02 Eylül 2011

İslam’ın İlk Büyük Generali: Hz. Muhammed


Büyük bir dinin kurucusunun hayatı ile ilgili nesnel bir yaklaşımda bulunabilmek her daim güç bir mesele olagelmiştir. Muhammed’in şahsiyeti mucizevî bir aura ile kuşatılmış, bu aura, O’na iman eden müminlerin kaçınılmaz gayretleri sonucu pekiştirilmiştir. O’nun hayatta olduğu döneme yakın tarihlerde yaşamış ve hayat hikâyesini kaleme almış ilk yazarlar ise çoğunlukla tarihsel gerçekle meşgul olmak yerine, Allah’ın Elçisi, hatta Allah’ın bizatihi kendisi olduğuna inandıkları bir şahsın hatırasını mümkün olan her yoldan yüceltmek için çabalamışlardır. Bu da sonuçta diğer dinlerin ve geleneklerin geride bıraktığı tortuya ait efsanelerin, mucizelerin, gizemli alametlerin ve semavi işaretlerin birikmesini getirmiştir.

Kurtarıcıların ve Mesihlerin biyografileri genelde bir tarih olarak geçiştirilemezler; bunlar, giderek yaygınlaşan bir imanın propagandasından ibarettirler.[1] Tarihçinin görevi, efsanenin ardında yatan hakikati belirlemek ve izah etmektir. İlgili gayretin kökünde, tarihçinin, görevin tümüyle ifa edilmesine imkân veren imanı yatar.

Muhammad: Islam’s First Great General [“Muhammed: İslam’ın İlk Büyük Generali”] isimli bu kitabımız, büyük bir dünya dini olan İslam’ın kurucusu Muhammed’in askerî hayatı ile ilgilidir. Muhammed ile ilgili tüm teorik çalışmalar, yukarıda bahis konusu edilen meselelerle bir biçimde yüzleşmişlerdir. Onca önemli askerî başarıya imza atmış bir isim olmasına karşın, bu büyük insanın askerî hayatını ayrıntılı bir biçimde inceleyen herhangi bir biyografiye rastlanmamaktadır. O’nunla ilgili biyografilerin ekseriyeti, İslam dininin kurucusu olarak sahip olduğu peygamberlik rolüne, O’nun sosyal bir devrimci olarak elde ettiği başarılara ya da Arabistan halklarını yönetmek için yeni kurumlar icat eden bir devlet adamı ve idareci olarak sahip olduğu becerilere odaklanır.[2] Elimizde Muhammed’in İslam’ın ilk büyük generali ve başarılı bir isyanın lideri olarak sahip olduğu role ilişkin herhangi bir biyografi bulunmamaktadır.

Muhammed’in askerî başarılarına temas eden biyografiler çoğunlukla yüzeyseldirler; bu biyografiler, ya O’nun ehil bir askerî komutan olarak sahip olduğu rolü gözden kaçırırlar ya bu rolün tali bir öneme sahip olduğunu söylerler ya da Müslim ekolünden gelen yazarlarda görüldüğü üzere, ilgili rolü mucize ve ilâhî rehberlik düzeyinde ele alırlar.[3] Oysa Muhammed komutan olarak kimi başarılara imza atmamış olsaydı, İslam belli bir coğrafî durgunluk içinde sıkışıp kalacak, muhtemelen Bizans ve Pers imparatorlukları Arap ordularınca fethedilemeyecekti. Samuel P. Huntington’ın da işaret ettiği üzere, Muhammed büyük bir dini kurmuş olan bir komutandır. Batılı akademisyenlerin geçmiş kuşakları sıklıkla Muhammed’in askerî bir isim olduğu üzerinde durmuşlardır. James L. Payne, 1899’da, şu tespiti yapmaktadır: “Muhammed, güçlü bir savaşçı ve yetenekli bir komutan olarak hatırlanır.”[4]

Bu hafıza, modern mücahidlerin zihinlerinde varlığını sürdürür. Bu çalışma, Muhammed üzerine kaleme alınmış ilk askerî biyografi olma özelliğine sahiptir, kitap, O’nun askerî hayatını ve Arap ordularıyla toplumu dönüştüren müdahalelerini ayrıntılarıyla inceler. İlgili dönüştürme işlemi, antik dünyanın iki büyük imparatorluğunun İslam ordularınca birkaç yıl içinde fethedilmesini mümkün kılmıştır.

Askerî bir biyografi olarak Muhammad: Islam’s First Great General, Muhammed’in içinde yaşadığı ve kendi askerî hayatına tesir eden sosyal, ekonomik ve kültürel koşulları da izah eden bir çalışmadır. Elbette bu Muhammed’in dinî tecrübesini de ihtiva etmektedir. Ancak aynı zamanda bu tecrübe askerî tarih bağlamında ele alınmaktadır. Örneğin Muhammed’in her erkeğin dört kadınla evlenmesine izin veren evlilik yasaları ile ilgili reformunu kısmî de olsa koşullayan, Bedir Savaşı’nda şehid düşenlerin dul eşlerine ve yetimlerine bakacak kocalar bulma ihtiyacıdır.[5] Kitap, genel anlamda Peygamber ile ilgili biyografileri partizanca ve güvenilmez kılan kimi dinî analizlerden ve çıkarımlardan da uzak durmaktadır.

