Joseph Massad Söyleşisi
Félix Boggio Éwanjé-Épée ve Stella Magliani-Belkacem
5 Mart 2013
Eserlerinizde
ve akademik düzlemde yaptığınız müdahalelerde homo-hetero türü kategorilerin
Batı dışı dünyaya dayatılmasını kapitalist üretim tarzının tesis ettiği
hâkimiyetten ve emperyalizmin siyasetinden ayrı ele alamayacağımızı
söylüyorsunuz. Bu süreci tarif edebilir misiniz?
Cinsellik
gibi özel bir terim hakkında konuşmadaki güçlük, Avrupa ve Amerika’nın
cinselliği genelleştirmeye dönük gayretlerinden kaynaklanmaktadır. Sonuçta
esasen özel olan cinsellik kategorisi, Avrupa-Amerika bağlamı dâhilinde,
özellikle yetmişlerden beri giderek artan ölçüde, genel bir kategori hâline
getirilmeye çalışılmıştır. Desiring Arabs [“Arzulayan Araplar”] isimli
çalışmamda amacım, cinselliğin farklı tarihsel veya coğrafî bağlamlarda farklı
tecrübe edildiğini herkese anımsatmak veya cinselliğin onu biçimlendiren farklı
“kültürel” yorumlara sahip olduğunu göstermek değildir. Bilâkis, benim ısrarla
üzerinde durduğum husus şudur: cinselliğin kendisi, epistemolojik ve ontolojik
bir kategori olarak, Avrupa ve Amerika’ya ait özgül tarihlerin ve toplumsal
formasyonların bir ürünüdür; sonuçta cinsellik, genellik arz etmeyen, doğalında
genelleştirilemeyecek, Avrupa ve Amerika’ya has bir “kültürel” kategoridir.
Hattizatında cinsellik denilen kategori, Avrupa sömürgeciliği ile birlikte
Avrupa dışı yerelliklere taşındığında bile, onun bu yerelliklere ait bağlamlara
uyarlanması aynı içerikle gerçekleşmemiş, hatta cinsellik, Avrupa ve
Amerika’daki konumuna paralel bir konum elde etmemiştir.
John
D’Emilio’nun yıllar önce dile getirdiği biçimiyle, “eşcinsel erkekler ve
lezbiyenler her zaman varolmadılar. Bu insanlar, tarihin bir ürünü ve
kapitalist ilişkilerle bağlantılı olan, özel bir tarihsel dönemde varlık imkânı
buldular.” Bu tespite şunu da eklemek gerek: heteroseksüel, “normal” kadın ve
erkekler de özel bir tarihsel dönemin ürünüdür. Bu insanların tarihsel planda
ortaya çıkışları ve üretilmeleri de dünyanın belirli coğrafî bölgelerine
özgüdür, ayrıca özel bir sermaye birikimi tipinin meydana geldiği, belirli
kapitalist üretim ilişkileri türlerinin hâkim olduğu koşullarla ve o koşullarda
varolan sınıflarla alakalıdır.
Yakında
çıkacak Islam in Liberalism [“Liberalizmde İslam”] isimli
çalışmamda dile getirdiğim biçimiyle kapitalizm, üretimi genelleştiren bir araç
olup kapitalist ilişkilerin genel hatlarını veren biçimleri ve tarzları
ürettiğinden, bu tarzlar ve biçimler, ulusal kanunlar ve ekonomiler bağlamında
kurumsallaştırılmış, muhtelif halkların gündelik pratiklerinde karşılık
bulmuştur. Bu biçimler ve tarzlar, ABD ve Batı Avrupa’da yol açtığı etkilere
benzer etkilere yol açmamışlardır.
Bu,
tabii ki şu demek değil: Avrupa ve Amerika toplumlarının normalleştirilmesinde
hetero-homo ikiliği, tam anlamıyla başarılı olamamıştır. Aksine bu ikilik,
içselleştirilmiş homofobi, yanlış bilinç gibi hususların çilesini çektiğini
söyleyerek, kendisine karşı çıkan Batı’da halkları normalleştirmeye devam
etmektedir ve kendisini kimliklerin organize edilmesinde hegemonik bir biçim
olarak kurmaktadır.
Söz
konusu ikilik ve ona uygun toplumsal cinsiyet kimlikleri, kendilerini her yerde
aynı şekilde kurumsallaştıramazlar. Bu durum, başka emperyalist başkentlerden
eşitsiz gelişmeye tabi çevre ülkelere taşınan birçok kategori ve ürün için de
geçerlidir. Ayrıca bu ürün ve kategoriler, çevre ülkelerde her zaman merkez
ülkelerdeki gibi kullanılıp tüketilmezler.
Günümüzde
Batı’ya ait cinsel kimliklerin takdim edildikleri postkolonyal bağlama ait
cinsellik düzeni, esasen daha önceden yerele tercüme edilip orada tekrarlanan
sömürgeci epistemolojinin yol açtığı bir etkidir.
Desiring
Arabs isimli çalışmamda aktardığım biçimiyle, Avrupalıların
Avrupalı olmayanları cinsel arzular ve pratikler temelinde utandırma
girişimleri, sömürgecilikle birlikte başlıyor, sonuçta Avrupa’ya ait normlardan
farklı olmayı, kimi zaman da o normları özümsemeyi esas alan bir söylem meydana
geliyor.
Yani
homo-hetero ikiliği, bilhassa gey-lezbiyen kimlikleri, imparatorluk eliyle
ihraç ediliyor ve bu ihraç işlemi, önceden gerçekleştirilen aktarıma tanıklık
etmiş bir bağlamda gerçekleşiyor. Doğal olarak bu süreç, çevre ülkelerde
normatif ve doğal arzulara ilişkin özel anlayışların oluşmasına yol açıyor,
Batı tıbbı ve bilimine ait argümanlar ve tasnifler hâkim hâle geliyor, ama buna
karşın Batı’ya ait cinsiyet rejimi, tıpatıp aynısı olacak şekilde
kurumsallaştırılamıyor.
Lâkin
burada ben, söz konusu cinsel kimliklerin kendilerini Batı’nın içinde veya
dışında her zaman kurumsallaştıramadığını, bu hatanın her şeyi kapsadığını
söylemiyorum. Cinsel kimlikler, kapitalist yapıların yol açtıkları etkiye bağlı
olarak, sınıflara ve ülkelere göre başarılı veya başarısız olabiliyorlar.
Sonuçta
kapitalist yapılar, farklı sınıflara ait belirli yaşam tarzları, yaşam
biçimleri üretmektedirler. Tüm bu tarzlar ve biçimler, eşitsiz kapitalist
gelişmenin ürünüdürler. İmparatorluğun başkenti, çoğunlukla yeni kimlikler
üretir; heteroseksüel burjuva çekirdek ailenin oluşturduğu cinsel kimlikler bu
üretime dâhildir. Çevre ülkelerde üretilen, yaratılan yeni cinsel kimlikler,
her zaman homo-hetero ikiliği bağlamında değerlendirilemezler.
Enternasyonalist
gey hareketi ise bu kimlikleri homo-hetero çerçevesine sokarak asimile etmeye
çalışıyor. Sonuçta bu hareket, emperyalist merkezin çevre ülkelere nüfuz etme
pratiğine ait kültürel bir semptom, söz konusu nüfuz etme pratiğinin bir sonucu
veya etkisi değil. Zira söz konusu hareket, Avrupa’daki normatif cinsel
kimlikleri nüfusun çoğunluğuna dayatamamış ve yeniden üretememiştir.
Edward
Said’in dediği gibi, “emperyalizm, kimlik ihracı demektir.” Emperyalizm,
Avrupalı olmayan ülkeleri öteki olarak görür, bu şekilde kayıt altına alır,
bazen de Avrupa’nın aşağı yukarı aynısı (potansiyel olarak aynısı) olarak
değerlendirir.
D’Emilio,
çalışmalarında Batı’da gey-lezbiyen kimliklerin ortaya çıkışında kapitalizmin
etkisini ortaya koyuyor ve bu etkilerin yeni gelenlerin ve göçebelerin
pratiklerine ihtiyaç duyan emek ilişkilerine ait birer sonuç olduğunu söylüyor.
Bu süreçte akrabalık ilişkileri ve aile bağları dağılıyor veya zayıflıyor,
tüketici toplumu gelişme kaydediyor, yaşanan değişimlere bağlı olarak cinsel
arzuları üreten, biçimlendiren ve dillendiren sosyal ağlar ortaya çıkıyor, bu
da cinsel kimliklerin gelişimine neden oluyor.
Çevre
ülkelerde bu türden kimliklerin var olduğunu ısrarla söyleyen cinsel kimlik
savaşçıları, Avrupa ve ABD’de yaşanan gelişmelere paralel bir gelişmenin
olduğundan söz ediyorlar ve bu insanlar, bu toplumların az sayıda seçkin
üyelerine ait özel kimliklere atıfta bulunuyorlar, ama öte yandan da Batı’da bu
türden kimlikleri üreten ekonomik ve toplumsal yapıların yokluğunu bir şekilde
göz ardı ediyorlar.
Kitabınız,
Batılı STK’ların ve onların Arap dünyasındaki ortaklarının desteklediği gey
enternasyonalizmine ait siyasete itiraz ediyor. Sizce bu itiraz, dünyanın
heteroseksüelleştirilmesine karşı mücadelede ne tür politik sonuçlar
doğuracaktır?
1980’lerden,
bilhassa daha da yoğun biçimde, Sovyetler’in çöküşünden beri Amerikan
neoliberal emperyalizmi, tüm bağımsız sivil toplum faaliyetlerini ve örgütlenme
pratiğini kendi ürettiği veya kendi bünyesine kattığı sivil toplum
kuruluşlarıyla ikame etmeye çalışıyor. Amerika bu kuruluşları eğitiyor, finanse
ediyor, cinselliğe dair Batılı epistemoloji ve epistemolojinin desteklediği
Amerika’ya ait beynelmilelleşmiş ajanda sayesinde kimlikler, haklar, yönetim,
ekonomi, idare, hukuk, ulusötesi finans ve yatırım, din, kültür, sanat,
edebiyat gibi başlıklarda faaliyet yürütüyor.
Burada
amaç, Batı yanlısı diktatörlük, neoliberal ekonomi, ABD’ye-Avrupa’ya ait
emperyal kontrol karşıtı kesimleri örgütleyecek tüm çabaları ortadan kaldırmak.
Seçkinler
ve halk düzeyinde Batı Avrupa’ya dayatıldıktan sonra, kent merkezli, özel ve
sınırlı batı orta sınıfına ait Protestan Amerikan liberalizminin geliştirdiği
genel değerler sistemi, dünyanın geri kalan kısmına dayatılıyor. Bu dayatma
işleminin ardından, bahsi geçen STK’lara ihtiyaç duyan, onları kullanan,
insanlığın geleceğine dair neoliberal Amerikan anlayışı dayatılıyor. Bu
STK’lar, seksenlerde borç krizine neden olan IMF ve Dünya Bankası’nın kendileri
için hazırladığı ayak işlerinin önemli bir kısmını yapıyorlar.
Bu,
zaten ABD’de toplumsal faaliyetleri ve örgütlenme pratiklerini kontrol altına
almak için başvurulan bir model. Söz konusu model, devleti ve toplumu başka
mücadelelerin yanında seksüel normatiflik, cinsiyetçi yurttaşlık ve ırkçı
yurttaşlık temelinde tarif edilmesine itiraz eden, karşı koyan, altmışlı
yıllara has örgütlenme pratiklerinin yerini alıyor.
Örgütlenme
ve mücadele bağlamında devreye sokulan enerjinin büyük kısmı yetmişlerde
soğuruldu ve özel kuruluşlarla devletin fon sağladığı STK’lara örgütlendi. Bu
kuruluşlar devletle birlikte, Soğuk Savaş süresince ABD’nin emperyalist
politikalarına hizmet ettiler (Ford Vakfı bu konuda en fazla öne çıkan
kuruluştu.).
İşgal
altındaki Filistin toprakları, bu programın ABD dışında en geniş ölçüde
uygulandığı sahalardan biridir. Batı Şeria ve Gazze’deki sivil toplum
kuruluşlarının büyük kısmı yok edildi, onların yerlerini barış süreciyle
bağlantılı olan ve Yahudi yerleşimcilerini koruyan, Amerika ve Avrupa kaynaklı
güçlerin getirdiği mevzuata bağlı hareket eden Batılı STK’lar aldı.
Gazze’de,
ondan daha az olmak üzere Batı Şeria’da bu türden çabalara politik düzlemde
itiraz ediliyor ama sonuçta bu itiraz, Batılı olmayan yerel ve uluslararası
finansa sahip İslamcı STK’larda somutlanıyor.
Geyliğin
enternasyonalleştirilmesi meselesi tam da bu bağlamda kamusal bir olgu hâlini
alıyor, bu yönde özel bir çaba ortaya konuluyor. Eşcinsel olmama hâli,
heteroseksüellik bu kadar üzerinde durulan bir husus değil. Geylik, neoliberal
beyaz Amerikalı ve Avrupalı geyler eliyle destekleniyor. Öte yandan emperyalist
beyaz Amerikalı ve Avrupalı kadınlar ise beyaz olmayan kadınları tüm dünyada
beyaz olmayan erkeklerden korumakla meşguller. Bu kadınlar, tüm dünyada ezilen”
eşcinsel kitleler”in özgürlük ve serbestlikle tanışmaları için uğraşıyorlar ama
bir bakıyoruz ki Amerikan eyaletlerinin yarısında eşcinsellik kanunen yasak.
2003’te Amerikan liberal değerlerini öne alan ajandanın genelleştirilebilmesi
için ABD Yüksek Mahkemesi, bir çırpıda tüm kanunları yürürlükten kaldırıyor.
Bu
bağlamda Lübnan’da bir adet Arap Gey Enternasyonalist örgütü kuruluyor.
İsrail’de faal olan bu türden örgütlerde İsrail’de yaşayan Filistinliler
çalışıyor ve bu insanlar, ısrarla homo-hetero ikiliğini tanımlayıcı ilke olarak
benimsiyorlar ve onu ülkelerinde cinsel açıdan baskı görenleri kurtarmak için
verilen mücadele için asli kabul ediyorlar. Böylece bilerek ya da bilmeyerek,
Batılı hetero-homo ikiliğinin ne olduğunu bilmeyenlere yönelik baskıların
artmasına katkıda bulunuyorlar.
Bu
insanların Arap dünyasını Avrupa-Amerika’nın bir kopyasına dönüştürerek o
dünyayı normalleştirme girişimleri çocukça, ama aynı ölçüde tehlikeli olan bir
kanaatten kaynaklanıyor. Giderek dinî inanç formu kazanan bu kanaat, kişilerin
misyonerlere has şevkle hareket etmelerine neden oluyor.
Bu
kanaate göre Araplar, homo-hetero ikiliğinin kurbanlarıdır, dolayısıyla asıl
mesele, Arap toplumundaki eşcinselleri o ikilikten kurtarmaktır. Ancak
yaptıkları müdahaleler, çoğunluğun heteroseksüelleşmesine, azınlığın da
homonormatifleşmesine katkı sunmaktadır. Bu örgütlerin Gey Enternasyonali’nin
birer parçası olarak asıl dayatmak istedikleri şeyse mevcut Batılı ontolojiyi
temel alan, kişinin cinsel arzularının onun kim olduğunu tanımlayan unsur
hâline geldiği, kişinin kimliği, kişiye ait hakikat hâline geldiği bir
cinsellik rejimidir.
Bu
tür örgütlere ABD ve Avrupa’da bulunan Arap Gey Enterasyonalizmi örgütleri
destek sunuyor ki bu diasporadaki örgütler de Beyaz emperyalist Gey
Enternasyonali’nin birer parçası.
Gayatri
Spivak’ın da tespitiyle, beyaz erkekler esmer kadınları esmer erkeklerden
kurtarmaya çalışıyorlar. Buna benzer biçimde Gey Enternasyonali’nin varolduğu,
“faillik” kavramının sağcı bir içerikle kullanıldığı, el konulduğu koşullarda,
Spivak’ın bahsini ettiğini durum giderek çetrefilli bir hâl alıyor. Bugün ister
eşcinsel ister değil, esmer kadınlar ve Avrupa-Amerika kentlerinde yaşayıp
kendi ülkelerine para akıtan STK’larla çalışan esmer eşcinsel erkekler, her tür
cinsiyetten ve cinsel kimlikten beyaz müttefikleriyle birlikte, eşcinsel veya
değil, esmer kadınları ve üçüncü dünyadaki, Avrupa’daki ve ABD’deki esmer
“eşcinsel” erkekleri “eşcinsel olmayan” esmer erkeklerden kurtarmaya
çalışıyorlar.
Bunlar
olurken bu enternasyonalist faaliyete, eşcinsel veya homofobik kimliklerin var
olmadığı bölgelerde Batı eliyle yürütülen homofobiyi enternasyonalleştirme
girişimleri destek sunuyor.
Muhafazakâr
laik ve dindar Amerikalıya has homofobi ideolojisi ve örgütlenme pratikleri,
Amerikan “aile değerleri”ni tüm dünyaya ihraç etmek için sürece müdahale
ediyor. Burada amaç, Avrupalı olmayanları heteroseksüelleştirmek ve onları
homofobi konusunda eğitmek. Gey enternasyonali pratiğine bir de bu türden
faaliyetler eşlik ediyor.
Tüm
bunlar, sadece Batı’nın fonladığı STK’ların yürüttüğü toplumsal mühendislik
projeleri dâhilinde gerçekleşmiyor, ayrıca kanunlara müdahale ederek,
Amerika’ya has hetero-homo ikiliğinin dayatılmasına katkı sunmayan her türden
cinsel ilişki biçimi suç hâline getiriliyor. Diğer yandan da Hristiyan ve
Amerikan “aile değerleri” öne çıkartılıyor.
Enternasyonalist
gey hareketi mensupları, aynı homo-hetero ikiliği projesi kendisine alan bulsun
diye kendilerinin yasallaşmaları gerektiğini söylüyorlar ve bunu da cinsel
azınlıkların “kurtuluşu” olarak tarif ediyorlar.
Bildiğimiz
gibi, Uganda’da bu enternasyonalist Amerikalı geylerle Hristiyan evanjelikler
kavga ettiler, güya bu kavga Ugandalılar içindi. Sonuçta Amerikalı sağcı,
İslamofobik ve homofobik evanjelist Pat Robertson, Kenya ve Zimbamwe’de bu tür
müdahaleler sayesinde başında bulunduğu Amerikan Hukuk ve Adalet Merkezi’nin
yeni şubelerini açabildi.
Demek
ki süreçte esas olarak, Batılı kültür savaşlarının ihraç edilmesine tanıklık
ediyoruz. Bu savaşın her iki tarafı da aynı ölçüde ırkçı ve sömürgecidir. Her
iki taraf da tek bir ortak emperyalist faaliyetin parçasıdır. Hetero-homo
ikiliği denilen bu ihraç malı ise Avrupalı olmayan insanların
heteroseksüelleşmesine, öte yandan eşcinselliği kabul edenlerin çağrısına kulak
asan veya o ikiliği reddetmeyen kesimlerin azınlık hâline gelip Batı’nın diğer
bir ihraç malı olan homofobinin hedefi hâline gelmelerine neden olmaktadır.
Size
yönelik, kendilerini gey olarak tanımlayan Arapları görmezden geldiğinize ve
Arap coğrafyasındaki LGBT örgütlerini emperyalizmin ajanı olarak tarif
ettiğinize ilişkin eleştirilere ne cevap veriyorsunuz?
Ben
kimseyi görmezden gelmedim, kimseyi görünmez kılmaya çalışmadım. Benim
kendilerini gey veya eşcinsel olarak tanımlayan Arapları görünmez kılmam zaten
mümkün değil.
Arap
dünyasında yaşayan ve bu kimliği toplumsal kimlik olarak benimseyip onu
Batı’nın fonladığı örgütler aracılığıyla enternasyonalleştirmeye çalışan, o
kimliği başkalarına dayatan Araplar, devasa bir emperyalist aygıtın desteğini
arkasına alıyorlar, paralarını ceplerine indiriyorlar ve o aygıt eliyle
savunuluyorlar. O Arapları görünür kılan bu aygıt, öte yandan farklı cinsiyetle
veya aynı cinsiyetle ilişkili kuran, onu arzulayan, hetero-homo ikiliğini
kimliklerini örgütlemenin bir yolu olarak görmeyi reddeden çok sayıda Arap’ı
görünmez kılıyor, üstelik bu insanların cinsel arzularını Batılı cinsellik
rejiminin gerekli kıldığı biçimiyle kendi iç hakikatleri olarak resmediyor.
Eşcinsel
Arap’ın ve onunla bağlantılı olarak düz Arap’ın üretilmesi, Arapların
çoğunluğunun görünmez kılındığı süreç üzerinden işliyor. Bu Araplarsa, Batılı
cinsellik rejimi uyarınca yaşamayan ve emperyalist misyonlar gereğince hareket
etmeyip Avrupa-Amerikan oluşumuna tabi olmayan bir gerçekliğe sahipler.
Ben,
Enternasyonalist Gey Hareketi mensuplarının yanlış aktardığı gibi, LGBT
Arapların emperyalizmin ajanları olduğunu hiçbir vakit söylemedim.
Bu
hareketin akademi kanadının teorik açıdan cehaletle malul olduğunu söylemek
gerek. Ben esasen şunu söylüyorum: bahsi geçen enternasyonale mensup olan
Araplar, emperyalizme suç ortaklığı yapıyorlar ve bu suç ortaklığının
milliyetçi Arapların veya İslamcı Arapların suç ortaklığından hiçbir farkı yok
(Desiring Arabs isimli kitabımda bu üç grubun Avrupa-Amerika
emperyalizmine ve oryantalizme suç ortaklığı yaptığını söylüyorum).
Gelgelelim
tüm bu gruplar içerisinde anti-emperyalist olan kişiler de var. Beyrut ve
İsrail’deki kimi eşcinsel örgütlerinde, milliyetçi ve İslamcı gruplar içinde
birileri ABD ve Avrupa’nın Arap dünyasındaki politik, ekonomik ve askerî
varlığına karşı çıkıyorlar. Bu insanlar, ABD’nin Arap ve Müslüman dünyaya
açtığı savaşlara itiraz ediyorlar. Filistin’e ve Filistinlilere yönelik
Siyonist saldırganlığını eleştiriyorlar. Bu gerçeği, kaleme aldıkları dergi ve
kitaplarda ayrıca örgüt bildirilerinde görmek mümkün.
Ben,
burada epistemolojik ve ontolojik düzeyde işleyen bir suç ortaklığından söz
ediyorum. Burada mesele, bahsi geçen örgütlerin kendilerini emperyalizmin
açtığı kanallardan yayılan, Avrupa’ya ait genelleştirilmiş bir varlık ve akıl
olarak görmeleri.
On
dokuzuncu yüzyılın sonlarında Arap milliyetçileri, kendilerini ve tarihlerini
emperyalist genelleşme, evrenselleşme pratiğine uyum gösteren kültür ve
medeniyet algısı dâhilinde görmeye başladılar. Aynı dönemde Müslümanlar, şekli
şemali olmayan, “İslam” denilen bir şeyden bahsediyorlardı ve bu “İslam”
“Batı”ya karşıydı. Bazı Müslümanlar da İslam’ı “din” veya “medeniyet” olarak
düşünmeye başladı ki bu da oryantalizmin, emperyalist dayatmaların ve
içselleştirme süreçlerinin yol açtığı bir etkiydi.
Aynı
şekilde, Enternasyonalist Gey Hareketi’ne mensup örgütler içerisinde örgütlenen
az sayıdaki, kendisini eşcinsel olarak tanımlayan Arap da emperyalist cinsellik
rejimine suç ortaklığı yapıyor. Bu rejim, dünyayı hetero-homo ikiliğine göre
düzene sokuyor ve bu harekete mensup kişiler Arap dünyasında bu ikiliği hiç
sorgulamadan onu yeniden üretiyorlar ve kurtuluş yolu olarak görüp her yere
yayıyorlar.
Bu
anlamda gey enternasyonalinin tüm Arap üyeleriyle birlikte emperyalizme suç
ortaklığı yapıyor oluşunun sebebini şurada aramak gerekiyor: bu kişiler,
emperyalizmin tesis ettiği homo-hetero ikiliğini reddeden Araplara arzulama,
öğrenme ve düşünme yol yordamını unutma çağrısında bulunuyorlar. Arapların
varolma biçimlerinin, varlıklarının, yaşama hâllerinin bir tür yanlış bilinç
olduğunu söylüyorlar. Emperyalist homo-hetero ikiliğini benimsemenin zorunlu
olduğundan bahsediyorlar ve bu ikiliği bir hakikatmiş gibi sunuyorlar, ayrıca
kurtuluşun, kişinin ve arzuların kurtuluşunun bu ikiliği anlamada saklı
olduğunu iddia ediyorlar.
Sizin
yaptığınız eleştirilerin Jasbir K. Puar’ın Terrorist Assemblages,
Homonationalism in Queer Times ["Lubunya Çağında Terörist
Birliktelikler ve Homonasyonalizm"] isimli çalışmasına sunduğu destek ve
kitap üzerinde yol açtığı etki konusunda neler söylersiniz?
Kanaatimce
Enternasyonalist Gey Hareketi’ne mensup olup emperyalizmin dış siyasetine ve
Amerika’nın emperyalist milliyetçiliğine karşı çıkan örgütler, Puar’ın bu çok
önemli eleştiri çalışmasında benim Desiring Arabs kitabımda görecekleri
kördüğümün nasıl kesilip atıldığını görecekler.
Desiring
Arabs ve yakında çıkacak olan Islam in Liberalism cinselliği
kültüre dair anlayışları belirli kültürlere ve ülkelere göre değişen genel bir
oluşum değil de özel bir kültürden neşet eden özel bir rejim olarak anlıyorum.
Bu kültürse Batı Avrupa’ya ve yerleşimci-sömürgeci uzanımı olan Amerika’ya ve
belirli bir zamana aittir. Bu cinsellik özel bir kültürel oluşumdur, genel bir
kategori değildir, emperyalizm sayesinde yayılma imkânı bulmuştur, onu temel
alan kimlikleri ve ikilikleri benimseyen, genelleştirme projesini içselleştiren
kişiler, bilerek ya da bilmeyerek, o cinselliği temel alan tasnif girişimlerine
ortaklık ederler.
