Gazze’den
gelen dehşet verici görüntüler, yayınlanıp dünya çapında tekrar tekrar
izlendikçe, insanlar harekete geçti ve dayanışma çalışmalarına katıldı. Bu eylemlilik
dalgası, İsrail’in küresel sahnede devam eden soykırımının yürek burkan
gerçeklerine yönelik içgüdüsel tepkilerle besleniyor. Artık binlerce insan,
Siyonizmin Filistinlilerin yok edilmesini ve ilk kaynak birikimini öngören bir
siyasi program olduğunu görüyor.
Birçok
yeni eylemci ve yeniden aktif hale gelen örgütçü, duygusal tepkilerini somut
desteğe dönüştürmeye çalışıyor. Ayrıca, bu soykırımın kaynağı olan Siyonizme ve
sömürgeciliğe karşı mücadele eden örgütler arıyorlar. Eylemciler farkında olsun
ya da olmasın, esasen örgütlenme çabaları için anti-siyonist bir yuva
arıyorlar. Dolayısıyla, artık Filistin’in kurtuluşu ve sömürgeciliğin sona
ermesi ilkelerine sıkı sıkıya bağlı örgütlenme pratiklerinin temel
özelliklerinden bazılarını dürüstçe tartışmanın, kafa karışıklığından ve anlaşılmaz
yanların sökülüp atılmasının vaktidir.
Bu
makale, anti-siyonist örgütler arayan bireylerin bu arayış esnasında dikkate
alabilecekleri kimi önerileri içeren, geç kalmış bir sohbeti başlatmayı
amaçlıyor.
Tarih
konusunda temel ve genel bir anlayışa sahip olanların bile kabul edeceği üzere,
Siyonizmin devam eden bir yerleşimci-sömürgecilik süreci olduğunu kabul
edersek, Siyonizmin çöküşü, bir dekolonizasyon süreci olarak anlaşılması
gereken anti-siyonizme ihtiyaç duyar.
Sömürgecilik
karşıtı bir ideoloji olarak anti-siyonizm, yerli bir kurtuluş hareketi olarak,
doğru bir şekilde konumlandırılır. Buradan ortaya iki sonuç çıkar:
1.
Sömürgecilik karşıtı örgütlenme, mevcut güç ve bilgi yapılarının
sınırlamalarından sıyrılmamızı ve yeni, adil bir dünya hayali kurmamızı
gerektirir.
2.
Bu anlayış, anti-siyonist düşüncenin taşıyıcılarının, sömürgecinin halkı yok
etme çabalarına direnen yerli topluluklar bulunduğunu ve sömürgecilik karşıtı
pratiğin stratejilerinin, yöntemlerinin ve hedeflerinin bu analizden
kaynaklanması gerektiğini açıklığa kavuşturur.
Daha
basit bir ifadeyle: Anti-siyonist düşüncenin kimi yazarları, Batı merkezli STK’lar
değil, sömürgecilik karşıtı Filistinlilerdir. Bunu, Filistin’de yaşayan ve
çalışan bir Filistinli ve Filistinli-Amerikalı olarak yazıyoruz.
“Batı
değerleri” denilen şeyin etkisinin farkındayız. “İnsan hakları” paradigmasının
merkeze alınmasının, Filistin’de ve yurtdışında gerçek sömürgecilik karşıtı
çabaları nasıl sekteye uğrattığını görüyoruz. Bu, statükoyu korumak ve iktidara
yakınlaşmak uğruna, Filistin tarihine dair analizden beslenmeyen sloganlara
başvurarak gerçekleştiriliyor.
Anti-siyonist
örgütlenme, yeni bir kavram değil. Buna karşın, bugüne de bu terim, örgütlenme sahasında
kullanımı yanlış anlamalarla ve muğlak tanımlarla malul. Ya da tümüyle küçümsenmiş.
Bazıları anti-siyonizmi, mevcut İsrail hükümetine yönelik eleştirilerle sınırlı
bir faaliyet veya düşünceler kümesi olarak tanımlıyor. Oysa bu, tehlikeli ve
yanlış bir yorum.