Muhammed’i bir asker olarak düşünmek birçoklarına yeni bir tecrübe olarak görünecektir. Oysa Muhammed gerçekte büyük bir generaldir. On yıl içinde sekiz büyük savaşa katılmış, on sekiz akına önderlik etmiş ve bir kısmı kendi komutasında bir kısmı ise kendi talimatları ve stratejik yönlendirmesi altında cereyan eden otuz sekiz askerî operasyon planlamıştır. İki kere yaralanmış, yenilgilere maruz kalmış, iki kez elindeki birlikler tam zafere ulaşırken karşı güçlerce mevcut konumları ele geçirilmiştir.

Ancak Muhammed büyük bir saha generali ve taktikçiden öte bir isimdir. O bir askerî teorisyen, örgüt reformcusu, strateji düşünürü, operasyonel savaş komutanı, politik ve askerî bir lider, kahraman bir asker, bir devrimci, ayaklanma teorisinin mucidi ve tarihin ilk başarılı pratikçisidir. Musa, Subotay ve Vo Nguyen Giap gibi tarihteki diğer kimi büyük komutanlar gibi Muhammed de sahada bir orduya komuta etmezden önce herhangi bir askerî eğitime tabi tutulmamıştır. Araplarda askerî eğitim genelde baba aracılığıyla verilmekte ise de yetim olan Muhammed, Arap olan babası elinden askerî bazı becerilere sahip olma şansı bulamamıştır. Savaş sanatı ile ilk teması, on dört yaşında tanık olduğu iki kabile arasındaki çatışma esnasında amcasının katkısıyla eline aldığı ok sayesinde olmuştur. Ancak gene de Muhammed, mükemmel bir saha komutanı ve taktikçi, daha da önemlisi, zeki bir politikacı ve askerî stratejist olmayı bilmiştir.

Muhammed savaşta bir istihbarat ustası olduğunu ispatlamış, elindeki istihbarat servisi Roma ve Persya’nın istihbarat gücüne rakip olabilecek düzeye gelmiş, O, özellikle politik istihbarat alanında önemli kazanımlar elde etmiştir. Zamanın önemli bir bölümünü taktik ve politik stratejiler üzerine çalışarak geçiren Muhammed, Sun Tzu’nun “savaş tümüyle hileden ibarettir” vecizesini hatırlatacak biçimde, “savaş tümüyle kurnazlıktır” demiştir. Muhammed’in her daim politik hedeflere hizmet edecek şekilde güç kullanmasını bilen bir kişi olması sebebiyle O’nun fikirde ve amelde Clausewitz ve Machiavelli’den müteşekkil bir terkibe denk düştüğünü söylemek mümkündür. O, feraset sahibi büyük bir stratejist olarak, askerî olmayan yöntemlere de başvurur (ittifaklar, politik suikast, rüşvet, dinî hitap, merhamet ve hesaplı kırım). Bu yöntemler sonuçta O’nun uzun vadeli stratejik konumunu güçlendirirler ve kimi vakit kısa soluklu askerî mülahazalar pahasına gerçekleştirilirler.

Muhammed’in İslam’a ve Allah’ın Elçisi olarak sahip bulunduğu role dönük sarsılmaz imanı Arabistan’daki savaşı birçok yönden devrimcileştirmiştir, O, tutarlı bir ideolojik iman sistemi aracılığıyla, antik dünyadaki ilk ordunun inşa sürecini motive etmiştir. Cihad ideolojisi ve iman yolunda şehadet, İspanya ve Fransa’daki Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında cereyan eden savaşlar esnasında Batı’ya taşınmış, burada ilgili ideoloji Hıristiyanlık’taki geleneksel pasifist savaş fikrini değiştirmiş, Hıristiyan savaşçı azizler zümresinin oluşmasını koşullamış ve Haçlı Savaşları’na ilişkin gerekli ideolojik kılıfı Katolik Kilisesi’ne temin etmiştir.[6] Dinî ya da laik farklılığa dayalı ideoloji, askerî maceranın temel unsuru olarak varlığını sürdürmüştür.

Muhammed, o güne dek Arabistan’da bilinmeyen, tümüyle yeni bir ordu tipini vücuda getirmiş, vefatı ardından bu ordu Arapların fetih faaliyetlerinde askerî bir araç olarak kullanılmıştır. Askerî bir mucit olarak Muhammed Arabistan’da savaşa giren orduları dönüşüme tabi tutan sekizden fazla askerî reform gerçekleştirmiştir. Halefi İskender’in fetihlerde kullanacağı Elen ordularını önceden dönüşüme tabi tutan Makedonyalı Philip misali Muhammed de haleflerine Pers ve Bizans ordularını mağlup edip İslam İmparatorluğu’nu tesis etmelerini sağlayacak bir çekirdek ordu miras bırakmıştır. Ordu böylesi bir dönüşüme maruz kalmasa idi Arap fetihleri tam manasıyla imkânsız birer teşebbüs olarak tarihteki yerlerini alırlardı.

Bir İsyancı Olarak Muhammed

Gerçekleştirdiği reformlar ve elde ettiği askerî başarılar O’nu antik dünyanın büyük generalleri ile ortaklaştırsa da Muhammed esasında geleneksel bir saha generali olarak görülemez. O aslında antikitede eşine rastlanmayan, yeni tipte bir savaşçıdır. Her şeyden önce Muhammed, ancak çağımıza ait kimi kavramlarla kavranabilecek türde, antikitenin ilk gerçek millî isyanına önderlik eden coşkulu ve devrimci bir dinî gerilla lideridir. İlgili gerçek, sık sık Kur’an’dan alıntı yapıp kendi mücadelelerinde uyguladıkları şiddeti Muhammed’in şiddet kullanımı ile meşrulaştıran günümüz mücahidlerinde varlığını sürdürmektedir. Geleneksel generallerden farklı olarak Muhammed’in hedefi, yabancı bir düşmanı ya da işgalciyi yenmek değil, mevcut Arap toplumsal nizamının yerine radikal manada farklı bir ideolojik dünya görüşüne yaslanan tümüyle yeni bir nizamı tesis etmektir. Devrimci hedeflerine ulaşmak adına Muhammed, günümüz analizcilerinin başarılı bir isyan için gerekli kabul ettikleri ve böylesi bir isyanın aslî özellikleri olarak tanımladıkları tüm araçlardan istifade etmiştir. Başlangıçta yeni nizam için verilen mücadelede Muhammed’in elinde sadece ancak vur-kaç saldırılarına müsait, küçük bir gerilla birliği mevcuttur, ancak bu birlik, on yıl içinde geniş ölçekli askerî operasyonlar düzenleyebilecek, süvari ve piyade birliklerine sahip, geleneksel bir askerî güç hâline gelmiştir.

Muhammed’in haleflerinin ileriki dönemde büyük bir imparatorluk kurmalarını sağlayan, işte bu geleneksel askerî aygıttır. Bu ordu, Arap tarihindeki ilk gerçek ulusal askerî güçtür. Küçük bir mümin topluluğu ile işe koyulan Muhammed, düşmanın iktidarına ait iktisadî ve siyasî temeli yıpratacak baskınlar ve pusular tertipleyen bir gerilla savaşı yürütmüştür. O askerî insan gücünü artırıp, görece daha geniş askerî güçleri saflarına katarak ve bunları mevzilendirerek, başkalarını kendi davasına çekecek yeni sosyal programlar ve politik-dinî ideolojiyi takdim etmiştir.

Gerilla savaşı ile geçen yılların ardından Muhammed, düşmanını bir dizi çarpışma ardından nihaî olarak mağlup etmiş ve sonunda da Mekke’yi ele geçirmiştir. Düşmanı elindeki askerî insan gücünden mahrum bırakan ve onun halk desteğini yıpratan politik ittifaklarla askerî mücadele isyanın kimi politik boyutları ile desteklenmiştir. Politik manevralar, görüşmeler, istihbarat, propaganda ve terörle suikast faaliyetlerine dönük adaletli başvurular, henüz kendi çıkar hesabını yapamamış ve ideolojik manada dönüşmemiş muhtemel muhalefet odaklarına karşı yürütülen psikolojik savaş dâhilinde kullanılmıştır.

Kanaatimce Muhammed’in iktidara yükselişi tarihte görülen ilk başarılı isyan örneğidir ve ders kitaplarına konu olacak niteliktedir.[7] Mao Zedung, Ho Chi Minh, Jomo Kenyatta, Fidel Castro ve muhtemelen George Washington gibi günümüz isyancılarının devrimci mücadelelerinde başvurdukları stratejiler ve yöntemler Muhammed’in stratejisine ve yöntemine kesinlikle uzak değildirler. Batı, Muhammed sonrası gerçekleşen Arap fetihlerini saf anlamda geleneksel askerî terimlerle izah etmeye yatkındır. Oysa sözkonusu fetihleri gerçekleştiren ordulara Muhammed öncesinde Arabistan’da rastlanmamaktadır. Bahsi geçen orduları vücuda getiren, Muhammed’in başarılı, geleneksel olmayan gerilla operasyonları ve isyanıdır. Dolayısıyla ileriki dönemde, hem strateji anlayışı hem de askerî yöntemin aygıtları bağlamında kurulan yeni ordular eliyle gerçekleştirilen Arap fetihleri, Muhammed’in öncesinde bir isyan lideri olarak elde ettiği askerî başarıların sonucudur.

Muhammed’in askerî hayatının isyancı bir gerilla olarak sahip olduğu bu yönü okurun merakını celbedecek ve aynı zamanda ayrıntısı ile keşfedilmesi gereken bir husus olarak kıymetli addedilecektir. İsyanı karakterize etmek için modern askerî analizcilerin kullandığı araç ve yöntemler analizin kategorileri olarak devreye sokulursa görülecektir ki Muhammed İslam’ı tüm Arabistan geneline yaymak için yürüttüğü kampanyasında analize ait tüm ölçütleri kullanmıştır. Başarılı bir isyan için ilk gereklilik, müritlerin kendisini kimi yönlerden özel kabul ettiği ve onu takip etmenin anlamlı olduğunu düşündükleri kararlı bir liderin mevcudiyetidir. Muhammed örneğinde O’nun sahip olduğu etkileyici kişilik, Allah’ın Elçisi oluşuna dair imanla ve Muhammed’i takip etmenin Allah’ın bizatihi kendisine ait emirlere teslim olma anlamına geliyor oluşu ile pekiştirilmiştir. Ayrıca isyanlardaki bir diğer gereklilik de bir mesiyanik ideolojinin tesisidir. Bu ideoloji, genelde adaletsiz kabul edilen mevcut sosyal, siyasî ve iktisadî nizama nazaran daha iyi, yeni ve âdil bir nizama dönük, tarih ya da Tanrı tarafından takdir edilmiş tutarlı bir itikada ya da plana dayanır. Muhammed, Arapların zalim, dine aykırı ve yıkılmaya değer olan merkezî ve geleneksel sosyal kurumlarına meydan okumak için yeni dinî itikadı kullanmıştır. Bu sonuca ulaşmak adına O ümmeti, yani Allah’ın yeryüzündeki halkı olan müminler cemaatini teşkil etmiş, bu sayede geleneksel Arap toplumunun temeli olan kabile ve aşiretlerin yerine mesiyanik bir müdahale ile bu cemaati koymak istemiştir. Muhammed’in en önemli başarılarından biri, eski Arap sosyal nizamını değiştirecek, kimi mevzularda onu tümüyle ortadan kaldıracak yeni sosyal kurumları tesis etmiş olmasıdır.

Başarılı isyanların ihtiyaç duyduğu diğer bir husus da hakiki müminlerden müteşekkil, disiplinli bir kadro hareketinin oluşturulup, bu hareketin yeni üyelerin örgütlenmesi ve saflara katılması için kullanılmasıdır. Muhammed’in devrimci kadroları Mekke’de yanına alıp Medine’ye götürdüğü küçük bir gruptan müteşekkildir. Bu grubun adı göçmenler ya da muhacirundur. Medine kabileleri arasında ilk ihtida edenlere Yardımcılar ya da Ensar denilmektedir. Bu devrimci kadronun beyin takımı ehil kişilerden meydana gelir. Bunların bir kısmı sonradan İslam’a girmiştir. Abdullah ibn-i Übey ve Halid bin Velid gibi kimi isimler askerî uzmanlık hususunda gerekli kaynakları temin etmiş tecrübeli saha komutanlarıdırlar. Muhammed’in beyin takımı O’na kimi tavsiyelerde bulunur ve verdiği talimatların yerine getirildiğine dair malumat verir. Bu danışmanların bir kısmı Peygamber’in ömrü boyunca kilit konumlarda olmuş ve O’nun vefatı ardından iktidarı elde etmek amacıyla kendi aralarında mücadele etmiştir.

Muhammed devrimci kadrolarını teşkil eder etmez, hasımlarına karşı askerî operasyonlar yürütmek amacıyla bir üs belirler. Bu operasyonlar ilk başta baskınlar ve pusular biçimde cereyan ederler. Amaç, düşmanın ana üssü olan Mekke’yi ve kendisine muhalif olan diğer ticaret şehirlerini tecrit etmektir. O dönemde altı Arap’tan sadece biri şehir ya da kasabada ikamet etmektedir. Diğerleri “taşra”da ya da göçebe olarak çölde yaşamaktadır.[8] Muhammed operasyon üssü olarak Medine’yi seçer. Bu şehrin konumu, iktisadî manada ayakta kalmak için kervan ticaretine bağımlı olan Mekke ile diğer vahalar ve kasabaların iktisadî hayatları için zaruri olan, Mekke-Suriye arasındaki ana kervan güzergâhına kısa bir mesafede olması sebebiyle, oldukça stratejiktir. Ayrıca Medine, Muhammed’in kervan güzergâhı boyunca yaşayan bedevi kabilelerini İslam’a kazanma gayretinde elini rahatlatacak ölçüde yakın bir yerde konumlanmıştır. Muhammed için bedevilerin ihtidası ve onlarla yapılan politik ittifaklar askerî bir bağlantı gereği değil, ilk başarının anahtarı olduğu için önemlidir.

İsyanlar silâhlı bir güce ve bu gücün idamesi için insan gücüne muhtaçtırlar. İçinden zamanla geleneksel bir ordunun çıkacağı küçük kadro birliğinin ürünü olan gerilla savaşı, uygun zamanda ve politik koşullarda düşmanlarını yüz yüze çarpışmalara zorlayacaktır. Muhtemelen Muhammed, “halk savaşı ve halk ordusu”ndan dem vuran General Vo Nguyen Giap’ın öğretisini kavrayıp uygulamaya sokan tarihteki ilk komutandır.[9] O, müritlerin kafasına, Allah’ın tüm Müslümanların ortak amacı ve mülkiyetini askerî mücadele için el koyduğu ve Müslümanların da yegâne sorumluluğunun imanları için savaşmak olduğu fikrini yerleştirir. Kadın, erkek, hatta çocuklar, imanın ve Allah’ın yeryüzündeki seçilmiş halkı olan ümmetin müdafaasında askerî hizmette bulunmaya mecburdurlar. Eğer bu fikir gerekli şekilde kavranmaz ise o vakit, geniş ölçekli mücadeleler vermeye muktedir geleneksel bir silâhlı gücün eldeki küçük devrimci kadro birikimi eliyle üretilmesine imkân veren insan gücünü bir araya getirenin, İslam ideolojisinin cazibesi olduğu tespitini anlamak gayet zor olacaktır.

Muhammed’in isyan ordusunun büyümesine ilişkin bir delil olarak kimi rakamlar verilebilir. Bedir Savaşı’nda (624) savaş alanında sadece 314 kişi vardır. İki yıl sonraki İkinci Bedir Savaşı’nda (626) alanda 1.500 Müslüman savaşmaktadır. 628’deki Hayber Savaşı’nda Müslüman ordusu 2.000 kişiye ulaşmıştır. Muhammed Mekke’ye saldırdığında (630) elde bu sefer 10.000 savaşçı vardır. Birkaç ay sonra cereyan eden Huneyn Savaşı’nda asker sayısı 12.000’dir. Kimi kaynaklara göre, Muhammed’in aynı yıl içinde Tebuk’a gerçekleştirdiği seferde 30.000 asker ve 10.000 süvari görev almıştır, ancak muhtemelen bu rakamlar abartılıdır.[10] Ancak gene de bu rakamlar, Muhammed’in isyanının, sahip olduğu askerî insan gücü toplama becerisi bakımından, hızla büyüdüğünü göstermektedir.

Tüm diğer isyan orduları gibi Muhammed’in elindeki güçler de ilk başta silâhları esirlerden ve ölen düşman askerlerinden temin ederler. Silâhlar, miğferler ve zırhlar görece fakir olan Arabistan coğrafyası için pahalı şeylerdir. İlk Müslümanlar genellikle fakirdir, yetimdir, duldur ya da toplumun kıyısına atılmış kişilerdir. Bu insanların sözkonusu askerî malzemeleri tedarik etmeleri mümkün değildir. Düşman ordusu ile ilk karşılaşma olan Bedir Savaşı’nda ölen küffar ordusu askerlerinin kılıçları ve diğer askerî ekipmanı alınmıştır. Bu pratik ileriki dönemde de yaygınlaştırılmıştır. Muhammed de esirlerden hürriyetleri karşılığı para değil, askerî ekipman talep etmiştir. Bedir’de ele geçirilen ve silâh tüccarı olan bir esirden hürriyeti karşılığında binlerce mızrak temin etmesi istenmiştir.[11] Medine’ye hicret ettiği ilk günlerde Muhammed silâh imalatçısı olan bir Yahudi kabilesinden silâh satın almıştır. Sonrasında bu kabileyi şehirden kovduğu vakit onların âlet edevatını yanlarında götürmelerine mani olmuş, böylelikle imalatın Müslümanlar eliyle yapılmasını sağlamıştır. Nihayetinde O Mekke’ye yürümezden önce, elindeki on bin kişilik ordu için gerekli silâhları, miğferleri, zırhları ve kalkanları temin etmeyi bilmiştir.

Muhammed’in gerekli silâhları ve ekipmanı temin etme becerisinin bir başka avantajı daha mevcuttur. Bedevi kabileleri arasından İslam’a geçenlerin önemli ölçüde fakir olmalarına ek olarak halkın da bu silâhları ve zırhları temin etmeleri mümkün değildir. Muhammed bu muhtedilere pahalı askerî ekipman temin etmiştir. Söz konusu muhtediler İslam itikadına tam olarak bağlılık içinde olmasalar da Peygamber’e eksiksiz bir sadakatle bağlıdırlar. Bedevi aşiretlerinin liderleri ile yapılan görüşmelerde Muhammed onlara pahalı silâhlar hediye etmiştir. İslam’a ihtida etmeseler de birçok pagan kabile isyan sürecine bu sayede kazanılmıştır. Atlar ve develer de askerî pratikte aynı ölçüde önemlidirler. Onlarsız uzun yolların katedilmesini gerektiren akınların ve operasyonların gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Muhammed, diğer silâhların temininde gösterdiği beceriyi bu tip hayvanların temininde de gösterir. Bedir’de isyancıların elinde sadece iki at mevcuttur. Altı yıl sonra yapılan Huneyn Savaşı’nda Muhammed’in ordusunda sekiz yüz süvari mevcuttur.[12]

Bir isyanın savaşan unsurları destekleyecek belli bir halk desteğine de ihtiyacı vardır. Bu desteği elde edebilmek amacıyla Muhammed akınlarda ele geçirilen ganimetlerin paylaşılmasına ilişkin eski gelenekleri değiştirme gereği duymuştur. Geleneksel tarzda kabile ya da aşiretin lideri ganimetin dörtte birini almaktadır. Muhammed ise beşte birini almış, bu payın da ümmet adına alındığını buyurmuştur. Eski yöntemde şahıslar ganimetten aldıkları payları kendi ellerinde tutmakta iken, Muhammed tüm ganimetin ortak havuza konulmasını ve akına iştirak eden tüm savaşçıların toplanan miktarı paylaşmalarını emretmiştir.

Daha da önemlisi Muhammed, savaşta şehit düşen askerlerin dul ve yetimleri ile ümmetin fukara kesimini ganimet üzerinde öncelikli hak talebinde bulunacaklar olarak belirlemiştir. Ayrıca o görece daha büyük payın bedevi kabilelerle yapılacak ittifaklara tahsis etmiştir. Bu kabilelerin bir kısmı, pagan birer unsur olarak, İslam yerine esasta yağmaya sadıktırlar. Muhammed’in ileriki dönemde vahalara, şehirlere ve kervanlara yönelik askerî eylemlerindeki başarıları, hayatî ihtiyaçların giderilmesi bağlamında, isyanın halk desteği için gerekli refah kaynaklarının temini noktasında işlevli olmuştur.

Bir isyan lideri, dışarıdan ve içeriden gelecek saldırılara karşı elindeki gücü korumak zorundadır. Muhammed’in de düşmanları vardır ve O her daim hayatına kastedecek her türden teşebbüse karşı tetiktedir. Diğer isyan liderleri gibi Muhammed de emirlerini sorgusuz sualsiz yerine getiren, kendisine sadık bir fedai birliği tarafından korunmaktadır.

Muhammed’in suffa ismi verilen eğitim kurumunu tesis etmesinin en önemli nedeni budur. Suffa, Muhammed’in evinin yanındaki mescidde yaşayan küçük bir çekirdek kadrodur. Bu kişiler, en mütedeyyin, şevkli ve mutaassıp olan müridler arasından seçilirler ve genelde başka bir geçim yolu bulunmayan, fakir müminlerdirler. Suffa üyeleri zamanlarını İslam üzerine çalışma yapıp ruhani bir meşguliyetle geçiren insanlardır. Muhammed’e bağlı bu kişiler, sadece O’nun korumasını üstlenmekle kalmazlar ayrıca Peygamber’in kendilerine verdiği görevleri ifa eden bir gizli polis gibi çalışırlar.

Bunlar, suikast ve terör gibi görevlerdir. Hiçbir isyan, etkin bir istihbarat aygıtı olmaksızın varlığını sürdüremez. Müslümanların isyanı da bu konuda istisna değildir. Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde Muhammed güvendiği bir ajanını, amcası Abbas’ı, geride bırakmıştır. Abbas, Mekke’deki durumla ilgili kendisine sürekli rapor göndermiştir. Bu görev, Mekke düşene dek, yani bir on yıl kadar sürmüştür. Başlarda Muhammed’in gerçekleştirdiği operasyonlar, taktiksel istihbarat noktasında, mevcut eksiklikler sebebiyle ciddi sorunlar yaşamıştır. Müridleri çoğunlukla şehirli insanlardır ve çölde yolculukla ile ilgili hiçbir tecrübeleri yoktur. Bu noktada Muhammed, kimi vakit bedevi rehberler kiralamak zorunda kalmıştır. Ancak isyan hareketinin büyümesi ile istihbarat teşkilâtı da daha örgütlü ve derinlikli bir nitelik kazanmıştır. Bu teşkilât belli yerlere ajan yerleştirmiş, ticarî kimi faaliyet alanlarında casuslara başvurmuş, esirleri sorgulamış, muharebe keşif kolları kullanmış ve istihbarat toplama gayesi ile keşif harekâtlarında bulunmuştur.

Ayrıca Muhammed, kabile ileri gelenleri ve isyan hareketinin düzenleyeceği operasyon sahalarındaki politik durumla ile ilgili ayrıntılı bilgiler toplamış, bu bilgileri bedevilerle yapacağı ittifak görüşmelerinde faydalı bir unsur olarak kullanmıştır. Sözkonusu faaliyetin bir yönü de O’nun savaşacağı savaş sahasına dair gelişkin bir keşif çalışması yapmasıdır. On yıllık askerî pratik içinde sadece bir kez baskına maruz kalmıştır. Zira O, her türden askerî çatışmadan önce düşmanın konumu ve niyetleri ile ilgili genel bir malumata sahip olmayı bilmiştir. Ancak bu istihbarat teşkilâtının nasıl örgütlendiği ve nerede konuşlandığı hakkında pek bir şey bilinmemektedir. Muhtemelen ilgili teşkilât suffanın bir parçası olarak faaliyet yürütmektedir.

İsyanların mağlubiyetleri ve zaferleri, hedefe ulaşma gayretindeki asilerin bağımsız unsurları ne ölçüde davaya bağlayabildiğine bağlıdır. Bağımsız unsurların kalplerine ve akıllarına yönelik propagandanın mücadele içinde elzem olduğunu gören Muhammed, mesajının kamusallaşması ve geniş çevrelerce bilinmesi için uğraşmıştır. Çoğunluğu okuma yazma bilmeyen Arap toplumunda şair, politik propagandanın taşıyıcısı olarak, iş görmüştür. Muhammed kendisini methedip, düşmanlarını karalamaları için civarın en iyi şairlerini kiralamıştır. Allah’ın Elçisi olarak aldığı vahiyler üzerinden kimi bildiriler yayımlayıp halka dağıtmış, böylelikle müridleri ve İslam’a kazanmak istediği kesimler karşısında cennet vaadini ve yeni nizam anlayışını her daim canlı tutmuştur. O, yeni imanı pagan kabilelere öğretmeleri için her yana “misyonerler” göndermiş, bunların insanlara okuma-yazma öğretmelerini istemiştir. Muhammed, esas çelişkinin, mevcut sosyal nizam ve onun bariz adaletsizliği ile kendi gelecek tasavvuru arasında cereyan ettiğini görmüş, Arap halkının sadakatini ve desteğini kazanma mücadelesinde, kendi tasavvurunu yayma aşamasında, hasımlarını alt etmeyi bilmiştir.

Başarılı bir isyanda terör kaçınılmaz bir unsurdur. Bu, Muhammed’in isyan hareketi için de geçerlidir. O, esasta iki yoldan teröre başvurmuştur. İlki, hainlerle dinden dönenler üzerinden müridlerine ders verme ve onları disipline etme amacına dönüktür. Muhammed döneminde İslam’ı inkâr edip O’ndan çıkmanın suçu, ölümdür. Peygamber ayrıca aralarında kendisi ile alay eden şair ve şarkıcıların da bulunduğu politik düşmanlarına suikastlar düzenlenmesi emrini vermiştir. Ordusu Mekke’ye girdiğinde suffanın elinde, yakalanıp idam edilecek eski düşmanların bir listesi mevcuttur. Ayrıca Muhammed, geniş bir ölçek dâhilinde, düşmanlarının zihinlerinde korku yaratmak için de teröre başvurmuştur. Medine’deki Yahudi kabileleri hususunda Muhammed, müttefiklerinden birinin lideri ile müzakere etmeden, tüm Beni Qaynuqa kabilesinin katledilmesi, çocuk ve kadınlarının köle olarak satılması emrini vermiştir. Diğer bir örnekte de gene Medine’deki bir Yahudi kabilesinin tüm yetişkin erkeklerinin, kimi iddialara göre dokuz yüz kişinin, şehir meydanında başlarının kesilmesini, kadın ve çocuklarının köle olarak satılmasını, mallarının da Müslümanlar arasında dağıtılmasını emretmiştir. O, Mekke’nin fethinden sonra geri kalan tüm putperestlere karşı “acımasız bir savaş” açmış, müridlerine karşılarına çıkan her türden paganı öldürmelerini buyurmuştur! Bu şiddetli ve merhametsiz eylemler tüm isyanlarda görüldüğü üzere, Muhammed’in muhalifleri ve müttefikleri ile görüşmelerinde elini güçlendirmiştir.

Bir isyanın karakterize edilmesinde modern analizcilerin kullandığı ölçütler üzerinden bakıldığında görülecektir ki Muhammed’in Arabistan’da İslam’ı tesis etmek amacıyla yürüttüğü askerî kampanya, ilgili ölçütleri her yönden karşılamaktadır. Sonuç olarak söylenmelidir ki, bu, İslam’ın bir din olarak sahip olduğu öze ve değere halel getirmeyecektir. İlgili tespit, İsraillilerin Kenan’ı fethetme amacıyla yürüttükleri askerî kampanya için de geçerlidir. Bu kampanya da Yahudiliğe halel getirmez.

Zaman içinde dinin şiddete dayalı kökleri unutulmaya yüz tutmuştur. Geriye sadece iman kalmış, sonuçta dinî itikatların kurucuları tarihsel kayıtlara ait şiddet pratiğinin renginden arınmışlardır. Muhammed örneğinde görüldüğü üzere, zamanla O’nun hayatındaki askerî yön ve önemli askerî başarılar göz ardı edilmiştir. Bu kitabın bir amacı da, Muhammed’in askerî hayatına ait tarihî kayıtlara tekrar ışık tutmaktır. İslam’ın ilk büyük generaline ait dinî tarihi de başkalarına bırakıyoruz.

Richard A. Gabriel

[Kaynak: Muhammad: Islam’s First Great General, C&C, 2007, s. xvii-xxvii.]

Dipnotlar:
[1] Dinî simaların hayatlarına ilişkin araştırmalardaki güçlükleri aşma noktasında Michael Edwards’ın Ibn Ishaq’s Life of Muhammad, Apostle of Allah (1964) isimli eserindeki fikirlere çok şey borçluyum. Bu eser, İbn-i İshak’ın hacimli kitabının özetidir ve hayli faydalı bir kaynaktır.

[2] Watt, Muhammad: Prophet and Statesman, s. 237.

[3] Bu türden atıflara Hamidullah’ın Battlefields of the Prophet isimli eserinde rastlanmaktadır. Hamidullah, dindar bir seyirci olarak Peygamber’in askerî faaliyetlerini dinî unsurlarla perdelemesi dışında, iyi bir âlimdir. Bu anlamda onun Muhammed’in yaptığı savaşlara ilişkin tasvirlerini ele aldığı ilk çalışma pek bir kıymet taşımaz. 1939’daki Hac ziyaretinde sahayı incelemiş, savaş alanlarına ait haritalar temin etmiş, İbn-i İshak’ta karşımıza çıkan gözlemlerle bu bulgularını kıyaslama imkânı bulmuştur.

[5] Huntington, Clash of Civilizations, s. 263; ayrıca bkz.: Payne, Why Nations Arm, s. 125. Huntington’ın Payne’e yönelik tefsiri yanlıştır. Musa mükemmel bir askerî komutandır. Buda olmazdan önce Siddhartha Gautama Hindistan’daki savaşçı sınıfın prensidir ve bu sınıf savaşmak dışında bir iş bilmediğine göre büyük ihtimal Buda da savaş sanatı üzerine eğitimli bir kişidir. Ancak onun herhangi bir savaşa girip girmediği hususunda elimizde hiçbir bir kayıt bulunmamaktadır. Musa’nın bir komutan olarak sahip olduğu savaş pratiği ile ilgili daha fazla bilgi için bkz.: Gabriel, Military History of Ancient Israel, “Exodus” başlıklı bölüm, s. 221.

[6] Watt, Muhammad at Medina, s. 276.

[7] Askerî ve politik açıdan “ideoloji” terimi Almancada Weltanschauung sözcüğü ile karşılanır ve “bütünsel bir dünya görüşü”nü temin eden, sistematik fikirler kümesini ifade eder. Genel bir inançlar kümesinin ötesinde o, kişinin hayatını, ilişkilerini ve yükümlülüklerini dinî bir itikada ait öğretiye benzer yoldan izah eden, mantıksal açıdan karşılıklı bağlantı noktalarına sahip, sistematik bir kümedir. Etnik ve dinî farklılıklar bir ideoloji teşkil etmezler. Bu, İslam hususunda Muhammed’in müridleri için de geçerlidir. Müslümanların ileriki dönemde Hıristiyan savaş öğretileri ve Haçlı Seferleri üzerindeki etkisi için bkz.: Gabriel, Empires at War, Cilt 3: s. 792.

[8] Genel kanaatin aksine, kırk yıldan fazla bir süredir, antik dünyanın askerî tarihinin MS 450’de sona ermediğini iddia ediyorum. Bu tarih, 1453’teki Konstantinopol’ün fethine dek uzanır. Konuyla ilgili bir tartışma, yukarıda alıntılanan, Empires at War, Cilt 1: s. 15’te bulunabilir. Bu bağlamda Muhammed, askerî tarihin antik dönemine ait bir isimdir. Umarım okur, sözkonusu argümanın geçerliliği ile ilgili belli bir hüküm vermek suretiyle bahsi geçen tespite müsamaha ile yaklaşır.

[8] Hitti, History of the Arabs, s. 17.

[9] Bir isyan hareketinin örgütlenip eyleme geçmesi için gerekli yöntemler için bkz.: Giap, People’s War, People’s Army.

[10] Watt, Muhammad at Medina, s. 257.

[11] Hikâyeyi anlatan: Hamidullah, Battlefields of the Prophet, s. 40, aktaran: Ibn Hajar Isabah, sayı. 8336.

[12] Watt, Muhammad at Medina, s. 257.

0 Yorum: