16 Mart 2009

,

Legalizm ve Meşruiyet


Legalizm ve meşruiyet arasındaki gerilim, bugün solun genelinde hissediliyor. Kimi sol örgütler, yasal alanın daraltıcı etkisini görmezden gelerek hareket ediyorlar, kimileri de bu etkiyi görseler de ondan uzakta durmak adına farklı meşrulukların peşine düşüyorlar. Neticede, bu örgütler, bilerek ya da bilmeyerek, düşmanın arazisinde kayboluyorlar.

Siyaset, güç dolayımında tanımlandığı ölçüde “Legalizm” ve “Meşruiyet” sözcükleri ile birlikte ilerliyor. Düşmanın gücüne denk ya da ondan daha fazla güç için yola çıkanlar, ya düşmanın izin verdiği ölçü ve ölçeğe teslim oluyorlar ya da simetrik bir ölçü ve ölçek dâhilinde ilerlemeye çalışıyorlar.

Oysa yaşanan onca yılın birikiminin de ortaya koyduğu biçimiyle, mesele, temel perspektifi değiştirmektir. Sola genel bir bakış, böylesi bir değişimin sancısının nesnel olarak yaşandığını, ancak öznel-iradî bir çabanın ortaya konmadığını gösteriyor.

* * *

Düşmanın zayıf noktalarını belirlemek için öncelikle bütünlüklü bir düşman tasavvuruna ve bilgisine ihtiyaç vardır. Düşmanın zayıf noktaları, ancak bütünlüklü bir tasavvur/bilgi ışığında görülebilir ve bu noktalara yoğunlaşma sağlanabilir. Asıl sorun da buradadır: bütünlüklü bir düşman tasavvuruna/bilgisine hiçbir siyasî özne, sınırlı imkânları dâhilinde ulaşamaz. Gördüğü/bildiği, ancak düşmanın belli bir dönem/durum dâhilindeki hâlidir.

Kapitalizm eleştirisi bu anlayış üzerine oturtulduğunda, her özne, daha kapsamlı bir teorik bütünlüğe ulaşmak için çabalar. Ama kapitalizm, sosyalizm sözcüğünün ortaya çıktığı dönemdeki gibi gerçek bir muadil üretmez. Herkes, kendi tasavvurunu/bilgisini kapitalizmin simetrik karşıtı, ezici gücü olarak inşa eder ve buna uygun maddî silâhları aramaya koyulur. Her arayış, aslında fiilî maddî oluşun sunduğu imkânlar dâhilinde somut sonuçlar üretir.

Anti-kapitalist bir siyaset, eni sonu ekonomizme batmaktan kurtulamaz. İşçi sınıfını sermaye güçlerinin muadil kontrsavaşçısı olarak resmeden bir kişi, ya gerçek savaş alanından kaçıyordur ya da işçi sınıfını sıradan bir emek-hak mücadelesine mahkûm etmek istiyordur.

* * *

Burjuvazinin siyasî alanda çizdiği yasal sınırları ezelî-ebedî kabul eden ve kendisini orada tanımlayan bir özne, legalisttir. Ama tüm silâhlarını kuşanarak, bile isteye bu alana giren ve savaşı buraya doğru genişletme gereği duyan bir özne, devrimci niteliğini korur.

Kapitalizm eleştirisi, siyasî çizginin turnusol kâğıdıdır. Salt ekonomik bir olgu olarak alınan kapitalizmin eleştirisi, doğal olarak, ona simetrik karşıt unsur şeklinde tanımlanan olgunun teorik ve pratik mücadelesini de ekonomik alana hapseder.

Özetle şu söylenebilir: teorik-bilimsel düzlemde kapitalizmin kendisi meşrudur ve doğal bir sürecin ürünüdür. Siyasî partiler de aynı şekilde meşrudurlar. Ama iş pratiğe geldiğinde, kapitalizmin teorik meşruluğu politik planda aranamaz. Politik alanda kapitalizm başkalaşır ve salt politik değerlere indirgenir. “Burjuva siyaseti”, “burjuva diktatörlüğü”, “oligarşi” gibi kavramlar üzerinden kapitalizm eleştirisi biçimlenir. Kapitalizm, siyasetin işleyeceği bir özerk alana imkân verir ve o alanda/sahnede rol alacak aktörlere rol dağıtımı yapar.

* * *

Süreç içinde siyaseti aydınlanmacı bir anlayışa indirgeyen bir özne, felsefeyi ve çeşitli ideolojik-teolojik yönelimleri faal hâle getirir. Mesele, artık somut durumun somut tahlili ya da somut düşmana karşı somut silâhlarla dövüşmek değil, düşman da dâhil herkese hitap eden laflar söylemektir. Anlatılan konunun herkes tarafından anlaşılması için dil ve yazın, bildirilere sığdırılıp basitleştirilir. Bu pedagojik yaklaşım, sol özneleri sistemin vicdanının sesine dönüştürür. Burada meşruiyet bulmak kolaydır.

Meşruiyet “şeriata uygunluk”; şeriat ise hukuk demektir. Kendi tekil, çoğu zaman bireysel varlığını egemen güce tanıtlama, kabul ettirme derdiyle siyasetle meşgul olan öznenin bu pedagojik çabası, bir biçimde genel toplumsal hukukî dönüşüme bağlanır. Sese sesle cevap verildiği sürece özne yaşamasını sürdürür. Oyuncular alkışla yaşarlar.

Sansasyonel olaylar, ses getiren eylemler böylesi bir çabanın ürünleridir. Kimse, sahneden inip, sahneyi sahnedekilerle birlikte parçalamayı düşünmez. Legalizm ve legal alanda devrimci faaliyet arasındaki fark da buradadır. Meşruiyetini hâlihazırda kurulu olan sahnenin ve oyunun kurallarına göre oluşturmaya çalışan her özne, legalizm batağında boğulmaktan kurtulamaz.

* * *

İşçi sınıfını ya da genelde halkı bir meşruiyet aracı olarak gören yaklaşımlar, bu iki dinamiğin ayrı ayrı ya da birlikte öncülüğünü elde edemezler. Sahnede kendi yalnızlığı ve egosantrizmi arasında salınıp duran bir ruh hâline sahip öznenin o sahnede olduğu kesiti sonsuzlaştırması ya da "trak” gelip tıkanması kaçınılmazdır. Ya yalnızlık sebebiyle oradaki meşru çoğulluğu ebedîleştirecektir ya da kendisini tanrı görerek, basit kulların kendisini anlamasına izin vermeyecektir. Onlar o denli küçülmüşlerdir ki zaten o ulvî şahsı alkışlayacak kadar akıllı da olamazlar.

Legalizme karşı olarak bir tür illegalizm üretmek de hatalıdır. Legalizme verilecek cevap, her türlü yasal alanın ve yasanın reddi değildir. Türkiye solunun illegalizme bağlanmış kanalları, geçmişte silâhlı mücadelenin belli bir meşruiyet bulduğu zaman kesitini süreklileştirmek istemektedirler. Oysa bu, tarihsel diyalektiğe aykırı bir tutumdur. Sınıfın silâha yakın ya da uzak oluşu, halkın devrime sıcak ya da soğuk oluşuna göre legal-illegal arasında tercih belirlenemez. Sınıf soğuksa “legalizm”; sıcaksa “silâh” denemez.

Seksen sonrasında kütlesel açıdan büyük olan illegal örgütlerin önemli bir bölümü, bu gerilimi yaşamıştır. Örneğin TDKP, sınıfın geriliğine ayak uydurmanın, ona sosyalizm masalları anlatmanın hayırlı olduğunu düşünmüştür. Örneğin “Birlik devrimi”nden sonra MLKP, önderlik için partiyi, parti olmayı anlatmak gerektiğini düşünmektedir.

“Herkes sosyalist ya da partili, hattâ sosyalist-partili olacak, dünya kurtulacak” anlayışı, legalde ya da illegalde meşruiyet arayışının düzen içi kanallara kilitlenmesine neden olur. Legalizm ile meşruiyet birlikte tanımlandığı, anlamlandırıldığı ölçüde benzer sorunlar gelecekte de yaşanacaktır. Meşruluk görecelidir, arkasından gelecek soru, “kimin için meşru?” olmalıdır.

* * *

Bakunin, “biz devleti takmazsak, o yok olur gider” diyen bir siyasetin sürdürücüsüdür. Marx’ın devrimci siyaset üzerine yazıları, temelde bunun eleştirisine dayanır. Meşruluk peşinde olanlar da belirledikleri düşmana, (bütünlüklü düşman figürüne) aynı işlemi yapmaktadırlar.

Bugün bazı devrimciler, “boş ver devleti, asıl önemli olan derin devlettir” diyebilmektedirler. Bugün sosyalistler, “boş ver Sabancı’yı, tekellere bak” demektedirler. Bugün komünistler, “boş ver kemâlist diktatörlüğü, ABD’nin tek dünya diktatörlüğüne bak” demektedirler.

Her bir çevre de kendince legal ya da meşru zeminler kurgulamaktadır. Söylemlerine göre ölçü ve ölçekler belirlenmektedir, ama düşman, ahir zamana kadar netleşmeyeceği için, üzerinde durulan ölçü ve ölçekler hep (fiilî somut) düşman arazisine mahkûm olmaktadır.

Legalizmin sigortası, illegal alanla kurulan diyalektik ilişkidir. Süreç içinde legal ve illegal alanlar, birbirine karşıt, antagonist unsurlar olarak tanımlanamazlar. Aynı ölçüde, her iki alan, birbirinin belirsiz bir gelecekte tamamlayıcısı olarak da tasavvur edilemez.

* * *

Legal ve illegal alandaki faaliyetlerden söz edilebilir. Legal illegali legalize; illegal legali illegalize edebilmelidir. Toplam kolektif faaliyet, bu ilişkinin bütünlüğünde ilerlemelidir. Her iki alanın birbirini görecek, etkileyecek ve dönüştürecek müdahaleler yapmasına cevaz verilmelidir. İllegal faaliyet, kendi legal faaliyetinden yasal anlamda düşmüş(!) unsurları dağa yollamak olmadığı gibi, legal faaliyet de uyduruk bir seçimde sıkı sert laflar etmek değildir. Mesele, burjuvazinin evrensel insanî hukuk teranelerine kanmamak, böylesi bir metafizik kurguya göre teoriyi ve pratiği ikiye bölüp dilimleri karşı karşıya getirmemektir. Mesele, burjuvazinin hukukuna karşı daha ulvi bir hukuk icat etmemek, kitlelerin mücadele içinde ördükleri hukuka ve ahlâka tabi olarak ilerlemektir.

Legal alanla meşruiyet birbirine indirgendiği sürece illegalin etkisi sıfırlanır ve onun somut devrimci imkânları ortadan kaldırılır. Benzer durum, illegal alan için de geçerlidir. Kendi başına meşrulaşan illegalin kendi bütünlüğünde legal alana hiçbir etkisi olmaz. Silâh elde patlar ve sonuçta büyük bir zayiat yaşanır. Hukukî mücadele, sınırları netleştirme çabasıdır ve bu yönüyle öznenin sınırlarını netleştirme çabası, onu var eden toplumsal ve tarihsel ilişkilerin de bir şekliyle kopartılmasını beraberinde getirir. Dimyat’a giderken evdeki bulgurdan olunur ve özne, hayatta kalmak için tek çareyi soyut bir burjuvazinin, kimi zaman da soyut bir devletin meşru zeminini kendi zemini olarak belirlemek durumunda kalır. Aslolan milletle devletin; halkla egemenlerin; işçi sınıfı ile burjuvazinin fiilî hukukunu bozmaktır.

* * *

Bu noktada legalite-illegalite bağlamında geçmişe ait kimi örneklere bakılabilir: Dev-Yol, illegalin meşruluğuna kapanmış, legal alanda açılım yapmak istediğinde sıradan bir Demokrat Partiliye dönüşmüştür. İllegalin meşruluğunu kıramadığından, legalizm sahnesinde kendisine koltuk bulma yoluna gitmiştir.

TİP-TSİP-TKP çizgisi, legalizmi meşrulaştırmak dışında bir çaba içinde olmamış, illegalin devrimci sonuçlarından kaçınmıştır.

TKP-ML çizgisi, tüm türevleriyle, kızıl bölgeci meşrulukta sıkışıp kalan illegalizmin legal alandaki sonuçlarını takip etmemiş, belli etnisite ve halk kümelerinin sınırı dışına çıkamamıştır.

Dev-Sol çizgisi, illegalin meşruluğunu kırma denemesidir. Ama bu sefer de illegalizme düşmüştür. Güce karşı güç çıkartırken, bunun somut kitlesel dayanakları ve ilişki zeminleri olmayınca, meşruluğunu tarihsel indirgemecilikte bulmaya çalışmıştır.

* * *

Sonuç olarak legal(izm)-meşruiyet-illegal(izm) arasında gidip gelen siyasetler, tarihsel süreç üzerinden farklı noktalarda kendi varlıklarını bulmuş, bu noktaların verdiği cevaz ölçüsünde teorik ve politik faaliyet yürütmüşlerdir. Bugün de bu faaliyetler içindeki nüanslar/farklar temelinde, düşmana değil, birbirlerine karşı fark koymak dışında bir şey yapmamaktadır.

“Düşman kimdir/nedir?” sorusu, birlikte yürümenin, birlikte kolektif düzlemde belli mevzileri oluşturmanın görülmediği gerçekte, cevapsız kalmaktadır. Bu soru cevapsız kaldığı ölçüde de düşmanın müphemliği/göreceliği katmerlenmekte, çeşitlenmekte ve giderek daha fazla parçalanmaktadır.

Her parçalanma, toplam sol kitlede ciddî kadro ve emek kaybına neden olmaktadır. Düşmanın müphemliği/göreceliği, birlikte yürüyüşü/inşayı önlemektedir. Karşılıklı etkileşimin belirlediği bu süreç, önemli durum ve dönemlerde devrimci müdahale ve mücadeleleri gereksiz/geçersiz kılmaktadır. Ara yollarda kaybolanlar, devrimin yolunu bulma konusunda gene birlikte kolektif bir çalışmaya muhtaçtırlar.

Eren Balkır
16 Mart 2009

0 Yorum: