“Sonuç mu dediniz, ne dediniz, ne
dediniz
Sonuç hiç gömülür mü, geliyorum
Ben yalnız ölülerimi gömdüm, geliyorum.”
[Edip Cansever]
1. Zor dönemlerden geçiyoruz. İnsan insana yabancı,
kendine de uzak yerde konumlanıyor. Çağın değer diye sunduğu yanılsama her yanı
kapladı.
Kimse kimseyi dinlemiyor. En çok da iletişim kurmakta
zorlanıyoruz. Dil geriye çekilmiş, ağızdan bir ses yığını dışarı çıkıyor.
Söylenen sözcükler çoğunlukla bir kavrama işaret etmiyor. Anlamak ve anlaşılmak
istiyoruz fakat bireysel sınırımızı sözle aşamayıp yazıya sığınıyoruz. Ancak
yazıyla kendimizi ifade edebiliyoruz. İletişimimiz kolonileşti. Yaşanan süreç
toplu monolog. Size bir şey soruluyor ama siz anlatmaya başladığınızda soran
şahıs dönüp üçüncü kişilerle konuşmaya başlıyor, siz bir şey soruyorsunuz fakat
sorduğunuz kişi yanıt vermeye başlayınca dönüp üçüncü kişilerin sorularını
yanıtlamaya başlıyor ve siz orada kalakalıyorsunuz. Bir kişinin yanında üç kere
aynısını sorduğunuz halde size dönüp bakmıyor bile. Ya duymazdan gelmeyi
seçiyor ya da herkes gibi çok dalgın.
2. Artık herkes çok bilgin, bir başkasını dinlemek ve
onun deneyimlerinden faydalanmak boşa zaman kaybı çünkü Google bunu da
hallediyor. Bireysel yaşamında gördüğü zorluklardan bir yaşam bilgeliği
çıkarıyor, kendi acısını en acı yaşam olarak başkalarınınkiyle kıyaslıyor.
3. Bireysel yaşamlara çekilmenin yarattığı boşluk, aile
kurarak dolduruluyor. Aile, sorunlardan ve toplumdan kaçışın alanı olarak cisimleşiyor.
Aile kurma girişimlerinin çoğu da fiyaskoyla sonuçlanıyor. Aşk olduğu
söyleniyor, iki kişinin aşkı halktan soyutlanma biçimine dönüyor. İki kişilik
yalnızlığın vadesi de kısa sürüyor. Aşk, kurtarıcı özelliğini kaybederek
hastalıklı bir yapıya bürünüyor. Disiplin suçu sayılmayan her aşk, bencil bir
alanda konumlanıyor. Herhangi bir bedel ödenmeden yaşanan ilişkiler. Sorumluluk
ve hesap verebilirlik devre dışı.
“Her kişinin ukala ömrü
Yeter sanılır çiçeklenmeye
Ve dünyanın karanlığından
Bir aşk bahanesiyle kurtulmaya” [Turgut Uyar]
4. Düzene yöneltilmeyen öfke, aynı mekânın
paylaşıldığı aynı sınıfsal şartlara sahip insanlara yöneltiliyor. Herkes çok
gergin, öfkesini şiddete dönüştürecek bir bahane arıyor.
5. Muhaliflik, politik bir kimliğe dönüşüyor, her
muhalefet haklı bir tepki sayılsın isteniyor. Kim daha çok bağırırsa onun
tepkisi haklı sayılıyor. Mağduriyet, muhalefet, memnuniyet sınır bulanıklığına
hapsediliyor. Haklılık, sizi destekleyen insan niceliğiyle ölçülüyor. Nitelik,
ancak nicel bir güce eriştiğinde söz geçirebiliyor.
“Sınıf
bilinciyle sınıfsız bilinç arasında konuçlanır aykırı rüzgar, içeriksiz enerji,
marjinal moda. Her adresinde bulunamayan firar, her isyan haklı, her tepki
muhalefet değildir. Kendine hayat biçtiğin tamamlanamaz olmayana ergiyle. İyi
eğitilmiş öfke, politize olmuş arzu, bakım görmüş yetenek, terbiye edilmiş
bilgi, kazanılmış derinlik, paramparçayken bile dayanabileceğin bir bütünlüğe
kefil olman gerektir.” [Murathan Mungan]
6. Zaman, şimdiye hapsediliyor. Herkes sabırsız,
aceleci, telaşlı. Dün bir geçmiş olmaktan, yarın bir gelecek olmaktan
çıkarılarak hep şimdi işgal ediliyor; süreç algısı yitiriliyor. Dün, hesap
verilebilirlikten; yarın, uğruna emek harcanan ideallerden bağımsızlaştırılarak
tarihsizlik inşa ediliyor. Zaman dakikanın da altına indiriliyor. Örneğin bir WP
sohbetinde dakika anlamını yitiriyor. Örneğin trafikte. Örneğin size bir soru
sorulduğunda, düşünme sürenizdeki sessizliğinize verilen tepkide. Hep bir “hadi
hadi” kültürü. Aynı anda üç kişi size soruyor, hangisine yanıt vereceğinizi
sıraya koyduğunuzda, sonda kalan kişi size küsebilir.
7. Yetişkinler, artık saygı öznesi olmaktan çıkıyor.
Yaşlının deneyimiyle gencin heyecanı takas ediliyor. O yoz heyecan, en büyük
umut kaynağına dönüşüyor. Yaşlanmak en büyük tehdit, ölümün olmadığı hep genç
kalınacak bir yaşam arzusu. Beden, aklın ve duygunun yerine geçiyor. Her
yanımızı saran spor salonları, güzellik ve lazer merkezleri, kozmetik
mağazaları hep genç kalmaya yönelik aldanışlar, aldatışlar.
“Bir roman kadar uzun bu tümce/ sonra
işte yaşlandım” [Gülten Akın]
Terminatör gibi erkekler sadece kameraya ve tribüne
oynayan bedenler, o kas gücü emeğin kavgasına ter dökmez çünkü vücudunda çizik,
alnında kırışıklık olması o bedene hapsolmuş ruha eziyettir. Kadın da
kapitalizmi kendi lehine kullanmaya çalıştıkça kapitalizmin nesnesi hâline
geliyor. Kadın, bir teşhir metasına dönüştürülüp özgürlük diye pazara
çıkarılıyor.
8. İşçi olmak, kaçılması gereken meslek olarak lanse
ediliyor, eğer bir meslek seçilecekse beyaz yakalı olmak statü olarak kabul
görüyor. Öyle olunca da tezgâhtar, satış temsilcisi oluyor. Böylece klima
bozulduğunda servisten sıra bulunamıyor. Bulunca da ücret yükseliyor. Ayakkabı
tamircisi olmadığından yeni ayakkabı alınıyor. İşsizlik, işçilikten kaçırılarak
katmerleniyor; tamir edilecek eşya da kullan-at olarak raflarda yerini alıyor.
9. Her şey algıya indiriliyor. Son model bir araca,
telefona, giyime sahip olunduğunda algıda eşitlik sağlanıyor. Krediyle en
pahalı telefon alındığında en zengin kişiyle aynı telefonu kullanmak sınıfsal
açıdan psikolojik rahatlama sağlıyor. Kredi ve kartı borçları için çalışılan
bir yaşam. Bir hafta tatil yapmak için aylarca kredi ödemek.
10. Yıllardır medyada uyuşturucu kullanımının alt
kademe okul öğrencilerine kadar indiği haberleri yer aldı. Şimdiyse haber
değeri taşımayan başka bir gerçek var: antidepresan kullanımının çocuklara
kadar indiği. Çocuk, artık aile içinde ve sınıfta yeni otorite. O, özgürlüğün
ve bağsızlığın yaşamın anlamı olduğu yönündeki çarpıtmayla yetiştiriliyor.
İdeolojik bir çevreden çocuğu kaçırmak, en küçük temel bütünlük olan ailenin de
hedefe konmasına neden oldu. Saygı ve disiplin beklemek, bir lükse ulaşmakla
aynı bu konuda. Sevgisiz ve şiddetli geçimsizlikler, travmatik lise
öğrencileri. Anne babanın elinden düşmeyen telefon fakat çocuk kitap okumalı(!)
Tutarsız ve kuralsız yetişen zihinler. Ebeveynler azmettirici, disiplin
kurulundaki çocuklar suçu üstüne alan failler.
11. WhatsApp ve sosyal medya kimlik kartına evrildi.
Bir yazışmada emoji kullanılmadan kendinizi ifade ettiğinizi düşünüyorsanız
yanılıyorsunuz, cümleniz emojisiz olduğunda farklı duyguya ve anlama işaret
ediyor. Dil, yazıda da geriye çekiliyor. Size sorulmadan bir gruba
eklendiyseniz gruptan ayrılamıyorsunuz. Ayrılmanız, özgür iradenin seçimi
değil, bir tepki olarak görülüyor. Toplu fotoğraf çekimine girmemek de aynı
duruma denk düşüyor. Çevrimiçi, son görülme bilgisi, profil fotoğrafı tüm
bunlar muhatabınıza şeffaf ve dürüst olduğunuzu kanıtlamanın yolları. Mesaja
anında dönemeyecek durumdaysanız ya da size anında dönüş yapılmıyorsa kaygının
fitili ateşlenmiştir.
“geçerken karışmış gibiydi
birisinin çektiği fotoğrafa” [Gülten Akın]
12. Önceden akşamlar karanlıkken, aydınlatma ve kamera
sistemi mekânı henüz işgal etmemişken özellikle çocuklar akşam vakti
mezarlıklardan korkup kaçardı. Şimdi her yer aydınlık, mezarlıklardansa gündüz
kaçılıyor. Ölüm gerçeği tedavülden çıkarılıyor, mezarlıklar da kent merkezinin
dışına taşınıyor. Kaçırılan gerçek ise sömürü kentlerinin birer mezarlığa
dönüştürüldüğü.
12. Sorunlardan kaçmamız ve durumların sorun olarak
görülmemesi isteniyor. Derdi olanla dertlenmemiz ya da çağın söylemiyle ifade
edersek, “enerjisi negatif insanlar”dan uzak durmamız telkin ediliyor. Bu
telkine kulak verirsek, biz dertlendiğimizde de yanımızda kimse olmayacak. Bu
enerji konusu önemli.
13. Burçlardan karakter çözümlemesi, fallardan gelecek
bilgisi, taşlardan enerji vermesi bekleniyor. Yaşam deneyimi bedelsiz ve
darbesiz olmalı, hazır paket deneyim. Tekdüze bir yaşama sürpriz yapılmasının
haberi kahve fincanında aranıyor.
14. İletişim, sömürünün diliyle kuruluyor. Zamanını
çalmak, kaliteli insan ve zaman, change etmek... Hangi sözcüklerle
konuşuluyorsa yaşam o sözcüklerin gösterdiği kavramların şekil verdiği zihinle
algılanıyor.
15. Kitap okumak “boş zaman”, tiyatro, fotoğraf çekme
eylemi sanılıyor. Bayağılık kitap sayfalarından, sahnelerden, ekranlardan
zihinlere aralıksız bir şekilde akıyor. Belirli bir ücret veren herkesin kitabı
basılıyor. Kablosuz kulaklık, çevreyle de bağlantıyı kesiyor.
16. İnsan neyi kaybetti, sömürü neyi kirletti? Aşkı.
Onun içerdiği feda, bedel, göze alabilme, sabır, emek, inanç, kararlılık,
romantizm, heyecan aşkın kapsama alanı dışına itilerek ideoloji de sevda da
birer ütopyaya ve masala dönüştürüldü. Hesap vermemek, yarıda bırakmak,
arz-talep çağın gerçekleri olarak tedavülde. Tüm boşluk buradan geliyor. Artık
ortada bir bütünlük yok. Tüm bunları insandan çekince geriye ne kalırsa... Büyük
bir anlamsızlık. Evet, ne demiştik? Her şey bedelsiz olmalı, yüce birey kendi
ukala hayatında kutsanmalı.
17. Kaygıların çağı yaşanıyor. Denetlemek ve
denetlenmek arası gidip gelen yaşamlar. Kaygı, bazen de başkasını kontrol
ederek bastırılıyor. Paranoid gerginliği dindirmek için kontrol mekanizması
mücadele edene uygulanıyor. Paranoya, kontrol edilen kişi sayısı ve kapsam
alanı arttıkça kişide denge sağlıyor. Bu da solun ve insanının ahvali. Herkes
bireysel komün ama komünar değil.
18. Dünya, zombileşmeye doğru evrilen bir serüvene
şahit oluyor. İklim değil, insan değişiyor. Atmosferin değil, yeryüzünün
dengesi bozuluyor. Herkesin bir bahanesi ya da o kadar ileri gitmeyelim,
gerekçesi var. O gerekçe her neyse sizi o bitirip tüketiyor, tüketecek. Büyük
tükeniş sahnede. Başka bir tarih yaşanıyor, insan sadece bir istatistik değeri
taşıyor. Yılda şu kadar antidepresan satışı, yüzde şu kadar kiracı, borç
bataklığına, sevgisizlik, depresyon, şiddet, haksızlık... Yaşama ne verilirse
kişiye o dönüyor, yaşama değer katmayan, yaşamdan da değer ve önem bekliyor.
Bireysel kürede değerli olma çaresizliği, gündeliğin çarkları arasında
sonuçlarla uğraşılan ve adına yaşam denen zaman aralığıyla örtülen yeryüzü.
Yalnızca mücadele edenler, yaşamın gerçek anlamına
erişir. Gerisi yoz ve anlamsız bir karmaşa. Herkesin birbirine olumsuz deney
aşıladığı ukala yaşam bilgisi. Batak oyununun kurallarıyla ilerleyen yaşamlar,
batarken yanına birini çekmek.
19. O zaman başa dönersek:
“Ah kimselerin vakti yok durup ince
şeyleri anlamaya” [Gülten Akın]
S. Adalı
9 Nisan 2024
0 Yorum:
Yorum Gönder