“Devrimin
gerçekleşmesi için nüfusun çoğunluğunun ‘tamamen’ proleterleşmesinin zorunlu
olduğunu sanmak kadar büyük bir yanılgı olamaz. Bugün çoğu kez yalnızca düşünce
düzeyinde kalan teorik çatışmalar, işçi hareketinin salt bazı özel sorunları
için sözkonusu olan görüş ve taktik ayrılıkları, yarın proletarya devrimi bütün
anlaşmazlık konularını alevlendirdiği, yığınların davranışıyla yakından ilgili
belli noktalar üzerinde yoğunlaştığı ve bizi savaşımın ateşi içinde dostla
düşmanı ayırmak, düşmana kesin darbeyi indirmek için kötü bağlaşıkları atmak
zorunda bıraktığı zaman, işçi sınıfını çok daha derinden etkileyecek ve
çalkalandıracaktır.”[1]
Lenin, bu sözleri revizyonizmin fiilî Marksizm
içindeki hâkimiyetini kırmak için söylemiştir. Revizyonizmin Marx’tan ve Marksizmden
önceki sosyalizmin bir kalıntısı olduğunu düşünüp Marksizmi devrim temelinde
tanımlanmaması durumunda Marx öncesi sosyalizmin hâkim olacağını gördüğünden, Marksist
teorik-pratiğinde devrimi sürekli olarak öne çıkarmıştır. Devrimin temel
alınması, “savaşımın ateşi içinde dostla düşmanı ayırmak” amacıyla verilen
teorik mücadelenin aslî görevidir. Marx’la teorik alana giren devrim fikri
devrimcileşmiş ve bunu da kendisini devrimci kolektif bir dinamik ile
tanımlaması sayesinde başarmıştır. “Teorik çatışmalar” ve “ayrılıklar” işçi
sınıfının devrimci niteliğini süreklileştirmek için gereklidir.
Tüm nüfusu ya da tüm işçi sınıfını örgütleme isteği,
bu anlamda devrimin, teoride ve pratikte, geri çekilmesine neden olur. Teorik
ve politik pratiğin ölçeği tüm toplum üzerinden kurulduğunda, devrimcilik
“tehlikeli” ve “bölücü” görülmeye başlanır. Devrimin temel alındığı bir
teorik-pratikse verili teorik bütünlüğü parçalar, böler, saflaştırır ve
devrimci olan öğeleri merkeze oturtur. Bu durum, politik devrimin parçalı ve
kısmî yapısından kaynaklanır.
Lenin’e göre, devrimci teorinin maddî zemini işçi
sınıfıdır. Rusya ölçeğinde yaşanan gelişmelerin işçi sınıfının öncülüğünde
anlaşılması gerektiğini vurgularken, genel olarak politikanın doğasının da
değiştiğini söylemektedir. Kapitalizmin neden olduğu değişim süreci dâhilinde
verilecek iktidar mücadelesinin biçim ve içeriği de değişmiştir. Devlet ve tüm
iktidar kurumları, bu değişime uyum sağlamak için çok yönlü çatışmaların içine
girmişlerdir. Devrimci politika da eski tarzını sürdürmek konusunda diretmemeli
ve yeni oluşan dinamiklere yüzünü çevirmelidir. Bu nedenle;
“Kapitalizm
olgusu, ya kapitalizmin yok etmekte olduğu küçük üreticinin bakış açısından ya
da kapitalizmin yaratmakta olduğu mülksüz sınıfın bakış açısından
değerlendirilebilir. Bunun ortası yoktur.”[2]
Ne Yapmalı? adlı
çalışmasıyla Lenin, devrimcilerin politikanın değişen doğasına nasıl uyum
gösterecekleri konusunda genel bir çerçeve çizmiştir. Yaşanan gelişmeler, işçi
sınıfının Avrupa’da olduğu gibi Rusya’da da düşman arazisinde meşru zeminlere
hapsedilmesine neden olmuştur. Teorik mücadelelerini işçi sınıfı üzerinden
yürütenlerin politik mücadelelerini disiplinli bir örgütle, partiyle
yürütmeleri gerekir. İşçi sınıfının karakteristik özelliklerinin politik alanda
da karşılığı olmalıdır. Devrimci politikanın maddî zemini, partidir.
Nasıl olursa olsun iktidara gelme planları yapan
Avrupalı işçi partileri, işçi sınıfının gelişen doğasından uzaklaşmış, hükümet
olma hesaplarında işçi sınıfının sayısal çoğunluğunu öne çıkartmışlardır.
“Genel olarak sosyalizmin nihaî hedefi olarak sözü edilen şey bana bir şey
ifade etmiyor: Önemli olan hareketin kendisidir.”[3] diyen Bernstein gibi Marksistler,
işçi sınıfının doğal hareketliliğine dayanan burjuva politik bir eğilim içine
girmişlerdir. Oysa Marksizm için tek başına hareket hiçbir şeydir. Aslolan,
hareketin devrimcileşmesidir.
İşçi sınıfının kapitalizmin mezar kazıcısı olabilmesi
için kolektif devrimci mücadeleye doğrudan katılması gerekir. Özellikle
Fransa’da yaşanan budur. Ancak Fransa’da ve Avrupa’da işçilerin birliği
sağlanamamış, onların kolektif ve devrimci bir niteliğe kavuşmasını sağlayacak
aslî unsur olan partiler ya kurulamamış ya da süreç içinde başarısız sonuçlar
alınmıştır.
Politikada önemli olan, bizzat hareketin kendisi
değil, onun devrimcileşmesidir. Monarşilere karşı yürütülen politik
mücadelelerin gerçekleştiği hareket zemini içinde bir tek işçi sınıfının
kolektif ve devrimci olma ihtimali vardır ve Marx da ısrarla bu noktaya vurgu
yapmıştır. Dönem dâhilinde işçi sınıfı, hareket zeminini devrimcileştirecek ve
gerçek politik dinamikleri kolektivize edebilecek yegâne güçtür.
Lenin ise Rusya özelinde, büyük ölçüde Marx’ın politik
ölçeğine sadık kalır. Rusya’yı Avrupa’da gelişen kapitalizmin verili bütünlüğü
içinde ele alır. Ancak Marx ve Engels’in uyarısı onun için önemlidir: Rusya
devrimi Avrupa devrimini fitilleyebilir. Bu amaçla Rusya gerçeğine ayağını
basar ve devrimci politikanın Marksist anlamda fiilîleşmesi için çalışır.
Zamanla politik sürecin gerçekleştiği zemini devrimcileştirmek amacıyla,
öncelikle işçi sınıfına ve partiye dönük teorik ve politik bir mücadeleye
girişir. Burada önemli olan, Rusya’nın devrimini yapması, bu sayede de
Avrupa’nın verili durumunu parçalayıp devrimcileştirmesidir.
Bütün nüfusun proleterleşmesi gerekmiyorsa bütün
sınıfın devrimcileşmesi de gerekmez. İşçi sınıfı, toplumu dönüştürmek için onu
bölmeli ve devrimci politikaya alan açmalıdır. Saflaşmada devrim tarafında
olanlarla birlikte yürümeli ve toplumun işçileşmesi için değil, devrimcileşmesi
için kavga vermelidir. İşçi sınıfının ayrışması ve içindeki devrim karşıtı ya
da devrimcilik dışı unsurları atması bu nedenle öncelikli görevdir. Bugünden
bakıldığında, verilen mücadelenin doğal sonucuymuş gibi görülen ayrışmalar
(Azınlık-Menşevik/Çoğunluk-Bolşevik) aslında bilinçli olarak
gerçekleştirilmiştir.
İşçi sınıfının devrimci politika zemininde
bütünleştirilmesi ve kolektif devrimci bir unsur hâline getirilebilmesi için
parçalanması gerekir. Ekonomik talepler üzerinden yürüyen bir sınıfın
devrimciliğini koruması beklenemeyeceğinden, o ekonomi dışı, politik taleplere
yönelenlerin buluştuğu bir zemine taşınmalıdır. Ancak politik gerçek içindeki
ekonomik talepler ve mücadeleler devrimcilerin gündeminde olabilir. Bu da işçi
sınıfını bütün olarak kucaklamayı değil, onun ekonomik talepleri aşarak iktidar
mücadelesine dönük politik kavgalara sokmak suretiyle parçalanmasına ihtiyaç
duyar.
Lenin, partinin (RSDİP) kurulma aşamasında onun sadece
Rusların yaşadığı coğrafya ile tanımlanmasını isteyenlere karşı Çar’ın hâkim
olduğu tüm Rus İmparatorluğu’nun hedef olması gerektiğini savunmuştur. Burada
öne çıkan unsur, Rusların sosyalist olması değil, Rusya’nın devrimini
yapmasıdır. Bu ölçek dâhilinde işçi sınıfının ve sonradan devrimci
potansiyelini fark ettiği köylülüğün faaliyet alanını dikkate alarak Rusya’nın
parçalanması devrimci politikanın hedefidir. Kısacası Lenin, işçi sınıfının
parçalanması ve devrimci kolektif bir niteliğe kavuşması için partiye,
Rusya’nın parçalanıp devrimcileşmesi için işçi sınıfına ihtiyaç olduğunu
saptamıştır.
Lenin için Marksist devrimci teorinin ölçüsü işçi
sınıfı, ölçeği (Rusya özelinde) Avrupa iken, Marksist devrimci politikanın
ölçüsü parti, ölçeği ise (Avrupa genelinde) Rusya’dır.
Marx’la birlikte tüm Marksistler, devrimcileştikleri
ölçüde kendi ölçeklerini belirleyebilmiş ve bu sayede toplumu ve tarihi
parçalamanın somut maddî imkânlarını bulabilmişlerdir. Çoğunlukla teorik alanda
yaşanan çatışmalar, ölçeğin teori alanında belirgin kılınması için yapılan
çalışmanın sonucudur.
Marx’ın Hindistan, İrlanda ya da Meksika konusunda
söyledikleri dünya genelinde Avrupa’nın devrimcileşmesine dönük vurgu dâhilinde
anlaşılmalıdır. Avrupa’da yaşananlar, dünya tarihini ve tüm insanlığı
değiştirecek niteliktedir. Avrupa’da yaşanan devrimlerin toplamda Avrupa
devrimiyle sonuçlanması ihtimali üzerinde duran Marx, bu devrim ihtimalinin
yükünü işçi sınıfının omuzlarına yükler. Çünkü o, yaşanan gelişmelerin de
gösterdiği gibi, bir sınıflı toplumsal-tarihsel yapı olan kapitalizmi alaşağı
edecek yegâne güçtür. İşçi sınıfı, kendi devrimini yapabilmesi için teori içi
politik bir hatta muhtaçtır. Marx’ın teorik-pratiği bu ihtiyacı karşılamaya
dönüktür.
Henüz 25 yaşındayken yazdığı şu satırlar
devrimciliğinin ne yönde geliştiğini ele verir:
“Radikal
zincirlere vurulmuş bir sınıfın, bir burjuva-sivil toplum sınıfı olmayan
bir sivil toplum sınıfının, bütün toplumsal sınıfların yıkılmasını oluşturan
bir toplumsal sınıfın, acılarının evrenselliği ile evrensel bir niteliğe sahip
bulunan ve özel bir haksızlığa değil ama haksızlığın kendisine uğratıldığı
için özel hak istemeyen, artık tarihsel bir nitelikle değil ama
yalnızca insanal nitelikle övünen, Alman siyasal rejiminin salt
sonuçları ile değil ama tüm önkoşulları ile de çelişen bir alanın, son olarak
kendini toplumun bütün öteki alanlarından kurtarmadan ve dolayısıyla toplumun
bütün öteki alanlarını kurtarmadan kendini kurtaramayan, kısacası, insanın bütünsel
yitimi olan ve öyleyse insanın bütünsel yeniden fethi olmadıkça
kendini yeniden fethedemeyen bir alanın oluşmasında yatıyor. Toplumun özel bir
sınıf içinde gerçekleşen bu yıkımını, proletarya oluşturuyor.”[4]
İşçi sınıfının teorik alana girmesi teoriyi
saflaştırmıştır. Ancak Marx’ta işçi sınıfının devrimciliğine dönük kaba bir
önkabul değil, bu tür önkabullerin ve kanaatlerin devrimcileştirilmesi vardır.
Verili teorik alanı işçi sınıfı ile bölerken işçi sınıfı yanında yer alan,
ancak ona politika dışı anlamlar yükleyenlere karşı da teorik mücadeleye girer.
Buradaki ölçü devrimdir. İşçi sınıfının fiilî hareketini gören ancak ona sadece
duygusal temelde ilgi gösteren çevreleri, onun devrimci niteliğini göremedikleri
için eleştirmiştir. Politik alanda özellikle komünistlere ve sosyalistlere,
işçi sınıfının fiilî devrimciliği dışında hareket etmeleri nedeniyle,
saldırmıştır. Komünizm fikrinin politik alanda gerçek bir güç hâline
gelebilmesi için onun işçi sınıfının devrimci niteliği ile buluşması gerekir:
“Bize
göre komünizm, ne yaratılması gereken bir durum, ne de gerçeğin ona
uydurulmak zorunda olacağı bir ülküdür. Biz, bugünkü duruma son verecek gerçek
harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları, şu ânda varolan
öncüllerinden doğarlar.”[5]
Yani komünizm, işçi sınıfının kolektif devrimci
mücadelesidir. Marx, toplumu (sosyalistler) ya da tarihi (komünistler) merkeze
alan düşünce biçimlerini, işçi sınıfı eksenine oturtmak ister. Ancak buradaki
işçi sınıfı, çıplak gerçekteki sınıf değil, Marksizmin “işçi sınıfı”dır.
İlkinin kendisi hakkında bir bilinci ve kendinden menkûl bir içeriği yoktur.
İşçi sınıfının kıta genelindeki hareketliliğine devrimcilik atfeden, Marksizmdir.
Sınıfın teorik alandaki devrimciliği teori içi mücadeleye, politik alandaki
devrimciliği politika içi mücadeleye hizmet eder.
Devrimin teorideki fiilî varlığı çatışmalara neden
olur. Çatışmaları aşmak için genel teorik ya da ideolojik çalışma yapmak devrim
fikrini bertaraf etmek zorundadır. Çatışmaları doğrudan içinde saf tutup bizzat
kavganın içinde olarak aşmak zorunludur. Politika dışında ve genel teori içinde
belli kavramlar arasında ortaya çıkan çelişkilerin politikaya tercümesi
yapılamaz. Genel teorideki “devrim”le politikadaki “devrim” birbirinden
farklıdır. “Emek-sermaye” ve “evrim-devrim” kavramları arasındaki çelişkinin
politika için önemi yoktur. Önemli olan emeğin, sermayenin, evrimin ve devrimin
politik nitelikleridir. Bu kavramların politik çatışmalarda karşılığı varsa
teori içi anlamı vardır. Sadece kavramlar üzerinden ilerleyen saf teorinin
politikaya tercüme edilmeye çalışılması politika dışı teorisisizm üretir.
Marksistler ve genel olarak Marksizm devrimsiz bir
hiçtir. “Devrim” olmadan Marksistler ve genelde Marksizm, fiilî düşünce ve
eylem tarzlarından birine tutunmak ve onun hareketi yönünde ilerlemek zorunda
kalır. İlk aşamada tutundukları tarzın genel tarihsel ve toplumsal biçimi ile
kendilerini tanımlar ve Marksizmi bu tarzın gelişkin hâli olarak anlar. Tarih
ve toplumdaki devrimci dinamiklerle politika alanında değil, felsefe ve kültür
alanında buluşur. Doğal olarak Marksizm, ya bir felsefe (gelişkin düşünme
biçimi) ya da kültürel bir form olarak kabul görür. Felsefe ya da kültür olarak
algılanan Marksizmin devrim gibi sorunu olamaz. Bu noktada en fazla devrimin
edebiyatı yapılabilir. Teorik alan içinde tek başına devrimden bahsetmenin
devrimcilik olduğu sanrısı yaygınlaşır. Devrim (ve Marksizm) edebîleştiği
ölçüde maddî, somut niteliği kaybolur. Artık o bir imge ve hayâldir. Çeşitli
ritüellerde, yazılarda, bildirilerde ya da toplantılarda tekrarlanması devrimi
kültürün konusu yapar, bu da onu birbirinden farklı konularla uzlaştırır ve ehlîleştirir.
Devrimin (ve Marksizmin) maddî, somut niteliğini yitirmesi, onu verili durum
içindeki devrimci öncüllere yabancılaştırır. Verili durum, ya felsefî açıdan
düşünce alanında resmedilir ya da onun içindeki öznelerin kimliklerini
tanımlayan temel düşünsel-imgesel veri olarak ele alınır. Bu sayede devrim (ve Marksizm)
artık gerçekten kendisine ihtiyacı olanların silâhı değil, onu kendi (bireysel)
kültürel, sanatsal ya da genel teorik çalışmaları için kullananların oyuncağı
olur.
Marksizm ve devrimin ilişkisi, her durum ve dönemde
yeniden kurulmalıdır. Ne Marx’ta ne de Lenin’de bunun tarih üstü, mutlak bir
ölçütü mevcuttur. Marx’ın, Lenin’in (ya da Mao ve Che’nin) sıkı takipçiliği,
ilişkiyi bugünde garantileyen bir durum değildir. Marksizmi teorik alanda
boğmaya çalışan bazı politika dışı teorisyenlerin “Marksizmin krizi” başlığı
altında tartıştıkları mesele, aslında bu ilişkinin kurulamamasıyla ilgilidir.
İlişkinin kurulmasına çalışmadan devrimi ve Marksizmi ayrı zeminlerde
tartışanlar, kendi krizlerini rasyonelleştirmekten başka bir şey
yapmamaktadırlar.
Marx’ta devrimin birbirine bağlı iki ölçüsü vardır:
ilki, devrimin kitlelerin, büyük çoğunluğun, işçi sınıfı merkezli
hareketliliğine bağlı oluşu, ikincisi, devrimin sahip olduğu politik
niteliktir. Kitlelerle politik düşünme ve buna bağlı politik mücadele devrimin
genel ölçüsünü verir. Politik devrim toplumsal devrimi önceler. Toplumsal
devrimin gerekleri ile politik devrimci mücadele tanımlanamaz. Sömürü ve zulüm
koşullarında kitlelerin saf, duru ve bütünlüklü insanlardan oluştuğu fikri,
politik devrimci mücadelenin içinde bu tarz insanlar ya da kolektif sınıfsal,
toplumsal dinamikler bulmak isteyecektir. Ancak politik devrim sonrasında
başlaması mümkün olan toplumsal devrim sürecine âit hayâllerin ve beklentilerin
politik devrim öncesine dayatılması devrimciliği ve Marksizmi politika dışına
iter.
Marx’ta devrim ve işçi sınıfına dayalı ölçünün
belirlenmesindeki ölçek Fransız Devrimi (eleştirisi)dir. Teorik-pratiğini
Fransız Devrimi’nin tarihsel başarısızlığının incelenmesi ve onun aşılması
üzerine kuran Marx, farklı dinamikleri ve devrimin niteliğine dönük tespitleri
bu sayede görebilmiştir. 1789 sonrasında devrimin içinde sarsılan Avrupa’nın
devrimcileştiğini görmüş, Avrupa üzerinden genel teorik faaliyet tarzlarını
devrimcileştirmek için yoğun bir teorik-pratiğin içine girmiştir. Lenin ise
1789 ve 1871 (Paris Komünü) üzerinden düşünür.
Marx’ın eserlerinden yola çıkılarak oluşturulan Marksizm
çeşitlemeleri, genellikle Marx’ın o çalışmaları yaparken üzerinde durduğu
teorik-politik zemini görmezler. Bu nedenle, ya Marx öncesi devrim fikirlerine
kapılanırlar ya da devrim’sizleşirler. Devrim fikri olmadan Marx’ın okunması
ile Kant’ın, Hegel’in ya da A. Smith’in okunması benzeşir. Marx’ı anlamak için
onların okunması şartmış gibi görünür. Devrimin esas alınmadığı bir teorik
faaliyet, Marx’ı devreden çıkartmak ve bir tür “Marksizm” ideolojisine sarılmak
zorundadır. Marx’ın devre dışı bırakılması, Marksizm çeşitlemelerini Marx’ın
devrimci teori içinde saf dışı bıraktığı Bakunin, Proudhon, A. Smith, Saint
Simon gibi isimlere yakınlaştırır.
Devrim, tümüyle politik bir meseledir. Politika alanı
dışındaki devrimler gerçekte politik niteliktedirler. Sanayi Devrimi’nin
devrimci niteliği ancak politik düzlemde görülebilir. Politik düzlem dışında bu
devrime dönük devrimcilik, teknolojist ve bilimci ütopyalar üretir.
(Makine-insan, toplumun bir makine gibi kurulmasına dönük çabalar ve ekonomi
merkezli siyaset tarzları). Verili iktidara saldırmayan bu tip düşünce
akımlarının politik nitelikte görülmesi yanlıştır. Marx, Sanayi Devrimi ve
Fransız Devrimi’nin politika alanında yürürlükte olan teorilerin içindeki
izlerini anlamaya çalışır. Birincisinin teorik, ikincisinin politik bir gerçek
olarak öne çıkardığı işçi sınıfını farklı bir düzlemde yeniden üretmeye
çalışır. Her iki devrimde de bir araç olarak kullanılan bu sınıfın tarihi ve
toplumu dönüştürecek güç olduğunu görür ve bu yönde teori ve politikasını
geliştirir.
“Toplumun
devrimci çıkarlarını kendinde toplayan bir sınıf başkaldırdı mı, derhâl, kendi
özel durumunda, kendi devrimci eyleminin içeriğini ve maddesini bulur:
Düşmanlarını ezmek, savaşım gereklerinin zorladığı önlemleri almak. Kendi
eylemlerinin sonuçları onu daha ileriye iter. Kendi özel görevi üzerine hiçbir
teorik araştırmaya girişmez. Fransız işçi sınıfı, henüz bu noktada değildi. O,
henüz kendi devrimini yapacak yetenekte değildi.”[6]
Marx, bu sözleri aracılığıyla kendi teorik-pratiğine
ilişkin önemli bir tespit yapmaktadır. İşçi sınıfının kendiliğinden ilerleyen
devrimci pratiğinin onu kendi pratiği üzerine teorik çalışma yapmaktan
alıkoyduğunu söylerken, bu teorik çalışmayı kendisinin yaptığını ifade
etmektedir. İşçi sınıfının fiilî devrimci faaliyetinin teoride politik bir
karşılığının olması gerekmiş ve bu da teoride devrimciliği politikayla
buluşturmanın imkânını sunmuştur. Marksizmin aslî zemini burasıdır. İşçi
sınıfının “gövde”siyle yürüttüğü mücadelesinin artık bir “kafa”sı vardır.
Marx’la birlikte proletarya teorik alanda politik “düşünme”ye başlamıştır. Marx,
teoride bir aydın ya da filozof olmanın ötesinde devrimci bir işçidir. Kafayla
gövdenin uyumunu değil, birlikte kolektif ve örgütlü mücadelesini öne çıkartır.
Kapitalizmin gelişim ölçeğini Avrupa’yla
sınırlandırırken, bu ölçeğin devrimci ölçüsünü de proletarya olarak
belirlemiştir. Burada Marx, proletaryanın teoriye olan ihtiyacını görmüş ve
teorik eksikliğin devrim için gerekli olduğunu anlamıştır. Avrupa’nın
devrimcileşmesi için o dönemde “yeni” ortaya çıkan proletaryanın politik
düşünce ve eylemin merkezine oturtulması gerekir.
Teoride işçi sınıfının düşünmesi devrimci teorinin
önkoşuludur. Ancak bu durum, işçi sınıfı fiilî olarak devrimci bir pratik
içinde olduğu ölçüde anlamlıdır. Avrupa genelinde bütün sınıflar kadar işçi
sınıfı da ayaktadır. Ancak onu farklılaştıran, kapitalizmin somut bir olgu
hâline gelmesi ve yerleşikleşmesiyle gelecekteki devrimi yapacak tek alternatif
olmasıdır. İşçi sınıfının teoride düşünmesi olarak anlaşılması gereken
eserlerinde Marx, teorik-politik alandaki akımları, dinamikleri ve özneleri
onun etrafında birleştirmeye, devrimci teoriyi o noktaya kilitlemeye çalışır. Komünist
Manifesto, bu çalışmanın en bilinen örneğidir. 1847’de kurulan
Komünist Birlik için yazılmış bu broşür, birbirinden farklı görüşlere sahip ve
yüzünü devrime dönmüş politik insanları biraraya getirmeyi amaçlar. Burada amaç,
Avrupa’daki devrimci güçleri işçi sınıfı eksenine çekmektir. Soyut, gerçek dışı
fikirlerin parçalanması ve politikanın bu sayede gerçek devrimci düzleme
çekilmesi için eleştirdikleri birçok isimle biraraya gelinir. Öncelikle
Avrupalı devrimcilerin birliğinin sağlanmasındaki ölçü, işçi sınıfı ve onun
devrimci kolektif mücadelesidir. Toplum, işçi sınıfına, dünya Avrupa’ya doğru
daraltılır:
“Birliğin
ütopik görüşlerini dile getiren eski belgisi ‘tüm insanlar kardeştir’, ‘bütün
ülkelerin proleterleri birleşin’ devrimci belgisiyle değiştirildi. Marx ve
Engels tarafından duyurulan bu devrimci belgi, uluslararası proletaryanın her
çeşit politik ve sosyal baskıya karşı savaşımının ve yeni, sınıfsız toplumun
belgisi oldu.”[7]
Burada “uluslararası” kavramı Avrupa ile sınırlıdır.
Proletarya da Avrupa işçi sınıfıdır. Sloganın değiştirilmesi, tüm insanlığın
değil, sadece işçi sınıfının muhatap alındığını gösterir. Onun dışındaki
teorilerin ve politik hareketlerin işçi sınıfı eksenine çekilmesi gerekir.
Ancak bu, vazgeçilmez, mutlak bir ilke değildir. İşçi sınıfının politik alan
dâhilinde aktif bir rol oynamadığı durumlarda Marksistlerin onu öncelikle
politik alana çekmesi gerekir.
Henüz oluşum aşamasındayken işçi sınıfı, diğer
sınıflarla politik karşıtlık ya da yakınlık kurmayı pratikte öğrenir. Politik
niteliği, ancak bu dönem dâhilinde mevcuttur. İşçi sınıfı, kendi içinden verili
duruma karşı politikleşen farklı bir dinamik çıkarmadıkça politika dışındadır.
Ülke siyasetinde burjuvaziye eklemlenen bir sınıf, devrimci politika alanında
değildir. Genel siyaset alanı devrimci politika alanına doğru daraltılmadığı
ölçüde burjuvazi dışında hiçbir sınıf politika yapma imkânı bulamaz. Devrimci
politika somutlandıkça genel siyaset alanını da dönüştürür, kalıpları, alışkanlıkları
ve temel yönelimleri değiştirir. Bu noktada diğer devrimci hareketleri
kolektivize etmesi gerekir.
Marksizm, her dönemde devrimle ilişkisini yeniden
kurmak zorundadır. Gerçeği dönüştürmek isteyen her hareket, Marksizmin dikkatle
üzerinde durmak zorunda olduğu maddî olgulardır. Politik alan dâhilinde yaşanan
bu hareketliliklerin gerçek niteliğini görebilmek için bugün Marksizm ve devrim
anlayışlarının dönüştürülmesi gerekmektedir. Marksizm çeşitlemelerinin teorik
çalışmanın konusu hâline gelmesi zorunludur.
Marksizm formları parçalanmalı, bu mücadelenin ölçüsü
ise devrim olmalıdır. Devrim (dolayısıyla politika) dışı Marksizmler
ayıklanmalı, devrim zemininde duran bir Marksizm geliştirilmelidir. Verili
teori alanında Marksizm pratiklerinin teoriyi dönüştürmesi sağlanmalı, bu
amaçla, teori içi politik niteliği sürekli olarak öne çıkartılmalıdır. Teorik
üretimin politikaya tercümesi yapılmamalı, Marksist teorik pratiğin doğrudan
politika alanında yürürlükte olan teorik yönelimleri dikkate alması
sağlanmalıdır. Buradaki ölçü, fiilî devrimciliktir.
Buna bağlı bir başka işlem de devrimle ilgili olarak
yapılmalıdır. Devrimcilerin devrime dönük algı ve düşünceleri konu edinilmeli,
sınıflandırılmalı, gerçeğe denk düşmeyen, politikanın dışındaki unsurlar
atılmalıdır. Devrimciliği söylemselliğe ve edebiyata indirgeyenlerin
devrimciliklerinin yönü ya devrime çevrilmeli ya da bertaraf edilmelidir.
Devrimci teorilerin ele alındığı düzlemde bu teorilerin içindeki ütopik, gerçek
dışı ve dolayısıyla, politika dışı unsurlar ayıklanmalı ve devrimci
faaliyetlerin kolektif bir zemine oturtulması sağlanmalıdır. Soyut ve hayâlî
bir işçi, halk ya da muğlâk bir mazlum tarifinden çıkartılıp işçilerin, halkın
ve mazlum kesimlerin kolektif devrimci hareketleriyle birleşmesi sağlanmalıdır.
Buradaki ölçü, fiilî Marksizmdir.
Her iki işlem de teori ve politika alanında yürüyen
kolektif bir çalışmanın konusudur. Kolektif çalışma zemini olmadan birbirinden
ayrı kanallardan yürüyen bu işlemler ister istemez farklı yönlere kayar ve
denize varamadan kurur. Devrime ve devrimciliğe dönük çalışma olmadan Marksizm,
basit bir entelektüel faaliyet alanı hâline gelir ve tarihsel-toplumsal
anlamını yitirir. Yok olmamak adına kaçınılmaz olarak Marksizm dışı fiilî
düşünce akımlarıyla ilişkiye geçer. (Nietzsche, Freud, Sartre, Chomsky,
Heiddeger, Foucault vb.)
Marksizme ve Marksistlere dönük çalışma olmadan Marksizm
için devrim ve devrimcilik, tarihsel-toplumsal anlamını yitirir. Yok olmamak
adına devrimcilik dışı unsurlara sarılır (anarşizm, küçük-burjuva radikalizmi,
komploculuk, reformizm, parlamentarizm, revizyonizm, ekonomizm vb.).
Devrimin gerçek bir olgu, devrimciliğin gerçek bir güç
olabilmesi için Marksizm ve Marksistler şarttır.
Marksizmin gerçek bir olgu, Marksistlerin gerçek bir
güç olabilmeleri için devrim ve devrimcilik şarttır.
Derviş Okan
2003
Dipnotlar:
[1] V. I. Lenin, Karl Marx ve Doktrini, Bilim ve Sosyalizm Yay., Çev.:
Şiar Yalçın, 1995, s. 101.
[2] V. I. Lenin, Reddettiğimiz Miras, Ürün
Yay., Çev.: H. Doğru, 1975, s. 77.
[3] Akt.: Tony Cliff, Lenin: Partinin İnşası, Z
Yay., Çev.: Tarık Kaya, 1994, s. 71.
[4] Karl Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin
Eleştirisi, Sol Yay., Çev.: Kenan Somer, 1997, 207-8.
[5] K. Marx, F. Engels, Alman İdeolojisi, Sol
Yay., Çev.: Sevim Belli, 1992, s. 58.
[6] Karl Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları, Sol
Yay., Çev.: Sevim Belli, 1988, s. 48-9.
[7] Friedrich Engels-Biyografi, Sorun Yay.,
Çev.: O. Özügül, Süheyla-Saliha Kaya, 1997, s. 90.