Halkın devleti, iktidarı, zorbalığı, talanı, yalanı ve
hükümeti teşhir ettiği günlerde sol öznelere sadece kendisini teşhir etmek
kalmıştır. Halkın öncülük ettiği direniş duvara çarpıp döndüğünde, halk da geri
dönmüş, sol bu noktada, doğalında, halkın önünde konumlanmış, bir yanılsamaya
kapılarak, halkın öncüsü olduğu zehabına kapılmıştır. Bugün direnişin rahlesi
önünde diz çökene rastlanmıyor.
Bir yerde örneğin “LGBT’ler kendilerini
gösteremiyorlar” diye onların faaliyetini destekleyen solcu, aslında kendi
niyetini ifşa ediyor. Bu solcu, bugün faaliyetini kendisini teşhir etmeye
indirgemiş olduğunu söylüyor. Zaten bu yüzden toplumda kendisini gösteremeyenlerle
ortak iş yapılıyor, onlarla yan yana duruluyor. Aynı boncuklar aynı ipe
diziliyor. Bu tespihin imamesinin liberalizm olduğu kesindir.
Doğu Perinçek’in Tayyip ağzıyla konuşup sürece
müdahale etmesi de başka bir tespihin dizildiğini ortaya koyuyor. Aynı şekilde,
“direniş alanlarına neden gelmiyorsunuz?” sorusuna “biz devrimci-demokratlarla,
marjinallerle yan yana görünmek istemiyoruz” diyen bir TKP’li de aynı tespihin
boncuğudur. Tespihin imamesi ise devlet ideolojisi ve milliyetçiliktir.
Göz, aklın ve yüreğin yerini almıştır. Gaz
kapsüllerinden gözlerini kaybedenlere birileri göz olabileceğini zannediyor.
Önerdikleri başka bir şey yok. Bu göz ise sadece gösterme ve teşhirle
ilgileniyor. Bunca teşhirin içinde teşhise ve teşhir etme çabasına yer
kalmıyor.
Devleti ve burjuvaziyi teşhir etme görevi, teşhissiz
pratiğin sonucu olarak, boşa düşüyor. Halkın bizzat teşhir ettiği, açığa
vurduğu düşman, sol kovuklara sığınıyor.
Çoğulculuk ya da particilik edebiyatı bu türden
kovuklardır. Demokrasicilik ve liberalizm tespihi de devlet ve milliyetçilik
tespihi de başka hayat kavgası veren kitleleri uyutmak içindir.
Emevi döneminde caminin içine giren halkın kavgasını
susturmak amacıyla dayatılmış tespih, bugün solun elindedir. Bu kadar
teşhircilik yapılmasının nedeni de buradadır. Birileri gözlerini kör edip
kavgaya girmiş kitlelere “açın gözlerinizi, bize bakın, bizi izleyin”
demektedir. Direnişin dalgaları şiddetlenmiş, sola da bu şiddeti silip suyu
kendi dingin havuzlarına akıtmak düşmüştür. Sınıfsal hareketin dalgaları
şiddetle burjuvazinin surlarını döverken, solun tek yaptığı, o şiddeti çalacak
sendikalar kurmaktır. Bu, tüm önceden miras alınan veya sonradan el konulan
kurumlar için geçerlidir. Şiddet, o dalganın ruhudur aynı zamanda. Mahremiyetin
silindiği yer, tam da o şiddetin ortadan kaldırıldığı yerdir. Sol, sadece içi
geçmiş işçilere, Kürd’e, gence, Aleviye ve kadına ihtiyaç duymaktır.
“Bir yandan da alternatif iftar organizasyonları
düzenleniyor. Bir kere, iki kere tamam. Ancak eleştirilen görgüsüzlüğün ve
ikiyüzlülüğün bir parçası olunuyor ne yazık ki.” diyebiliyor sadece, gördüğüne
iman eden Kemal Okuyan. Devamında da eyleme Türk bayrağı getirenlerin
dışlanmaması gerektiğini söylüyor. Yani birilerine “sen orucunla gelme”,
başkalarına da “bayrak getirebilirsin” deniliyor.
Çünkü oruç gözün gerisine, bayrak önüne aittir.
