Bu konuşma, 12 Kasım 1922 tarihli Dördüncü Komünist
Enternasyonal Kongresi’nde Endonezyalı marksist Tan Malaka’ya aittir.
“Pan-İslamizme karşı mücadele” gereğine vurgu yapan İkinci Kongre’de benimsenen
ve Lenin tarafından hazırlanan tezlere vurguyla Tan Malaka, meseleyi daha
olumlu bir yaklaşımla tartışır. Tan Malaka (1897-1949) 1921’de Endonezya
Komünist Partisi başkanı seçilir, ancak bir yıl sonra sömürge güçleri onu
ülkeden ayrılmaya zorlar. Ağustos 1945’teki bağımsızlık ilânının ardından geri
dönüp Hollanda sömürgeciliğine karşı yürütülen mücadeleye iştirak eder.
1948’de Partai Murba’nın (Proleter Parti) lideri olur ve Soekarno
hükümetine karşı işçi muhalefetini örgütlemeye çalışır. Şubat 1949’da Tan
Malaka Endonezya ordusunca ele geçirilip idam edilir.
Yoldaşlar! General Zinovyev, General Radek ile diğer
Avrupalı yoldaşların konuşmaları ve biz doğulular için de önem arz eden
birleşik cephe sorununun önemi üzerinde durulması ardından, Cava Komünist
Partisi adına doğunun yüz milyonlarca mazlum insanı için birkaç söz söylemem
gerektiğini düşünüyorum.
İki generale birkaç soru yöneltmem gerekiyor. General
Zinovyev, Cava’da kurulacak bir birleşik cephe ile ilgili muhtemelen pek bir
şey düşünmüyor; belki de bizim birleşik cephemiz diğerlerinden farklı olacak.
Ancak İkinci Komünist Enternasyonal Kongresi’nin kararı, pratikte bizlerin
devrimci milliyetçilikle birlikte birleşik cephe kurmamız gerektiği anlamını
ihtiva ediyor. Bizlerin de kabul etmesi gerektiği üzere, bizim ülkemizde de
birleşik cephe oluşturmanın bir ihtiyaç olduğu koşullarda bizimki sosyal demokratlarla
değil, devrimci milliyetçilerle birlikte kurulabilir. Ancak milliyetçilerin
emperyalizme karşı kullandıkları taktikler bizim taktiklerimizden çoğunlukla
farklıdırlar; örneğin boykotu ve Müslüman kurtuluş mücadelesini, yani
Pan-İslamizmi ele alalım. Bunlar, benim özel olarak dikkate aldığım iki
mücadele biçimi olduğundan, şu soruları yönelteceğim. İlk olarak şunu sorayım:
millî boykot hareketini destekleyecek miyiz desteklemeyecek miyiz? İkinci soru
ise şu: İslamizme evet mi hayır mı? Cevap “hayır” ise bu konuda ne kadar ileri
gideceğiz?
Benim de kabul etmem gerekir ki boykot, kesinlikle bir
komünist yöntem değildir, ancak öte yandan o, Doğu’daki politik-askerî
teslimiyet koşullarında elverişli en keskin silâhtır da. Son iki yıl içinde
Mısır halkının 1919’da Britanya emperyalizmine karşı gerçekleştirdiği boykot
hareketinin başarısına ve aynı şekilde 1919 sonu ile 1920 başında büyük Çin
boykotuna tanık olduk. Britanya kontrolündeki Hindistan’da da yakın dönemde bir
boykot hareketi gerçekleştirildi. Önümüzdeki birkaç yıl içinde doğuda farklı boykot
biçimlerinin uygulamaya konulacağına tanık olabiliriz. Bizler, boykotun bizim
yöntemimiz olmadığını biliyoruz; o, esasen milliyetçi burjuvaziye ait olan
küçük-burjuva bir yöntem. Daha fazlası da söylenebilir: boykot, yerli
kapitalizmin desteklenmesi demektir. Fakat bizler, ayrıca Britanya
kontrolündeki Hindistan’da gerçekleştirilen boykotun ardından bin sekiz yüz
liderin hapishanelerde çürüdüğünü, boykotun oldukça devrimci bir hava
yarattığını ve boykot hareketinin silâhlı ayaklanmaya doğru gelişme ihtimali
karşısında Britanya hükümetinin fiiliyatta Japonlardan askerî yardım istemeye
mecbur kaldığını da biliyoruz. Dahası Hindistan’daki Muhammedî liderler, Dr.
Kirçiyef, Hasret Muhani ve Ali Kardeşler’in gerçekte
milliyetçi insanlar olduğundan da haberdarız; Gandi tutuklandığında ortaya
koyduğumuz, kaydedilebilecek tek bir tepkimiz bile yok. Ancak Hindistan’da halk
oradaki her devrimcinin bildiğini tam manasıyla biliyor; kısmî bir isyan ancak
yenilgi ile sonuçlanır, zira bizim orada hiç silâhımız ve askerî mühimmatımız
yok, dolayısıyla boykot meselesi, bugün ya da yarın biz komünistleri
sıkıştıracak bir husus hâline gelecektir. Hem Hindistan’da hem de Cava’da
bizler, birçok komünistin Cava’da bir boykot hareketi başlatma eğiliminde
olduğunun farkındayız, muhtemelen bunun nedeni, Rusya’dan dünyaya yayılan
komünist fikirlerin uzun süredir unutulmuş olması ya da Britanya kontrolündeki
Hindistan’da komünist hislerin tüm harekete meydan okuyacak biçimde,
dizginlerinden kurtulmuş olmasıdır. Her halükârda bizler, bu meseleyle
yüzleşmiş durumdayız: bu taktiği destekleyecek miyiz yoksa desteklemeyecek
miyiz? Bu noktada ne kadar ileri gidebiliriz?
Pan-İslamizm uzun hikâye. Her şeyden önce sizlere
İslamcılarla işbirliğine gittiğimiz Doğu Endonezya’daki deneyimlerden söz
edeceğim. Cava’da çok sayıda fukara köylüyü içinde barındıran oldukça büyük bir
örgüt var: Sarekat İslam (İslam Birliği). 1912 ve 1916
arasında bu örgütün bir milyon üyesi vardı, muhtemelen bu sayı üç ilâ dört
milyona ulaşıyordu. Epey büyük bir halk hareketi olan Sarekat İslam,
kendiliğinden ve alabildiğine devrimci bir içerikle ortaya çıktı.
1921’e dek bu hareketle işbirliği kurduk. On üç bin
üyesi bulunan partimiz sözkonusu halk hareketine gitti ve orada propaganda
faaliyeti yürüttü. 1921’de Sarekat İslam’ın programımızı benimsemesi noktasında
başarıya ulaştık. İslam Birliği de fabrikaların kontrolü ve “tüm iktidar fukara
köylülere, tüm iktidar proleterlere” şiarı adına köylerde faaliyet yürüttüler!
Yani Sarekat İslam da, kimi vakit farklı isimler altında da olsa, komünist
partimizle aynı propagandayı yürüttü.
Ancak 1921’de Sarekat İslam liderliğine dönük acemi
bir eleştirinin sonucunda ayrışma yaşandı. Birlik içindeki ajanları
aracılığıyla hükümet ayrışmayı ve ayrıca İkinci Komünist Enternasyonal
Kongresi’nin “Pan-İslamizme karşı mücadele” kararını kendince istismar etti.
Sıradan köylülere ne söylediler? Şunu: "Gördünüz mü, komünistler, sadece
ayrışma değil, dininizi de yok etmek istiyorlar!" Bu sözler, sıradan
Müslüman köylüsü için çok fazlaydı. Köylü kendisini düşündü: “bu dünyada her
şeyi kaybettim, cenneti de mi kaybetmem gerekiyor? Bu olmayacak!” İşte sıradan
Müslüman’ın fikri budur. Hükümet ajanları ile birlikte çalışan propagandacılar,
bu durumu oldukça başarılı bir biçimde istismar ettiler. Sonuçta biz de
ayrıştık. [Başkan: “süreniz doldu.”]
Ben Doğu Hint Adaları’ndan geldim ve kırk günüm yolda
geçti. [Alkışlar.]
Sarekat-İslam’cılar propagandamıza inanıyorlar, ancak
bir halk tabiri kullanmam gerekirse, onlar mideleri ile bizimle, kalpleri ile
Sarekat İslam, yani cennetle birlikteler. Zira cennet, bizim onlara asla
veremeyeceğimiz bir şey. Dolayısıyla bu insanlar, bizim mitinglerimizi boykot
ediyorlar ve artık içlerinde propaganda faaliyeti yürütemiyoruz.
Geçen yılın başından beri Sarekat İslam ile yeniden
bağ kurmak için çalışıyoruz. Aralık’taki kongremizde, Sovyetler'de ve
uluslararası kapitalizme karşı mücadele ile işbirliğine gitmiş olan
Kafkasya’daki ve diğer ülkelerdeki Müslümanların kendi dinlerini daha iyi
anladıklarını söyledik. Ayrıca eğer kendi dinleri için propaganda yapmak
istiyorlarsa yapabileceklerini ama bu işi mitinglerde değil, camilerde
yapmaları gerektiğini ifade ettik.
Mitinglerde bizlere şunlar soruluyor: Müslüman mısınız
-evet mi hayır mı? Allah’a inanıyor musunuz -evet mi hayır mı? Peki, biz nasıl
cevap veriyoruz? Evet, Allah’ın huzurunda durduğumda ben bir Müslüman’ım,
insanların huzurunda ise Müslüman değilim [şiddetli alkışlar], çünkü Allah
insanların arasında çok sayıda iblisin olduğunu söylüyor! [şiddetli alkışlar.]
Böylelikle elimizdeki Kur’an ile liderlerine bir mağlubiyet yaşattık ve geçen
yılki kongremizde Sarekat İslam liderlerini kendi üyeleri aracılığıyla bizimle
işbirliğine mecbur ettik.
Geçen yıl Mart’ta genel grev başladığında, demiryolu
işçilerinin bizim liderliğimiz altında toplanmış olması sebebiyle, Müslüman
işçilerin bize ihtiyacı oldu. Sarekat İslam liderleri şunu söylediler: “bizimle
işbirliğine gitmek istiyorsunuz, o hâlde sizin bize yardım etmeniz gerekiyor.
Elbette bizler de onlara gittik ve şunu söyledik: “evet, Allah kudretlidir,
ancak O dedi ki bu dünyada demiryolu işçileri daha kudretlidir!” [şiddetli
alkışlar.] Demiryolu işçileri, Allah’ın bu dünyadaki yürütme komitesidir. [gülüşmeler.]
Ancak bu, meseleyi hâl yoluna koymuyor, yeni bir
ayrışma yaşadığımız vakit hükümet ajanlarının gene orada, Pan-İslamizmle
birlikte olacağından eminiz. Demek ki Pan-İslamizm, oldukça acil bir mesele.
Fakat bugün herkes, ilkin Pan-İslamizm sözcüğünün
gerçekte ne anlama geldiğini kavraması gerekiyor. Pan-İslamizmin belli bir
tarihsel önemi mevcut; o, İslam’ın tüm dünyayı, bir elde kılıç, fethetmesi
gerektiğini, bu fethin halife liderliğinde gerçekleşmesini ve halifenin de Arap
kökenli olması zorunluluğunu ifade ediyor. Muhammed’in vefatından dört yüz yıl
sonra Müslümanlar üç büyük devlete bölünmüşler ve böylelikle tüm Müslüman dünya
için cihat önemini yitirmiş. Böylelikle Allah adına halife ve Müslüman bölgesinin
tüm dünyayı fethetmesi fikri anlamını kaybetmiş, zira İspanya halifesi, “gerçek
halife benim, bayrağı ben taşımalıyım.” demiş, aynı sözü Mısır ve Bağdat
halifeleri de tekrarlamışlar: “gerçek halife benim, çünkü ben Arap Kureyş
kabilesi mensubuyum.”
Bu sebeple Pan-İslamizm, artık ilk özgün anlamına
sahip değil, günümüzdeki pratiğinde tümüyle farklı bir anlama sahip. Bugün
Pan-İslamizm, millî kurtuluş mücadelesine işaret ediyor, zira Müslümanlar için
İslam, her şey demektir. O, sadece bir din değil, ayrıca bir devlet, ekonomi,
yiyecek ve diğer her şeydir. Ayrıca Pan-İslamizm, günümüzde tüm Müslüman
halkların kardeşliğini, dahası sadece Arapların değil, Hindistanlıların,
Cavalıların ve tüm mazlum Müslüman halkların kurtuluş mücadelelerini ifade
ediyor. Bu kardeşlik, pratikte sadece Hollanda kapitalizmine değil, İngiliz,
Fransız ve İtalyan kapitalizmine, dolayısıyla tüm dünya kapitalizmine karşı
kurtuluş mücadelesi anlamına geliyor. Endonezya’daki mazlum sömürge halkları
arasında, dünyadaki farklı emperyalist güçlere karşı kurtuluş mücadelesine
ilişkin yürüttüğü gizli propagandaya göre Pan-İslamizmin bugün sahip olduğu
anlam, işte budur.
Bu, bizler için yeni bir görevdir. Millî kurtuluş
hareketlerini desteklemek istediğimiz gibi emperyalist güçlerin kontrolünde
yaşayan oldukça faal, savaşçı iki yüz elli milyon Müslüman’ın kurtuluş
mücadelesini de desteklemek istiyoruz. Bu sebeple tekrar soruyorum: bu anlamda
Pan-İslamizmi desteklemeli miyiz?
Konuşmamı bitiriyorum. (Heyecanlı alkış sesleri).
Tan Malaka
[1922]
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder