27
Ocak 1934 günü Frankfurter Volksblatt gazetesinde yayımlanan, Hanns
Johst’a verdiği mülâkatta Hitler, Üçüncü İmparatorluk’a dair anlayışını “Halkın
Toplumu” [Volksgemeinschaft] olarak ifade ediyor:
“Benim
hareketim Almanya’yı müşterek bir yapı, tek bir organizma olarak kavrıyor. […]
Nasyonal Sosyalizm, milli kararlılığı burjuva geleneğin meydana getirdiği
kamptan, canlı ve yaratıcı sosyalizmi ise Marksist dogmanın materyalizminden
alıyor.”
Bu
yeni Halkın Toplumu anlayışı, esasen tüm insanlara ait olan her şeyi ifade
ederken, burada temelde Nazi Almanyası’nın müşterek bir ideoloji ile birleşmiş
sınıfsız bir toplum olduğu üzerinde duruluyor:
“Halkın
Toplumu, tüm üretici emeğin oluşturduğu toplumu, tüm önemli çıkarların
birleşmesini, burjuvadaki özele düşkünlüğün aşılmasını, sendikalarda bir araya
gelmiş, mekanizmalar dâhilinde örgütlenmiş kitleleri, bireyin kaderiyle
milletin, bireyle halkın kayıtsız şartsız eşitlenmesini ifade ediyor.
Burjuvazi, devlete bağlı bir yurttaş hâline gelmeli; kızıl yoldaş, ırkına bağlı
bir yoldaş olmalı. Her ikisi de tüm o iyi niyetleriyle sosyolojik işçi
anlayışını yüceltmeli, emeği onurlu bir unvanla buluşturmak için onu yukarı
çekmeli. […] Burjuva, artık kendisini Marksist mülkiyet anlayışı üzerinden
işçiden kopmuş, sermayenin veya belirli bir geleneğin uşağı gibi hissetmemeli.
Burjuva, açık fikirlilikle bir işçi olarak, bütünün parçası hâline gelmek için
uğraşmalı.”[1]
Yaklaşık
iki yıl sonra Alman Emek Cephesi’nin lideri Dr. Robert Ley, Almanya’nın
Avrupa’da sınıf mücadelesi sorununu çözüme kavuşturan ilk ülke olduğunu gururla
ifade etti.[2] Cephenin ülkedeki geleneksel sendikalar yerine geçirilmesinden
önce yaptığı bu açıklamada Ley, Üçüncü İmparatorluk’a bağlı yurttaşların artık
“çalışma hayatının askerleri” olduğunu söylüyordu. Sonrasında Ley, işçilerin
kendilerine destek olan toplumsal ve politik sistemleri bir oldubittiyle devre
dışı bırakan, Neşeyle Güçlenme programını yürürlüğe koydu. İşçilere bu programı
kabul etmeleri durumunda ödül vaat eden programın görünüşteki amacı, sınıfsal
ayrımı belli ölçüde ortadan kaldırmaktı.
Brecht,
bu türden programların sahte sosyalist yapılar inşa ettiğini söylüyordu.
Tespitine göre Naziler, Alman proletaryasının birçok üyesini bu tür hamlelerle
avladılar:
“Faşizm koşullarında
sosyalizm, kendisine ait tahrif edilmiş bir ayna görüntüsüyle yüzleşiyor. Bu
hâli, sosyalizmin erdemlerine değil, onun geçmişten kalan tüm kötü yanlarına
sahip.”
Burada
Brecht, esasen Dimitrov’un Komintern’e sunduğu 1935 tarihli raporunun başında
yer alan tespite benzer bir tespitte bulunuyor ve Almanya’daki faşizm türünün
büyük bir küstahlıkla kendisini “Nasyonal Sosyalizm” olarak adlandırdığını, ama
aslında en gerici türü olduğunu, sosyalizmle hiçbir alakasının bulunmadığını
söylüyor.[3]
Volksgemeinschaft, Brecht’in
III. Reich’ın Korku ve Sefaleti isimli oyununun birinci perdesinin adı. Aynı
zamanda bu kavram, oyunun diğer sahnelerinde de hedefe konuluyor. Buna karşın
Brecht, kavramı antifaşist düzyazı çalışmalarında pek kullanmıyor. Bunun tek
istisnası ise Sol Aydınlar İçin Program’la ilgili eleştirel değerlendirmesi.
Çalışmanın beşinci bölümünde Nasyonal Sosyalistlerin birleştirme çabası
içerisinde olduklarını, bu anlamda, tüm sınıfları yeni bir Halkın Toplumu
içinde bütünleştirmek için uğraştıklarını söylüyor. Burada bile Brecht, kavramı
açıktan dile getirmek yerine imalı bir ifade dâhilinde kullanıyor. Kavramı doğrudan
kullanmamasının sebebi, onu zaten Nasyonal Sosyalist rejimin “sahte sosyalizmi”ne
yönelik saldırılar içerisinde anmış olması. “Sahte sosyalizm” [Scheinsozialismus]
terimi ile Brecht, esasen Nazi partisinin yüzüne taktığı sosyalizm maskesinin SPD’nin,
sosyal demokratların reformist politikalarının içi boş bir versiyonu olduğunu
söylüyor. Brecht, Weimar Cumhuriyeti döneminden beri halkın aşina olduğu “sahte”
sosyalizmin Naziler şahsında yeniden dirildiğini düşünüyor.[4] 24 Aralık 1947’de
günlüğüne düştüğü şu notta da söylenen, bundan başka bir şey değil:
“Nasyonal Sosyalizm,
egemen sınıfın asla kabul etmeyeceği, toplumsal düzenin alt kademelerindeki
insanlar için bir vekil meydana getiren veya getirmeyi vaat eden, sakatlanmış,
sinir krizi geçiren, yoldan çıkmış halk hareketi olarak, küçük burjuvazinin
sosyalizmi olarak kabul edilmelidir. Sahte sosyalistlerin attıkları ilk
adımlar, bu sebeple ‘demokrasi’yle değil, gerçek bir şeyle kıyaslanmalıdır.”
“Küçük
Burjuvazi ve Proletarya Yüzünü Neden Faşizme Dönüyor?” isimli makalesinde Brecht, kitlelerin rejimin “sahte
sosyalizmi” eliyle her daim aldatıldığı sonucuna ulaşıyor.
Dönemin
tarihçesini aktaran bir çalışmaya göre, Alman kamuoyu Nazilerin Halkın Toplumu
fikri üzerine kurulu propagandasına büyük ölçüde teslim olmuştu.[5] Bu sürece
karşı koymak adına Brecht, rejimin sosyalizmi yoldan çıkartan çabasına saldırdı
ve “Nasyonal-Sosyalizm”in üzerine atılan cilâyı kazımaya çalıştı. Ona göre
Nasyonal Sosyalizm, işçi sınıfının önceliği fikrini çarpıtıp onu küstah bir sahte
gerçekliğe dönüştürüyordu.[6] Brecht, ısrarla hakiki sosyalist idealler üzerinde
duruyordu. Buradaki ölçüt, Batı’nın burjuva demokrasileri değil, Sovyetler’in
belirlediği standartlardı. Halkın Toplumu ve sahte sosyalizm gibi kavramlar, bu
ölçüt üzerinden değerlendiriliyordu. Bu konum üzerinden Brecht, doğalında Nazi Almanyası’nın
başarıları ile Sovyetler’in hataları arasında kıyaslama yapılmasına neden
olacak şeyler söylüyordu. Aynı şekilde Komintern de Almanya’daki antisemitizmi
Sovyetler’de Yahudilere yönelik yaklaşımla kıyaslama gereği duyuyordu.
Propaganda
metinlerinde sıklıkla rastlanılan “Halkın Toplumu” kavramında geçen “Halk”
kavramı masum bir kavrammış gibi takdim ediliyordu. Burada aslında yeni kurulan
ve herkesi kucaklayan eşitlikçi toplumun etnik, aynı zamanda politik açıdan
sınıfsız bir yapı olduğundan bahsediliyordu.
Johst’a
verdiği mülâkatta Hitler, “kızıl” yoldaşın da ırka mensup olan bir yoldaş hâline
gelmesi gerektiğini, aksi hâlde ona hiçbir şekilde hoşgörüyle
yaklaşılamayacağını söylüyordu. Üçüncü Reich, Nazi Almanyası, ülkeyi tüm
sınıfsal engellerden kurtardığı efsanesini dillendirip duruyordu. Bunu söylerken,
tarihsel sosyalizmin kıyafetlerini üzerine geçirmekte bir beis görmüyordu. Brecht,
Nasyonal Sosyalizme teori ve edebiyat düzleminde saldırırken, bu “sahte
sosyalizm” ifadesini tam da bu sebeple kullanıyordu.
Halkın
Toplumu anlayışı, hem kapsayıcı hem de dışlayıcı bir yapıyı ifade etmekteydi. Brecht’in
Sol Aydınlar İçin Program isimli çalışmasında dile getirdiği biçimiyle, “Nasyonal
Sosyalistlerin herkesi birleştirme çabası, milli dayanışmaya zararlı olan
Yahudiler ve işçiler gibi insan gruplarının imhasını, dışlanmasını veya teslim
alınmasını içeriyor”du.
Başka
bir yerde ise rejimin yaşam alanı siyaseti ile ilgili değerlendirmesinde
Brecht, milli birliğin dolaylı bir biçimi hâline gelen ve giderek araçsallaştırılan
antisemitik günah keçisi arayışına dair bir örneği aktarmaktaydı:
“Hiç iktidar olmamış, bunun
yanında, millilik hissini hiç meydana getirmemiş olan burjuvazi, Yahudi karşıtlığını
Güney bölgelerindeki kardeşlerimiz için gündeme getiriyor.”
John J. White
Ann White
[Kaynak:
Bertolt Brecht’s Furcht und Elend des Dritten Reiches: A German Exile Drama
in the Struggle against Fascism, Camden House, 2010, s. 59-63.]
Dipnotlar:
[1] Hitler: Reden und Proklamationen, 1932–1945, Yayına Hz.: Max
Domarus, Cilt. 1, Triumph, 1932–1934 (Wiesbaden: Löwit, 1973), s. 349–51. İngilizce
çevirisi için bkz.: Evans, The Third Reich in Power, s. 497–98.
[2]
Völkischer Beobachter, 29 Eylül 1935.
[3]
Dimitrov, “The Class Character of Fascism,” s. 115.
[4]
Burada dile getirilen suçlamaya Dimitrov’un “Faşist Saldırı ve Komünist
Enternasyonal’in İşçi Sınıfının Faşizme Karşı Mücadelesinde Üstlendiği Görev”
başlıklı çalışmasında da rastlıyoruz: “Almanya’daki faşizm türü faşizmin en
gerici türüdür, üstelik büyük bir küstahlıkla kendisini Nasyonal Sosyalizm
olarak adlandırmaktadır, oysa onun sosyalizmle zerre alakası yoktur.” (For a
United and Popular Front, s. 114–93, 115).
[5]
Evans, The Third Reich in Power, s. 500.
[6] Goering’in ünlü “Kamunun çıkarı kişinin çıkarından önce gelir” sloganını alaya alan eleştirisinde Brecht “sosyalist siyasette bireyin elde edeceği fayda ile genel kamuoyunun elde edeceği fayda arasında herhangi bir çatışmaya yer yoktur” der. Goering bu sloganı 1938’de ülkenin komşu ülkelerle savaşmaya hazırlandığı kitlesel seferberlik döneminde dile getirmektedir. Brecht de “lafta iyiymiş gibi görünen bu türden cümlelerin ardındaki gerekçeleri sorgulamaktadır.
0 Yorum:
Yorum Gönder