiyaç duymaktır.

“Bir yandan da alternatif iftar organizasyonları düzenleniyor. Bir kere, iki kere tamam. Ancak eleştirilen görgüsüzlüğün ve ikiyüzlülüğün bir parçası olunuyor ne yazık ki.” diyebiliyor sadece, gördüğüne iman eden Kemal Okuyan. Devamında da eyleme Türk bayrağı getirenlerin dışlanmaması gerektiğini söylüyor. Yani birilerine “sen orucunla gelme”, başkalarına da “bayrak getirebilirsin” deniliyor.

Çünkü oruç gözün gerisine, bayrak önüne aittir. Oruçtaki tarihsel şiddeti bu solcunun havsalası almıyor, ama devletin şiddetsiz, renksiz kıldığı bayrak, onun gözüne hoş görünüyor. Bir ülkenin komünist partisi ülkesinin bayrağına, savaşmadan, kan dökmeden, şiddetten kaçarak, o bayrağın özündeki şiddetin silindiği momentte sahip çıkabiliyor.

Bir caminin duvarına asılan, “bugünkü iftar bilmem ne şirketi tarafından verilmektedir” yazılı pankartla “bayrak gelsin” diyen arasında bir fark yoktur. Bir Hadis’te denildiği üzre, “sol elin verdiğini sağ el bilmesin” sözü ve o sözün sahibi camiden kovulmuştur. Mitinglere bayrak getirenlerse bayrakları bayrak yapanı o mitinglere asla sokmamaya yemin etmiştir.

TKP’nin direniş süresince sadece bayrak sallamakla yetinmesinin nedeni buradadır. 1 Mayıs’taki kepazelikten sonra sırf sol içine güzel bir mesaj vermek için, devletle anlaşmalı olduğuna ilişkin kokuların yükseldiği, Taksim’e yönelik Deniz Gezmiş çıkarması yapması, bu teşhircilikle ilgilidir. “İşçi sınıfı orta sınıflaştı” deyip direnişi orta sınıfa hapsetmek ve ona gene kamuculuk, aydınlanmacılık gibi burjuva kavramlarla seslenmek, bu partinin bugünkü alamet-i farikasıdır.

Bu kadar teşhirciliğin devleti ve burjuvaziyi teşhir etme görevini savsaklaması kaçınılmazdır. Sol, devletin ve burjuvazinin saldırıları sonucu kendisini güncelleme imkânı buluyor. Devletin ve burjuvazinin teşhirinin öncelikle sol içinden başlaması zorunludur.

Camiden kovulansa Muhammed’dir. Katıldığı şura toplantısına gelen bir kişinin şuradaki insanları şöyle bir süzdükten sonra sorduğu sorunun bugün anlaşılması mümkün değildir: “Hanginiz Muhammed?” Görselliğin ve gözün tahakkümü altında camileri büyütmekle, şehrin bir diğer ucundan görülebilecek büyük yapılar inşa etmekle göze hitap eden, cüsseli politik yapılar kurmak yan yanadır. Buralarda ister istemez birileri kendilerini peygamber, hatta Allah zannedecektir. Ayak oyunlarının, kirli pazarlıkların, kafa-kol hesaplarının, teslimiyete dönük güzellemelerin, “iş yapıyoruz” deyip işçileşmeme hâllerinin ortalığı kapladığı koşullarda bu yaşanan deprem kendi üçkâğıtçı müteahhitlerini yetiştirecektir.

Bugün Facebook âleminde, “sevgilimle öpüşmeme tepki gösteren garsonları kınıyorum” mesajları atan eşcinsellere rastlanıyor. Bazı solcular da “evet ama onların da kendilerini görünür kılmaya hakları var” diyorlar. Kimse aşkın mahremiyetinden bahsetmiyor. Solcular, aile denilen kurumu dağıtacağı hesabıyla eşcinselliği destekliyorlar. Onlar sokak ortasında ölüyor, bir tek solcu bile onların yanında olmuyor, ama iş onları istismar etmeye gelince, kimi solcular yarış içine giriyorlar.

TKP de “Gökkuşağının Kızılı” çıkışı ile bu yarışa katılma kararı almıştır. Teşhir etme görevi unutuldukça ve bu görevin emirleri yerine getirilmedikçe, teşhircilik başat hâle geliyor. Teşhir, halkın önüne çıkmaktır ve bu sol özneler, halkın önüne güzel kıyafetleriyle çıkmaya çalışıyorlar. Bu anlamda “kral çıplak” müdahalesi, bu noktada, devrimci bir müdahaledir.

Feminizm ve LGBT bahsinde solun istismar siyaseti ondaki liberalizmle ilgilidir. Mesele, kadın ya da translar değil, bireyin burjuva özgürlüğüne kavuşmasıdır. Bu talimat burjuvaziye aittir, başkasına değil. Mazlumların ve sömürülenlerin devletin saldırısı karşısında burjuvazinin eteğine yapışmasına mani olmak aslî görevdir.

Solun aileye yönelik düşmanlığı da bu liberalizmle ilgilidir. Oysa aileyi yok eden, onu en fazla, basit bir tüketim öznesine dönüştüren, kapitalizmdir. Bugün çocukların babasına çıkışma hakkına özgürlükçülük şahsında sevinenler, o çıkışmanın babanın daha fazla tüketmesine dönük bir emir dâhilinde gerçekleştiğini görmelidir. Kadın ve erkek arasındaki aşkın mahremiyetten kurtarılması görevi ile sol, aşk dâhil, tüm kolektif pratiklerin düşmanı olarak yeniden örgütlenmektedir.

Sol liberalizmin kimlik siyaseti sömürülenleri ve mazlumları “kimlik” hücrelerine hapsetmek, kimlikleri izole etmek ve ortalığı sahte bir cennete çevirmek amacını güder. Dolayısıyla bu sol, kimlik olarak işçiye “işçi olma”, Kürd’e “Kürd olma”, kadına “kadın olma”, erkeğe “erkek olma”, Ermeni’ye “Ermeni olma” emrini vermekten başka bir şey yapmaz. Soyut bireylerin güdülmesi daha kolaydır.

Agos’ta yazılan bir yazıda bu birey eksenli ezilencilik şu şekilde eleştiriliyor: bir toplantıda birkaç kadın, Ermeni yazarla tanışır ve “öyle mi, biz Ermenileri çok severiz” diyerek onunla fotoğraf çektirir. Agos yazarı, bu olay karşısında kendisinin Afrika’dan getirilmiş, nadir bulunan ve İstanbul sokaklarında gezdirilen bir “hayvan” gibi hisseder. Duruma tepkisini, “bu ülkede ne kadar da az kalmışız” deyip ağlayarak gösterir.

Sol, düzene tehdit olan her türlü unsuru kuşatıp absorbe eden bir antikor işlevi görmektedir. Halkın, ezilenlerin ve işçi sınıfının lime lime edilmesi, onun asli görevidir. Bu operasyon, halkçılık, ezilencilik ve işçicilik başlıkları altında da gerçekleştirilebilir. Tüm bunlar, gene birey edebiyatı üzerinden, bir tür “devrimciciliği” doğalında üretecektir. Devrimcicilik, “kimse devrimci olmasın” demektir.

Bugün direniş sürecinde kitleler sokak sokak savaşırken, kenardan izleyip ileride bayrağını daha büyük, internet dostlarını daha çok, kendisini daha iri gösterecek av peşinde olan şey, soldur. Bu solla dövüşmemek, o savaşanlara, düşenlere, düşenleri bayrak yapıp ileri fırlayanlara ihanettir.

Feminizmi eleştirmek kadına karşı olmak demek olmadığı gibi, devrimciciliği eleştirmek de devrimciye karşı olmak demek değildir. Gördüklerine iman edenlerin anlamayacağı şey budur.

Başkaldırı, bir yanıyla hayatın basit olması ve o hayatın herkesle ve herkesçe yaşanabilmesi muradıyla ilgilidir. Solun karmaşık, benmerkezci ve başkasını görmeyen pratiği bu başkaldırıyı dağıtacaktır. Direniş sürecinin liberalizm ve milliyetçilik arasında çekiştirilmesi sonuçsuzdur. Zira liberalizm ve milliyetçilik sadece kendisini görenlerin doğal tepkileridir. Biri burjuvazi diğeri devlet denilen aynasına bakıp duracaktır. Devrimcilerin baktığı yerse mücadelenin hakikatidir.

Eren Balkır
24 Temmuz 2013

0 Yorum: