İran’ın Batı’yla Ağulanması:
Behrengi’nin, Âl-i Ahmed’in ve Şeriati’nin Tarif ve Tepkileri
Giriş
Altmışlarda
ve yetmişlerde dini kurumsal yapının dışından gelip de rejim karşıtı,
gidişattan hoşnut olmayan İranlıları en fazla etkilemiş olan isimler, Samed
Behrengi (1939-1968), Celâl Âl-i Ahmed (1923-1969) ve Ali Şeriati’ydi
(1933-1977). Her bir isim, ülkenin farklı eyaletlerinden geliyordu: Behrengi
Azerbaycanlı, Âl-i Ahmed Tahranlı, Şeriati ise Horasanlıydı. Bu üç aydın,
ömürleri boyunca kendilerine sadık bir kitle inşa etmeyi bildi. Üçü de
kendilerine bağlı kitle nezdinde “şehit”ti ve ölümleri ardından ömürlerinde
tanık olmadıkları bir popülerliğe kavuştu. Ayrıca üç isim, şahın rejimine
indirilecek son darbe için hazırlanan taraftarlarını besleyen, onlara ilham
verip tahrik eden kapsamlı bir toplumsal eleştiri ortaya koydu.
Tarzları,
bulundukları ortam ve mesajlarının içeriği farklı olsa da bu üç aydın da
yaptıkları toplumsal eleştiri dâhilinde Pehlevi rejiminin hüküm sürdüğü İran’da
yürürlükte olan ve en fazla öne çıkan sosyo-ekonomik ve kültürel güçle, ülkenin
Batı’yla ağulanması” süreciyle cebelleşti.
Bu
makalenin amacı, İran’ın “Batı’yla ağulanması” sürecine dair bu üç ismin ortaya
koyduğu tarifleri ve tepkileri analiz etmektir. Bu türden bir analiz,
1978-1979’da gerçekleşen İran Devrimi’nde görünür olan Amerika ve Batı karşıtı
akımların daha iyi idrak edilmesine katkıda bulunacaktır.
Buna
ek olarak, böylesi bir analiz, altmışlarda ve yetmişlerde Pehlevi rejimine
karşı çıkan İranlıların, bilhassa aydınların yürüdükleri yolun tespit
edilmesini sağlayacaktır.
İlk
isim, solcu ve laik bir öğretmen olan Behrengi’dir. Samed Behrengi, Batı
kültürünü taklit eden bayatlamış burjuva kültürünü alaya alır, İran
toplumundaki gelir eşitsizliğine karşı çıkar ve İran eğilim sisteminde
Amerika’nın sahip olduğu etkiye itiraz eder. Behrengi’nin talebi, toplumsal
eşitliğe ve kültürel bağımsızlığa ulaşmak için, bilgi ve deneyim üzerine
kurulu, gerektiğinde şiddete başvuran devrimci bir mücadele yönündedir.
Diğer
isim, ünlü edebiyatçı ve laik bir kişilik olarak Âl-i Ahmed’dir. İran’ın
ekonomi ve kültür düzleminde Batı’ya bağımlılığını eleştiren Âl-i Ahmed,
Batı’nın hâkimiyeti karşısında duramayan etkisiz bir kale ve gerici bir yapı
olarak dini ve ulemayı ağır bir dille eleştirir ve teknolojinin
yerlileştirilmesi üzerinden “makinenin evcilleştirilmesi” önerisinde bulunur.
Ne var ki Âl-i Ahmed, hac vazifesini ifa ettiği dönemde dini yeniden incelemiş,
bu yoğun çalışma sonrasında Âl-i Ahmed, dinin İran kimliğinin Batılı olmayan,
yerli ve oldukça önemli bir kısmını oluşturduğunu kabul etmiş, onun “Batı’yla
ağulanma” sürecine karşı etkili bir direniş ortaya koyma potansiyeline sahip
olduğunu söylemiştir.
Son
isimse dini kurumsal yapının dışından gelen, Batı’da eğitim almış dini lider
Şeriati’dir. Üçüncü Dünya halklarının dünya genelinde emperyalizme karşı
yürüttüğü mücadeleye destek sunan Şeriati, Marksizmin alternatif teşkil ettiği
fikrine karşı çıkmış, ama gene de onun ortaya koyduğu kimi görüşlerin değerini
teslim etmiş, Marksizme ait ifadeleri zaman zaman kullanmıştır. Şeriati,
politik açıdan faal, hatta devrimci olan, yeniden diriltilmiş, İran’a has bir
Şiiliği savunur ve onun Batılılaşma ile Marksizm karşısında üçüncü yolu temsil
eden hat olarak, sosyal adalet için mücadele yürütmesi gerektiğini söyler.
Behrengi,
Âl-i Ahmed ve Şeriati, velut yazarlardır. Buradaki analiz, toplam asarın küçük
bir kısmını temel almakta, sadece Batı’yla ağulanma olgusuyla ilgili olan
metinlere odaklanmaktadır.[2]
Behrengi’nin
Burjuvazi ve Amerika’yla Ağulanma Eleştirisi
Behrengi’nin
İran burjuvazisine ve (benim ifademle) Amrikazadegi’ye [“Amerika’yla
Ağulanma”] dair geliştirdiği solcu ve laik eleştiri, bunun yanında, İran
toplumu için önerdiği reçeteyi incelemeden önce, onun geçmişinin öne çıkan kimi
yönlerini kısaca aktarmak faydalı olacaktır.
Behrengi,
başarılı bir eğitimciydi. On bir yıl boyunca Azerbaycan’daki köy okullarında,
belirli fasılalarla, Tebriz’deki öğretmen okulunda hocalık yaptı. Köylülerdeki
yoksulluğa bizzat şahit oluşu ve Azeri halk kültürüyle tanışması, onun bir
yazar olarak dile getirdiği mesajın içeriğinin ve o mesajın aktarımında
kullanılacak aracın şekillenmesine katkıda bulundu.
Behrengi’nin
kısa hikâyelerden oluşan asarı, Batı’da çoğunlukla çocuk hikâyeleri olarak
görüldü, oysa hem çocuklar hem de yetişkinler için yazılmış, belirli bir zamana
ait olmayan halk hikâyeleri olarak bu hikâyeler, Behrengi’nin köylerde
öğretmenlik yaparken edindiği deneyimin ve Azeri halk kültürüne yönelik
sevgisinin bir ürünüydü. Kendisinin dile getirdiği biçimiyle Behrengi, bu
hikâyeleri insanları eğitmek ve harekete geçirmek için yazıyordu:
“Çocuk edebiyatının pasif
propagandayla ve kaba, verimsiz kurumlarla sınırlandığı dönem sona erdi.
Çocuklarımızı umutlarını yalan yanlış ve boş görüşler ve gelecek tasarımları
üzerine inşa etmelerine mani olup, onların umutlarını, toplumdaki acı gerçekleri
doğru bir biçimde anlayıp yorumlama pratiği ve o acı gerçekleri ortadan
kaldırma konusunda verilecek mücadeleye bağlamalarını sağlamalıyız.”[3]
Behrengi’nin
hikâyeleri, sadece zevk almak için okunamaz. Onları okumanın en önemli sebebi
zevk olamaz:
“Hikâyeler, sadece zevk
almak için okunmaz. Bilinçli çocukların hikâyelerimi sadece zevk almak için
okumalarını istemem.”[4]
Halk
hikâyeleri yanında Behrengi, İran eğitim sisteminin farklı yönlerini eleştiren
bir dizi makale kaleme aldı. Bu makaleler, Kand o Kâv dar Masâ’el-e
Tarbiati-ye Irân [“İran’ın Eğitimsel Sorunlarına Dair Soruşturma”] başlıklı
makale derlemesi gibi çalışmalar içerisinde yayımlandı. Öte yandan Behrengi,
Azerbaycan tarihi, Azeri Türkçesi, çocuk edebiyatı, köy hayatı ve dilbilgisi
gibi konu başlıklarını ele alan makaleler de yazdı. Bilhassa eğitimin
sorunlarıyla ilgili olan makaleler türünden çalışmalarının önemli bir bölümünde
pedagojik bir dil hâkimken, köy hayatına dair makaleleri ise daha çok tasvire
dayalıydı.
Sınıf
dışında yürüttüğü faaliyetlerde de Behrengi, gençleri “eğitmeye”, onlara
rehberlik etmeye, bir yandan da eğitim sistemini reforma tabi tutmaya yönelik
çalışmalar yürüttü. Areş isimli edebiyat dergisinin özel sayı olarak
bastığı, onun için ölümü ardından yazılmış yazılardan, anılardan ve
anekdotlardan oluşan çalışmanın birçok yerinde Behrengi’nin köylüleri eğitmek
için ortaya koyduğu, fedakârlık üzerine kurulu çabalarından bahsediliyor.
Örneğin
ondaki kitap sevgisi, tüm parasını kitaplara harcamasına sebep oluyordu. Hatta
bazen Behrengi, seyyar kütüphanecilik yapıp o kitapları Azerbaycan köylerinde
dağıtıyordu. Boş zamanlarında kitapçıları dolaşan Behrengi, değersiz kitapları
aldıklarını gördüğü insanları o kitapları almamaya ikna etmek için uğraşıyor,
onun yerine ilham verici ve öğretici bir başka kitabın alınmasını
sağlıyordu.[5] Behrengi, ayrıca müfredat çalışmalarında da yer alıyordu.
Okutulmasını istediği ve en çok sevdiği kitapsa Azeri Türkçesi konuşan
insanlara Farsça öğreten, kendisine ait “alfabe kitabı”ydı.[6]
Behrengi,
eğitimci olarak yürüttüğü çalışmaların yanında, bir de çeviri faaliyeti
yürütmekteydi. Fransızca eserleri Farsçaya kazandıran Âl-i Ahmed ve Şeriati’den
farklı olarak Behrengi, İngilizce bilmesine, Tebriz Üniversitesi’nde İngiliz
Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olmuş olmasına rağmen, Batı dillerinden
hiçbir çalışmayı çevirmedi. O, daha çok kendi ana dili olan Azeri Türkçesi’ne
ait eserleri çevirmekle ilgilendi. Kendi derlediği ve arkadaşı Behruz Dehkani
ile birlikte çevirdiği iki ciltlik Azeri halk hikâyeleri derlemesini yayımladı.
Ayrıca Behrengi; Şamlu, Ferruhzad ve Nima Yuşiç gibi kendi döneminin önemli
İranlı yazarlarının eserlerini Azeri Türkçesi’ne çevirdi, ancak ne yazık ki bu
çeviriler, Azeri Türkçesiyle yazılmış eserlerin Şah rejiminin son döneminde
yayımlanmasına izin verilmemesi sebebiyle, yayımlanamadı.[7]
Sansürden
kaçınmak amacıyla Behrengi, edebi çalışmalarında halk hikâyesi formunu
kullanıyordu.[8] Bu çalışmalar, tümüyle halk hikâyelerinden oluşuyordu. Bu
hikâyeler, ya Azeri Türkçesi’nden çevrilmiş eserlerdi ya da tümüyle yeni kaleme
alınmış çalışmalardı. Azeri halk hikâyelerine olan düşkünlüğü ve köy
okullarında halk hikâyelerini öğretirken edindiği olumlu deneyim üzerinden
düşünüldüğünde, bu tarzı seçmesi gayet doğaldı. Ancak öte yandan Behrengi,
alegoriler ve mecazlar üzerinden sansürden kaçınmak için her fırsatı
kullanmaktaydı.[9] Tam da bu sebeple, örtük bir dille “çocuk edebiyatı” olarak
adlandırdığı halk hikâyesi türü, Fars edebiyatı içerisinde sahip olduğu o uzun
ve zengin tarihiyle birlikte, Haziran 1963 sonrası İran’da en önemli türlerden
biri hâline geldi.[10]
Behrengi’nin
ölümünden sonra Mahi-ye Siyah-e Kuçulu [“Küçük Kara Balık”] 1969 yılında
Bolonya ve Bratislava’da düzenlenen edebiyat festivallerinde uluslararası
ödüller kazandı. Dünya genelinde gördüğü kabul sayesinde hikâyenin İran’daki
itibarı da arttı, dolayısıyla, bir tek o hikâyesi ülkede yasaklanmadı.[11]
Çalışmalarını İmparatoriçe Farah’ın himayesinde yürüten Çocukların ve Gençlerin
Düşünsel Açıdan Beslenmesi Derneği, tuhaf bir yaklaşım üzerinden, hikâyenin
allı pullu ve güzel resimlerle bezenmiş bir baskısını yaptı.
Âl-i
Ahmed ve Şeriati gibi Behrengi de genç bir yaşta, henüz 29’undayken üstelik
hâlen daha sırrı çözülememiş koşullarda vefat etti. (Bilindiği üzere, Âl-i
Ahmed 46, Şeriati ise 44 yaşındayken vefat etti.) Onların rejimin öfkesine
mazhar olmuş mesajlarına vakıf olan, onların muhalif duruşunu bilen takipçileri
ve dostları, ani ve beklenmedik ölümleri karşısında duydukları kederle
birlikte, ilk elden SAVAK’ı suçladılar, bu üç ismin ölümlerinin doğrudan veya
dolaylı sebebi olarak bu istihbarat kuruluşuna işaret ettiler.
Üç
yazarın ölümleri ile ilgili olarak aktarılan kanıtları ve dile getirilen
teorileri incelemenin yeri burası değil elbette.[12] Ölümlerle ilgili aktarılan
hikâyelerin şu veya bu versiyonunu savunanlar, ölümün sebebini şüpheleri
giderecek şekilde ortaya koyabilmiş değiller. Lâkin burada meselemiz bu değil.
Bu noktada üzerinde durulması gereken husus, bu kişilerin SAVAK’ın ölümlerde
parmağı olduğuna dair inancı güçlü ve inatla dile getirişlerinin, o dönemki
İran toplumuyla ilgili önemli bir hususu açığa çıkartıyor olması: O dönemde
birçok İranlı aydında kökleşmiş bir kötümserlik, toplumun ve insanın kötü
yanına yönelik vurgu, şüphe ve muhalif duygular hâkimdi.
Areş dergisinin
Âl-i Ahmed’i anmak için hazırladığı sayısında aktarılan anılarda da görüldüğü
üzere, Behrengi ile Âl-i Ahmed arasında duygu yoğunluğu yüksek bir kişisel
ilişki mevcuttu. Behrengi, Âl-i Ahmed’in dikkatini ilkin İran’ın Eğitimsel
Sorunlarına Dair Soruşturma çalışmasıyla, ardından da kısa hikâyeleriyle
çekti.[13] Sonrasında Tahran’a yaptığı ziyaretlerde Âl-i Ahmed’in etrafında
toplaşmış genç aydın çevresinin toplantılarına ve sohbetlerine katıldı. Âl-i
Ahmed ise Behrengi’nin yakın dostlarından, Azerbaycanlı yazar ve oyun yazarı
Gulam Hüseyin Sacidi ile birlikte Nisan/Mayıs 1967’de Tebriz’de Behrengi’yi
ziyaret etti.[14] Sohbetlerinde Âl-i Ahmed, Behrengi’den “fevri Samed” veya
duygusal bir ifadeyle, “küçük kardeşim” olarak bahsediyordu. Aslında
tanışmaları mümkün olsa da Behrengi, Şeriati’yi tanıma imkânı hiçbir zaman
bulamadı, zira Behrengi’nin 1964’ten 1968’de ölene dek yürüttüğü, çok verimli
geçen edebiyat ve yayıncılık faaliyetleri esnasında Şeriati ya hapisteydi ya da
Meşhed Üniversitesi’ndeydi.
Behrengi’nin
hayat hikâyesi ve yürüttüğü faaliyetler, onun İran burjuvazisi ve Amrikazadegi’yle
ilgili eleştirilerini anlamamıza katkı sunacaktır. Behrengi, Âl-i Ahmed’in
doğrudan İran’ın Batı’yla ağulanması sürecini ele alan Garbzadegi kitabı
türünden bir eser kaleme almadı, bunun yerine, bu mevzuyu ele alan bir dizi
makale yazdı. Âl-i Ahmed’in İran’daki Batılılaşma olgusuna dair genel kültürel
analizine karşılık Behrengi’nin geliştirdiği anlayış, daha çok sınıfsaldı ve
solcu bir bakış açısının ürünüydü.
Behrengi,
bir çalışmasında İranlı sosyolog Taki Müderrisi’nin sözünü aktarıyor ve
memurlar sınıfının giderek halka yabancılaştığını, kaygısızlaştığını, toplumsal
sorunlara yönelik ilgisini yitirdiğini, bu anlamda, “toplumsal hayat denilen
ortamda bir tutam kuru dal”a dönüştüğünü söylüyor.[15] Açıktan dile getirmese
de Behrengi, modern burjuvazinin Batı’nın etkisinde olduğuna, oradan gelen
fikirlerle zehirlendiğine inanıyor. Ardından Behrengi, ferhengiyanın
(eğitimcilerden, eğitim uzmanlarından, profesörlerden, öğretmenlerden,
müdürlerden, idarecilerden oluşan eğitim kurumunun), yani Müdderrisi’nin “kuru
dal” dediği kesimin kültürünü teşrih masasına yatırıyor. Behrengi, bu kesimin
hayat pratiğini, aldığı şekli, hareketini ve bünyesine giren zehri öğrenmek,
buradan, gerekli panzehri geliştirip ondan kaynaklanan hastalıkları tedavi
edebilmek için ilgili kesimin tıpkı bir mikrop gibi mikroskop altında
incelenmesi gerektiğine inanıyor.[16] Bir kuşak boyunca lise ve üniversite
mezunlarının bu ferhengiyanın etrafa yaydığı mikroptan etkilendiğini
söyleyen Behrengi, bu hastalığın zamanla tüm topluma yayılacağını iddia ediyor:
“Bu sınıfın yaydığı hastalığın bir salgın hâlini aldığını söylemeye bile gerek
yok.”[17]
Ferhengiyanın
kültürüne dair eleştirisinde Behrengi, bu kesimin yegâne hedefinin kendisi ve
ailesi için maddi rahatlığı ve refahı sağlamak olduğunu söylüyor. Maaşının bu
refahı sağlama konusunda yeterli gelmediğini görürse “taksitle alışveriş”
üzerine kurulu bir hayata yöneliyor.[18] Ferhengiyan denilen kesimin
kültürünün önemli bir kısmını sinema teşkil ediyor: genelde haftada bir,
belirlediği günlerde, ibadet edercesine, kendince seçtiği sinemada film
izliyor. Bu sinemalar, tabii ki alt sınıfların giremediği yerler ve daha çok,
en olmadık yerlerde şarkılar söyleyen kızların eşlik ettiği orkestralarla
beslenen, aniden ve gereksiz kavgaların yaşandığı, insanı aldatmaktan başka bir
işe yaramayan, aptalca ve yüzeysel aşk filmleri gösteriyorlar.[19]
Ferhengiyan, aynı
ölçüde bayat şeyler okuyor: Batı’nın sinema yıldızlarıyla ilgili dedikodularla,
çekici erkeklerin sırlarına dair makalelerle veya en son üretilmiş kozmetik
ürünlerinin reklâmlarıyla dolup taşan kadın dergileri.[20]
Ferhengiyanın müziği
Behrengi’nin hoşlanmayacağı türden: O, daha çok, sadece zevk almak için müzik
dinliyor, aşkı besleyen veya anımsatan şeylere kulak veriyor. Bülbül gibi
şakıyan işveli bir kadının duygusal nağmeleri ve ona eşlik eden her türden
enstrüman, ona kâfi geliyor. Radyoda “Canlı Çiçekler” veya “Yeşil Ağaç Dalı”
gibi isimleri olan insanı aptallaştırıcı romantik şarkıların çalındığı
programları dinliyor.[21]
Çocuk
yetiştirme konusunda ise ferhengiyanın derdi, üst asil sınıfa yükselmek.
Bu amaca ulaşmak için çocuklarına, anadillerinden önce İngilizce öğretiyor.
Ancak bu noktada Behrengi verdiği örnek dâhilinde, tüm İranlıların İngilizce
öğrenmesinin önemi ile Farsça konuşmayan etnik grupların Farsça öğrenmesinin
önemi arasında net bir ayrım yapmıyor. Örneğin Tebriz’deki çocukların sevgi
ifadesi olarak babalarına Azeri Türkçesi’yle “ata” ya da “dada” yerine, Farsça
“baba” demeye zorlandıklarından bahsediyor. Bunun sebebininse o çocukların
anne-babalarının dinledikleri ve öğrendikleri materyaller üzerinden Batı’nın ve
küçük burjuvalığın kokusunu almış olmaları olduğunu söylüyor. Bu sebeple, anne
babaların “ata” ve “dada” sözcüklerini geri kalmış köylülükle ve eski
kafalılıkla ilişkilendiriyorlar.[22]
Behrengi’nin
görüşüne göre, bu burjuva kültürünün belirlediği ortam:
“bu anne babaların dünya
görüşünün evlerinin dört duvarıyla sınırlı kalmasına neden oluyor. Erkekler
eşlerine, varsa çocuklarına o dört duvar içerisinde sarılıyorlar, tüm hayatları
büro, okul ve ev arasında geçiyor. Eğlenmek ve vakit öldürmek için hobiler
ediniyorlar. Boş zamanlarını aylaklık ederek, oyunlar oynayarak ve eğlenerek
geçiriyorlar. Enerjilerini midelerini ve bağırsaklarını doldurmak için
harcıyorlar. Bunun sonucunda da ortaya yüzeysel ve muhafazakâr erkekler
çıkıyor.”[23]
Behrengi’nin
modern İran burjuvazisine dair tasviri, Batı burjuva kültürünün Marksist ve
Marksist olmayan eleştirilerini okumuş Batılıların tasvirini andırsa da
Behrengi’nin, altmışlarda İranlılara yönelik dile getirdiği eleştirinin yepyeni
bir eleştiri olduğunu görmek gerekiyor.
Celâl
Âl-i Ahmed, Batı’yı niyeti İran’a hâkim olmak olan monolitik bir bütün olarak
anlarken ve Batılı uluslar arasında sadece İran’da yaşanan belirli tarihsel
olaylarla ilişkileri dâhilinde ayrım yaparken, Behrengi, neredeyse sadece
ABD’ye yoğunlaşıyor ve Amerikan kültürünün etkili olduğu alanlara odaklanıyor.
Behrengi’de Âl-i Ahmed’in garbzadegi kavramının yerini Amrikazadegi
alıyor. Behrengi, bilhassa Amerika’nın İran’daki eğitim sisteminde sahip olduğu
kapsamlı etkiye yoğunlaşıyor, kişisel deneyimi üzerinden bizzat aşina olduğu
konu başlığı üzerinde duruyor.
Behrengi,
Amerikalı eğitimcilerin öğretmen okullarındaki etkilerinden bahsediyor.
Tahminine göre, İran’daki öğretmen okullarında kullanılan eğitim ve psikoloji
kitaplarının yüzde doksanından fazlası, Farsçaya çevirmiş, Amerikalı
eğitimcilerce kaleme alınmış çalışmalar. Behrengi bu analizi dâhilinde, aşırı
kilolu veya zayıf öğrenciler konusunda öğretmenlerin koydukları teşhislere,
okulda öğle yemeğinde verilen yemeklere ve dersliklerdeki işleyişe dair
yürütülen tartışmaların ABD’ye özgü ve orayla bağlantılı olduğunu söylüyor ve
bu Amerika’dan gelen kitapların İran’daki sorunlarla bir ilişkisinin
bulunmadığını iddia ediyor. Ona göre, bu kitaplar üzerinden geliştirilen
önerilerin en iyi ihtimalle sadece Kuzey Tahran’daki birkaç okulda uygulanma
imkânı var.[24]
Behrengi,
Amerikalı eğitimcilere bu kadar çok bel bağlamanın, İranlılara kendi eğitimsel
ve kültürel sorunlarını unutturduğuna veya o sorunlara karşı körleştirdiğine,
tüm enerjilerini ülkede varolan, gerçek ve ağır eğitim sorunları karşısında
İran’la alakası bulunmayan, sadece gelişmiş ülkeleri ilgilendiren eğitim
sorunlarının çözümüne teksif etmeye ittiğine inanıyor.[25]
Behrengi,
aynı zamanda İran okullarında İngilizce öğretmek için kullanılan kitapların
büyük bir bölümünün İran kültürüyle bağlantısının olmadığı üzerinde duruyor.
İddiasına göre, bu kitapların önemli bir bölümü, yarısını Tahran’da oturan
Amerikalıların, yarısını Batılılaşmış İranlıların oluşturduğu sınıflar için
tasarlanmış. O açıdan, İngilizce derslerinin “hot dog” [“sosisli sandviç”] veya
“beysbol” gibi Amerika’ya has kültürel ifadeleri temel alması tam anlamıyla
saçmalık.[26] Tebriz Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde
okumuş olan Behrengi’nin İngilizce eğitim ihtiyacını sorgulamaması, ama öte
yandan İngilizce eğitiminde kullanılan kitapları eleştirmesi önemli.
Devamında
Behrengi, Eğitim Bakanlığı’nın okullarda dayağı ve fiziki cezayı yasaklama
amaçlı talimatlarının ve bu konuda yürüttüğü kampanyanın kaynağının
Amerika’daki eğitim danışmanları olduğunu söylüyor. Behrengi, belirlenen hedefi
doğru bulmakla birlikte, hedefe ulaşmak için uzun soluklu ve kademeli bir
mücadele verilmesi gerektiğine, köklü ve kapsamlı bir çalışmanın şart olduğuna
inanıyor. Behrengi, burada sadece Amerikalı eğitim danışmanlarının, Amerikan
okullarının siyahilerin gözden ırak tutulduğu, linç edildiği veya Ku Klux
Klan’ın saldırılarına uğradığı, şiddet yanlısı Senatör Goldwater gibilerin
yetiştiği bir toplumu ürettiği koşullarda, İran okullarında dayağın
yasaklanması tavsiyesinde bulunmalarının küstahlık, hatta iki yüzlülük olduğunu
söylüyor.[27]
Amerika’nın
İran eğitimindeki etkisi sorununa dair sunduğu çözümler dâhilinde Behrengi,
ders kitaplarını yazma, müfredat oluşturma ve idari yapıya yardımcı olma gibi
işleri, yabancı danışmanlar veya Batı’ya gitmiş olanlar değil, köylerde ve
şehirlerde öğretmenlik tecrübesi olan İranlıların üstlenmesi önerisinde
bulunuyor. Behrengi, öğretmenlere dizginlerin teslim edilmesi neticesinde
İran’daki otoriter eğitim sisteminin genel yapısındaki katılığın azalacağına,
bunun sonucunda da tüm toplumda gücün yeniden dağıtılması ihtiyacının gündeme
geleceğine inanıyor.
Ferhengiyanın sebep
olduğu kültürel hastalığın tedavisi konusunda ise Behrengi, yazdığı İran’ın
Eğitimsel Sorunlarına Dair Soruşturma isimli çalışmada herhangi bir reçete
sunmuyor. Ancak diğer yazılarında görülüyor ki Behrengi, emperyalizmi defetmek
ve Batılılaşmış sınıfları, yani burjuvaziyi dönüştürmek için silâhlı
mücadelenin gerekli olduğu üzerinde duruyor. “Anayasa Hareketi’nde Azerbaycan”
başlıklı makalesinde kendi döneminin olaylarından bahseden Behrengi, Tabatabai
ve Behbahani’nin Anayasa’nın kan dökülmeden veya savaşmadan uygulanabileceğine
dair kanaatlerini alaya alıyor:
“Dünya’nın tarihsel
düzlemde, eski çağlarda ve günümüzde edindiği deneyim de gösteriyor ki bu
türden bir barışçıl yöntem arayışı, çile çeken ülkemi emperyalizmin
zincirlerinden de sömürüden de bugüne dek kurtarabilmiş değil. İntikam
eylemleri ve/veya sıkılı yumruklar olmadan, kimse, her türlü hileyi bilen, her
türden silâhı kuşanmış düşmana karşı galip gelemez.”[28]
Behrengi,
deneyim yoluyla edinilmiş bilginin insanı eyleme yönlendirmesi, onu toplumdaki
hastalıklara şifa olacak eylemlere sevk etmesi gerektiğine dair tespitini
yazdığı kısa hikâyelerde bu bahsini ettiğimiz makaleden daha güçlü bir biçimde
dile döküyor. En ünlü hikâyesi Küçük Kara Balık bu tespiti tüm
canlılığıyla aktardığı çalışmadır. Orada küçük kara balık, denizde bilginin
peşine düştüğü yolculuktan ve onun balıkla beslenen balıkçılla girdiği
ölüm-kalım mücadelesinden bahsedilir.
Toplumdaki
hastalıkları ortadan kaldırmak için insan ya Küçük Kara Balık’ta olduğu
gibi bireysel düzlemde fedakârlıkta bulunmalı ve o birey örnek olabilmeli ya da
Uykuda ve Uyanık 24 Saat isimli hikâyesinde dile getirildiği biçimiyle,
Kuzey Tahran’ın imtiyazlı ve zengin sınıfını hedef alan, şiddet eylemleri
gerçekleştirebilmelidir. Hikâyenin sonuç bölümünde Tahran’a kısa süre önce
köyden göç etmiş olan yoksul genç, oyuncakçıdan hikâye boyunca özlemini duyduğu
peluş deve yerine makineli tüfek almak istiyor. Hikâyeden, bu gencin o makineli
tüfeği peluş deveyi satın aldıktan sonra arabasına atlayıp hızla uzaklaşan
zengin babaya karşı kullanacağı net bir biçimde anlaşılıyor. Üstü başı kan içinde
olan genç, devenin ardından ümitsizce çığlık atıyor.
Behrengi’nin
makalelerinde kullandığı dille halk hikâyelerinde kullandığı dil arasında
dikkat çekici bir farklılık söz konusu. Makalelerinde Behrengi, belirli
toplumsal sorunları, bilhassa eğitimle alakalı olanları tartışıyor ve
çoğunlukla eğitim sahasında öğretmen olarak edindiği, farklı boyutları olan
deneyimini temel alan, derinlemesine tefekkür edilmiş, pragmatik, hatta
kademeli ilerlemeyi esas alan çözümler öneriyor. Makalelerinde Amerika’nın
etkisine yönelik nefretini açıktan dile getiren Behrengi, emperyalizmi ve
Amerika’nın etkisini söküp atmak için mücadelenin, şiddetin, hatta devrimin
şart olduğunu söylüyor. Buna karşılık, kısa hikâyelerinde Behrengi, daha
kapsamlı, genelde sınıfla bağlantılı konuları tercih ediyor. Hikâyelerde
açıktan kimi ahlaki değerler üzerinde duruyor: Bu hikâyeler, ezilenlerin,
toprakta ter döken emekçilerin ve işçilerin bir avuç imtiyazlı insana karşı
ayaklanması gerektiğini, ama bu ayaklanmanın deneyimi temel alan bir eylem
programı dikkatle bilince çıkartıldıktan sonra başlamasının şart olduğunu
söylüyor. Bu anlamda, Behrengi’nin devrimci mesajının tüm boyutlarını kavramak
için onun hikâyelerini ve makalelerini birlikte okumak gerekiyor. Zira o
hikâyeler ve makaleler birbirini tamamlıyorlar.
Behrengi’nin
analizinde din ve ulema kendilerine pek yer bulmuyor. Celâl Âl-i Ahmed,
Behrengi’nin ölümü sonrası yazdığı yazıda, onun hem ateist hem de komünist
olduğunu söylüyor.[29]
Ferhengiyanın dinini
tartışırken Behrengi, “materyalizm dini”nden yana olduğunu açıktan dile
getiriyor.[20] Buna karşılık, Behrengi, ulemaya bir rol vermek gibi bir eğilim
içerisine kesinlikle girmiyor. Ancak öte yandan, köylülerdeki dindarlığın saygı
duyulması gereken bir şey olduğunu, toplumla iyi ilişkiler kurma niyetinde olan
bir köy öğretmenin o dindarlığı dikkate alması gerektiğini söylüyor, ayrıca
dinin amaca ulaşmak için gerekli bir araç olarak kullanılabileceği imasında
bulunuyor.[31]
Doğal
bir gelişme dâhilinde politik düzlemde aktif olan solcu öğrenciler, vefatı
ardından “Samed”i kahraman ve ilham kaynağı bellediler. Behrengi’nin vefatından
üç yıl sonra, 1971 güzünde, Tahran Üniversitesi’nde Behrengi festivali
düzenlendi.[32] Yetmişli yıllar boyunca ülke dışında faal olan solcu İranlı
Öğrenciler Derneği, birçok hikâyesini hem Farsça hem de bulundukları ülkenin
dilinde yayımladı. Bu hikâyeler, politik içeriği bariz takdim yazılarıyla
birlikte basıldı. İran Devrimi boyunca İran’da ve yurtdışında Halkın Fedaileri,
üzerinde Behrengi’nin resminin olduğu afişler hazırlayıp duvarlara astı. Devrim
sonrasında, bir vakitler yasaklı olan kısa hikâyelerinin yeni baskıları yapıldı
ve yaygın bir biçimde dağıtıldı.
Brad Hanson
[Kaynak:
International Journal of Middle East Studies, Cilt 15 Sayı 1 (Şubat
1983), s. 1-7.]
Dipnotlar:
[1] “Batı’yla ağulanma” Farsça “Garbzadegi” sözcüğünün çevirisi. Burada,
yerli kültürün Batılılaşmasına, Batı’ya sevdalanmasına, onun zehrini içmesine
atıfta bulunuluyor. Terimi popüler kılan Celâl Âl-i Ahmed muhtemelen kelimenin
iki anlamı üzerinde duruyor. Bazıları terimi İngilizceye “Batı düşkünlüğü”,
“Batı manyaklığı”, “Batı’yla kirlenme” ve “Batı’nın etkisinde olma” şeklinde
çevriliyor.
[2]
Behrengi konusunda Kand o kâv dar masâ’el-e tarbiati-ye Irân eserinden, Majmu’ah-ye
maqâlehhâ’da çıkmış makalelerinden ve Küçük Kara Balık gibi önemli
kısa hikâyelerinden istifade ettim; Celâl Âl-i Ahmed konusunda, şu eserlerden
yararlandım: Gharbzadegi, Modir-e madraseh ve Khasi dar miqat;
Şeriati konusunda, Mas'uliat-e Shi’eh budan, Agar Pâp va Marks
nabudand, ayrıca Saçedina ile Algar’ın çevirdiği İslamşinasi eserinin
belirli bölümlerinden, Campbell’ın çevirdiği diğer eserlerindeki kimi
bölümlerden yararlandım.
Bu
üç İranlı toplum eleştirmeninin eserlerinin diğer çevirileri ve son dönemde
basılan analiz arasında şu çalışmaları anmak gerekiyor: Behrengi konusunda: G.
R. Sabri-Tabrizi, “Human Values in the Works of Two Persian Writers”, Correspondance
d'Orient, 11 (1970), s. 411-18; Thomas Ricks, “Samad Behrangi and
Contemporary Iran: The Artist in Revolutionary Struggle”, The Little Black
Fish and Other Modern Persian Stories içinde, Çeviri: Mary ve Eric
Hooglund, (Washington, D.C.: Three Continents Press, 1976), s. 95-126; ve
Yayına Hz.: Michael C. Hillmann, Literature East and West, “Major Voices
in Contemporary Persian Literature”, Cilt. 20 (1976, Haziran 1980’de
yayımlandı). Celâl Âl-i Ahmed konusunda: Michael C. Hillmann, “Al-e Ahmad's
Fictional Legacy”, Iranian Studies, 9, 4 (Sonbahar, 1976), s.
248-265; Sabri-Tabrizi, “Human Values”; ve Hillmann, Literature East
and West. Şeriati konusunda: Hamid Algar’ın On the Sociology of Islam’da
yer alan, çevrilmiş iki Şeriati makalesi için kaleme aldığı takdim yazısı,
Çeviri: Hamid Algar, (Berkeley, Calif.: Mizan Press, 1979) ve Marxism and
Other Western Fallacies: An Islamic Critique, Çeviri: R. Campbell,
(Berkeley, Calif.: Mizan Press, 1980); ve Mangol Bayat-Philipp’in iki makalesi:
“Shi'ism in Contemporary Iranian Politics: The Case of Ali Shari'ati”, Yayına
Hz.: Elie Kedourie ve Sylvia G. Haim, Towards a Modern Iran içinde
(Londra: Frank Cass, 1980), s. 155-168 ve “Islam in Pahlavi and Post-Pahlavi
Iran: A Cultural Revolution?”, Yayına Hz.: John L. Esposito, Islam and
Development: Religion and Sociopolitical Change içinde (Siraküza, N.Y.:
Syracuse University Press, 1980), s. 87-106.
Pehlevi
İranı’nın tarihçesini anlatan çalışmalar içerisinde birkaç ismin çalışması öne
çıkıyor: Shahrough Akhavi, Religion and Politics in Contemporary Iran:
Clergy-State Relations in the Pahlavi Period (Albany: SUNY Press, 1980);
Michael M. J. Fischer, Iran: From Religious Dispute to Revolution (Cambridge,
Mass.: Harvard University Press, 1980); ve Nikki Keddie, Iran: Roots of
Revolution (New Haven, Conn.: Yale University Press, 1981), bilhassa Yann
Richard’ın kaleme aldığı bölüm.
[3]
Samad Behrengi’den aktaran: Ricks, “Samad Behrangi”, s. 124. Yazar ayrıca şu
çalışmanın giriş bölümünden de alıntı yapıyor: The Little Black Fish and
Other Stories by Samad Behrangi, Çeviri: Iranian Students Association
(Kaliforniya, 1972), s. ii.
[4]
Samad Behrangi, “Arusak-e sokhangu”, s. 64, aktaran: Gholam Hosain Farnur,
“Mo’allem-e mardom”, Aresh, Sayı. 18 (1347/1968), s. 60.
[5]
Gholam Hosaim Sâ’edi, “Shab hast, ari hast”, Aresh, Sayı. 18
(1347/1968), s. 106-107.
[6]
Jalal Al-e Ahmad, “Samad va afsaneh-ye cavam”, Aresh, Sayı. 18
(1347/1968), s. 12. Her ne kadar Behrengi ana dili Azeri Türkçesi’ni çok seven,
o dile çeviriler yapan, o dilde yazılar yazan biri olsa da o aynı zamanda
Azerbaycanlı çocukların Farsça öğrenmesi gerektiğini düşünen bir isim. Öte
yandan, Behrengi, Azeri Türkçesi konuşanlara ana dili Farsça olan kişiler gibi
Farsça öğretilmemesi gerektiğine inanıyor. Bu bağlamda Behrengi,
detaylandırdığı önerisi dâhilinde, Azeri Türkçesi konuşan çocuklara, çocukların
bildiği, Azeri Türkçesi ile Farsçada ortak bulunan kelimeleri temel alan, iki
dilin dilsel farklılıklarını gözeten dikkatle ve planlı bir biçimde çizilmiş
bir yol üzerinden Farsça öğretilmesi gerektiğini söylüyor. (Bkz.: Kand o kâv,
s. 87-100).
[7]
Sâ’edi, “Shab hast”, s. 106. Aslen Azerbaycanlı olan Saidi de Azeri halk
hikâyelerini derledikten sonra Behrengi’nin o hikâyeleri kendi ana dilinde
yayımlamasına izin verilmemesi karşısında duyduğu şaşkınlıktan söz ediyor.
Bunun üzerine Behrengi, hikâyeleri Farsça olarak yayımlamaya karar veriyor
(Sâ’edi, a.g.e., s. 16).
[8]
Pehlevi rejiminin başvurduğu sansür aygıtına ve rejime karşı gelen yayınların
ne düzeyde susturulduğuna dair elimizde kapsamlı bir değerlendirme bulunmuyor.
Buna karşılık, Emin Banani, bu konuyu şu çalışmada ele alıyor: “The Role of the
Mass Media”, Yayına Hz.: Ehsan Yar-Shater, Iran Faces the Seventies içinde
(New York: Praeger, 1971). Behrengi, Celâl Âl-i Ahmed ve Şeriati yazılarının
sansürlenmesi sorunuyla yüzleşiyor. Her bir isim de sansür engelini aşmak için
farklı teknikler kullanıyor.
[9]
The Little Black Fish and Other Modern Persian Stories isimli çalışmaya
dair eleştirisinde Ahmed Kerimi Hakkak şunları söylüyor: “Yazar, bir yandan
hükümete bağlı sansür kurullarını yanıltmak adına anlam katmanlarını gizleme ve
örtük ifadelere başvurma yöntemini kullanırken, bir yandan da her türden edebi
çalışmanın merkezinde politik bir tespit bulmak isteyen okura gerçek anlamı
aktarmayı da biliyor. Bu da metinlerin çevirisini imkânsız kılıyor.” Iranian
Studies, 10, 3 (Yaz 1977), s. 221.
[10]
Ricks, “Samad Behrangi”, s. 123.
[11]
Mary ve Eric Hooglund, Çevirmenin Notu, The Little Black Fish and Other
Modern Persian Stories içinde, s. xix.
[12]
Genelde Celâl Âl-i Ahmed’in ve Şeriati’nin ya basit bir kalp krizi sonucu ya da
SAVAK’ın Celâl Âl-i Ahmed örneğinde damara hava enjekte etmesiyle veya Şeriati
örneğinde gene SAVAK’ın müdahalesiyle öldüğüne inanılıyor. Şu iki çalışma Celâl
Âl-i Ahmed’in kalp krizi sonucu öldüğünü doğruluyor: Michael Hillmann, Celâl
Âl-i Ahmed’in The School Principal isimli eseri için yazılmış takdim
yazısı ve notlar, Çeviri: John R. Newton [Minneapolis ve Şikago: Bibliotheca
Islamica, 1974], s. 27 ve Literature East and West, s. 64) ayrıca İhsan
Yar Şatir’in Iran Faces the Seventies’deki makalesi, (s. 308).
Şeriati’nin vefatı sonrası, onunla ilgili makalelerin yer aldığı çalışmalarda
doğal ölüm olasılığını ortadan kaldıran bir dizi delile yer veriliyor. Ervand
Abrahamyan’ın 24 Temmuz 1979’da bana gönderdiği mektupta “Iran in Revolution:
The Opposition Forces” başlığıyla MERIP’in 75/76. sayısının [Mart/Nisan 1979]
altıncı sayfasında dile getirdiği, Şeriati’yi SAVAK’ın öldürdüğüne dair
iddiasından vazgeçtiğini söylüyor. Mektupta Abrahamyan’ın dile getirdiği
biçimiyle İngiliz doktorlar kalp krizini doğruluyorlar. Cenazeyi alan ailesi de
“cinayet”i ispatlayacak herhangi bir tıbbi delil bulamıyor. Ancak gene de
sürekli saldırı altında olma hâlinin, belirsiz yaşam koşullarının ve sansür
sebebiyle yaşanan sorunların da gerilimlere ve kasılmalara, sebep olabileceği,
bunun sonucunda da erken ölümlerin yaşanabileceği söyleniyor. Bu anlamda,
“Şeriati’nin ölümünün müsebbibi olarak rejime işaret etmek mümkün” deniliyor.
Behrengi’nin
ölümü ise daha sorunlu: Bu konuda Areş dergisinin Behrengi sayısında
onun ölümüne rejimin sebep olduğu tezini çürüten, Celâl Âl-i Ahmed, Saidi,
İslam Kazimiye gibi yazarların yazılarına bakılabilir. İran Azerbaycanı ile
Sovyet Azerbaycanı arasındaki sınırı teşkil eden Aras nehrini geçerken boğulan
Behrengi ya da suikasta kurban gitti ya da Sovyetler Birliği’ne geçmek isterken
kazayla öldü.
[13]
Michael C. Hillmann, Literature East and West, s. 197.
[14]
Al-e Ahmad, Aresh, s. 8.
[15]
Samad Behrangi, Kand o kâv dar masâ’el-e tarbiati-ye Irân (Tebriz:
Châpkhâneh-ye Mohammadi-ye ‘Elmieh, 1344/1965), s. 123.
[16]
A.g.e., s. 123-124.
[17]
A.g.e., s. 124.
[18]
A.g.e., s. 124-125.
[19]
A.g.e., s. 125-126.
[20]
A.g.e., s. 126.
[21]
A.g.e., s. 127.
[22]
A.g.e., s. 129.
[23]
A.g.e., s. 130.
[24]
A.g.e., s. 3-22.
[25]
A.g.e., s. 10.
[26]
Behrengi, birçok İngilizce öğretmeninin “sosisli sandviç”i bilmemesi sebebiyle
öğrencilere “bu Amerikalılar Hristiyan, dolayısıyla kâfir oldukları için domuz,
eşek, hatta köpek eti yiyorlar” demek zorunda kaldıklarını söylüyor. Aynı
şekilde, çok az sayıda İngilizce öğretmeni “beysbol” oyununun ne olduğundan ve
nasıl oynandığından haberdar (a.g.e., s. 83-84).
[27]
A.g.e., s. 57-58.
[28]
Samad Behrangi, Majmu’ah-ye maqâlehhâ (Tebriz: Enteshârât-e shams, Tir
1348/1969), s. 27.
[29]
Celâl Âl-i Ahmed’in aktarımına göre, bir kültürün ve dilin ayrıksılığı, bunun
yanında “orak”, Behrengi’nin ağabeylerine göre Medine kadar kutsaldı. Bu
açıdan, Behrengi’nin Azeri Türkçesiyle inşa edilmiş kültüre, dile veya
sosyalizme olan bağlılığı tartışmalı. (Aresh, s. 12).
[30]
Kand o kâv, s. 128-129.
[31]
A.g.e., s. 112.
[32]
Hooglunds, Little Black Fish, s. xii.