“Bugün Libya yarın New York Borsası”
Aralık 2010’da Tunus’ta beklenmedik bir biçimde
başlayan ve hızla Mısır, Libya, Bahreyn, Suriye ve Yemen’e, küçük ölçekli de
olsa bir dizi gösteri üzerinden, Lübnan, Moritanya ve Suudi Arabistan’a
sıçrayan kitle hareketleri dalgası, (a) Arap dünyasındaki sosyo-ekonomik
dinamikleri ve (b) Arap dünyasının emperyalizmle arasındaki ilişkileri tümüyle
değiştirme potansiyeline sahiptir.
Giderek genişleyen bu hareketlerin dinamiklerini ve
anlamlarını kavrama noktasında, belirli ülkelerdeki hareketlere ilişkin olarak,
mevcut ayrıntılardan kimi soyutlamalara ulaşmak ve geniş planda bir tarama
yapmak faydalı olacaktır. Dahası, böylesi bir tarama işlemini yapmak, sadece
bugünlerde herkesin dikkat kesildiği Suriye değil, genel anlamda tüm Arap
dünyasındaki verili durumun iki yönünün (ya da temel çelişkilerinin) açığa
çıkmasını sağlayacaktır.
İlk ve başat yön, genelde kitlesel ayaklanma biçimi
alan tüm bu hareketlerin kendi toplumlarının demokratikleşmesi ve onlarca yıl
emperyalizmin desteği ile ayakta kalmış otoriter ve zorba rejimlerin yıkılması
amacıyla başlamış olmasıdır. Birçok örnekte, yirmi yıldan fazladır iktidarda
olan bu rejimler, otoriteryanizm ve neoliberalizm arasındaki çakışmayı temsil
etmişlerdir. Meseleyi bu şekilde tespit etmek, eski terminolojiye başvurursak,
bu hareketleri yönlendiren başat çelişkinin otoriter (çoğunlukla liberal)
rejimlerle ilgili ülkelerdeki geniş halk kitleleri arasında cereyan ettiğini
söylemek demektir.
İkinci ve bana kalırsa tali yön ise emperyalist
müdahalenin gerçek ya da muhtemel olmasıdır. Gene eski terminolojiye başvuracak
olursak, burada ilgili hareketi yönlendiren, emperyalizmle geniş halk kitleleri
arasındaki çelişkidir.
Bu noktada verili bir durum dâhilinde, faal olması
sebebiyle, her iki çelişkinin de temel olduğunu tespit etmek gerekir; mevcut
konjonktür her iki çelişki arasındaki karşılıklı etkileşim üzerinden
biçimlenmektedir. Ancak ayrıca iki çelişkiyi başat ve tali olarak ayrıştırmak
da zorunludur. Geniş halk kitleleri ile otoriterlik arasındaki çelişkiyi başat
çelişki olarak tanımlayanların gerekçesi nedir? Gerekçe, genelde şu tarz bir
gözleme dayanmaktadır: istisnasız her bir hareket, demokratikleşme amacıyla ve
neoliberal otoriter rejimlere muhalif olarak yola çıkmışlardır. Hiçbirisi, söz
konusu itkiyi asla kaybetmemişlerdir. Dolayısıyla görünüşe göre, neoliberal
otoriter hareketlerle halk sınıfları arasındaki olgunlaşan çelişki söz konusu
hareketlerde ifadesini bulmuştur. Eğer ülkeyi sömürgeye dönüştürmek amacıyla
oraya dönük olarak emperyalist güçler askerî bir işgal hareketi başlatmışlarsa,
yukarıda bahsi geçen, tali çelişki, yani emperyalizmle halk kitleleri
arasındaki çelişki, başatlaşacaktır.
Eğer bu tanımlama doğru ise, o hâlde karşımıza iki
sonuç çıkar.
1. Öncelikle Sol, Tunus’tan Mısır ve Suriye’ye dek
uzanan bu rejimleri tanımlayan neoliberal otoriteryanizme karşı duran
demokratikleşme hareketlerini desteklemelidir. Meseleyi buradan ele almayan her
türden analiz kusurlu ve tek taraflı olacaktır, zira bu türden bir analiz,
hareketi yöneten başat çelişkiyi kaçırmaktadır. Bu görüş, örneğin Tunus
İşçilerinin Komünist Partisi’nde ifadesini bulmaktadır. Aynı yaklaşımı Mısır’da
oluşturulan geniş sol koalisyon da dile getirmektedir. Ömer S. Dahi ve Yasir
Münif de, biraz farklı bir biçimde, Suriye’deki isyanların analizine vakıf
olmak üzerinden, bu türden bir görüşü savunmaktadır.
2. Sol, özellikle ABD emperyalizminin
gerçekleştireceği tek taraflı müdahalelere benzer, her türden yabancı askerî
müdahaleye şiddetle karşı çıkmalıdır. Bu noktaya vurgu yapmayan her türden
analiz eksik ve yanlış olacaktır zira böylesi bir analiz de tali (ama temel)
çelişkiyi unutmaktadır. Bu ikinci yön iki ayrı gözleme dayanır.
İlk gözlem, söz konusu otoriter devletlerin çoğunlukla
başka devletlerin aracılığıyla, emperyalist güçlerden birinin desteğini
arkasına alması ile ilgilidir. Dolayısıyla demokratikleşme hareketi doğası
gereği anti-emperyalisttir. Anti-emperyalistlerin söz konusu demokratikleşmeyi
tereddütsüz desteklemelerinin ana gerekçelerinden biri de budur. Ama sadece
otoriter rejimlerin emperyalizm tarafından destekleniyor olmaları, emperyalizm
ile halk kitleleri arasındaki çelişkiyi başat çelişki hâline getirmez. Devlet
iktidarını kullanan, yabancı yönetici sınıflara ait herhangi bir koalisyon
değil, yereldeki yönetici sınıf koalisyonudur. Bu sebeple halk kitleleri ile
yereldeki yönetici sınıf koalisyonu arasındaki Devlette temsil olunan çelişki,
ilgili ülkelerdeki sosyo-ekonomik değişimin başat faktörüdür.
İkinci gözlem de şu şekildedir: bu demokratikleşme
hareketleri güçlendikçe “Büyük Güçler” eskiden destekledikleri rejimlere dönük
bağlılıklarını zamanla terk edip ayaklanma sonrası dönemde varlıklarını
sürdürebilmek adına müdahale için yeni yollar aramaya başlarlar. Bu arayış
dâhilinde emperyalist güçler, her daim muhalefet içindeki gerici güçlerin
safını tutarlar, bu noktada da çelişkiyi militarize ederek ilerici ve
demokratik güçleri marjinalleştirirler. Tüm ilerici ve demokratik güçlerin
askerî bir emperyalist müdahaleye karşı çıkmasının bir zorunluluk olmasının
nedeni tam da budur.
Bu nedenle, esas olarak meselenin emperyalist müdahale
boyutuna odaklanan solun önemli bir kısmı başat çelişkiyi kaçırmaktadır. Aynı
ölçüde emperyalist müdahale ihtimallerini ve bunun sonucunda oluşacak sorunları
tanımayan sol ise tali çelişkiyi bir kenara itmektedir. Ama burada son olarak
eklemek gerekir ki ilk grubun hatası ikinci grubun hatasından daha ağırmış gibi
görünmektedir.
Deepankar Basu
20 Şubat 2012
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder