23 Şubat 2012

, ,

Arap Baharı ve Emperyalizm

“Bugün Libya yarın New York Borsası”


Aralık 2010’da Tunus’ta beklenmedik bir biçimde başlayan ve hızla Mısır, Libya, Bahreyn, Suriye ve Yemen’e, küçük ölçekli de olsa bir dizi gösteri üzerinden, Lübnan, Moritanya ve Suudi Arabistan’a sıçrayan kitle hareketleri dalgası, (a) Arap dünyasındaki sosyo-ekonomik dinamikleri ve (b) Arap dünyasının emperyalizmle arasındaki ilişkileri tümüyle değiştirme potansiyeline sahiptir.

Giderek genişleyen bu hareketlerin dinamiklerini ve anlamlarını kavrama noktasında, belirli ülkelerdeki hareketlere ilişkin olarak, mevcut ayrıntılardan kimi soyutlamalara ulaşmak ve geniş planda bir tarama yapmak faydalı olacaktır. Dahası, böylesi bir tarama işlemini yapmak, sadece bugünlerde herkesin dikkat kesildiği Suriye değil, genel anlamda tüm Arap dünyasındaki verili durumun iki yönünün (ya da temel çelişkilerinin) açığa çıkmasını sağlayacaktır.

İlk ve başat yön, genelde kitlesel ayaklanma biçimi alan tüm bu hareketlerin kendi toplumlarının demokratikleşmesi ve onlarca yıl emperyalizmin desteği ile ayakta kalmış otoriter ve zorba rejimlerin yıkılması amacıyla başlamış olmasıdır. Birçok örnekte, yirmi yıldan fazladır iktidarda olan bu rejimler, otoriteryanizm ve neoliberalizm arasındaki çakışmayı temsil etmişlerdir. Meseleyi bu şekilde tespit etmek, eski terminolojiye başvurursak, bu hareketleri yönlendiren başat çelişkinin otoriter (çoğunlukla liberal) rejimlerle ilgili ülkelerdeki geniş halk kitleleri arasında cereyan ettiğini söylemek demektir.

İkinci ve bana kalırsa tali yön ise emperyalist müdahalenin gerçek ya da muhtemel olmasıdır. Gene eski terminolojiye başvuracak olursak, burada ilgili hareketi yönlendiren, emperyalizmle geniş halk kitleleri arasındaki çelişkidir.

Bu noktada verili bir durum dâhilinde, faal olması sebebiyle, her iki çelişkinin de temel olduğunu tespit etmek gerekir; mevcut konjonktür her iki çelişki arasındaki karşılıklı etkileşim üzerinden biçimlenmektedir. Ancak ayrıca iki çelişkiyi başat ve tali olarak ayrıştırmak da zorunludur. Geniş halk kitleleri ile otoriterlik arasındaki çelişkiyi başat çelişki olarak tanımlayanların gerekçesi nedir? Gerekçe, genelde şu tarz bir gözleme dayanmaktadır: istisnasız her bir hareket, demokratikleşme amacıyla ve neoliberal otoriter rejimlere muhalif olarak yola çıkmışlardır. Hiçbirisi, söz konusu itkiyi asla kaybetmemişlerdir. Dolayısıyla görünüşe göre, neoliberal otoriter hareketlerle halk sınıfları arasındaki olgunlaşan çelişki söz konusu hareketlerde ifadesini bulmuştur. Eğer ülkeyi sömürgeye dönüştürmek amacıyla oraya dönük olarak emperyalist güçler askerî bir işgal hareketi başlatmışlarsa, yukarıda bahsi geçen, tali çelişki, yani emperyalizmle halk kitleleri arasındaki çelişki, başatlaşacaktır.

Eğer bu tanımlama doğru ise, o hâlde karşımıza iki sonuç çıkar.

1. Öncelikle Sol, Tunus’tan Mısır ve Suriye’ye dek uzanan bu rejimleri tanımlayan neoliberal otoriteryanizme karşı duran demokratikleşme hareketlerini desteklemelidir. Meseleyi buradan ele almayan her türden analiz kusurlu ve tek taraflı olacaktır, zira bu türden bir analiz, hareketi yöneten başat çelişkiyi kaçırmaktadır. Bu görüş, örneğin Tunus İşçilerinin Komünist Partisi’nde ifadesini bulmaktadır. Aynı yaklaşımı Mısır’da oluşturulan geniş sol koalisyon da dile getirmektedir. Ömer S. Dahi ve Yasir Münif de, biraz farklı bir biçimde, Suriye’deki isyanların analizine vakıf olmak üzerinden, bu türden bir görüşü savunmaktadır.

2. Sol, özellikle ABD emperyalizminin gerçekleştireceği tek taraflı müdahalelere benzer, her türden yabancı askerî müdahaleye şiddetle karşı çıkmalıdır. Bu noktaya vurgu yapmayan her türden analiz eksik ve yanlış olacaktır zira böylesi bir analiz de tali (ama temel) çelişkiyi unutmaktadır. Bu ikinci yön iki ayrı gözleme dayanır.

İlk gözlem, söz konusu otoriter devletlerin çoğunlukla başka devletlerin aracılığıyla, emperyalist güçlerden birinin desteğini arkasına alması ile ilgilidir. Dolayısıyla demokratikleşme hareketi doğası gereği anti-emperyalisttir. Anti-emperyalistlerin söz konusu demokratikleşmeyi tereddütsüz desteklemelerinin ana gerekçelerinden biri de budur. Ama sadece otoriter rejimlerin emperyalizm tarafından destekleniyor olmaları, emperyalizm ile halk kitleleri arasındaki çelişkiyi başat çelişki hâline getirmez. Devlet iktidarını kullanan, yabancı yönetici sınıflara ait herhangi bir koalisyon değil, yereldeki yönetici sınıf koalisyonudur. Bu sebeple halk kitleleri ile yereldeki yönetici sınıf koalisyonu arasındaki Devlette temsil olunan çelişki, ilgili ülkelerdeki sosyo-ekonomik değişimin başat faktörüdür.

İkinci gözlem de şu şekildedir: bu demokratikleşme hareketleri güçlendikçe “Büyük Güçler” eskiden destekledikleri rejimlere dönük bağlılıklarını zamanla terk edip ayaklanma sonrası dönemde varlıklarını sürdürebilmek adına müdahale için yeni yollar aramaya başlarlar. Bu arayış dâhilinde emperyalist güçler, her daim muhalefet içindeki gerici güçlerin safını tutarlar, bu noktada da çelişkiyi militarize ederek ilerici ve demokratik güçleri marjinalleştirirler. Tüm ilerici ve demokratik güçlerin askerî bir emperyalist müdahaleye karşı çıkmasının bir zorunluluk olmasının nedeni tam da budur.

Bu nedenle, esas olarak meselenin emperyalist müdahale boyutuna odaklanan solun önemli bir kısmı başat çelişkiyi kaçırmaktadır. Aynı ölçüde emperyalist müdahale ihtimallerini ve bunun sonucunda oluşacak sorunları tanımayan sol ise tali çelişkiyi bir kenara itmektedir. Ama burada son olarak eklemek gerekir ki ilk grubun hatası ikinci grubun hatasından daha ağırmış gibi görünmektedir.

Deepankar Basu
20 Şubat 2012
Kaynak

0 Yorum: