Legalizm
ve meşruiyet arasındaki gerilim, bugün solun genelinde hissediliyor. Kimi sol
örgütler, yasal alanın daraltıcı etkisini görmezden gelerek hareket ediyorlar,
kimileri de bu etkiyi görseler de ondan uzakta durmak adına farklı meşrulukların
peşine düşüyorlar. Neticede, bu örgütler, bilerek ya da bilmeyerek, düşmanın
arazisinde kayboluyorlar.
Siyaset,
güç dolayımında tanımlandığı ölçüde “Legalizm” ve “Meşruiyet” sözcükleri ile
birlikte ilerliyor. Düşmanın gücüne denk ya da ondan daha fazla güç için yola
çıkanlar, ya düşmanın izin verdiği ölçü ve ölçeğe teslim oluyorlar ya da
simetrik bir ölçü ve ölçek dâhilinde ilerlemeye çalışıyorlar.
Oysa
yaşanan onca yılın birikiminin de ortaya koyduğu biçimiyle, mesele, temel
perspektifi değiştirmektir. Sola genel bir bakış, böylesi bir değişimin
sancısının nesnel olarak yaşandığını, ancak öznel-iradî bir çabanın ortaya
konmadığını gösteriyor.
* * *
Düşmanın
zayıf noktalarını belirlemek için öncelikle bütünlüklü bir düşman tasavvuruna
ve bilgisine ihtiyaç vardır. Düşmanın zayıf noktaları, ancak bütünlüklü bir
tasavvur/bilgi ışığında görülebilir ve bu noktalara yoğunlaşma sağlanabilir.
Asıl sorun da buradadır: bütünlüklü bir düşman tasavvuruna/bilgisine hiçbir
siyasî özne, sınırlı imkânları dâhilinde ulaşamaz. Gördüğü/bildiği, ancak
düşmanın belli bir dönem/durum dâhilindeki hâlidir.
Kapitalizm
eleştirisi bu anlayış üzerine oturtulduğunda, her özne, daha kapsamlı bir
teorik bütünlüğe ulaşmak için çabalar. Ama kapitalizm, sosyalizm sözcüğünün
ortaya çıktığı dönemdeki gibi gerçek bir muadil üretmez. Herkes, kendi tasavvurunu/bilgisini
kapitalizmin simetrik karşıtı, ezici gücü olarak inşa eder ve buna uygun maddî
silâhları aramaya koyulur. Her arayış, aslında fiilî maddî oluşun sunduğu
imkânlar dâhilinde somut sonuçlar üretir.
Anti-kapitalist
bir siyaset, eni sonu ekonomizme batmaktan kurtulamaz. İşçi sınıfını sermaye
güçlerinin muadil kontrsavaşçısı olarak resmeden bir kişi, ya gerçek savaş
alanından kaçıyordur ya da işçi sınıfını sıradan bir emek-hak mücadelesine
mahkûm etmek istiyordur.
* * *
Burjuvazinin
siyasî alanda çizdiği yasal sınırları ezelî-ebedî kabul eden ve kendisini orada
tanımlayan bir özne, legalisttir. Ama tüm silâhlarını kuşanarak, bile isteye bu
alana giren ve savaşı buraya doğru genişletme gereği duyan bir özne, devrimci
niteliğini korur.
Kapitalizm
eleştirisi, siyasî çizginin turnusol kâğıdıdır. Salt ekonomik bir olgu olarak
alınan kapitalizmin eleştirisi, doğal olarak, ona simetrik karşıt unsur şeklinde
tanımlanan olgunun teorik ve pratik mücadelesini de ekonomik alana hapseder.
Özetle
şu söylenebilir: teorik-bilimsel düzlemde kapitalizmin kendisi meşrudur ve
doğal bir sürecin ürünüdür. Siyasî partiler de aynı şekilde meşrudurlar. Ama iş
pratiğe geldiğinde, kapitalizmin teorik meşruluğu politik planda aranamaz.
Politik alanda kapitalizm başkalaşır ve salt politik değerlere indirgenir.
“Burjuva siyaseti”, “burjuva diktatörlüğü”, “oligarşi” gibi kavramlar üzerinden
kapitalizm eleştirisi biçimlenir. Kapitalizm, siyasetin işleyeceği bir özerk
alana imkân verir ve o alanda/sahnede rol alacak aktörlere rol dağıtımı yapar.
* * *
Süreç
içinde siyaseti aydınlanmacı bir anlayışa indirgeyen bir özne, felsefeyi ve
çeşitli ideolojik-teolojik yönelimleri faal hâle getirir. Mesele, artık somut
durumun somut tahlili ya da somut düşmana karşı somut silâhlarla dövüşmek
değil, düşman da dâhil herkese hitap eden laflar söylemektir. Anlatılan konunun
herkes tarafından anlaşılması için dil ve yazın, bildirilere sığdırılıp
basitleştirilir. Bu pedagojik yaklaşım, sol özneleri sistemin vicdanının sesine
dönüştürür. Burada meşruiyet bulmak kolaydır.
Meşruiyet
“şeriata uygunluk”; şeriat ise hukuk demektir. Kendi tekil, çoğu zaman bireysel
varlığını egemen güce tanıtlama, kabul ettirme derdiyle siyasetle meşgul olan
öznenin bu pedagojik çabası, bir biçimde genel toplumsal hukukî dönüşüme
bağlanır. Sese sesle cevap verildiği sürece özne yaşamasını sürdürür. Oyuncular
alkışla yaşarlar.
Sansasyonel
olaylar, ses getiren eylemler böylesi bir çabanın ürünleridir. Kimse, sahneden
inip, sahneyi sahnedekilerle birlikte parçalamayı düşünmez. Legalizm ve legal
alanda devrimci faaliyet arasındaki fark da buradadır. Meşruiyetini hâlihazırda
kurulu olan sahnenin ve oyunun kurallarına göre oluşturmaya çalışan her özne,
legalizm batağında boğulmaktan kurtulamaz.
* * *
İşçi
sınıfını ya da genelde halkı bir meşruiyet aracı olarak gören yaklaşımlar, bu
iki dinamiğin ayrı ayrı ya da birlikte öncülüğünü elde edemezler. Sahnede kendi
yalnızlığı ve egosantrizmi arasında salınıp duran bir ruh hâline sahip öznenin
o sahnede olduğu kesiti sonsuzlaştırması ya da "trak” gelip tıkanması
kaçınılmazdır. Ya yalnızlık sebebiyle oradaki meşru çoğulluğu
ebedîleştirecektir ya da kendisini tanrı görerek, basit kulların kendisini
anlamasına izin vermeyecektir. Onlar o denli küçülmüşlerdir ki zaten o ulvî
şahsı alkışlayacak kadar akıllı da olamazlar.
Legalizme
karşı olarak bir tür illegalizm üretmek de hatalıdır. Legalizme verilecek cevap,
her türlü yasal alanın ve yasanın reddi değildir. Türkiye solunun illegalizme
bağlanmış kanalları, geçmişte silâhlı mücadelenin belli bir meşruiyet bulduğu
zaman kesitini süreklileştirmek istemektedirler. Oysa bu, tarihsel diyalektiğe
aykırı bir tutumdur. Sınıfın silâha yakın ya da uzak oluşu, halkın devrime
sıcak ya da soğuk oluşuna göre legal-illegal arasında tercih belirlenemez.
Sınıf soğuksa “legalizm”; sıcaksa “silâh” denemez.
Seksen
sonrasında kütlesel açıdan büyük olan illegal örgütlerin önemli bir bölümü, bu
gerilimi yaşamıştır. Örneğin TDKP, sınıfın geriliğine ayak uydurmanın, ona
sosyalizm masalları anlatmanın hayırlı olduğunu düşünmüştür. Örneğin “Birlik
devrimi”nden sonra MLKP, önderlik için partiyi, parti olmayı anlatmak
gerektiğini düşünmektedir.
“Herkes
sosyalist ya da partili, hattâ sosyalist-partili olacak, dünya kurtulacak”
anlayışı, legalde ya da illegalde meşruiyet arayışının düzen içi kanallara
kilitlenmesine neden olur. Legalizm ile meşruiyet birlikte tanımlandığı,
anlamlandırıldığı ölçüde benzer sorunlar gelecekte de yaşanacaktır. Meşruluk
görecelidir, arkasından gelecek soru, “kimin için meşru?” olmalıdır.
* * *
Bakunin,
“biz devleti takmazsak, o yok olur gider” diyen bir siyasetin sürdürücüsüdür.
Marx’ın devrimci siyaset üzerine yazıları, temelde bunun eleştirisine dayanır.
Meşruluk peşinde olanlar da belirledikleri düşmana, (bütünlüklü düşman
figürüne) aynı işlemi yapmaktadırlar.
Bugün
bazı devrimciler, “boş ver devleti, asıl önemli olan derin devlettir”
diyebilmektedirler. Bugün sosyalistler, “boş ver Sabancı’yı, tekellere bak”
demektedirler. Bugün komünistler, “boş ver kemâlist diktatörlüğü, ABD’nin tek
dünya diktatörlüğüne bak” demektedirler.
Her
bir çevre de kendince legal ya da meşru zeminler kurgulamaktadır. Söylemlerine
göre ölçü ve ölçekler belirlenmektedir, ama düşman, ahir zamana kadar
netleşmeyeceği için, üzerinde durulan ölçü ve ölçekler hep (fiilî somut) düşman
arazisine mahkûm olmaktadır.
Legalizmin
sigortası, illegal alanla kurulan diyalektik ilişkidir. Süreç içinde legal ve
illegal alanlar, birbirine karşıt, antagonist unsurlar olarak tanımlanamazlar.
Aynı ölçüde, her iki alan, birbirinin belirsiz bir gelecekte tamamlayıcısı
olarak da tasavvur edilemez.
* * *
Legal
ve illegal alandaki faaliyetlerden söz edilebilir. Legal illegali legalize;
illegal legali illegalize edebilmelidir. Toplam kolektif faaliyet, bu
ilişkinin bütünlüğünde ilerlemelidir. Her iki alanın birbirini görecek,
etkileyecek ve dönüştürecek müdahaleler yapmasına cevaz verilmelidir. İllegal
faaliyet, kendi legal faaliyetinden yasal anlamda düşmüş(!) unsurları dağa
yollamak olmadığı gibi, legal faaliyet de uyduruk bir seçimde sıkı sert laflar
etmek değildir. Mesele, burjuvazinin evrensel insanî hukuk teranelerine
kanmamak, böylesi bir metafizik kurguya göre teoriyi ve pratiği ikiye bölüp
dilimleri karşı karşıya getirmemektir. Mesele, burjuvazinin hukukuna karşı daha
ulvi bir hukuk icat etmemek, kitlelerin mücadele içinde ördükleri hukuka ve
ahlâka tabi olarak ilerlemektir.
Legal
alanla meşruiyet birbirine indirgendiği sürece illegalin etkisi sıfırlanır ve
onun somut devrimci imkânları ortadan kaldırılır. Benzer durum, illegal alan
için de geçerlidir. Kendi başına meşrulaşan illegalin kendi bütünlüğünde legal
alana hiçbir etkisi olmaz. Silâh elde patlar ve sonuçta büyük bir zayiat
yaşanır. Hukukî mücadele, sınırları netleştirme çabasıdır ve bu yönüyle öznenin
sınırlarını netleştirme çabası, onu var eden toplumsal ve tarihsel ilişkilerin
de bir şekliyle kopartılmasını beraberinde getirir. Dimyat’a giderken evdeki
bulgurdan olunur ve özne, hayatta kalmak için tek çareyi soyut bir
burjuvazinin, kimi zaman da soyut bir devletin meşru zeminini kendi zemini
olarak belirlemek durumunda kalır. Aslolan milletle devletin; halkla
egemenlerin; işçi sınıfı ile burjuvazinin fiilî hukukunu bozmaktır.
* * *
Bu
noktada legalite-illegalite bağlamında geçmişe ait kimi örneklere bakılabilir: Dev-Yol,
illegalin meşruluğuna kapanmış, legal alanda açılım yapmak istediğinde sıradan
bir Demokrat Partiliye dönüşmüştür. İllegalin meşruluğunu kıramadığından,
legalizm sahnesinde kendisine koltuk bulma yoluna gitmiştir.
TİP-TSİP-TKP
çizgisi, legalizmi meşrulaştırmak dışında bir çaba içinde olmamış, illegalin
devrimci sonuçlarından kaçınmıştır.
TKP-ML
çizgisi, tüm türevleriyle, kızıl bölgeci meşrulukta sıkışıp kalan illegalizmin
legal alandaki sonuçlarını takip etmemiş, belli etnisite ve halk kümelerinin
sınırı dışına çıkamamıştır.
Dev-Sol
çizgisi, illegalin meşruluğunu kırma denemesidir. Ama bu sefer de illegalizme
düşmüştür. Güce karşı güç çıkartırken, bunun somut kitlesel dayanakları ve
ilişki zeminleri olmayınca, meşruluğunu tarihsel indirgemecilikte bulmaya
çalışmıştır.
* * *
Sonuç
olarak legal(izm)-meşruiyet-illegal(izm) arasında gidip gelen siyasetler,
tarihsel süreç üzerinden farklı noktalarda kendi varlıklarını bulmuş, bu
noktaların verdiği cevaz ölçüsünde teorik ve politik faaliyet yürütmüşlerdir.
Bugün de bu faaliyetler içindeki nüanslar/farklar temelinde, düşmana değil,
birbirlerine karşı fark koymak dışında bir şey yapmamaktadır.
“Düşman
kimdir/nedir?” sorusu, birlikte yürümenin, birlikte kolektif düzlemde belli
mevzileri oluşturmanın görülmediği gerçekte, cevapsız kalmaktadır. Bu soru
cevapsız kaldığı ölçüde de düşmanın müphemliği/göreceliği katmerlenmekte,
çeşitlenmekte ve giderek daha fazla parçalanmaktadır.
Her
parçalanma, toplam sol kitlede ciddî kadro ve emek kaybına neden olmaktadır.
Düşmanın müphemliği/göreceliği, birlikte yürüyüşü/inşayı önlemektedir.
Karşılıklı etkileşimin belirlediği bu süreç, önemli durum ve dönemlerde
devrimci müdahale ve mücadeleleri gereksiz/geçersiz kılmaktadır. Ara yollarda
kaybolanlar, devrimin yolunu bulma konusunda gene birlikte kolektif bir
çalışmaya muhtaçtırlar.
Eren Balkır
16 Mart 2009
0 Yorum:
Yorum Gönder