Puar’ın
kitabı, bir yandan da cinselliğin ve cinsel kimliklerin genelleştirilmesine de
itiraz etmektedir. Bence de doğru olan bu yaklaşıma göre cinsellik ve cinsel
kimlikler verili birer gerçek olarak takdim edilmektedir, oysa ABD’de ve
Avrupa’da eşcinsellik özel olarak millileştirilmekte, bu işlem de
enternasyonalleştirmeyi esas alan emperyalist form ve (Puar’ın icat ettiği
önemli bir kavram olarak) homonasyonalizm formu dâhilinde gerçekleşmektedir.
Dolayısıyla
Helem veya İsrail’teki Kavs türünden eşcinsel örgütler ve destekçileri, eğer
kendilerini emperyalizme ve ABD kaynaklı homonasyonalizme düşman olarak
görüyorlarsa, Puar’ın büyük bir akılla kaleme alınmış olan oldukça faydalı
kitabında emperyalizme varlığıyla ve aklıyla suç ortaklığı yapmamak için
gerekli yolu bulacak, böylelikle emperyalizme suç ortaklığı yaptıklarına
ilişkin suçlamalar karşısında kendilerini aklama imkânı bulacaklardır.
Son
dönemde yürüttüğünüz çalışmalar “İslam’da cinsellik” ile ilgili. Size göre bu
tespit yetersiz ve Batılı akademisyenlerin sorması gereken gerçek meselenin,
İslam’ın cinsellik dolayımıyla üretilmesi meselesinin üzerini örtüyor. Soruyu
tersten sormanız sizce ne tür riskler barındırıyor?
Ben,
İslam’ın aktivistler ve akademisyenler arasında, cinsellik söylemleri dâhilinde
nasıl üretildiğini anlamaya çalışıyorum. Tespitime göre, İslam’ın cinsellik
bağlamında üretilmesi meselesi incelemeyi hak eden bir konu. Bu sayede İslam’da
cinsellik meselesi de anlaşılacaktır. Ben, daha çok İslam’da cinsellik konusu
ile ilgili çalışmaların mevcut yapısı dâhilinde İslam’ın nasıl üretildiğini,
anlaşıldığını ortaya koymak niyetindeyim. Bu çalışmalar dâhilinde üretilen
söylemde, Batı’da cinselliğin ne tür bir işleve sahip olduğu üzerinde
durulmuyor, Batı’nın kendisini cinsellik dolayımıyla nasıl kurduğuna hiç
bakılmıyor. Oryantalizmin eskiden beri başvurduğu bir yöntem, daha da doğrusu,
bazen kendisi üzerinde kafa yorsa da kendisinin bilincinde olmayı gerekli
görmemeyi âdet edinen bir hile bu.
Bence
bugün bize “İslam” ve cinsellik hakkında hakiki ifadeler dile getirmenin
koşullarını Foucault’cu mânâda soruşturmamız gerekmektedir. “İslam” denilen
kategori dâhilinde cinsellik denilen şeyin işlemesini sağlayan mekanizmaların
üzerindeki örtüyü kaldırmak veya kaldırmaya çalışmak yerine bizim, Foucault’nun
bize öğrettiği gibi, Batılının bilme iradesinin ürettiği “pozitif
mekanizmalar”la işe koyulmamız gerekiyor. Bu türden bir yaklaşım, Batı’da
cinselliği inceleyen akademisyenlerin sadece “İslam” denilen şeyi değil, ayrıca
ırksallaştırılmış bir normatiflik olarak Avrupa’yı ve “Batı”yı nasıl kurduğunu
ortaya çıkartacaktır.