25 Nisan 2009

, ,

Sınıf, Irk ve Cinsiyet


Özel kâr amacıyla emeğin sömürülmesi, kapitalizmin ve tüm dünyadaki kapitalist toplumların merkezî niteliğidir. Sonrasında bu sömürü, sermaye ve kapitalist devletin kullandığı bir dizi araçla -özellikle ırksal, cinsel baskı aracılığıyla- kolaylaştırılır. Ataerkillik ve ırksal baskı, kapitalizmin ortaya çıkışından çok önceleri var olsa da kapitalist toplum tarihsel açıdan bu iki baskı biçimini on altıncı yüzyıldan beri gerçekleştirdiği sermaye birikimine dayalı bir tarz içinde birleştirdi.

Bu nedenle ırk ve cinsiyet üzerinden yaşanan işçi sınıfı sömürüsündeki farklılaşma kârın (ve kontrolün) önemli bir kaynağı hâline geldi ve kapitalist hâkimiyetin alt edilmesi yönünde işçiler arasında sınıf bilincinin tam anlamıyla gelişmesinin önünde duran en önemli engel oldu (bu özelliği bugün de devam etmektedir).

Bu bölüm, kapitalizm koşullarında ırksal ve cinsel baskının sınıfsal doğasını incelemekte ve sermayenin ırksal ve cinsel açıdan farklılaşmış işçi sınıfını sermaye birikimini artırmak amacıyla sömürmesine imkân veren süreçlere dönük bir analiz sunmaktadır. Sınıf, ırk ve cinsiyet arasındaki ilişki bu nedenle kapitalist toplumdaki emeğin sömürüsü ve kontrolünü kolaylaştıran süreçler bağlamında incelenmektedir.

Sınıf, Irk ve Sömürü

Modern dünyadaki ırksal sömürünün kökenleri sömürgeciliğe ve köle ticaretine kadar götürülebilir. Avrupa’nın on altıncı yüzyıldan on sekizinci yüzyıla dek uzanan sömürgeci genişleme süreci ve bunun sonucunda “Afrika’nın siyah derililerin ticarî anlamda avlandığı bir üretim sahasına dönüşmesi”[1] bu kıtada ve ardından Birleşik Devletler’de kapitalizmin gelişmesine imkân verdi.

Afro-Amerikalı büyük bir bilim insanı olan W. E. B. Du Bois konuyla ilgili olarak, “Yeni Dünya ile birlikte Afrika köle ticareti ve Siyah kölelik Amerika’da ölümcül bir biçimde geldi.” tespitinde bulunmaktadır:

“İnsanlar yeni zulümlere ve nefretlere, insan emeği ise yeni aşağılanma siyasetlerine maruz kalıyorlar. Köle emeğine dayalı akıl almaz servet birikimi aracılığıyla insan emeğinin aşağılanmasına ilişkin ayartma çabaları giderek daha kapsamlı ve daha derin bir hâl alıyor.”[2]

Politik ekonomist Victor Perlo ise şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Sömürge döneminden başlayarak ABD’li kapitalistler bu zulmedici ve insanlık dışı zenginleşme sürecinin en önemli bileşeni hâline geldiler.”[3] Sömürge dönemi süresince ABD’nin güneyinde tesis edilmiş olan köleci sistem, birkaç on yıl boyunca bu ülkedeki hayatın genel çerçevesini çizmiştir. Perlo’ya göre, “ABD’nin bağımsızlığı elde etmesini takip eden ilk seksen yılda kölelerin, onların çocuklarının ve torunlarının elinden zorla alınmış emek aracılığıyla büyük bir servet biriktiren işte bu güneyli köle sahipleriydi.”[4] En genelde toplum ve beyaz efendi sınıfının kölelere yönelik zâlimane davranışları köleleri kârın artırılması amacıyla kullanılan birer metaya dönüştürmüştür. Du Bois’in gözlemine göre, “bu köleler alınıp satılabiliyorlar, elde edilen izinlerle bir yerden bir yere taşınabiliyorlar, okuma-yazma öğrenmeleri yasaklanıyor ve hukukî açıdan mülk sahibi olmalarına ve evlenmelerine izin verilmiyordu.”[5]

Güney’in İç Savaş’ta yaşadığı yenilgi ve Yeniden İnşa dönemi sonrası plantasyonlar eski köle sahiplerine geri verilir ve ırk ayrımcılığının eşlik ettiği bir tür ortakçılık sistemi siyahlara zorla dayatılır. Zamanla eski köleler, çiftlik işçileri ve madenlerle modern sermayenin elindeki fabrikalarda ücretli emekçiler hâline gelirler. Bu nedenle kurtuluşu takip eden yüzyıl boyunca giderek daha fazla sayıda siyah genişleyen işçi sınıfının parçası hâline gelir ve siyah cemaati toplumsal anlamda bir ayrışmaya gider. Birleşik Devletler’deki siyahlar arasında görece daha karmaşık bir sınıfsal yapı gelişir.

Afro-Amerikan cemaatindeki gelişen sınıfsal yapıya âit değişen dinamikler, siyah aydınları ırk ve sınıf arasındaki ilişkiyi incelemeye iter. Günümüz ABD toplumunda sınıf, ırk ve sömürü meselelerini ele alırken bu iki olgunun yeni anlamları üzerinde durulmaktadır.

ABD’deki Afro-Amerikan cemaatinin içinde sınıfların gelişmiş olduğundan haberdar olan Du Bois, hayatının son döneminde Afro-Amerikanların haklarına tecavüz eden Amerika’daki kapitalist genişlemeye ilişkin faal eğilimler üzerine yoğun bir tartışma yürütür ve bu cemaatin de sınıfsal çelişki ve sınıf mücadelesine bağlanacaklarını iddia eder, zira sınıflar arasında seyreden çelişkilerin ana karşıt sınıflar arasındaki bir mücadeleye doğru gelişip olgunlaşması kapitalizmin doğasında vardır. Afro-Amerikan cemaati de kapitalist genişlemenin bu temel yasasından azade değildir. Dolayısıyla:

“Siyah Amerikalı grubun zorla içine sokulduğu kapitalist gelişmenin merkezî sorunu ve ana tehlikesi, büyütüp kullanmak zorunda olduğu sermayenin nihaî kontrolü meselesidir. Eğer bu sermaye kendi çıkarları adına birkaç kişi tarafından kontrol edilecek olursa, bugün beyaz kapitalistlerden gördüğümüz cefanın aynısını kendi kapitalistlerimizden görmek bizim kaderimiz olacaktır.”[6]

“Gelir ve sömürüye dayalı iç sınıfsal ayrışma”dan dem vuran Du Bois, tartışmasını sürdürerek şu değerlendirmeyi yapar:

“Yirminci yüzyıl ortalarında büyük iş dünyasının o büyük makinesinin sadece beyaz Amerikalı kitlesini önüne alıp sürüklemediği artık açıktır (…) [bu makine] ayrıca Siyahları da aynı girdabın içine sürüklemiştir.”[7]

Du Bois devamında, “kamu binalarında ve okullardaki resmî ırk ayrımcılığının devre dışı kalması sonrası, siyahların bugünden daha keskin biçimde sınıflara ayrıldı”ğını tespit eder.[8]

Sınıfsal analiz yaklaşımını ırk meselesine gitgide daha fazla uygulayan Du Bois, hayatın son döneminde sınıfsal ifadeler içinde “ırk ayrımcılığının temeline ilişkin kesin ve kararlı bir dizi görüş” geliştirir:

“[Du Bois], ırkçılığın maddî zemini olarak beyazlarla siyahlar arasında uygulanan ücret farklılıklarına sürekli işaret etti.”[9]

E. Franklin Frazier de Birleşik Devletler’de ırk ve sınıf arasındaki karşılıklı bağlantılara ilişkin aynı ölçüde keskin bir analiz geliştirmiş bir diğer ünlü siyahî aydındır. Irk ilişkileri ve siyah ailesi ile ilgili ilk dönem çalışmalarının ötesine geçen Frazier’in ırkçılık görüşü, sonrasında sınıfsal analiz ile giderek daha fazla beslenmeye başlar.[10] Frazier’in solcu aydınlarla örgütlerin sınıf temelli teorilerinden fazlasıyla etkilendiğini söyleyen Anthony Platt’a göre, “Onun yazıları, ırk ilişkilerinin tarihini sömürü prizmasından geçirerek yeniden yorumlar.”[11]

Frazier’e göre, “Siyahların Amerika ile tanışmaları Avrupa’nın ekonomik genişlemesi ile bağlantılı bir meseledir.” Bu nedenle “Siyah köleciliğinin kaderi ekonomik güçlerce belirlenmiştir.” Bu anlamda “Birleşik Devletler’deki Siyahların durumu, son tahlilde, Siyahların ekonomik sistem içinde oynadıkları rolle sıkı sıkıya bağlantılıdır.”[12] Platt’a göre, sorunu görece daha geniş, tarihsel ve yapısal ifadelerle çerçeveleyen Frazier, “ırkçılığın aslî köklerini küresel ölçekte işleyen sınıfsal ilişkilere âit dinamiklerin içine yerleştirmiştir.”[13]

Du Bois ve Frazier, ırkçılığı sınıfsal çelişkinin tezahürleri olarak anlarlar. Bu nedenle sözkonusu yazarlara göre toplumsal kurtuluş, toplumdaki ana karşıt sınıflar arasında cereyan edecek mücadelenin çözüme kavuşması sonrası elde edilecek sonuçtur. Du Bois’in mücadele biçimlerine ilişkin görüşleri her ne kadar Frazier’den ayrışsa da, her iki isim de sömürünün sona ermesine ve ırklar arasında barışçıl ilişkilerin gelişmesine imkân verecek bir toplumsal değişime muhtaç olunduğu hususunda hemfikirdir.

Ayrıca Du Bois, ilerici politik reformlar aracılığıyla ırkçılığa karşı mücadele edilmesi amacıyla toplumsal kurumların zamana yayılmış bir dönüşümüne vurgu yaparken, Frazier mevcut toplumsal-ekonomik sistemin radikal bir dönüşümü olmaksızın ırk meselesinin çözülemeyeceğini, bu yönde alternatif başka bir görüşün geliştirilemeyeceğini düşünür. Görece daha güçlü ve doğrudan bir ifadeyle Frazier, “bir dizi devrimci hareket ile bağlantı içinde yürütülmedikçe ırk ilişkilerinde herhangi bir kökten değişiklik olmaz.” der. Ancak devamında da, “mevcut ırksal durumun bugünkü ekonomik ve toplumsal sistemle sıkı sıkıya bağlantılı olması sebebiyle iyi niyet birikimi hiçbir şey yapamaz.” diye ekler.[14]

Son birkaç on yılda Afro-Amerikan cemaatinin sınıfsal kompozisyonundaki değişimin kast ve sınıf karşıtlığı ile ilişkisi üzerine bir tartışma su yüzüne çıkmıştır. William Julius Wilson, Charles Willie ve diğer başka isimler arasında süren bu tartışmaya[15] ilişkin olarak Frazier’in beklentisi, yirminci yüzyıl sonunda kapitalist toplumdaki çelişkilerin değişmesi üzerinden yeni bir gelişme dinamiğinin ortaya çıkacak olmasıdır. Bu beklenti yazarı, siyahların ve beyazların işçi sınıfı içinde birleşeceklerine ve birlikte giderek bütünleşen çok ırklı ve çok uluslu işçi sınıfının maruz kaldığı sınıfsal sömürünün ve ırksal zulmün kaynağı olan kapitalistleri hedef alacaklarına dâir iyimser sonuçlara ulaştırır. İyimserliğini 1930’larda yaşanan Büyük Bunalım’ın emek üzerindeki etkileri ve “arasında beyaz işçilerin kurdukları birlikler aracılığıyla Siyah işçiler arasında radikal fikirlerin yayılması”[16] üzerine kuran Frazier’in öngörüsüne göre, “Siyahlar proletaryanın bir parçası hâline gelecek (…) renge karşı olan hissiyat düşmanın yüzüne çarpılıp parçalanacaktır.”[17] Kendi konumunu ırk, sınıf ve toplumsal kurtuluş arasındaki ilişki üzerinden tanımlayan yazar, “şehirlerde siyah işçi mülk sahibi sınıflarla proletarya arasındaki iktidar mücadelesini anlamaya başladığına dâir işaretler vermekte ve kendisini tam mânâsıyla kurtuluşa götürecek bu mücadelede beyaz işçilerle işbirliğine gitmeye başlamaktadır.”[18] değerlendirmesinde bulunur. Proleter sınıf bilincinin gelişmesiyle siyah işçiler işçi sınıfının diğer bölümleriyle birleşecek ve böylelikle sermayenin sınıfsal hâkimiyetine karşı çıkma olarak belirlenebilecek o yegâne ortak davayı destekleyeceklerdir.

Sınıf, Cinsiyet ve Ataerkillik

Tarihsel açıdan toplumdaki ataerkillik ve kadınların ezilmesi toplumsal sınıfların gelişimine ve sınıf mücadeleleri ile eşzamanlı olarak açığa çıkmıştır. Kadınların ilkel toplumdaki merkezî unsur olmaktan ataerkil toplumsal ilişkiler aracılığıyla erkeğin hâkimiyeti altındaki ikincil bir unsur olmaya doğru yaşadıkları dönüşüm sınıfsal hâkimiyetin ve genelde sömürünün ortaya çıkışına âit bir sonuçtur.

Tüm tarih boyunca, kölelikten feodalizme ve oradan da kapitalizme doğru seyreden süreçte kadınların ezilmesi, sınıflara bölünmüş toplumlardaki sömürünün ve emeğe yönelik zulmün önemli bir bileşenidir. Zamanla kadınların erkeklere tâbi olmaları gerçeği toplumsal ölçekte pekiştirilmiş ve bu süreç, kitlelerin sınıflı toplum sebebiyle çektikleri acıları koşullayan emekçilerin sömürülmesi gerçeği ile bütünleşmiştir.

Sonrasında, on sekizinci yüzyılda tesis edilmiş olan kapitalizm ve kapitalist üretim ilişkileri, genişleyen bir sermaye birikimi sürecindeki kapitalist sınıfın çıkarlarını geliştirmek amacıyla kullanılan ucuz emek ve ülke içindeki çalışma hayatı aracılığıyla kadınların ezilmesi sürecine katkıda bulunur.

Sınıflı topluma âit görece daha geniş olan toplumsal ilişkileri biçimlendirmede üretim ilişkilerinin oynadığı rolü en iyi biçimde kavrayan Engels tarafından güçlü biçimde belirlenmiş sınıf ve cinsiyet arasındaki karşılıklı bağlantının, ailenin, özel mülkiyetin ve mirasın gelişim sürecine âit önemli birer bileşen olduğu kabul edilir.[19] Onlarca yıl sonra bir başka işçi sınıfı ve kadın hakları savunucusu Alexandra Kollontai, kadının ezilmesinin köklerini ortaya çıkarma görevini üstlenerek, kapitalist toplumda kadının kurtuluş yolunu gösterir.

Kollontai, The Social Basis of Woman Question (Kadın Sorunun Toplumsal Temeli) adlı eserinde şu değerlendirmeyi yapar:

“Tarih boyunca üretimin koşulları ve biçimleri kadınları boyun eğdirmiş ve zamanla onları bugüne dek içinde bulundukları bir zulüm ve bağımlılık ortamına sürgün etmiştir.”[20]

Devamında ise yazar şu tespitte bulunur:

“Kadınların itaatinin arkasında belirli ekonomik faktörler olduğundan (…) kadınların yitirdikleri önemi ve bağımsızlığı geri almaları için toplumsal ve ekonomik yapıda muazzam bir değişimin yaşanması gerekir.”[21]

“Sexual Relations and the Class Struggle” (Cinsiyet İlişkileri ve Sınıf Mücadelesi) başlıklı bir başka makalesinde Kollontai, “ekonomik büyüme ve maddî kültürde yaşanan bir gelişmenin bir sonucu olarak gelişen her yeni sınıf, kendisine uygun yeni bir ideoloji önerir. Seksüel davranışın kodu bu ideolojinin bir parçasıdır.”[22] der ve “tüm tarihin tecrübesi bize öğretmiştir ki, toplumdaki sınıf mücadelesinin tam da esas zeminini teşkil eden hasım toplumsal güçlere karşı verdiği mücadele sürecinde bir toplumsal grup, kendi ideolojisini ve bunun sonucunda da kendi seksüel ahlâkını tüm ayrıntıları ile hazırlar.”[23] tespiti ile değerlendirmesini tamamlar.

Kollontai’ın kadınların ezilmesi gerçeğinin doğasına ve kaynaklarına yönelik analizi, onu kadınların kurtuluşunu getirecek sınıfsal bir çözüm aramaya iter. Yazara göre, kadınların hakları toplum özel kâr temelli örgütlenmeyi sürdürdükçe elde edilemez. Kapitalizm eleştirisinin ve genelde emek sömürüsünün ötesine geçerek yazar, kadın işçilerin çıkarlarını analizinin ön safına yerleştirir ve emekçi kadınlarla onların ailelerinin on dokuzuncu yüzyıl sonundaki kapitalist toplumda verdikleri mücadeleleri inceler. Sözkonusu mücadeleler, ilgili dönemin sonlarında ortaya çıkmış burjuva kadın hareketini önceleyen mücadelelerdir ve kapitalizm koşullarında kadın haklarını sınıfsal bir içerikle ele almışlardır.

Kapitalist toplumdaki kadın konumu ile ilgili inceleme için sınıfsal analiz yaklaşımı getiren, Rosa Luxemburg ve Clara Zetkin gibi Kollontai da kadınların çıkarlarını ve haklarını tek başına onların cinsiyetleri değil, sınıfsal konumları temelinde tarif eder. Sadece kadın nüfusunun bir bölümünün, yani burjuva kadınların çıkarlarını temsil ettiği için feminist hareketi şiddetle eleştirir. Politik açıdan işçi sınıfının safında durup kapitalist toplumun dönüşümünü savunan Kollontai, dikkatini emekçi kadınlara yöneltir ve onların kurtuluşlarının işçi sınıfının kapitalist sömürüden kurtuluşu için verdiği mücadele sürecinin bir parçası olduğunu görür.

Kadınların emekle ilgili toplumdaki konumlarının bir tezahürü olarak kadın haklarının sahip olduğu sınıfsal öz, emekçi kadınların günlük maddî hayat koşularında ortaya çıkan sorunlarına yoğunlaşan Kollontai’ın çalışmalarında ikna edici biçimde izah edilir. Emekçi kadınların sömürüsü özel, sınıfsal bir anlam dâhilinde gerçekleşir. Kollontai, farklı sınıflara âit kadınların tecrübelerini (buradan da sahip oldukları çıkarları) ayrıştırır ve aradaki mesafenin önemli politik sonuçları olduğunu söyler.

Kapitalist toplumda sınıf ile cinsiyet arasındaki girift ilişkiye ve kadınların ezilmesine karşı bir mücadelenin verilmesi gerekliliğine işaret ederken Kollontai, ekonomik ve toplumsal yapının dönüşümü için verilen mücadelenin kadınların kurtuluşunun tam anlamıyla temin edileceği noktaya kadar sürdürülmesi gerektiğini ve ancak böylesi bir dönüşüm için mücadele edilmesinin zorunlu olduğunu düşünür.[24] Bu, kadınların yaşadığı zulme son vermek için mevcut kapitalist düzenin önemli ölçüde dönüşüme tâbi tutulması gerektiği anlamına gelir. Burada gerekli olan, kapitalist toplumun temel yapılarını karakterize eden toplumsal, ekonomik ve politik hayatın devrimci anlamda yeniden inşa edilmesidir. Kollontai, konuyla ilgili şu soruyu sorar: “Tüm sömürücü kapitalist sistemin muhafaza edilmesi bağlamında gerçekleşen politik bir eşitlik, emekçi kadını hem insan hem de kadın olarak takip edip ezen ıstırap ile kötülük cehenneminden kurtarabilir mi?”[25] Kollontai, sorduğu bu soruya şu şekilde cevap verir:

“Proleter kadınlar arasında daha bilinçli olanlar ne politik, ne de hukukî eşitliğin kadın meselesini tüm yönleriyle çözebileceğinin farkındadırlar. Kadınlar işgüçlerini zorla satıp kapitalizmin boyunduruğunu taşırken, yeni değerler üreten mevcut sömürücü sistem varlığını hâlâ muhafaza ederken, onlar asla özgür ve bağımsız kişiler hâline gelemezler.”[26]

Dolayısıyla kadın işçilerin hedefi, “doğumdan ve zenginlikten kaynaklı tüm imtiyazları ortadan kaldırmaktır ve bu nedenle kadın işçiler, kadınları, ev kadınlarını ve anneleri önemli ölçüde etkileyecek olan talepleri ve ihtiyaçları ortaya koyup ana hatları ile belirleyerek ortak sınıfsal dava için dövüşmelidirler.”[27] Bu sebeple emekçi kadınların verdiği mücadeleler “ortak işçi davasının bir parçasıdır!”[28]

“Eskiden erkek işçiler sermayeye karşı mücadelenin yükünü sadece kendi omuzlarında taşımaları ve kadın milletinin yardımı olmaksızın ‘eski dünya’ ile uğraşmaları gerektiğini düşünüyorlardı. Ancak babalarla kocaların işsiz kalması sonucu ihtiyaç duyulmaya başlandıkça işçi kadınlar emek pazarına girdi ve işçi erkekler kadınları ‘sınıf bilinçsiz’ saflara terk etmenin kendi davalarına ve bu davanın sürdürülmesine zarar verdiğinin farkına vardılar. Sayıları giderek artan bilinçli savaşçılar başarı şansını da artırmaktaydı. (…)

İşçi sınıfına mensup kadınlar arasında birbirinden ayrı her bir iş basit anlamda kadın işçiyi bilinçlendirip onu daha iyi bir gelecek için savaşanların saflarına fırlatıp atan bir araçtır. (…) Kadın işçinin bilincini geliştirmek için ortaya konulan titiz bir çalışma, işçi sınıfının birliği davasına hizmet eder.[29]

İşçi sınıfının bütün çıkarları bağlamında Kollontai, sınıf, cinsiyet ve ataerkillik arasındaki ilişkiye dönük bir anlayış geliştirir ve kapitalist toplumda emekçi kadınların maruz kaldığı sömürü ve zulmün temeli olan özel kâr için emeğin sömürülmesi sürecinin merkezî niteliğini belirler.

İlerleyen dönemlerde marksist feministler, kadınların maruz kaldığı zulme karşı mücadelenin, kapitalist sömürüye karşı mücadeleye eşlik etmesi gerektiği üzerinde duran çeşitli görüşler geliştirirler. Kapitalist toplumda cinsiyet ve sınıf arasındaki kesişimi derinlemesine analiz eden bu marksist feministler, kapitalizm koşullarında kadınların maruz kaldığı zulmün nedenlerine ve sonuçlarına dönük sınıf temelli anlayışa katkıda bulunurlar.

Sonuç

Toplumdaki sınıfsal ayrışmaların ortaya çıkışı ile gelişmiş olan ataerkillik ve ırksal zulüm, kapitalist toplumdaki emek sömürüsü aracılığıyla iki ana payandaya kavuşur. Kapitalistler için görece daha büyük kârlar üretmek amacıyla birikim sürecini rahatlatan ırksal ve cinsel zulüm, böylelikle sistemin devamlılığının ve geleceğinin güvence altına alınması noktasında kapitalist gelişme sürecinin bir parçası hâline gelmiştir. Irksal ve cinsel ayrışmalar, ödeme farklılıkları aracılığıyla daha büyük kârların elde edilmesi gerçeğine hizmet etmiş, sermayeye “böl ve yönet” silâhını vererek, onun toplum üzerindeki iktidarını sürdürmesine ve kapitalist sınıfın sınıfsal hâkimiyetini güvence altına alan devlet ve diğer hayatî önemdeki toplumsal kurumların kontrolünün sürmesine katkı sunmuştur.

Irksal ve cinsel zulümle ilgili sınıfsal bir analiz, bu olgularla emek sömürüsünün genişletilmesi ve kapitalistler için kârın artırılması arasındaki bağlantının tam anlamıyla anlaşılması için zorunludur. Sömürü, özellikle kadın işçilerde ve ırksal, etnik azınlıklara mensup işçilerde daha acımasız ve daha şiddetli bir biçimde yaşanmaktadır. Irksal ve cinsel zulmün sınıfsal özü, sermayenin kadınlara ve azınlıklara yönelik tavrı incelendiğinde daha aşikâr bir hâl almaktadır. Dolayısıyla Kollontai’ın ve Frazier’in de tespit ettikleri üzere, sözkonusu kesimlerin oldukça küçük bir kısmı bu zulümden kurtulup kapitalist hâkimiyetten istifade edebilmekte iken, genelde emekçi halk, özelde kadın işçiler ve azınlıklara mensup işçiler kapitalist sömürünün kurbanları olmaktadır. Sermaye ise kendi servet birikiminin ve toplum üzerindeki hâkimiyetinin devamlılığı için bu gerçeğin kendi lehine olduğunu bilmektedir.

Berç Berberoğlu

[Kaynak: Class Structure and Social Transformation, Praeger, 1994, s. 89-97]

Dipnotlar:
[1] Karl Marx, Capital, I. Cilt, (New York: International Publishers, 1976), s. 751.

[2] W. E. B. Du Bois, “The White Masters of the World”, Yayına Hz.: Virginia Hamilton, The Writings of the W. E. B. Du Bois içinde (W. E. B. Du Bois Yazıları -New York: Thomas Y. Crowell Company, 1975) içinde, s. 201-202.

[3] Victor Perlo, Super Profits and Crises: Modern U.S. Capitalism, New York: International Publishers, 1988), s. 85.

[4] A.g.e.

[5] W. E. B. Du Bois, “The Social Effects of Emancipation”, Yayına Hz.: Meyer Weinberg, W. E. B. Du Bois: A Reader içinde, New York: Harper & Row, 1970), s. 71.

[6] A.g.e., s. 342-43.

[7] Du Bois, aktaran: Gerald Horne, Black & Red: W. E. B. Du Bois and the Afro-American Response to the Cold War, 1944-1963, Albany: State University of New York Press, 1986), s. 224.

[8] W. E. B. Du Bois, “Negroes and the Crisis of Capitalism in the United States”, Monthly Review, 4, sayı: 12, (Nisan 1953), s. 482-483.

[9] Horne, Black & Red, s. 225.

[10] İlk dönem çalışmaları için bkz.: E. Franklin Frazier, The Negro Family in the United States, Şikago: University of Chicago Press, 1939). Irk ve sınıf arasındaki ilişki ile ilgili son dönem görüşleri şu çalışmada geliştirilmiştir: E. Franklin Frazier, The Negro in the United States, New York: MacMillan, 1949); ve aynı yazar, Race and Culture Contacts in the Modern World, New York: Knopf, 1957).

[11] Anthony, M. Platt, E. Franklin Frazier Reconsidered, New Brunswick, NJ: Rutgers University Press, 1991), s. 164.

[12] Frazier, aktaran: Platt, a.g.e., s. 164.

[13] A.g.e., s. 219.

[14] Frazier, aktaran: Platt, a.g.e., s. 186.

[15] Bu tartışma, William Julius Wilson’ın The Declining Significance of Race (Irkın Azalan Önemi -Şikago: University of Chicago Press, 1978) isimli çalışmasını yayınlaması ile başladı, The Truly Disadvantaged: The Inner City, Underclass, and Public Policy (Gerçek Anlamda Yoksun: İç Şehir, Altsınıf ve Kamu Düzeni -Şikago: University of Chicago Press, 1987) isimli çalışması ile devam etti. Genelde tartışma, ABD ekonomisinin dönüşümü ve bu dönüşümün şehir merkezlerindeki etkilerine bağlı olarak, siyah toplumun içindeki sınıfsal yapı ve dinamiklerin değişmesi bağlamında yürütülmüştür. Sözkonusu dönüşüm sonucunda Amerika’nın merkezî şehirlerinde kısılıp kalmış, büyük ölçüde işsiz ya da hizmetkârlık gibi sıradan işlerde çalışan bir siyah nüfusun meydana getirdiği bir “alt sınıf” ortaya çıkmıştır. Bu tartışmada kimin hangi konumu aldığına ilişkin genel bir değerlendirme için bkz.: Yayına Hz.: Charles V. Willie, The Caste and Class Controversy on Race and Poverty, Dix Hills, N. Y.: General Hall, 1989).

[16] Frazier, aktaran: Platt, E. Franklin Frazier Reconsidered, s. 164.

[17] A.g.e., s. 163.

[18] A.g.e., s. 164.

[19] Friedrich Engels, The Origin of Family, Private Property, and the State, New York: International Publishers, 1972.

[20] Alexandra Kollontai, “The Social Basis fo the Woman Question, Yayına Hz.: Alix Holt, Selected Writings of Alexandra Kollontai içinde, Wesport, Conn.: Lawrence Hill, and Company, 1978), s. 61.

[21] A.g.e., s. 58-61.

[22] Alexandre Kollontai, a.g.e., s. 249.

[23] A.g.e.

[24] A.g.e., s.. 59-60.

[25] Yayına Hz.: I. M. Dazhina vd., Alexandra Kollontai: Selected Articles and Speeches, New York: International Publishers, 1984), s. 33-34.

[26] A.g.e., s. 34.

[27] A.g.e., s. 64.

[28] A.g.e.

[29] A.g.e., s. 62-65. Milyonlarca emekçi kadının umut ve isteklerini dile getiren Kollontai şu beyanda bulunur: “Ortak sınıfsal davaya hizmet etmenin ve bununla eşzamanlı olarak kadın işçileri coşturan kadının kurtuluş kavgasına kutlamalarla katılmanın sevincini içimizde hissedelim.”, s. 65.

0 Yorum: