Büyük bir dinin kurucusunun hayatı ile ilgili nesnel
bir yaklaşımda bulunabilmek her daim güç bir mesele olagelmiştir. Muhammed’in
şahsiyeti mucizevî bir aura ile kuşatılmış, bu aura, O’na iman eden müminlerin
kaçınılmaz gayretleri sonucu pekiştirilmiştir. O’nun hayatta olduğu döneme
yakın tarihlerde yaşamış ve hayat hikâyesini kaleme almış ilk yazarlar ise
çoğunlukla tarihsel gerçekle meşgul olmak yerine, Allah’ın Elçisi, hatta
Allah’ın bizatihi kendisi olduğuna inandıkları bir şahsın hatırasını mümkün olan
her yoldan yüceltmek için çabalamışlardır. Bu da sonuçta diğer dinlerin ve
geleneklerin geride bıraktığı tortuya ait efsanelerin, mucizelerin, gizemli
alametlerin ve semavi işaretlerin birikmesini getirmiştir.
Kurtarıcıların ve Mesihlerin biyografileri genelde bir
tarih olarak geçiştirilemezler; bunlar, giderek yaygınlaşan bir imanın
propagandasından ibarettirler.[1] Tarihçinin görevi, efsanenin ardında yatan
hakikati belirlemek ve izah etmektir. İlgili gayretin kökünde, tarihçinin,
görevin tümüyle ifa edilmesine imkân veren imanı yatar.
Muhammad: Islam’s First Great General [“Muhammed: İslam’ın İlk Büyük Generali”] isimli bu
kitabımız, büyük bir dünya dini olan İslam’ın kurucusu Muhammed’in askerî
hayatı ile ilgilidir. Muhammed ile ilgili tüm teorik çalışmalar, yukarıda bahis
konusu edilen meselelerle bir biçimde yüzleşmişlerdir. Onca önemli askerî
başarıya imza atmış bir isim olmasına karşın, bu büyük insanın askerî hayatını
ayrıntılı bir biçimde inceleyen herhangi bir biyografiye rastlanmamaktadır.
O’nunla ilgili biyografilerin ekseriyeti, İslam dininin kurucusu olarak sahip
olduğu peygamberlik rolüne, O’nun sosyal bir devrimci olarak elde ettiği
başarılara ya da Arabistan halklarını yönetmek için yeni kurumlar icat eden bir
devlet adamı ve idareci olarak sahip olduğu becerilere odaklanır.[2] Elimizde
Muhammed’in İslam’ın ilk büyük generali ve başarılı bir isyanın lideri olarak
sahip olduğu role ilişkin herhangi bir biyografi bulunmamaktadır.
Muhammed’in askerî başarılarına temas eden
biyografiler çoğunlukla yüzeyseldirler; bu biyografiler, ya O’nun ehil bir
askerî komutan olarak sahip olduğu rolü gözden kaçırırlar ya bu rolün tali bir
öneme sahip olduğunu söylerler ya da Müslim ekolünden gelen yazarlarda
görüldüğü üzere, ilgili rolü mucize ve ilâhî rehberlik düzeyinde ele
alırlar.[3] Oysa Muhammed komutan olarak kimi başarılara imza atmamış olsaydı,
İslam belli bir coğrafî durgunluk içinde sıkışıp kalacak, muhtemelen Bizans ve
Pers imparatorlukları Arap ordularınca fethedilemeyecekti. Samuel P.
Huntington’ın da işaret ettiği üzere, Muhammed büyük bir dini kurmuş olan bir
komutandır. Batılı akademisyenlerin geçmiş kuşakları sıklıkla Muhammed’in
askerî bir isim olduğu üzerinde durmuşlardır. James L. Payne, 1899’da, şu
tespiti yapmaktadır: “Muhammed, güçlü bir savaşçı ve yetenekli bir komutan
olarak hatırlanır.”[4]
Bu hafıza, modern mücahidlerin zihinlerinde varlığını
sürdürür. Bu çalışma, Muhammed üzerine kaleme alınmış ilk askerî biyografi olma
özelliğine sahiptir, kitap, O’nun askerî hayatını ve Arap ordularıyla toplumu
dönüştüren müdahalelerini ayrıntılarıyla inceler. İlgili dönüştürme işlemi,
antik dünyanın iki büyük imparatorluğunun İslam ordularınca birkaç yıl içinde
fethedilmesini mümkün kılmıştır.
Askerî bir biyografi olarak Muhammad: Islam’s First
Great General, Muhammed’in içinde yaşadığı ve kendi askerî hayatına tesir
eden sosyal, ekonomik ve kültürel koşulları da izah eden bir çalışmadır.
Elbette bu Muhammed’in dinî tecrübesini de ihtiva etmektedir. Ancak aynı
zamanda bu tecrübe askerî tarih bağlamında ele alınmaktadır. Örneğin
Muhammed’in her erkeğin dört kadınla evlenmesine izin veren evlilik yasaları
ile ilgili reformunu kısmî de olsa koşullayan, Bedir Savaşı’nda şehid
düşenlerin dul eşlerine ve yetimlerine bakacak kocalar bulma ihtiyacıdır.[5]
Kitap, genel anlamda Peygamber ile ilgili biyografileri partizanca ve
güvenilmez kılan kimi dinî analizlerden ve çıkarımlardan da uzak durmaktadır.
Muhammed’i bir asker olarak düşünmek birçoklarına yeni
bir tecrübe olarak görünecektir. Oysa Muhammed gerçekte büyük bir generaldir.
On yıl içinde sekiz büyük savaşa katılmış, on sekiz akına önderlik etmiş ve bir
kısmı kendi komutasında bir kısmı ise kendi talimatları ve stratejik
yönlendirmesi altında cereyan eden otuz sekiz askerî operasyon planlamıştır.
İki kere yaralanmış, yenilgilere maruz kalmış, iki kez elindeki birlikler tam
zafere ulaşırken karşı güçlerce mevcut konumları ele geçirilmiştir.
Ancak Muhammed büyük bir saha generali ve taktikçiden
öte bir isimdir. O bir askerî teorisyen, örgüt reformcusu, strateji düşünürü,
operasyonel savaş komutanı, politik ve askerî bir lider, kahraman bir asker,
bir devrimci, ayaklanma teorisinin mucidi ve tarihin ilk başarılı
pratikçisidir. Musa, Subotay ve Vo Nguyen Giap gibi tarihteki diğer kimi büyük
komutanlar gibi Muhammed de sahada bir orduya komuta etmezden önce herhangi bir
askerî eğitime tabi tutulmamıştır. Araplarda askerî eğitim genelde baba aracılığıyla
verilmekte ise de yetim olan Muhammed, Arap olan babası elinden askerî bazı
becerilere sahip olma şansı bulamamıştır. Savaş sanatı ile ilk teması, on dört
yaşında tanık olduğu iki kabile arasındaki çatışma esnasında amcasının
katkısıyla eline aldığı ok sayesinde olmuştur. Ancak gene de Muhammed, mükemmel
bir saha komutanı ve taktikçi, daha da önemlisi, zeki bir politikacı ve askerî
stratejist olmayı bilmiştir.
Muhammed savaşta bir istihbarat ustası olduğunu
ispatlamış, elindeki istihbarat servisi Roma ve Persya’nın istihbarat gücüne
rakip olabilecek düzeye gelmiş, O, özellikle politik istihbarat alanında önemli
kazanımlar elde etmiştir. Zamanın önemli bir bölümünü taktik ve politik
stratejiler üzerine çalışarak geçiren Muhammed, Sun Tzu’nun “savaş tümüyle
hileden ibarettir” vecizesini hatırlatacak biçimde, “savaş tümüyle
kurnazlıktır” demiştir. Muhammed’in her daim politik hedeflere hizmet edecek
şekilde güç kullanmasını bilen bir kişi olması sebebiyle O’nun fikirde ve
amelde Clausewitz ve Machiavelli’den müteşekkil bir terkibe denk düştüğünü
söylemek mümkündür. O, feraset sahibi büyük bir stratejist olarak, askerî
olmayan yöntemlere de başvurur (ittifaklar, politik suikast, rüşvet, dinî
hitap, merhamet ve hesaplı kırım). Bu yöntemler sonuçta O’nun uzun vadeli
stratejik konumunu güçlendirirler ve kimi vakit kısa soluklu askerî mülahazalar
pahasına gerçekleştirilirler.
Muhammed’in İslam’a ve Allah’ın Elçisi olarak sahip
bulunduğu role dönük sarsılmaz imanı Arabistan’daki savaşı birçok yönden
devrimcileştirmiştir, O, tutarlı bir ideolojik iman sistemi aracılığıyla, antik
dünyadaki ilk ordunun inşa sürecini motive etmiştir. Cihad ideolojisi ve iman
yolunda şehadet, İspanya ve Fransa’daki Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında
cereyan eden savaşlar esnasında Batı’ya taşınmış, burada ilgili ideoloji
Hıristiyanlık’taki geleneksel pasifist savaş fikrini değiştirmiş, Hıristiyan savaşçı
azizler zümresinin oluşmasını koşullamış ve Haçlı Savaşları’na ilişkin gerekli
ideolojik kılıfı Katolik Kilisesi’ne temin etmiştir.[6] Dinî ya da laik
farklılığa dayalı ideoloji, askerî maceranın temel unsuru olarak varlığını
sürdürmüştür.
Muhammed, o güne dek Arabistan’da bilinmeyen, tümüyle
yeni bir ordu tipini vücuda getirmiş, vefatı ardından bu ordu Arapların fetih
faaliyetlerinde askerî bir araç olarak kullanılmıştır. Askerî bir mucit olarak
Muhammed Arabistan’da savaşa giren orduları dönüşüme tabi tutan sekizden fazla
askerî reform gerçekleştirmiştir. Halefi İskender’in fetihlerde kullanacağı
Elen ordularını önceden dönüşüme tabi tutan Makedonyalı Philip misali Muhammed
de haleflerine Pers ve Bizans ordularını mağlup edip İslam İmparatorluğu’nu
tesis etmelerini sağlayacak bir çekirdek ordu miras bırakmıştır. Ordu böylesi
bir dönüşüme maruz kalmasa idi Arap fetihleri tam manasıyla imkânsız birer
teşebbüs olarak tarihteki yerlerini alırlardı.
Bir İsyancı Olarak Muhammed
Gerçekleştirdiği reformlar ve elde ettiği askerî
başarılar O’nu antik dünyanın büyük generalleri ile ortaklaştırsa da Muhammed
esasında geleneksel bir saha generali olarak görülemez. O aslında antikitede
eşine rastlanmayan, yeni tipte bir savaşçıdır. Her şeyden önce Muhammed, ancak
çağımıza ait kimi kavramlarla kavranabilecek türde, antikitenin ilk gerçek
millî isyanına önderlik eden coşkulu ve devrimci bir dinî gerilla lideridir.
İlgili gerçek, sık sık Kur’an’dan alıntı yapıp kendi mücadelelerinde uyguladıkları
şiddeti Muhammed’in şiddet kullanımı ile meşrulaştıran günümüz mücahidlerinde
varlığını sürdürmektedir. Geleneksel generallerden farklı olarak Muhammed’in
hedefi, yabancı bir düşmanı ya da işgalciyi yenmek değil, mevcut Arap toplumsal
nizamının yerine radikal manada farklı bir ideolojik dünya görüşüne yaslanan
tümüyle yeni bir nizamı tesis etmektir. Devrimci hedeflerine ulaşmak adına
Muhammed, günümüz analizcilerinin başarılı bir isyan için gerekli kabul
ettikleri ve böylesi bir isyanın aslî özellikleri olarak tanımladıkları tüm
araçlardan istifade etmiştir. Başlangıçta yeni nizam için verilen mücadelede
Muhammed’in elinde sadece ancak vur-kaç saldırılarına müsait, küçük bir gerilla
birliği mevcuttur, ancak bu birlik, on yıl içinde geniş ölçekli askerî
operasyonlar düzenleyebilecek, süvari ve piyade birliklerine sahip, geleneksel
bir askerî güç hâline gelmiştir.
Muhammed’in haleflerinin ileriki dönemde büyük bir
imparatorluk kurmalarını sağlayan, işte bu geleneksel askerî aygıttır. Bu ordu,
Arap tarihindeki ilk gerçek ulusal askerî güçtür. Küçük bir mümin topluluğu ile
işe koyulan Muhammed, düşmanın iktidarına ait iktisadî ve siyasî temeli
yıpratacak baskınlar ve pusular tertipleyen bir gerilla savaşı yürütmüştür. O
askerî insan gücünü artırıp, görece daha geniş askerî güçleri saflarına katarak
ve bunları mevzilendirerek, başkalarını kendi davasına çekecek yeni sosyal
programlar ve politik-dinî ideolojiyi takdim etmiştir.
Gerilla savaşı ile geçen yılların ardından Muhammed,
düşmanını bir dizi çarpışma ardından nihaî olarak mağlup etmiş ve sonunda da
Mekke’yi ele geçirmiştir. Düşmanı elindeki askerî insan gücünden mahrum bırakan
ve onun halk desteğini yıpratan politik ittifaklarla askerî mücadele isyanın
kimi politik boyutları ile desteklenmiştir. Politik manevralar, görüşmeler,
istihbarat, propaganda ve terörle suikast faaliyetlerine dönük adaletli
başvurular, henüz kendi çıkar hesabını yapamamış ve ideolojik manada dönüşmemiş
muhtemel muhalefet odaklarına karşı yürütülen psikolojik savaş dâhilinde
kullanılmıştır.
Kanaatimce Muhammed’in iktidara yükselişi tarihte
görülen ilk başarılı isyan örneğidir ve ders kitaplarına konu olacak
niteliktedir.[7] Mao Zedung, Ho Chi Minh, Jomo Kenyatta, Fidel Castro ve
muhtemelen George Washington gibi günümüz isyancılarının devrimci
mücadelelerinde başvurdukları stratejiler ve yöntemler Muhammed’in stratejisine
ve yöntemine kesinlikle uzak değildirler. Batı, Muhammed sonrası gerçekleşen
Arap fetihlerini saf anlamda geleneksel askerî terimlerle izah etmeye
yatkındır. Oysa sözkonusu fetihleri gerçekleştiren ordulara Muhammed öncesinde
Arabistan’da rastlanmamaktadır. Bahsi geçen orduları vücuda getiren,
Muhammed’in başarılı, geleneksel olmayan gerilla operasyonları ve isyanıdır.
Dolayısıyla ileriki dönemde, hem strateji anlayışı hem de askerî yöntemin
aygıtları bağlamında kurulan yeni ordular eliyle gerçekleştirilen Arap
fetihleri, Muhammed’in öncesinde bir isyan lideri olarak elde ettiği askerî
başarıların sonucudur.
Muhammed’in askerî hayatının isyancı bir gerilla
olarak sahip olduğu bu yönü okurun merakını celbedecek ve aynı zamanda
ayrıntısı ile keşfedilmesi gereken bir husus olarak kıymetli addedilecektir.
İsyanı karakterize etmek için modern askerî analizcilerin kullandığı araç ve
yöntemler analizin kategorileri olarak devreye sokulursa görülecektir ki
Muhammed İslam’ı tüm Arabistan geneline yaymak için yürüttüğü kampanyasında
analize ait tüm ölçütleri kullanmıştır. Başarılı bir isyan için ilk gereklilik,
müritlerin kendisini kimi yönlerden özel kabul ettiği ve onu takip etmenin
anlamlı olduğunu düşündükleri kararlı bir liderin mevcudiyetidir. Muhammed
örneğinde O’nun sahip olduğu etkileyici kişilik, Allah’ın Elçisi oluşuna dair
imanla ve Muhammed’i takip etmenin Allah’ın bizatihi kendisine ait emirlere
teslim olma anlamına geliyor oluşu ile pekiştirilmiştir. Ayrıca isyanlardaki
bir diğer gereklilik de bir mesiyanik ideolojinin tesisidir. Bu ideoloji,
genelde adaletsiz kabul edilen mevcut sosyal, siyasî ve iktisadî nizama nazaran
daha iyi, yeni ve âdil bir nizama dönük, tarih ya da Tanrı tarafından takdir
edilmiş tutarlı bir itikada ya da plana dayanır. Muhammed, Arapların zalim,
dine aykırı ve yıkılmaya değer olan merkezî ve geleneksel sosyal kurumlarına
meydan okumak için yeni dinî itikadı kullanmıştır. Bu sonuca ulaşmak adına O
ümmeti, yani Allah’ın yeryüzündeki halkı olan müminler cemaatini teşkil etmiş,
bu sayede geleneksel Arap toplumunun temeli olan kabile ve aşiretlerin yerine
mesiyanik bir müdahale ile bu cemaati koymak istemiştir. Muhammed’in en önemli
başarılarından biri, eski Arap sosyal nizamını değiştirecek, kimi mevzularda
onu tümüyle ortadan kaldıracak yeni sosyal kurumları tesis etmiş olmasıdır.
Başarılı isyanların ihtiyaç duyduğu diğer bir husus da
hakiki müminlerden müteşekkil, disiplinli bir kadro hareketinin oluşturulup, bu
hareketin yeni üyelerin örgütlenmesi ve saflara katılması için kullanılmasıdır.
Muhammed’in devrimci kadroları Mekke’de yanına alıp Medine’ye götürdüğü küçük
bir gruptan müteşekkildir. Bu grubun adı göçmenler ya da muhacirundur. Medine
kabileleri arasında ilk ihtida edenlere Yardımcılar ya da Ensar denilmektedir.
Bu devrimci kadronun beyin takımı ehil kişilerden meydana gelir. Bunların bir
kısmı sonradan İslam’a girmiştir. Abdullah ibn-i Übey ve Halid bin Velid gibi
kimi isimler askerî uzmanlık hususunda gerekli kaynakları temin etmiş tecrübeli
saha komutanlarıdırlar. Muhammed’in beyin takımı O’na kimi tavsiyelerde bulunur
ve verdiği talimatların yerine getirildiğine dair malumat verir. Bu
danışmanların bir kısmı Peygamber’in ömrü boyunca kilit konumlarda olmuş ve
O’nun vefatı ardından iktidarı elde etmek amacıyla kendi aralarında mücadele
etmiştir.
Muhammed devrimci kadrolarını teşkil eder etmez,
hasımlarına karşı askerî operasyonlar yürütmek amacıyla bir üs belirler. Bu
operasyonlar ilk başta baskınlar ve pusular biçimde cereyan ederler. Amaç,
düşmanın ana üssü olan Mekke’yi ve kendisine muhalif olan diğer ticaret
şehirlerini tecrit etmektir. O dönemde altı Arap’tan sadece biri şehir ya da
kasabada ikamet etmektedir. Diğerleri “taşra”da ya da göçebe olarak çölde
yaşamaktadır.[8] Muhammed operasyon üssü olarak Medine’yi seçer. Bu şehrin
konumu, iktisadî manada ayakta kalmak için kervan ticaretine bağımlı olan Mekke
ile diğer vahalar ve kasabaların iktisadî hayatları için zaruri olan,
Mekke-Suriye arasındaki ana kervan güzergâhına kısa bir mesafede olması
sebebiyle, oldukça stratejiktir. Ayrıca Medine, Muhammed’in kervan güzergâhı
boyunca yaşayan bedevi kabilelerini İslam’a kazanma gayretinde elini
rahatlatacak ölçüde yakın bir yerde konumlanmıştır. Muhammed için bedevilerin
ihtidası ve onlarla yapılan politik ittifaklar askerî bir bağlantı gereği değil,
ilk başarının anahtarı olduğu için önemlidir.
İsyanlar silâhlı bir güce ve bu gücün idamesi için
insan gücüne muhtaçtırlar. İçinden zamanla geleneksel bir ordunun çıkacağı
küçük kadro birliğinin ürünü olan gerilla savaşı, uygun zamanda ve politik
koşullarda düşmanlarını yüz yüze çarpışmalara zorlayacaktır. Muhtemelen
Muhammed, “halk savaşı ve halk ordusu”ndan dem vuran General Vo Nguyen Giap’ın
öğretisini kavrayıp uygulamaya sokan tarihteki ilk komutandır.[9] O, müritlerin
kafasına, Allah’ın tüm Müslümanların ortak amacı ve mülkiyetini askerî mücadele
için el koyduğu ve Müslümanların da yegâne sorumluluğunun imanları için
savaşmak olduğu fikrini yerleştirir. Kadın, erkek, hatta çocuklar, imanın ve
Allah’ın yeryüzündeki seçilmiş halkı olan ümmetin müdafaasında askerî hizmette
bulunmaya mecburdurlar. Eğer bu fikir gerekli şekilde kavranmaz ise o vakit,
geniş ölçekli mücadeleler vermeye muktedir geleneksel bir silâhlı gücün eldeki
küçük devrimci kadro birikimi eliyle üretilmesine imkân veren insan gücünü bir
araya getirenin, İslam ideolojisinin cazibesi olduğu tespitini anlamak gayet
zor olacaktır.
Muhammed’in isyan ordusunun büyümesine ilişkin bir
delil olarak kimi rakamlar verilebilir. Bedir Savaşı’nda (624) savaş alanında
sadece 314 kişi vardır. İki yıl sonraki İkinci Bedir Savaşı’nda (626) alanda
1.500 Müslüman savaşmaktadır. 628’deki Hayber Savaşı’nda Müslüman ordusu 2.000
kişiye ulaşmıştır. Muhammed Mekke’ye saldırdığında (630) elde bu sefer 10.000
savaşçı vardır. Birkaç ay sonra cereyan eden Huneyn Savaşı’nda asker sayısı
12.000’dir. Kimi kaynaklara göre, Muhammed’in aynı yıl içinde Tebuk’a gerçekleştirdiği
seferde 30.000 asker ve 10.000 süvari görev almıştır, ancak muhtemelen bu
rakamlar abartılıdır.[10] Ancak gene de bu rakamlar, Muhammed’in isyanının,
sahip olduğu askerî insan gücü toplama becerisi bakımından, hızla büyüdüğünü
göstermektedir.
Tüm diğer isyan orduları gibi Muhammed’in elindeki
güçler de ilk başta silâhları esirlerden ve ölen düşman askerlerinden temin
ederler. Silâhlar, miğferler ve zırhlar görece fakir olan Arabistan coğrafyası
için pahalı şeylerdir. İlk Müslümanlar genellikle fakirdir, yetimdir, duldur ya
da toplumun kıyısına atılmış kişilerdir. Bu insanların sözkonusu askerî
malzemeleri tedarik etmeleri mümkün değildir. Düşman ordusu ile ilk karşılaşma
olan Bedir Savaşı’nda ölen küffar ordusu askerlerinin kılıçları ve diğer askerî
ekipmanı alınmıştır. Bu pratik ileriki dönemde de yaygınlaştırılmıştır.
Muhammed de esirlerden hürriyetleri karşılığı para değil, askerî ekipman talep
etmiştir. Bedir’de ele geçirilen ve silâh tüccarı olan bir esirden hürriyeti
karşılığında binlerce mızrak temin etmesi istenmiştir.[11] Medine’ye hicret
ettiği ilk günlerde Muhammed silâh imalatçısı olan bir Yahudi kabilesinden
silâh satın almıştır. Sonrasında bu kabileyi şehirden kovduğu vakit onların
âlet edevatını yanlarında götürmelerine mani olmuş, böylelikle imalatın
Müslümanlar eliyle yapılmasını sağlamıştır. Nihayetinde O Mekke’ye yürümezden
önce, elindeki on bin kişilik ordu için gerekli silâhları, miğferleri, zırhları
ve kalkanları temin etmeyi bilmiştir.
Muhammed’in gerekli silâhları ve ekipmanı temin etme
becerisinin bir başka avantajı daha mevcuttur. Bedevi kabileleri arasından
İslam’a geçenlerin önemli ölçüde fakir olmalarına ek olarak halkın da bu
silâhları ve zırhları temin etmeleri mümkün değildir. Muhammed bu muhtedilere
pahalı askerî ekipman temin etmiştir. Söz konusu muhtediler İslam itikadına tam
olarak bağlılık içinde olmasalar da Peygamber’e eksiksiz bir sadakatle
bağlıdırlar. Bedevi aşiretlerinin liderleri ile yapılan görüşmelerde Muhammed onlara
pahalı silâhlar hediye etmiştir. İslam’a ihtida etmeseler de birçok pagan
kabile isyan sürecine bu sayede kazanılmıştır. Atlar ve develer de askerî
pratikte aynı ölçüde önemlidirler. Onlarsız uzun yolların katedilmesini
gerektiren akınların ve operasyonların gerçekleştirilmesi mümkün değildir.
Muhammed, diğer silâhların temininde gösterdiği beceriyi bu tip hayvanların
temininde de gösterir. Bedir’de isyancıların elinde sadece iki at mevcuttur.
Altı yıl sonra yapılan Huneyn Savaşı’nda Muhammed’in ordusunda sekiz yüz süvari
mevcuttur.[12]
Bir isyanın savaşan unsurları destekleyecek belli bir
halk desteğine de ihtiyacı vardır. Bu desteği elde edebilmek amacıyla Muhammed
akınlarda ele geçirilen ganimetlerin paylaşılmasına ilişkin eski gelenekleri
değiştirme gereği duymuştur. Geleneksel tarzda kabile ya da aşiretin lideri
ganimetin dörtte birini almaktadır. Muhammed ise beşte birini almış, bu payın
da ümmet adına alındığını buyurmuştur. Eski yöntemde şahıslar ganimetten
aldıkları payları kendi ellerinde tutmakta iken, Muhammed tüm ganimetin ortak
havuza konulmasını ve akına iştirak eden tüm savaşçıların toplanan miktarı
paylaşmalarını emretmiştir.
Daha da önemlisi Muhammed, savaşta şehit düşen
askerlerin dul ve yetimleri ile ümmetin fukara kesimini ganimet üzerinde
öncelikli hak talebinde bulunacaklar olarak belirlemiştir. Ayrıca o görece daha
büyük payın bedevi kabilelerle yapılacak ittifaklara tahsis etmiştir. Bu
kabilelerin bir kısmı, pagan birer unsur olarak, İslam yerine esasta yağmaya
sadıktırlar. Muhammed’in ileriki dönemde vahalara, şehirlere ve kervanlara
yönelik askerî eylemlerindeki başarıları, hayatî ihtiyaçların giderilmesi
bağlamında, isyanın halk desteği için gerekli refah kaynaklarının temini
noktasında işlevli olmuştur.
Bir isyan lideri, dışarıdan ve içeriden gelecek
saldırılara karşı elindeki gücü korumak zorundadır. Muhammed’in de düşmanları
vardır ve O her daim hayatına kastedecek her türden teşebbüse karşı tetiktedir.
Diğer isyan liderleri gibi Muhammed de emirlerini sorgusuz sualsiz yerine
getiren, kendisine sadık bir fedai birliği tarafından korunmaktadır.
Muhammed’in suffa ismi verilen eğitim kurumunu tesis
etmesinin en önemli nedeni budur. Suffa, Muhammed’in evinin yanındaki mescidde
yaşayan küçük bir çekirdek kadrodur. Bu kişiler, en mütedeyyin, şevkli ve
mutaassıp olan müridler arasından seçilirler ve genelde başka bir geçim yolu
bulunmayan, fakir müminlerdirler. Suffa üyeleri zamanlarını İslam üzerine
çalışma yapıp ruhani bir meşguliyetle geçiren insanlardır. Muhammed’e bağlı bu
kişiler, sadece O’nun korumasını üstlenmekle kalmazlar ayrıca Peygamber’in kendilerine
verdiği görevleri ifa eden bir gizli polis gibi çalışırlar.
Bunlar, suikast ve terör gibi görevlerdir. Hiçbir
isyan, etkin bir istihbarat aygıtı olmaksızın varlığını sürdüremez.
Müslümanların isyanı da bu konuda istisna değildir. Mekke’den Medine’ye hicret
ettiğinde Muhammed güvendiği bir ajanını, amcası Abbas’ı, geride bırakmıştır.
Abbas, Mekke’deki durumla ilgili kendisine sürekli rapor göndermiştir. Bu
görev, Mekke düşene dek, yani bir on yıl kadar sürmüştür. Başlarda Muhammed’in
gerçekleştirdiği operasyonlar, taktiksel istihbarat noktasında, mevcut
eksiklikler sebebiyle ciddi sorunlar yaşamıştır. Müridleri çoğunlukla şehirli
insanlardır ve çölde yolculukla ile ilgili hiçbir tecrübeleri yoktur. Bu
noktada Muhammed, kimi vakit bedevi rehberler kiralamak zorunda kalmıştır.
Ancak isyan hareketinin büyümesi ile istihbarat teşkilâtı da daha örgütlü ve
derinlikli bir nitelik kazanmıştır. Bu teşkilât belli yerlere ajan
yerleştirmiş, ticarî kimi faaliyet alanlarında casuslara başvurmuş, esirleri
sorgulamış, muharebe keşif kolları kullanmış ve istihbarat toplama gayesi ile keşif
harekâtlarında bulunmuştur.
Ayrıca Muhammed, kabile ileri gelenleri ve isyan
hareketinin düzenleyeceği operasyon sahalarındaki politik durumla ile ilgili
ayrıntılı bilgiler toplamış, bu bilgileri bedevilerle yapacağı ittifak
görüşmelerinde faydalı bir unsur olarak kullanmıştır. Sözkonusu faaliyetin bir
yönü de O’nun savaşacağı savaş sahasına dair gelişkin bir keşif çalışması
yapmasıdır. On yıllık askerî pratik içinde sadece bir kez baskına maruz
kalmıştır. Zira O, her türden askerî çatışmadan önce düşmanın konumu ve
niyetleri ile ilgili genel bir malumata sahip olmayı bilmiştir. Ancak bu
istihbarat teşkilâtının nasıl örgütlendiği ve nerede konuşlandığı hakkında pek
bir şey bilinmemektedir. Muhtemelen ilgili teşkilât suffanın bir parçası olarak
faaliyet yürütmektedir.
İsyanların mağlubiyetleri ve zaferleri, hedefe ulaşma
gayretindeki asilerin bağımsız unsurları ne ölçüde davaya bağlayabildiğine
bağlıdır. Bağımsız unsurların kalplerine ve akıllarına yönelik propagandanın
mücadele içinde elzem olduğunu gören Muhammed, mesajının kamusallaşması ve
geniş çevrelerce bilinmesi için uğraşmıştır. Çoğunluğu okuma yazma bilmeyen
Arap toplumunda şair, politik propagandanın taşıyıcısı olarak, iş görmüştür.
Muhammed kendisini methedip, düşmanlarını karalamaları için civarın en iyi şairlerini
kiralamıştır. Allah’ın Elçisi olarak aldığı vahiyler üzerinden kimi bildiriler
yayımlayıp halka dağıtmış, böylelikle müridleri ve İslam’a kazanmak istediği
kesimler karşısında cennet vaadini ve yeni nizam anlayışını her daim canlı
tutmuştur. O, yeni imanı pagan kabilelere öğretmeleri için her yana
“misyonerler” göndermiş, bunların insanlara okuma-yazma öğretmelerini
istemiştir. Muhammed, esas çelişkinin, mevcut sosyal nizam ve onun bariz
adaletsizliği ile kendi gelecek tasavvuru arasında cereyan ettiğini görmüş,
Arap halkının sadakatini ve desteğini kazanma mücadelesinde, kendi tasavvurunu
yayma aşamasında, hasımlarını alt etmeyi bilmiştir.
Başarılı bir isyanda terör kaçınılmaz bir unsurdur.
Bu, Muhammed’in isyan hareketi için de geçerlidir. O, esasta iki yoldan teröre
başvurmuştur. İlki, hainlerle dinden dönenler üzerinden müridlerine ders verme
ve onları disipline etme amacına dönüktür. Muhammed döneminde İslam’ı inkâr
edip O’ndan çıkmanın suçu, ölümdür. Peygamber ayrıca aralarında kendisi ile
alay eden şair ve şarkıcıların da bulunduğu politik düşmanlarına suikastlar
düzenlenmesi emrini vermiştir. Ordusu Mekke’ye girdiğinde suffanın elinde,
yakalanıp idam edilecek eski düşmanların bir listesi mevcuttur. Ayrıca
Muhammed, geniş bir ölçek dâhilinde, düşmanlarının zihinlerinde korku yaratmak
için de teröre başvurmuştur. Medine’deki Yahudi kabileleri hususunda Muhammed,
müttefiklerinden birinin lideri ile müzakere etmeden, tüm Beni Qaynuqa
kabilesinin katledilmesi, çocuk ve kadınlarının köle olarak satılması emrini
vermiştir. Diğer bir örnekte de gene Medine’deki bir Yahudi kabilesinin tüm
yetişkin erkeklerinin, kimi iddialara göre dokuz yüz kişinin, şehir meydanında
başlarının kesilmesini, kadın ve çocuklarının köle olarak satılmasını,
mallarının da Müslümanlar arasında dağıtılmasını emretmiştir. O, Mekke’nin
fethinden sonra geri kalan tüm putperestlere karşı “acımasız bir savaş” açmış,
müridlerine karşılarına çıkan her türden paganı öldürmelerini buyurmuştur! Bu
şiddetli ve merhametsiz eylemler tüm isyanlarda görüldüğü üzere, Muhammed’in
muhalifleri ve müttefikleri ile görüşmelerinde elini güçlendirmiştir.
Bir isyanın karakterize edilmesinde modern
analizcilerin kullandığı ölçütler üzerinden bakıldığında görülecektir ki
Muhammed’in Arabistan’da İslam’ı tesis etmek amacıyla yürüttüğü askerî
kampanya, ilgili ölçütleri her yönden karşılamaktadır. Sonuç olarak
söylenmelidir ki, bu, İslam’ın bir din olarak sahip olduğu öze ve değere halel
getirmeyecektir. İlgili tespit, İsraillilerin Kenan’ı fethetme amacıyla
yürüttükleri askerî kampanya için de geçerlidir. Bu kampanya da Yahudiliğe
halel getirmez.
Zaman içinde dinin şiddete dayalı kökleri unutulmaya
yüz tutmuştur. Geriye sadece iman kalmış, sonuçta dinî itikatların kurucuları
tarihsel kayıtlara ait şiddet pratiğinin renginden arınmışlardır. Muhammed
örneğinde görüldüğü üzere, zamanla O’nun hayatındaki askerî yön ve önemli
askerî başarılar göz ardı edilmiştir. Bu kitabın bir amacı da, Muhammed’in
askerî hayatına ait tarihî kayıtlara tekrar ışık tutmaktır. İslam’ın ilk büyük
generaline ait dinî tarihi de başkalarına bırakıyoruz.
Richard A. Gabriel
[Kaynak: Muhammad: Islam’s First Great
General, C&C, 2007, s. xvii-xxvii.]
Dipnotlar:
[1] Dinî simaların hayatlarına ilişkin araştırmalardaki güçlükleri aşma
noktasında Michael Edwards’ın Ibn Ishaq’s Life of Muhammad, Apostle of Allah
(1964) isimli eserindeki fikirlere çok şey borçluyum. Bu eser, İbn-i İshak’ın
hacimli kitabının özetidir ve hayli faydalı bir kaynaktır.
[2] Watt, Muhammad: Prophet and Statesman, s.
237.
[3] Bu türden atıflara Hamidullah’ın Battlefields
of the Prophet isimli eserinde rastlanmaktadır. Hamidullah, dindar bir
seyirci olarak Peygamber’in askerî faaliyetlerini dinî unsurlarla perdelemesi
dışında, iyi bir âlimdir. Bu anlamda onun Muhammed’in yaptığı savaşlara ilişkin
tasvirlerini ele aldığı ilk çalışma pek bir kıymet taşımaz. 1939’daki Hac
ziyaretinde sahayı incelemiş, savaş alanlarına ait haritalar temin etmiş, İbn-i
İshak’ta karşımıza çıkan gözlemlerle bu bulgularını kıyaslama imkânı bulmuştur.
[5] Huntington, Clash of Civilizations, s. 263;
ayrıca bkz.: Payne, Why Nations Arm, s. 125. Huntington’ın Payne’e
yönelik tefsiri yanlıştır. Musa mükemmel bir askerî komutandır. Buda olmazdan
önce Siddhartha Gautama Hindistan’daki savaşçı sınıfın prensidir ve bu sınıf
savaşmak dışında bir iş bilmediğine göre büyük ihtimal Buda da savaş sanatı
üzerine eğitimli bir kişidir. Ancak onun herhangi bir savaşa girip girmediği
hususunda elimizde hiçbir bir kayıt bulunmamaktadır. Musa’nın bir komutan
olarak sahip olduğu savaş pratiği ile ilgili daha fazla bilgi için bkz.:
Gabriel, Military History of Ancient Israel, “Exodus” başlıklı bölüm, s.
221.
[6] Watt, Muhammad at Medina, s. 276.
[7] Askerî ve politik açıdan “ideoloji” terimi Almancada
Weltanschauung sözcüğü ile karşılanır ve “bütünsel bir dünya görüşü”nü
temin eden, sistematik fikirler kümesini ifade eder. Genel bir inançlar
kümesinin ötesinde o, kişinin hayatını, ilişkilerini ve yükümlülüklerini dinî
bir itikada ait öğretiye benzer yoldan izah eden, mantıksal açıdan karşılıklı
bağlantı noktalarına sahip, sistematik bir kümedir. Etnik ve dinî farklılıklar
bir ideoloji teşkil etmezler. Bu, İslam hususunda Muhammed’in müridleri için de
geçerlidir. Müslümanların ileriki dönemde Hıristiyan savaş öğretileri ve Haçlı
Seferleri üzerindeki etkisi için bkz.: Gabriel, Empires at War, Cilt 3:
s. 792.
[8] Genel kanaatin aksine, kırk yıldan fazla bir
süredir, antik dünyanın askerî tarihinin MS 450’de sona ermediğini iddia
ediyorum. Bu tarih, 1453’teki Konstantinopol’ün fethine dek uzanır. Konuyla
ilgili bir tartışma, yukarıda alıntılanan, Empires at War, Cilt 1: s.
15’te bulunabilir. Bu bağlamda Muhammed, askerî tarihin antik dönemine ait bir
isimdir. Umarım okur, sözkonusu argümanın geçerliliği ile ilgili belli bir
hüküm vermek suretiyle bahsi geçen tespite müsamaha ile yaklaşır.
[8] Hitti, History of the Arabs, s. 17.
[9] Bir isyan hareketinin örgütlenip eyleme geçmesi
için gerekli yöntemler için bkz.: Giap, People’s War, People’s Army.
[10] Watt, Muhammad at Medina, s. 257.
[11] Hikâyeyi anlatan: Hamidullah, Battlefields of
the Prophet, s. 40, aktaran: Ibn Hajar Isabah, sayı. 8336.
[12] Watt, Muhammad at Medina, s. 257.