23 Haziran 2019
19 Haziran 2019
Ne Faşizm Ne Liberalizm: Sovyetizm!
Faşizmin tasfiyesi meselesinin belirleyici olduğu
politik kriz ortamında muhalefet bloğu, giderek tali bir unsur hâline geliyor.
Muhalefet bloğunun toplumsal bileşiminin çok unsurlu oluşu, bloğun yaşadığı
tereddütler ve onun faşist rejime karşı halk kitlelerinin verdiği mücadeleye
karşı duyduğu hoşnutsuzluk, bloğun eylemlerini basit gazetecilik faaliyetine ve
meclis içinde çevrilen dolaplara indirgiyor ki bu da onun faşist partiye bağlı
milislerin karşısına tüm güçsüzlüğü ile çıkmasına neden oluyor.
Faşizm karşıtı harekette en önemli payı artık Liberal
Parti elinde bulunduruyor çünkü muhalefet bloğunun elinde, faşizme karşı koyma
konusunda, parlamenter burjuva demokrasisinden, anayasaya, yasallığa ve
demokrasiye geri dönme üzerine kurulu eski liberal programından başka bir şey
yok. Faşizme geçiş meselesiyle ilgili tartışmada Liberal Parti, muhalefetin
İtalyan halkını şu iki tercihle karşı karşıya bıraktığını söylüyor. Ya faşizm
ya da liberalizm, ya Mussolini’nin kanlı diktatörlüğü üzerine kurulu hükümeti
ya da ardında burjuvazinin kendi sömürücü idaresini uygulamaya devam edeceği
maske olarak iş görecek eski o dünyalar iyisi liberal İtalyan demokrasisini
yeniden tesis etme eğiliminde olan bir Slandri, Gioliotti, Amendola, Turati,
don Sturzo ve Vella hükümeti.
Kendilerine zulmeden faşizmden yıllardır nefret eden
işçiler ve köylülerse faşizmi yıkmak için liberal burjuvaziyle ittifak
kurmanın, geçmişte iktidarda iken faşizmi işçilere ve köylülere karşı
destekleyip silahlandıranlara, birkaç ay önce faşizmle blok oluşturup onun
suçlarının sorumluluğunu paylaşanlara destek olmanın gerekli olduğuna
inanıyorlar. Peki faşizmin tasfiyesi meselesi böyle mi ele alınmalı? Hayır!
Faşizm, onu yaratan burjuvaziyle birlikte tasfiye edilmeli.
Matteoti’nin katledildiği günü takip eden dönemde
Komünist Parti, şu sloganı atıyordu: “Kahrolsun katiller hükümeti! Faşist
milisler lağvedilsin!” Ama parti bu sloganı atarken, aklında “katiller
hükümetinin yerini o katillere yolu açıp onları silâhlandıran politikaların
sahiplerinin hükümeti alsın” gibi bir öneri yoktu. Parti, faşist milisler
oluşturuldukları vakit iktidarda olan Giolitti’nin, Nitti’nin ve Amendola’nın
işçi sınıfına karşı destek verdikleri ve silâhlandırdıkları bu milisleri
silâhsızlandırabileceğini hiçbir vakit düşünmedi.
O sloganı atarken partimizin amacı, Mussolini’nin
Napoli’den Roma’ya yaptığı yürüyüşün de işaret ettiği biçimiyle, kesin olarak
tasfiye edilen ve utanç verici bir hata yapmış olan eski liberalizmi faşizmin
yerine ikame etmek değildi. Faşizmin bir kriz başlığı olarak gündeme geldiği
günden itibaren Komünist Parti, işçi sınıfının ve köylülerin iktidardakilerin
mezarlarını kazması ve onların yerini alması gerektiğini söyledi.
Sınıf mücadelesi ve tüm sonuçları ile birlikte
düşünüldüğünde, sanayi işçilerinden ve köylülerden oluşan kitlenin eylemi,
faşizmin yenilmesi için zaruridir. Hiç şüphe yok ki proletarya, faşizme karşı
mücadelesinde burjuvazi ve küçük burjuvazi içerisinde gelişmiş olan
mücadeleleri ve çelişkileri kullanır, kullanmalıdır da. Fakat doğrudan eylem
olmaksızın, faşizm doğrudan hedef hâline getirilmeksizin ona diz çöktürülmesi
mümkün değildir. Meseleyi bu şekilde ele aldığımızda faşizmin yerine geçmemiz
gerektiği düşüncesi de doğal olarak gündeme gelecektir. İşçilerin ve köylülerin
eylemiyle faşizm yenildiğinde liberalizm de iktidardan pay alamayacaktır.