Anti-siyonizmi
sömürgeciliğin sona ermesi olarak anlayan yaklaşım, maddi ve belirgin hedefleri
olan bir siyasi hareketin ifade edilmesine ihtiyaç duyar: ata topraklarının
iadesi ve Filistinlilerin yurtlarına dönmesiyle ilgili ilkenin ve geri dönüş
hakkının savunulması; Siyonist yapıların yıkılması ve Filistinliler tarafından
tasarlanan, yönetilen ve uygulanan yönetim tarzlarının yeniden oluşturulmasıyla
birlikte ele alınmalıdır.
Anti-siyonizm,
iktidarın yerli halka geri verilmesi gerekliliğini ve Filistin halkına karşı
yüzyıldır kanlı ve amansız bir savaş yürüten yerleşimci topluluklar için adalet
ve hesap verebilirlik çerçevelerinin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bu, anti-siyonizmin
bir slogandan çok daha fazlası olduğu anlamına gelir.
Bir
Kurtuluş Hareketi
Anti-siyonizmi
tanımlamanın olası sonuçları göz önüne alındığında, bu kavramı bir kurtuluş
hareketi çerçevesinde ele almalıyız. Bu, küresel sömürgecilik karşıtı çabalar
bağlamında, anti-siyonizm anlatısı ve ilkeleri üzerinde tesis edilecek
kontrolün stratejik önemini vurgular.
Steven
Salaita’nın “Hamas Sizin Hayal Gücünüzün Bir Ürünü” başlıklı yazısında
belirttiği gibi, Siyonizm ve liberal Siyonizm, Filistin direnişinin aldığı şekli
etkilemeye devam ediyor:
“Siyonistler, kamusal
alanda bir tür söylemsel kontrole sahipler: Yerli halkın kültürünü tayin
edebiliyorlar; direnişin sınırlarını çizebiliyorlar (ve yasaklayabiliyorlar);
ulusal kurtuluş çalışmalarını yönlendirebiliyorlar. Filistinliler, zalimin kaba
ve çıkarcı hayal gücünün tuzağına düşmüş durumdalar.”
Derdimizi
ve kendimizi anlatma hakkını yeniden kazanmalı, anti-siyonist düşünceyi
kurtuluş için bir rehber olarak kullanmalıyız. Anti-siyonist pratiği, onu
yalnızca bir bağış toplama e-postasının başlığı olarak kullananlardan geri
almalıyız.
Kolektif
tahayyülümüz, özgürleştirilmiş ve sömürgelik halinden kurtarılmış bir Filistin’in
neye benzediğini tam olarak ifade edemese de, genel çerçevesi birçok kez ortaya
konmuştur. Hayfa’dan, Şeyh Muvanni’nin topraklarından veya Deyr Yasin’den kovulmuş
herhangi bir Filistinli mülteciye sorun, size, sömürgelik halinden kurtarılmış
bir Filistin’in, en azından, Filistinlilerin nehirden denize kadar özgür bir
siyasi birime dönüş hakkına sahip olduğunu söyleyecektir.
Kendisini
“anti-Siyonist” olarak tanımlayanlar, “İsrail-Filistin” veya daha kötüsü, “Filistin-İsrail”
gibi bir ifadeye başvurduklarında, kendimize şu soruyu sormalıyız: Sizce “İsrail”
Filistin’de değil de hangi topraklarda kurulu? Bu, sömürgeci bir devleti
meşrulaştırma girişiminden başka bir şey değil. Aradığınız isim “Filistin”, aradaki
tireye gerek yok. En azından, anti-Siyonist oluşumlar, Filistinlilere ve
Filistinli olmayan müttefiklerine sömürgeci hırsızlığın şiddetini dayatan bir
dil kullanmaktan kaçınmalıdır.
Yerleşimci/Yerli
İlişkisi
Yerleşimci/yerli
ilişkisini anlamak, anti-siyonist örgütlenmede olmazsa olmazdır. Bu, Siyonist
yerleşimci-sömürgecilikteki “yerleşimci” tanımlamasıyla yüzleşmek anlamına
gelir; bu, kişinin daha geniş yerleşimci-sömürgeci iktidar sistemlerindeki
yerini gösteren bir sınıf statüsüdür. Anti-siyonist söylem, Siyonistlerin Oslo
Anlaşmaları ve Tel Aviv’deki İsrailli yerleşimcilerle Batı Şeria
yerleşimlerindekileri birbirinden ayıran uluslararası hukuk çerçevelerine yönelik
aşırı güven türünden, sömürgeci araçlar aracılığıyla tarihi (yeniden) teorik
zemine kavuşturmalarına eleştiri düzeyinde itiraz edebilmelidir.
Bazı
İsrail şehirlerinin yerleşim yeri olduğunu, bazılarının ise olmadığını öne
sürmek, Siyonist çerçeveyi muhafaza etmek demektir. Filistin’deki keyfi coğrafi
bölünmelere göre sömürgeci kontrolü meşrulaştıran bu yaklaşım, toprakları daha
da farklı bölgelere ayırır. Anti-siyonist analiz, “yerleşimcilerin” yalnızca
Kiryat Arba ve Efrat gibi “yasadışı” Batı Şeria yerleşimlerinin değil, aynı
zamanda Sefad ve Petah Tikva’daki yerleşimlerin de sakinleri olduğunu anlar.
Hayfa’dan kovulmuş, sürgünde yaşayan herhangi bir Filistinliye sorun, size bugün
evlerinde yaşayan İsraillilerin de yerleşimci olduğunu söyleyecektir.
Oslo
Anlaşmaları’nı, uluslararası hukuku ve insan hakları paradigmasını Filistin’in
sosyo-tarihsel gerçekliklerinin merkezine yerleştirme yönündeki yaygın tercih,
analizlerimizi ve siyasi müdahalelerimizi sınırlamakla kalmıyor, aynı zamanda
Filistinlilerin nasıl bir geleceği hak ettiğine dair hayal gücümüzü de
kısıtlıyor, böylece bizi Batı Şeria’daki yeni, kötü yerleşimcilerin şiddetin
kaynağı olduğuna ikna etmek için sömürgecilik sonrası dönem sorularını bir
kenara itiyor. Tel Aviv ve Batı Kudüs gibi 1948’de çalınan Filistin
coğrafyalarının sınırları içinde ikamet eden meşru yerleşimciler, bu anlatıda
farklı bir yerde duruyor. “Kötü yerleşimcilerin hizmetinde yürütülen sömürgeci
şiddetin hatasını öğrenerek aydınlanabilirler” deniliyor. Hatta sözde dayanışma
ortaklarımız olabileceklerinden bile bahsediliyor. Tüm bunlar, sömürgecinin
elindeki imtiyazın kırıntısını bile feda etmeden veya 1967 öncesi Siyonist
şiddetinin acımasız tezahürlerinden herhangi birini kınamak zorunda kalmadan
gerçekleşecek şeyler.
Bu
düşünce tarzının bir sonucu olarak dayanışma örgütleri, bazı İsraillileri ön
plana çıkartıyorlar. Bu noktada kötü yerleşimciler, Batı Şeria’ya yerleşenler için
uygulanan devlet şiddetine sırtını dönen profesyoneller ve barış elçilerine
vurgu yapılıyor. Bu kişiler, Filistinlilere denk bir düşünsel, ahlaki veya
sınıfsal bir zemine yerleştiriliyorlar. Bu İsrailliler ile dayanışma içinde
olduklarını iddia ettikleri Filistinliler arasındaki içsel güç dengesizliği görülmüyor,
yerleşimci statüleri ellerinden alınıyor. Yerleşimci, çalınmış topraklarda
kendisine ayrıcalıklı bir statü sağlayan tarihsel-politik bağlamdan çıkarılıyor,
ona Filistin deneyimini tasvir etme yetkisi veriliyor. Bu, Siyonist anlatının
tarihsel olarak örtülmesinin bir parçasıdır; yerleşimciyi bir birey olarak
okumak ve bir yerleşimci olarak sınıfsal statüsünü göz ardı etmek için
yerleşimci-sömürgecilik bağlamını göz ardı eden bir yaklaşımdır.
“Sömürgelik
Halinden Kurtuluş” Kavramının Yanlış Anlaşılması
Filistinlilerin
Filistin’deki Yahudi yerliliğini hiçbir zaman reddetmediğini belirtmek gerekiyor.
Ancak kurtuluş hareketi, Siyonist yerleşimciler ile Yahudi yerliler arasında hep
ayrım yapmıştır. Filistinliler, 1968 tarihli Filistin Ulusal Şartı Sevâbit’te
olduğu gibi, bu ayrım için net ve rasyonel bir çerçeve oluşturmuşlardır. 6.
Madde, “Siyonist işgalin başlangıcına kadar Filistin’de olağan haliyle ikamet
eden Yahudiler, Filistinli olarak kabul edilecektir” ifadesini içermektedir.
Bireyler
“sömürgelik halinden kurtuluş” ifadesini “Yahudilerin toplu katliamı veya
sürgünü” olarak yorumluyorlar. Oysa bu yanlış yorum, genellikle kendilerinin
sömürgecilikle bağlarının bir yansıması veya Siyonist propagandanın bir neticesidir.
Bu söylemi devam ettirenler, yerli halkı örgütlemeyle ilgili tavrını bir asrı
aşkın bir zamandır muhafaza eden Filistin fikriyatını kasten yanlış yorumlamaktadırlar.
Yüz
yıl süren etnik temizlik, bombardımana tabi tutulan halklar ve kökü kuruyan
ailelere rağmen Filistinliler, hiçbir zaman Yahudilerin veya İsraillilerin
topluca öldürülmesini talep etmediler. Anti-siyonizm, Filistin’deki
sömürgecilik karşıtı düşünceye ve Siyonist propagandaya dair tarih dışı
okumalara karşı geliştirdiği dilinde ve söyleminde “yerleşimci” ve “yerli” gibi
tarihsel-politik tanımları kullanmaktan çekinemez.
Siyonistlerin
“Tüm Hayatlar Önemlidir” Anlayışı
Gördüğümüz
gibi, yerleşimci-sömürgecilik, yerleşimcilerin konumunu güvence altına alır ve
onlara haklar, bu durumda ilahi bir fetih hakkı bahşeder. Bu nedenle Siyonizm,
yerleşimcilerin haklarının yerli halkların haklarının önüne geçmesini ve yerli
halkların zararına olmasını sağlar. Bunu bildiğimizde, liberal bir slogan olarak
“haklar herkese eşit verilmeli” lafının derinlemesine değerlendirilmesi
gerekir. Yerleşimci devletinin ve ona içkin olan, sonsuza dek yerleşimciye
hizmet ederek yerli toplulukların doğrudan zararına olan şiddetin
parçalanmasına vurgu yapmak yerine, slogan, Filistinlilerin şiddet sistemi
içinde daha fazla hak elde etmeleri gerektiği imasında bulunur. Ancak bu
ifadeyi dile getirenlerin kastettiği anlamda “eşit haklar”ı, bir yerleşimci
devletini yeniden inşa edecek girişimler bahşetmeyecektir. Bu haklar, ancak
Filistin’in sömürgelik halinden kurtulması, toprak ve kaynakların maddi olarak
iade edilmesiyle sağlanabilir. Daha fazla tartışmaya gerek kalmadan, slogan,
yalnızca Siyonizmin bir başka mekanizması, uzun zamandır yerleşimcilerin
haklarının kurbanı olan yerli toplulukların haklarının iade edilmesi
gerekliliğini vurgulamak yerine, yerleşimcilerin haklarını koruyan bir mekanizma
olarak iş görüyor.
Anti-siyonistler,
hem yerleşimci sömürgeciliğini hem de Siyonizmi kınayıp, hem de yerleşimcilerin
eşit ve değişmez haklara sahip olması gerektiği iddiasını savunamazlar.
Siyonistler, devletlerinin her zaman var olduğuna, İsraillilerin her zaman bu
topraklarda yaşadığına inanmanızı isterler. Oysa yakın tarih bize,
anti-siyonizmin Filistin’deki yerleşimlerin gelişimini maddi olarak ilerleten
mevcut mekanizmalara karşı çıkması gerektiğini söyler.
Siyonist
kurumlar, yalnızca 2022 yılında, demografik çoğunluğu sağlamak ve yerli halka
ait topraklarda fiziksel bir varlık sağlamak için Rusya, Doğu Avrupa, ABD ve
Fransa’dan yaklaşık 60.000 yeni yerleşimciyi transfer etmek için yaklaşık 100
milyon dolar yatırım yaptı. Bu, ancak Filistinlilerin zorla yerinden edilmesine
dönük çabaların sürdürülmesi ve özellikle Batı Şeria kırsalı genelinde her gün şahit
olduğumuz üzere, onları yeniden şiddet yoluyla yerinden ederek mümkün olabilir.
Bu
yerleşimcilerin, zor kullanılarak çalınan Filistin topraklarında,
Filistinlilerin hakları iade edilmediği sürece yaşama “hakkı” olduğu iddiasının
hiçbir ahlaki meşruiyeti yoktur. Hâkim ahlaki veya felsefi söylemde, bir şey
çalan kişinin çaldığını haklı olarak elinde tutmasını savunan hiçbir adalet
teorisi yoktur. Hırsızlık eylemi, tanımı gereği, adaleti, kaynakların eşit
dağıtımını ve bireysel haklara ve mülkiyete saygıyı vurgulayan temel adalet
teorilerini ihlal eder.
Sömürgeciliğin
sona ermesinin bir metafor olmadığını insanlara hatırlatan Nadav Gazit ve Yuula
Benivolski gibi İsrail vatandaşı bazı eylemciler, Filistinlilerin kurtuluşunu
somut bir şekilde desteklemek için inisiyatif aldılar ve yerleşimci
vatandaşlığı iddialarından vazgeçtiler. Liberal STK’lar, bunun ne anlama
geldiğine dair daha fazla tartışma yapmadan “herkes için eşit haklar”ı savundular.
Oysa bu, “herkesin hayatı önemlidir” anlayışının Siyonist versiyonudur ve
Filistinlilere yönelik şiddet sistemlerinin sürdürülmesini sağlar veya en iyi
ihtimalle bu sistemleri sorgulamaktan kaçınır.
Siyonizm
ve anti-siyonizmle ilgili bazı temel kavram ve tanımları ortaya koyduktan
sonra, anti-siyonist örgütlenmenin bazı temel stratejilerini ve taktiklerini
inceleyebiliriz.
Özgürleşme
Sürecini Desteklemek İçin Yapısal Değişiklikler
Anti-siyonizm,
Siyonist yapıların sistematik olarak ortadan kaldırılmasını gerektirdiğinden,
bu süreç, temel faaliyetler olarak hizmet veren eğitim programları ve
protestoları içerebilir. Ancak eylemciler için birer konfor alanı haline gelen,
mevcut Siyonist şiddet yapılarına yönelik gerekli risk ve anlamlı meydan
okumalardan yoksun alanlar ve etkinlikler düzenlerken dikkatli olmak önemlidir.
Anti-siyonist örgütlenme, uluslararası yardım kuruluşlarının İsrailli
yerleşimci milisleri ve yerleşim genişlemesini finanse etmesini sağlayan
yasaları hedef almak gibi, sömürgeciliği uzaktan destekleyen stratejik politika
ve yasal reformları içermelidir. Sonuçta, yurtdışındaki amacımız, kamuoyunun
Filistin hakkındaki görüşünü değiştirmek değil, sömürgeciliğin sona ermesine
dönük mücadelenin mevzi kazanması için yapısal değişikliklerin yapılmasını
sağlamak olmalıdır.
Yurtdışındaki
sömürgecilik karşıtı yaklaşımlar, (hayır kurumları, kiliseler, sinagoglar,
sosyal kulüpler ve kimi bağışçı kuruluşlar gibi) sömürgeciliği destekleyen
kurumların iç yapılarını değiştirmeyi içerir. Bunlara, birçok uluslararası eylemcinin
kişisel, mesleki ve finansal olarak bağlantılı olduğu kuruluşlar da dâhildir;
bunlar arasında, koordinasyonunu yaptığımız kâr amacı gütmeyen kuruluşlar
yanında, Açık Toplum Vakfı ve New York Carnegie Derneği gibi büyük bağışçı
kuruluşlar yer alır.
ABD
bağlamında, en tehdit edici Siyonist kurumlar, üniversite kampüslerindeki
Hillel grupları veya hatta Hristiyan Siyonist kiliseleri değil, Amerikan
imparatorluğunun statükosunu korumak için faaliyet gösteren köklü siyasi
partilerdir. İnkâr ve İftirayla Mücadele Birliği (ADL) ve Amerika İsrail Kamusal
İşler Komitesi (AIPAC), Filistinlilerin kurtuluşu için yürütülen mücadeleyi
ezen yapılar olarak, hiçbir şekilde küçümsenmemesi gereken şiddet biçimlerine
başvururlar. Bunların, yerleşimci-sömürgecilik bağlamında en önemli kurumların
yönelimlerini belirlediklerini, temsiliyetleri itibarıyla yalnızca Yahudilere
ait olmadıklarını görmek gerekmektedir: ABD’de Cumhuriyetçi Parti ve Demokrat
Parti, Filistinlilerin katli konusunda kamuoyunun desteğini alma konusunda ADL
ve AIPAC’in toplamından daha fazla çaba ortaya koymaktadır. İlerici Grup ile “senatodaki
ekipler”in çoğunluğu bile suçludur.
Ait
olduğumuz kurum ve topluluklara yönelik bu içsel meydan okumalar, tanımları
gereği riskli ve fedakârlık gerektiren, ancak elzem ve özgürleştiricidirler.
Değişimi başlatmak için yüzleşmeye, desteklerin ve maddi kaynakların geri
çekilmesine ihtiyaç duyarlar. Son aylarda gördüğümüz gibi, siyasi partilerden
ve kurumlardan seçim ve mali desteği çekme yönünde açık bir niyet olmadan
yalnızca politikacılara baskı yapmak için protestolar düzenlemek, temelden
hatalıdır. Ayrıca, istenen sonucu da sağlamaz.
28
Kasım 2023’te, İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere yönelik soykırımının
ortasında, ABD Temsilciler Meclisi üyeleri, anti-siyonizmi antisemitizmle
eşitleyen bir yasa tasarısını desteklemek için 421’e karşı 1 oyla (o bir kişi
de herhangi bir dekolonizasyon hareketine bağlı değildi) oy kullandı. Yasa
tasarısına oy vermeyen “parti ekipleri” üyeleri yasaya karşı oy kullanmadılar.
Siyasetçiler,
örgüt liderleri ve fon sağlayan kuruluşlar, soykırımı destekleme kararlarının
gerçek siyasi sonuçlarını görmelidir. Uluslararası dayanışma örgütlerinin
yürütme organlarının seçilmiş yetkilileri, sorumlu tutma konusundaki
isteksizliği, sadakatimizi kurtuluş ile geçici siyasi çıkarlar arasında
dengeleyemediğimiz için bir tehlike işaretidir.
Anti-siyonizm,
siyonizm aracılığıyla beyaz üstünlüğünü kasıtlı olarak sürdürenleri hedef alan
siyasi örgütlenmeden daha fazlasını gerektirir; baskı mekanizmalarını ortadan
kaldırmak için iktidara erişimimizi riske atmamıza ihtiyaç duyar. Siyonizmin
uzun ömürlü olacağına yönelik kanaatimizi terk etmeliyiz.
Siyonizmi
Yahudilikten doğru bir şekilde ayırıp onu yerli halkların yok edilmesi ve ilkel
kaynak birikimi süreci olarak anladığımızda, baskın siyasi oluşumların, silah
endüstrisi ve ileri teknoloji güvenlik sektörü, daha geniş kapsamlı Siyonist
projede vazgeçilmez kurumlar oldukları kolaylıkla görülecektir. Bu kurumlar,
aynı zamanda Siyonist sömürgeciliğin statükosundan maddi olarak faydalanmakta,
dolayısıyla, güçlerini onu sürdürmek için kullanmaktadırlar. Bu oluşumlar,
dünya genelinde beyaz üstünlüğünü, emperyalizmi ve sömürgeciliği, her ne kadar
eşitsiz de olsa, tüm halklara zarar veren sistemleri sürdürmek gibi daha kapsamlı
bir işlevin parçasıdırlar.
Siyonizm,
Yahudi halkına fayda sağlamaz. Küresel Yahudi topluluklarının güvenliğini ve
refahını sömürgeci şiddetin korunmasıyla eş tutmak, antisemitik ve yanıltıcı
bir argümandır. Bu argüman, Yahudi topluluklarının gelişebilmeleri için
Filistinlileri yerlerinden etmeleri, onlara hükmetmeleri, onları hapsetmeleri,
ezmeleri ve öldürmeleri gerektiğini ileri sürer.
Bu,
Filistinlileri anti-siyonist sömürgecilik karşıtı düşüncenin yazarları ve
bekçileri olarak anlama konusundaki önceki tartışmayla ilişkilidir.
Anti-siyonizmi yalnızca Yahudi eylemcilere ait veya Yahudi örgütlerinin
inisiyatifini gerektiren bir şey olarak tasvir etmemeliyiz. Anti-siyonizmi,
Filistin’de yerleşimler kurma siyasetini sürdüren kurumları parçalamayı
amaçlayan sömürgecilik karşıtı bir pratik olarak kabul etmek yerine, zorunlu
olarak Yahudi eylemcilerin öncülük ettiği bir uygulama olarak nitelendirmek,
Filistin’deki sömürgecilik karşıtı liderliği hükümsüz kılar. Yahudi
örgütlerinin rolüne aşırı vurgu yaparak, Filistinlilerin bilgi, deneyim ve
sömürgecilik karşıtı çabalarını Filistinli olmayan kuruluşlar lehine
merkezsizleştiriyoruz. Bu, ciddi bir hatadır. Böyle bir birleştirme, yalnızca
anti-siyonizmin hedeflerini yanlış tanıtmakla kalmaz, aynı zamanda Yahudilik
ile sömürgeciliği eşitleyerek, istemeden de olsa antisemitik duyguların devam
etmesine katkıda bulunur.
Cesur
Dayanışma
Özetle,
anti-siyonizm bir slogan değil, bir dekolonizasyon (sömürgelik halinden arınma)
ve kurtuluş sürecidir. Siyonizme ve yok edilişe direnmeye kararlı
Filistinliler, bu siyasi hareketin bekçileridir. Tel Aviv ve Modiin gibi
şehirler, tıpkı Batı Şeria’daki İtamar veya Tel Rumeida gibi birer yerleşim
yeridir. Dekolonizasyon, Filistin’deki tüm Yahudi topluluklarının yerlerinden
edilmesi anlamına gelmez; ancak, kendisini Yahudi olarak tanımlayan her bireyin
Filistin’in yerlisi olmadığını kabul etmek hayati önem taşır. Bu temel çerçeve,
anti-siyonist örgütler ve müttefikleri tarafından Filistin’i savunma çabaları
dâhilinde açıktan dile getirilmelidir. Anti-siyonist örgütlenme, İsrail devlet
projesi için en önemli kurum ve oluşumların yasa ve politikalarını değiştirerek
sömürge yapılarını ortadan kaldırmaya doğru ilerlemelidir.
Bu
makale, kapsamlı bir el kitabı değil; aksine, çok ihtiyaç duyulan bir
tartışmayı başlatıyor ve anti-siyonist pratiğin temel ilkelerini sunuyor. Bu
ilkeler tartışmaya açık değil ve anti-siyonist örgütlenmenin bazı
göstergelerini temsil ediyor. Bu anti-siyonist göstergeler, e-postalar veya
sosyal medya paylaşımları aracılığıyla etrafa serpiştirilerek ortaya
çıkarılmamalı, aksine, çalışmalarımızda ve analizlerimizde açıkça görülmelidir.
Bir
kuruluşun dayanışma ve direniş kavramsallaştırmasına yönelik bağlılığı şeffaf
olmalıdır. İdealleri, potansiyel yeni katılımcılar ve bağışçılar için de açık
olmalıdır. Kuruluşların, geniş bir kitleye hitap ederken aynı zamanda liberal
bağışçılar için de kabul edilebilir olmak adına neyi savunduklarını kasten
belirsizleştirdiklerine çok sık tanık olduk. Öngördükleri gelecek hakkında
muğlak bir dil kullanıyorlar; Filistinlilerin bu refaha ulaşmak için neye
ihtiyaç duyacakları konusunda derinlemesine bir tartışma yürütmeden, “tüm
Filistinliler ve İsrailliler için eşitlik, adalet ve iyi bir gelecek”
tanımlıyorlar.
Çelişkili
mesajların tabandan destekçilere ve finansal bağışçılara iletildiği ikili
söylem olgusu, kurumsal veya kişisel kazanç için kullanılan manipülatif bir
taktiktir. Bir grubun çabalarının tek bir nihai amacı olduğu, en başından
itibaren açık olmalıdır. O amaç şudur: Nehirden denize Filistin özgür
olacak.
Anti-siyonizm
ve dayanışma cesur olmalıdır. Filistinliler bundan daha azını hak etmiyorlar.
Leyla Şomali
Lara Kilani
15 Aralık 2023
Kaynak




