Aslında
mesele, CHP’nin sosyalist hareketin şeflerini tümüyle istihdam edecek kapasitesinin
ve imkânının olmaması. Bugün bu şeflerden biri, “hegemonya mücadelesi böyle verilir”
diyor. CHP’ye akıl veriyor. Onun şahsında düzenin üniversitesinden aldığı siyaset bilimi diploması konuşuyor.
Yüksek siyaset teorisyenleri, kitle güdüyorlar. Herkes,
kendisini çoban zannediyor. Ucuz ve yavan siyaset malumatını, burjuva siyasete dair birikimini pazara çıkartıyor. CHP’li ağalarına ve patronlarına hizmet etmeye alışmışlar. Maraba, sürü olarak görülen halk kitlelerini herkes küçümsüyor.
Bugün
“bu gençler Gezi’de dokuz yaşındaydı, ne ara öğrendiler sokağa çıkmayı” diyen
TKP’li Yaşlı, bırakalım solcuyu, siyaset bilimci bile olamaz. Hakikati ve hayatı kendisinden başlatan, kör ve cahildir.
Bu türden kategorizasyonlar ve tasnifler, yüksek siyaset ulemasının gevezeliklerinden
ibaret. Herkes, CHP’ye akıl verme yarışında. Eksik ve yanlışı giderme işini
sosyalistler üstleniyor. “CHP’ye nasıl hizmet ederiz?” sorusu, tüm örgütlerin
ana gündemini oluşturuyor.
Oysa
bu ülkede CHP varsa devrim de sosyalizm de yoktur. Mücadelesi hiç yoktur. Yüz yıldır
CHP’yle düşünen, CHP’yle yürüyen, bir gün CHP ağası olma arzusuyla yanıp
tutuşanların gerçek bir mücadeleyi örgütlemeleri mümkün değildir. 15-16 Haziran
kıyamının ürünü olan DİSK’i; Fatsa’nın, Çorum’un ürünü olan direniş
komitelerini tümüyle gidip CHP’nin kucağına bırakanlardan hiçbir şey beklenemez.
Ama nedense bu teslimiyetçi irade, eleştiriden muaftır, eleştirenlerse AKP’lidir!
İmamoğlu
eylemlerindeki bir görsel paylaşınca resimdeki flamanın sahibi olan, son
dönemde Avrupa’dan esen liberal rüzgârla yelkenlerini şişirmeye karar veren
örgütün üyesi, “İştiraki, bizim yoldaşımızı ifşa ettiii!” diye çığlık atıyor.
Örgütün bir başka üyesiyse, “o flamayı taşıyan, partinin üyesi değil, sıradan
yurttaş” diyor. Birbirlerinden haberi olmayanların, örgütlü olduğu iddia edilebilir mi?
Bizi, sokakta ter ve kan döken kitleyle karşı karşıya getirmeye,
tecrit etmeye çalışıyorlar. Oysa bilmiyorlar, tüm kulaklar sağır, tüm gözler
kör de olsa buradaki akıl ve yürek, dertli ve öfkeli sesiyle konuşmayı
sürdürecek.
Gürcistan’da Avrupa’nın kışkırttığı turuncu isyanı da ona sahip
çıkanı da illaki bir eleştiren çıkacak.
Bize
karşı aynı yalnızlaştırma operasyonunu Gezi’de de yürütmüşlerdi. Biz, liberal
Gezi ile devrimci Haziran Kıyamı’nı ayırdık diye saldırıya uğradık. Ayrılmasını
hiç istemediler. Dertleri, ilkinin ekmeğini yemekti. Yediler.
Örgütlerin halkın peşine takılmasını, onun ardından dökülen
nalları toplamasını, sürecin sonunda seçim siyasetine ve CHP’ye bağlanmalarını
eleştirdik. O zaman da birileri, tetikçilik yapıp bizi tecrit etmeye, susturmaya
çalıştılar. Bu kişilerden birinin sonrasında İmamoğlu’nun danışmanı olduğunu
öğrendik. Hiç şaşırmadık.
Gezi,
esas olarak Bir Cuma günü başladı. Halk sokağa döküldü. Gece yarılarına kadar
eylemler sürdü. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte kitleler, meydanlara akın ettiler.
Sol örgütler toplantı yaptılar. O toplantıdan ortak bir karar çıkmadı. Çoğu, “küçük
burjuva bir tepki” diyerek eylemlilikten uzak durdu. Bazıları, kadrolarına siyaset
sunmadı, onları serbest bıraktı. Örgütlerdeki evlatlarını sokağa çağırmak, halka düştü.
Cumartesi
günü toplanan kitle görülünce bir toplantı daha alındı. O zaman Ankara’da
Halkevleri, “Pazar günü Güvenpark’ta sahne kuralım, kitlesel bir konser
düzenleyip eylemleri sonlandıralım” dedi. Gezi Parkı merdivenlerine çıkan
solcu, Pazar günü akşam yaptığı konuşmada eylemi sonlandırdıklarını söyledi,
kitlenin dağılmasını istedi. Bu solcu, sonrasında tabii ki vekil yapıldı. Bunlara kalsa eylemlilik süreci üç günde bitecekti.
Halkevleri’nin
Ankara’daki önerisi rakip örgütlerce kabul görmeyince, Pazar günü Halkevleri,
kadrolarını ön cepheden geriye çekti.
Pazar günü o Kızılay meydanının orta
yerinde, TKP’lilerin boşalttığı o alanda şunu söylüyorduk: “Asıl, Pazartesi
önemli. İnsanlar işlerine gidecek. Eylemin ardındaki direncin ve öfkenin
kırılmaması lazım. Genel grev ilan edilmeli.” Kitlelerin talebi sonrası, yalandan bir grev çağrısı yapıldı. Çağrı, ancak Çarşamba günü yapılabildi.
Kızılay meydanına CHP otobüsü çekildi. Halkevleri gibi örgütlerin etkili olduğu
birkaç sendika, yalandan çıkıp konuşma yaptı. Kitle, özellikle gençler, Ethem’in
vurulduğu noktanın yakınında polisle gerilim yaşayınca, caddeyi işgal eden o gençleri yakalarından
tutup kaldırıma atma, çatışmaya mani olma işini Halkevciler üstlendi.
Aradan
bir hafta geçti. Ta pantolon kavgasından beri rekabet içerisinde olan, Gezi
günlerinde mahallede alan kavgasına tutuşan Halkevciler ve SDP arasındaki
gerilim, eylem kararlarına da yansıdı. Halkevcilerin tek önerisi, zaten bir
polis parkı olarak kurulmuş olan, zamanla karakola dönüştürülen Güvenpark’ta kitap
okuma eylemi yapmaktı.
Bu noktada SDP, el artırmak zorunda kaldı. O da dedi ki “Gezi Parkı’ndaki
gibi yapalım. Sakarya caddesine çadır kuralım. Orayı işgal edelim.” Biz de naçiz
halimizle, “Ethem Sarısülük Partisi bayrağı altında yürüyelim” dedik. Ethem’in
resminin olduğu büyük bir pankart hazırlandı. Sakarya’da nereye asılacağı
tartışılırken biz, “yandaki Çankaya Belediyesi binasını işgal edelim, pankartı
oraya asalım” önerisinde bulunduk. Bunun üzerine, kimseye haber vermeden, SDP’liler, birkaç
kişi olarak gidip kendi pankartlarını astılar. Güvenlik, kapıları kapattı. Önerimiz, anlamını yitirdi.
Bir saat sonra, “Güvenpark’ta kitap okuyalım” diyen, polisle
çatışmaya sebep olacak adımlardan uzak duran Halkevciler, rekabet piyasasında el artırmak için, on kişiyle “korsan
eylem” koyup Kızılay’a çıktı. Polis saldırdı, onu bahane ederek, Sakarya’ya da
yöneldi. Çadırları söküp attı. Bu yapılanı ve sebebini kimse sorgulamadı.
Bu
ve benzeri adımları, eylem kararlarını, apolitik duruşları, yüksek siyaset
ulemasının gevezeliklerini, halkı görmeyen, halkı küçümseyen yaklaşımları
eleştirdiğimiz için örgüt temsilcileri, bizi halk kitleleriyle karşı karşıya
getirmeye, eleştirilerimizi bu şekilde savuşturmaya, böylelikle tabanlarını muhafaza etmeye çalıştılar. Örneğin, eleştirdiğimiz
örgüt üyeleri Çayancı gelenekten geliyorsa karşımızda Çayan’ı bulduk. Oysa o
örgütün de sahadaki kadroların da Çayan’la, örgütün Çayan’la az çok ilişkisi
bulunan geçmişiyle de bir alakası kalmamıştı.
Bugün aynı durum, Kaypakkaya ve
geleneği için de geçerli. Bugün de karşımıza, önünde saygıyla eğildiğimiz değerleri
çıkartıyorlar. Bugüne ait, bugüne dair, bugünle alakalı eleştirileri bu şekilde
susturabileceklerini sanıyorlar. Anlaşılan herkes, mızraklarının ucuna Kur’an sayfası iliştirmeyi Ebu Süfyan’ın soyundan öğrenmiş!
Bugün
de 27 Mayıs arayışında olan ulemayı, halk kitlelerini burjuva siyaseti içi pazarlıklara
kurban edenleri, Batı sermayesinin kuyruğuna takanları, CHP şemsiyesi altında
toplayanları, eylem için gelenleri miting dolgusu kılanları, sadece burjuvanın devrimci olabileceğine iman etmişleri eleştiriyoruz. Eleştirilerimizi işitenler, bizi sokakta kan ve ter
dökenlerle karşı karşıya getirmeye çalışıyor, bu şekilde bizi yalnızlaştıracaklarını
düşünüyor. Bu operasyonun kime, hangi sınıfa ait olduğunu çok iyi biliyoruz.
Bizi
eleştirenler, Edip Akbayram’ı, ölümü ardından, “Cumhuriyet mitinglerine katıldı”
diye eleştiriyor. Biz, devrimci bir iradeyle, örneğin “kuvvayı seyyare güçleri”
olarak, o mitinge bile iştirak edilebileceğini, halk eylemliliğinin her anında
ve her kesitinde olunması gerektiğini söylüyoruz. Burada İmamoğlu’nu, bu yeni Zübük
sırf Avrupa sermayesinden icazet aldı diye destekleyenler, hayali CHP koltuklarından,
o koltukların bağlı olduğu Avrupa STK’larının koridorlarından düşünüp
konuşuyorlar.
Gizli ellerin Almanya’da eline görevini içeren dosyayı ilettiği, o güçlerin emriyle kitap yazan isimlerin bize yönelttiği eleştirilerin hiçbir hükmü yok. Biz eylemlere
katılırız, ama yeni liberal Tayyip için çalışmayız. Biri iki yapmak esastır.
Bugün
sosyalistler, “aslında bu CHP’li teyze denilen tipleme, altmışların,
yetmişlerin devrimcileri. Onlara sahip çıkmak lazım” diyorlar. Merdan Yanardağ,
hazırladığı 68 belgeselinde zenginler için ilk yat kulübünü kuranın 68’li olması
ile övünüyor. Bir başka TKP’li, kendi örgütüne üye bir kişinin bugün Erdoğan’ın
sarayında olmasını bir maharetmiş gibi satıyor.
Kimse,
bu teyze tiplemesinin ırkçı-faşist olduğunu görmüyor. Gezi’de olduğu gibi bugün
de Kürt’le görüşme yapıldığı vakit eylemler baş gösterdi. Bir yıl önce İsmail
Saymaz, “polise kalkan eller”i ağır bir dille eleştiriyordu. CHP Suriye
konusunda MİT’ten brifing alıyor, Esad’a sallıyor, Suriye konusunda susuyordu. Bugün CHP vekilleri,
Tayyip’in Esad ve Saddam’a dönüştüğünü söylüyor. Bu dili eleştirmeyelim mi?
Bu
cumhuriyette iliğine, kemiğine dek Kürt ve Müslüman düşmanı olan bir tür
solculuk imal edildi. Marksisti de liberali de bu solculuğa örgütlendi. Liberalin
“birey”i ile sosyalistin “sınıf”ı arasındaki açı daraldı. İkisi de Kürt ve
Müslüman’ın karşısına çıkartıldı. Birey ve sınıf, Kürt ve Müslüman düşmanlığına
örgütlenmeye çalışıldı. Bugün birçok arınık solcu, Kürt ve Müslüman düşmanlığı kuvveden fiile geçince devrim
olacak zannediyor. Siyasi hesaplarını, kişisel kariyer planlarını buna göre yapıyor.
"Müslüman
sanılan AKP’nin Kürt’le anlaşması" karşısında Kürt’e ve Müslüman’a yönelik tiksintiyi ve nefreti bugün namlusuna süren, burjuvazidir. O silah, bugün kitlelere doğrultuluyor. Sömürülen-ezilen
halk kitlelerinin gerçek dertleri, bu tiksintiyle ve nefretle boğuluyor. Yüksek
siyaset uleması, bulutlar üzerinden, CHP makamlarından sokağı, halkı, kitleleri
analiz edenler, döne dolaşa Kürt ve Müslüman düşmanlığı yapıyorlar. Buradan makam
ve mevki sahibi olacaklarını sanıyorlar. Mevzileri dağıtıyorlar.
Bugün
yenilgi döneminde olduğunu kabul eden küçük burjuva solcular, her kılığa
girilebileceğini söylüyorlar. AKP ile CHP arasındaki görüşmeler dâhilinde
eylemlerin bitirileceği günün önceden kararlaştırıldığı açık. Bizi
eleştirenler, CHP’nin AKP’yle birlikte belirleyeceği, eylemlerin bitirileceği
o günün ertesinde kitleleri sokağa, meydanlara çağırmaya devam edecekler mi?
Öncülük faaliyetleri, sadece CHP ile mi tanımlı? Sınırlarını bu burjuva partisi
mi tayin ediyor?
Bugün
polis, Galata’da, Taksim civarında yürüyen kitleyi Saraçhane’ye yönlendiriyor.
Gezi’de de polis, Kızılay’daki kitleyi Kuğulu’ya doğru itiyordu. Bu hamlenin
sınıfsal-ideolojik anlamı sorgulanmalı. Sorgulamayanlar, sorgulanmasına izin
vermeyenler, CHP’lidir.
Bunlar, Ankara’da TOMA’ya su veren CHP belediyesini de “polis
eylemcilere işkence ediyor” diyen genci “yok öyle bir şey!” diye tersleyen CHP
vekilini de eleştiremez. O vekilin yirmi beş yıl önce üniversite öğrencisi iken 32. Gün programında dönemin belediye başkanı Erdoğan'a yönelttiği zarf soruyu ve sebebini sorgulayamaz. Bugün kitlelerin biri aslen AKP'li, diğeri aslen MHP'li olan iki adayın arkasına dizilmesinin, sosyalist hareketteki bu acziyetin ve zafiyetin hesabını kimse veremez. Herkes, sadece günü ve gerçeği kendi bencil çıkarı ve nefsine göre tartmakla meşgul.
Solcuların bize yönelik eleştirileri de özünde şunu
söylüyor: “Biz CHP’ye meftunuz, medyunuz, mecburuz!”
Bugün
TKP CEO’su, “tüm muhalefeti CHP şemsiyesi altında toplamaya çalışıyorlar. Biz gelmeyiz”
buyuruyor. Yalan söylüyor. TKP, otuz yıldır o şemsiye altında yaşıyor, orada nefes
alıyor, aklı ve zihni oraya ait. Kaçakları tutmakla görevli.
Solu CHP şemsiyesi altında toplama çabası, iç cephenin güçlendirilmesiyle alakalı. Eleştirimiz bu tespiti esas alıyor. Bireyci bir yerden salt Erdoğan'a kilitlenenler, gerçeğe körleşiyorlar, o körlüğü seviyorlar.
CHP,
“Sivas Kongresi’nde Amerikan mandası isteriz” diyen çizgiye bağlandı. Bu mandacılık, eleştirilmeli. O Amerika, iç elemanlarıyla birlikte, 12 Eylül’den beri Amerika’daki
iki partili yapıyı getirmenin derdinde. İçimizdeki “Demokrat Partililer”, eleştirilmeli.
Trump’la korkutulup sıtmaya razı gelemeyiz.
Mao,
halk kitlelerinin içine düşmanın sızdığını söyler. Kitlelerin diyalektik
niteliğine vurgu yapar. Mao'dan az çok haberdar olmak, onun teorisine karşı sorumluluğu örtbas etmemelidir. Gerekenler yapılmalıdır. İçteki düşmanla dövüşülmesine mani olan, düşmanın
safındadır. O iyi niyet taşları, sökülüp atılmalıdır. Gökkubbenin altı, sömürenler-ezenler için cehenneme dönmelidir.
Eren Balkır
25
Mart 2025