Krizin
ve iç savaşın kendisi, çoğu zaman bizatihi birer yönetme aracıdır.[1] Biz, “enflasyon beceriksizliğin, cahilliğin sonucu oluşan bir maraz” zannederiz, ama
o efendiler, servetlerine servet katmak, kitleleri maniple etmek, süreci
yönetmek için bilerek yükseltirler fiyatları. Sonrasında gerekirse önlemler
alırlar.
Elde her şeyden azade, steril, havada asılı bir seçmen kitlesi yok. Bunun bugün CHP’ye oy verdiğini, “faşist çomar halk kitleleri”nin birden “emekçi halk” olduğunu fark edip AKP’ye sırt döndüğünü düşünenler, fena yanılıyorlar. Mayıs seçiminden bugüne değişen pek bir şey yok. AKP’deki kopuş, muhtemelen bu belediye seçimiyle alakalı.
Kriz ve iç savaşla yönetme ile krizi ve iç savaşı
yönetme arasındaki ayrımı görmek gerek. Bu kafa karışıklığı, AKP
değerlendirmelerine de yansıyor.
Yeni light-Erdoğan olarak takdim edilen İmamoğlu, “yoksulluk varsa, tepkinizi koyun” diyor. Çünkü kendisi, Koç ailesi ve burjuvazi adına konuşuyor. Yoksul halka ayar veriyor.
Kriz ve iç savaş konusunda da bir ayrıma gidiliyor. Bu anlamda, “Erdoğan devleti kilitledi, işlemez kıldı, krize sebep oldu” diyenler, iç savaşın yönetilmesine; “Erdoğan iç savaşın ana sebebi” diyenler, krizin yönetilmesine katkıda bulunuyorlar. İki taraf da birer cüz olarak, düzenin işleyişine eklemleniyorlar.
Krizciler iç
savaşı; iç savaşçılar krizi örtbas ediyorlar. İmamoğlu’ndan Metin Cihan’a
birçok isim, Erdoğan’ın kutuplaştırıcı, bölücü, ayrıştırıcı, iç savaş çıkartıcı
yanına vurgu yapıyorlar. Bu hâlleriyle, ekonomik krizin üzerine pembe bir
kardeşlik şalı seriyorlar. Görevleri bu.
AKP
kitlesi, büyük oranda sandığa gitmedi, gidenler de YRP’ye oy verdiler. (Bu
arada, dün Akşener’i öven solcular, yarın muhtemelen Erbakan’ı övmeye
başlayacaklar!) Erdoğan da geçmişte bu şekilde sessiz sedasız desteklenmişti.
2001 krizinde kitleleri aynı kişiler Erdoğan’a sürüklediler.
Son seçimde AKP kitlesi sandığa gitmedi. Bu boşlukta CHP’nin varolan oyu büyük göründü. Ayrıca, Kılıçdaroğlu haklı! “Helâlleşme” adımıyla birlikte Millet İttifakı bileşenlerinin kitlesi, temelde belediye seçimi olduğu için, CHP’ye aktı. Özgür Özel, “emanet oyların farkındayız” diyerek sosyalistlerden daha sağduyulu ve gerçekçi olduğunu kanıtladı. CHP, DEM’in de İyi Parti’nin de oylarını topladı. Ama AKP kitlesinden önemli bir bölüğü kopartamadı. Kopartan, az da olsa YRP oldu.
Kimse, bu kopuşun sınıfsallığını sorgulamayacak, oraya örgütlenmeyecek. YRP, kara kitleyi kontrol altında tutan yeni baraj kapağı olacak.
Nesnel
planda seçim sonuçlarıyla birlikte AKP ve CHP, burjuva düzeninin (krizin ve iç
savaşın) yükünü omuzlamada ortaklaştı. Ağırlık dağıtıldı. Ceyhan belediyesinde
görüldüğü üzere, işten çıkartmalar başladı. AKP’li Altındağ belediyesi, eski
yönetimin söz verdiği zammı geri aldı. Belediye işçileri greve gittiler. CHP’nin
elindeki büyükşehir, grev kırıcılığı yaptı. CHP belediyeleri, borçlarını bina
duvarlarına asıyorlar. İleride yardımlar da kesilecek. İhalelerle birkaç CHP’li
ve sosyalist palazlanacak, bir avuç fukara, temizlik hizmetlerinde işe başlatılıp
susturulacak, hepsi bu. Abartılacak bir şey yok.
1977’de
ve 1989’da olan buydu. 1989 ile birlikte, bir solcunun ifade ettiği biçimiyle,
baskı daha da artmış, terör dönemi başlamıştı.[2] İkinci bahar yanılsamasına
kimse teslim olmasın. İkinci baharın, krizsiz iç savaş veya iç savaşsız krizle
ilgili olduğu gerçeğini görsün.
Kılıçdaroğlu’nun
reklâmcısı[3], bu koşullarda patronunu gömüyor. Özgür Özel’i yaldızlıyor.
“Siyasetsiz seçmen” denilen bir kitle olduğu ve onun bu sefer CHP’ye verdiği
yalanını satıyor. Devyolcular da bu satışa tezgâh oluyorlar. İşleri bu. Tüm
Devyolcu kurum ve yayınlar, son seçimde CHP seçim bürosu olarak çalıştı. Hiç
utanmadılar. Utanmayacaklar. Görevleri bu.
Bahsi edilen CHP
reklâmcısı, sabit bir halk olduğunu ve bu seçimde tercihini değiştirdiğini
zannediyor. Liberal burjuva bir anlayış üzerinden tercih ve seçim meselesini
yüceltiyor, o yücelikte düşünüyor. Tercih ve seçimi yüceltenler, AKP’nin ait
olduğu burjuva düzenini allayıp pulluyorlar. Burjuva düzeninin CHP eliyle
yürüteceği illüzyon ve göz boyama faaliyetlerine ortak oluyorlar.
Bir
CHP’li, seçimi kazandıranın Özgür Özel’in gençliği olduğunu söylüyor. Bir başka
CHP’li, CHP belediyelerinin başarılarından bahsediyor. “Özgür” ve “Özel”
isimlerine sahip olmaktan başka bir vasfı olmayan kişiyi Birgün’ün
reklâmcısı “esnaf” olması hasebiyle övüyor. AKP’yi esnaf isyanı getirmişti,
bugün de bir esnaf kafasına teslim ediliyoruz.
Belediye başkanlarının başarısı dedikleri bir iki şey varsa onlar da Dünya Bankası, AB gibi emperyalist odaklardan gelen projelerin yürütülmesiyle ve o projeler üzerinden şişirilen balonla alakalı. Soyer, bu yüzden bisiklete biniyor; Yavaş, bu nedenle ilçesindeki kadınlara hamur açtırıyor. AKP kitlesindeki uyuşma, CHP kitlesinde de zuhur ediyor. CHP, Birgün, Evrensel, Tele1 vs. şahsında kendi yandaş medyasını oluşturuyor. Bunlar, görüneni görünmez kılma görevini üstlenecekler. Afyon belediyesindeki gizli kamerayı gören Birgün, aynı kentte mültecilere ait dükkanların kapısına vurulan kilidi görmeyecek.
Dün Dünya Bankası hükümete değil de belediyelere destek verecek diye sevinenler, Şimşek’in anlaştığı Dünya Bankası’na ses
etmeyecekler. CHP, krizle ve iç savaşla yönetme gerçeğini perdelemekle görevli.
Bizim
bu illüzyonun ve göz boyama faaliyetinin dışına çıkmamız gerekiyor. Kriz ve iç
savaş koşullarında burjuva düzeni, bu seçimle kendisini tahkim ediyor, o
krizsiz ve iç savaşsız olamayacağını biliyor, bu bilinçle kadro yetiştiriyor,
siyasete şekil veriyor. Bu gerçeğe dair bilinçle hareket edilmeli, Köz, Yolculuk ve
Birgün gibi, zihnimizdeki hayallerle değil. O hayaller, krizle ve iç savaşla
yönetmenin ceremesini ezilenlerin; krizin ve iç savaşın yönetilmesinin
ceremesini sömürülenlerin çektiğini asla görmüyor. “Avamın kokusu” ve “ayak
kokusu”ndan bahsedenlerin sömürülenlere-ezilenlere düşman olduklarını görmek
gerekiyor.
Eren Balkır
24 Nisan 2024
Dipnotlar:
[1] Jerome Roos, “Dünyada Devletler Kontrol Devleti Hâline Geliyor”, 29 Mart
2014, İştiraki. Disiplin devletinin yerini
kontrol devletinin aldığını, artık sebeplerin değil, sonuçların yönetildiğini
söyleyen Roos, şu tespiti yapıyor: “Görünüşte ‘demokratik’ olan bu otoriterlik,
serbest piyasalar, âdil seçimler ve demokratik katılım denilen perde gerisinde,
halk muhalefeti için gerekli kamusal alanın daraltılması suretiyle, servet ve
iktidarın giderek artan yoğunlaşması sürecini güvence altına almayı amaçlayan
bir hukuk düzenini saklıyor.”
[2]
Hakan Sürmen, “Kendi Bıraktığımız İzlerde Yürümek”, 8 Temmuz 2020, Sendika.
[3] Ateş İlyas Başsoy, “Hezimetten Sonra Gelen Selamet: Sonuç İkinci Bahar”, 10 Nisan 2024, Birgün.
0 Yorum:
Yorum Gönder