Hükümet etme hakkı sadece işçi ve köylülere ait olacak, faşist milisleri
silâhsızlandırma konusunda en gerçek kararlılığı onlar gösterecek, ardından da
işçi sınıfı ve köylüler silâhlandırılacaktır.
Mevcut durumda demek ki asıl mesele, anayasaya,
demokrasiye ve liberalizme geri dönmek değildir. Anayasa, demokrasi ve
liberalizm, krizin gerçek niteliğine kavuşmasına mani olmak adına burjuvazinin
işçilerin ve köylülerin ağzına çaldığı bir parmak baldır. Onların asıl korkusu,
işçilerin ve köylülerin kendilerini ezen faşizmden ve birkaç ay önce
Mussolini’yle işbirliğine gitmiş olan, gitmek için can atan (D’Aragona, Baldesi
vb.) ve işçileri-köylüleri yanlış yola sürükleyen liberalizmden intikam alacak
olmasıdır.
İtalya’daki kriz, ancak emekçi kitlelerin eylemiyle
çözüme kavuşturulabilir. Faşizm, parlamentoda çevrilen dolaplarla tasfiye
edilemez, bu, yalnızca burjuvazinin direksiyonda olacağı, silâhlı faşizmi
hizmetinde tutacağı bir düzen için tavizlerde bulunmasına neden olacaktır.
İsterse üçkâğıtçı reformizm aşısıyla aşılanmış olsun, liberalizm her daim
güçsüzdür. O, geçmişe aittir. İsterse Halk Partisi’nden Don Sturzo gibiler İşçi
Partisi’nden Turati gibilerle ve Sosyalist Parti’den Arturo Vella gibi isimlerle
ittifak kursun, bunlar faşizmin tasfiyesi için gerekli zindeliğe ve gençliğe
sahip olamayacaklardır.
Sömürü, zulüm ve suçla yüklü geçmişin kökünü kurutup
tüm emekçilere gerçek hürriyetle donanmış bir geleceği armağan edecek zindeliğe
ve güce sadece kendisini anayasayla veya liberalizmin kutsal ilkeleriyle meşgul
etmeyecek, fakat faşizmi yenme, onu silâhsızlandırma ve tüm sömürücülere karşı
kentlerdeki işçilerin, tarlalardaki köylülerin çıkarlarını savunma konusunda
yolundan şaşmadan, kararlı adımlarla yürüyecek olan bir işçi-köylü hükümeti
sahiptir.
Bugün Komünist Parti, bu gerçeği proletaryaya
yineleyip duran tek güçtür. Onun nüfuzu artmakta, teşkilât yapısı
gelişmektedir, fakat işçilerin ve köylülerin büyük bir kısmı İşçi Partisi ile
Maksimalist Parti’den oluşan birliğin anayasacı muhalefet bayrağını sallayıp
bir yöne doğru sürüklenmekte, sınıf bilincini edinememekte, dolayısıyla büyük
bir zinde güce ve karşı konulması mümkün olmayan sayıda kitleye sahip olduğu
için mevcut krizin çözümünde asli faktör olduğunu anlayamamaktadır. Kendisini
bu şekilde kandırmak istemiyorlarsa, işçiler ve köylüler, bağımsız bir güç
olarak sınıf mücadelesi zemininde hareket etmeli, böylelikle belirleyici bir
konuma gelmeli, İtalyan burjuvazisinin ardına saklandığı maskeyi değiştirmekten
başka bir işe yaramayan sınıflararası işbirliği düzleminde durmamalıdır.
Partimizin asli görevi, bu temel fikirle işçi ve köylü
kitlelerine nüfuz etmektir: faşizmi ancak işçi ve köylü kitlelerinin vereceği
sınıf mücadelesi yenebilir. Faşist milisleri ancak işçi ve köylü hükümeti
silâhlardan arındırabilir. Bu temel gerçekler, hangi partiden olursa olsun
tarlalardaki köylüler ve fabrikalardaki işçiler arasında yorulmak nedir
bilmeden yürütülecek propaganda aracılığıyla işçi-köylü kitlelerinin ruhuna
nüfuz ettiğinde, o vakit faşizme karşı mücadele ve sınıfsal çıkarların
savunulması için İşçi-Köylü Komiteleri’nin inşasının zaruri olduğu idrak
edilecektir.
O vakit işçiler ve köylüler, bu komitelerin devrimci
mücadele ve katiller hükümetinin yerine işçi-köylü hükümetinin kurulması için
gerekli birer araç olduklarını anlayacaklardır. Emekçi halkı kendi safına
kazanmaya bir kez daha çalışan Liberal Kongre’nin kapatıldığı o anda,
İtalya’nın bir ucundan diğer ucuna tüm işçiler ve köylüler, boş teneke misali
çok ses çıkartan, ama gevezelikten başka bir şey yapmayan kongre üyelerine şu
cevabı vereceklerdir: Ne faşizm ne liberalizm: sovyetizm!
Antonio Gramsci
L’Unità
7 Ekim 1924
Kaynak
17 Haziran 2019
Cem Özdemir ve Tobias Lindner
16 Haziran 2019
Faşizm ve Sosyal Demokrasi
14 Haziran 2019
Arabistan’da Komünistler
13 Haziran 2019
Farah Diba’ya Açık Mektup
12 Haziran 2019
Sermayenin Beden Politikası
Bugün feminizm, lubunizm ve veganizm, sermayenin beden
politikasının tezahürleridir. Sonuçta bu politikayı epey bir zamandır
tartışılan Endüstri 4.0 ve yeni yönelimlerle bağlantısı dâhilinde ele almak
gerekmektedir. Bu üç ideolojik çizginin kesiştiği yer, robotlaşmış bir beden
kurgusudur.
Robot, “köle” demektir. Küçük burjuvalar, evlerine
Filipinli hizmetçiler ve dijital köleler alma derdindedirler. Kadın,
eşcinseller, hayvanlar ve doğa onların umurunda değildir. Yeni politikaya göre
örülmüş, kalıba dökülmüş beden, robotik bir hamamböceğidir. Gregor Samsa,
dijital âleme uyanmıştır. O âlem, tanrısız, ailesiz ve vatansızdır. Özgürlüğün
bu âlemde mümkün olduğu fikri herkesi ele geçirmiştir.
* * *
Meksika’daki uyuşturucu kartellerinin başı Chapo
ile ilgili bir Netflix dizisi çekilmiş. Netflix, özünde sermayenin yeni beden
politikasına ait bir propaganda aracı. Uyuşturucu ile ilgili dizileri, DEA ve
CIA kaynaklı. Oysa bir yerde uyuşturucu ticareti varsa, ardında illaki CIA’i
aramak gerek. Teşkilât, düşmanlarını yok etmek için uyuşturucuyu her daim bir
silâh olarak kullanıyor. Ayrıca uyuşturucu ticareti, ülkelerin yönetilmesi için
de zaruri.[1] Bir yanıyla, kâr oranlarının düştüğü momentte, sermayenin yeni
fırsat kapısı.
Chapo isimli
dizide kartelin dünya ağından bahsedilirken Türkiye’nin de adı geçiyor. Bu ağın
arkasında hırslarının ve kibrinin kurbanı olmuş biri olduğuna inanmamızı
istiyorlar. Hep aynı yalanı söylüyorlar.
* * *
Diziler ve oralarda anlatılan hikâyeler, küçük
burjuvanın sermayeye göre yeniden kurgulanmış bedeninin erojen yerlerini
gıdıklıyor. Küçük burjuva, bu tür dizilerde içki, uyuşturucu ve seks
serbestiyetine dair imgeler deryasına dalıyor. Neticede yılların özgürlük
mücadelesi, bu serbestiyete doğru kapatılıyor. Zaten cennette olanlar, cennet
için mücadeleden içtinap ediyorlar. Sermayenin her yeri düzleyen, zaman-mekânı
kendine göre ören eşitleyici pratiğini, kimi sosyalistler bile, özgürlükçü
bulup bağırlarına basıyorlar. O bağır, ezilenlerin derdini, emekçilerin
çilesini tanımıyor. Çünkü özgürlük dedikleri şey, bir avuç zenginin her günkü
ahlaksızlığına, aymazlığına ve müsrifliğine öykünmek demek. Burjuvazinin
özgürlüğünü istiyorlar.
* * *
Esasen Türkiye’de yaklaşık on yıldır bir Chapo dizisi
çekiliyor. Bu dizide başrolü Erdoğan’a veriyorlar. Nedense Meksika’da işleri,
hırslarına ve kibrine yenik düşmüş bireyler mahvediyorlar. Aynı hikâye, sermaye
ve CIA eliyle Chapo türü dizilerde de anlatılıyor. Conrado ve Chapo gibi
isimler arayıp buluyor küçük burjuvazi kendi hayatında. Bireye bu kadar anlam
ve değer biçen kişi, anlamsızlaşan ve değersizleşen bedenini yücelttiğini
sanıyor. Bireye gaz veren cümleler boca ediliyor sosyal medyaya. Bunu eleştiren
solcular bile, aynı bireycilikle analiz ediyor ülkeyi ve dünyayı.
Chapo’da
muhayyel siyasetçiye “gizli devlet”in başkanı, “ülke sana hazır değil, çünkü
eşcinselsin”; yanındaki kızına, “sana da hazır değil, çünkü güçlü bir kadınsın”
diyor. Burada verilen örtük mesaj, sermayenin beden politikasına ait. Sermaye
ve tekeller bizi, her türlü çapak ve pürüzden kurtulduğumuzda özgürleşeceğimize
inandırmaya çalışıyor. Öte yandan, kendilerini çapak ve pürüz olarak görmemizi
asla istemiyorlar.
* * *
Sermayenin beden politikası, metroda karşısına oturan
Müslüman adam, kadının çıplaklığı karşısında gözlerini kapattığında, küfür ve
hakaret etme hakkını buluyor kendinde. Adam baksa “sapık”, bakmasa “gerici”
olacak. Üstelik bu adamın patriyarkal düzlemde eril iktidarın temsilcisi
olduğundan söz ediyorlar. Çünkü sürekli “uçmak”, ihtiyaç bağlarını kesmek
istiyorlar. Sermaye, kendi bilincini bireylerde yeniden üretiyor. İçten içe
çürüttüğü bedene ruh misali yerleşiyor.
Sonuçta son yıllarda küçük çocuklara yönelik taciz ve
hayvan tecavüzü haberlerinin bu tür pratiklerin meşrulaştırılması için
raflardan, özel olarak indirildiğini düşünmek gerekiyor. Hiyerarşi, sınırlar ve
ayrımlar siliniyor. Yeni beden politikası, bunu emrediyor. Bir yandan
kınıyorlar, eleştiriyorlar, Müslüman halka saldırma imkânı karşısında ellerini
ovuşturuyorlar ama bir yandan da “baktığım hayvanla ilişkiye girme hakkım
olmalı” diyorlar. Yapılan haberler, söz konusu olguların reklâmı, promosyonu
için servis ediliyor. Taciz, tecavüz ardında başka bir ilişki biçimi
meşrulaştırılıyor.
* * *
İnternette kısa bir aramayla, batıda pedofili
destekçileriyle LGBT ağlarının iç içe geçtiğini ortaya koyan haber ve yazılara
rastlamak mümkün. “8 yaşından önce seks yap”[2] diyen bu dernekler ve STK’lar,
devletlerden ciddi destek görüyorlar. Bugün ABD’de, AB’de veya Türkiye’de
herhangi bir özel üniversitenin lisans ya da lisansüstü programının
müfredatında LGBT ile ilgili bir derse illaki rastlıyorsunuz. Üstelik şeriatla yönetilen
bir ülkede oluyor bunlar!
Bu, “ezilen” kategorisi altında sahip çıkılan şeyin bu
müfredatta anlatılanlar olmadığını birilerinin anlaması lazım. Ama anlama
pratiği de hiyerarşik, sınırlayıcı ve ayrıştırmaya dair. Bu sebeple artık solun
dünyayı yorumlaması bile mümkün değil. Solda her fırsatta kullanılmayı seven
bir yan var. Manasını bu yan sayesinde ediniyor. Sermayenin beden politikası,
bugün sol ve solculuk olarak yutturuluyor.
Eren Balkır
12 Haziran 2019
Dipnotlar:
[1] Lars Schall, “CIA: Örgütlü Suçun 70 Yılı”, 19 Eylül 2017, İştirakî.
[2] Mücahit Gültekin, “Zümrüt Apartmanı Müstakil Bir
Apartman mı?”, 31 Mayıs 2019, İslami Analiz.
02 Haziran 2019
Mektup
9 Haziran 1936