Oruçtaki tarihsel şiddeti bu solcunun havsalası almıyor, ama devletin
şiddetsiz, renksiz kıldığı bayrak, onun gözüne hoş görünüyor. Bir ülkenin
komünist partisi ülkesinin bayrağına, savaşmadan, kan dökmeden, şiddetten
kaçarak, o bayrağın özündeki şiddetin silindiği momentte sahip çıkabiliyor.
Bir caminin duvarına asılan, “bugünkü iftar bilmem ne
şirketi tarafından verilmektedir” yazılı pankartla “bayrak gelsin” diyen
arasında bir fark yoktur. Bir Hadis’te denildiği üzre, “sol elin verdiğini sağ
el bilmesin” sözü ve o sözün sahibi camiden kovulmuştur. Mitinglere bayrak
getirenlerse bayrakları bayrak yapanı o mitinglere asla sokmamaya yemin
etmiştir.
TKP’nin direniş süresince sadece bayrak sallamakla
yetinmesinin nedeni buradadır. 1 Mayıs’taki kepazelikten sonra sırf sol içine
güzel bir mesaj vermek için, devletle anlaşmalı olduğuna ilişkin kokuların
yükseldiği, Taksim’e yönelik Deniz Gezmiş çıkarması yapması, bu teşhircilikle
ilgilidir. “İşçi sınıfı orta sınıflaştı” deyip direnişi orta sınıfa hapsetmek
ve ona gene kamuculuk, aydınlanmacılık gibi burjuva kavramlarla seslenmek, bu
partinin bugünkü alamet-i farikasıdır.
Bu kadar teşhirciliğin devleti ve burjuvaziyi teşhir
etme görevini savsaklaması kaçınılmazdır. Sol, devletin ve burjuvazinin
saldırıları sonucu kendisini güncelleme imkânı buluyor. Devletin ve
burjuvazinin teşhirinin öncelikle sol içinden başlaması zorunludur.
Camiden kovulansa Muhammed’dir. Katıldığı şura
toplantısına gelen bir kişinin şuradaki insanları şöyle bir süzdükten sonra
sorduğu sorunun bugün anlaşılması mümkün değildir: “Hanginiz Muhammed?”
Görselliğin ve gözün tahakkümü altında camileri büyütmekle, şehrin bir diğer
ucundan görülebilecek büyük yapılar inşa etmekle göze hitap eden, cüsseli
politik yapılar kurmak yan yanadır. Buralarda ister istemez birileri
kendilerini peygamber, hatta Allah zannedecektir. Ayak oyunlarının, kirli
pazarlıkların, kafa-kol hesaplarının, teslimiyete dönük güzellemelerin, “iş
yapıyoruz” deyip işçileşmeme hâllerinin ortalığı kapladığı koşullarda bu
yaşanan deprem kendi üçkâğıtçı müteahhitlerini yetiştirecektir.
Bugün Facebook âleminde, “sevgilimle öpüşmeme tepki
gösteren garsonları kınıyorum” mesajları atan eşcinsellere rastlanıyor. Bazı
solcular da “evet ama onların da kendilerini görünür kılmaya hakları var”
diyorlar. Kimse aşkın mahremiyetinden bahsetmiyor. Solcular, aile denilen
kurumu dağıtacağı hesabıyla eşcinselliği destekliyorlar. Onlar sokak ortasında
ölüyor, bir tek solcu bile onların yanında olmuyor, ama iş onları istismar
etmeye gelince, kimi solcular yarış içine giriyorlar.
TKP de “Gökkuşağının Kızılı” çıkışı ile bu yarışa
katılma kararı almıştır. Teşhir etme görevi unutuldukça ve bu görevin emirleri
yerine getirilmedikçe, teşhircilik başat hâle geliyor. Teşhir, halkın önüne
çıkmaktır ve bu sol özneler, halkın önüne güzel kıyafetleriyle çıkmaya
çalışıyorlar. Bu anlamda “kral çıplak” müdahalesi, bu noktada, devrimci bir
müdahaledir.
Feminizm ve LGBT bahsinde solun istismar siyaseti
ondaki liberalizmle ilgilidir. Mesele, kadın ya da translar değil, bireyin
burjuva özgürlüğüne kavuşmasıdır. Bu talimat burjuvaziye aittir, başkasına
değil. Mazlumların ve sömürülenlerin devletin saldırısı karşısında burjuvazinin
eteğine yapışmasına mani olmak aslî görevdir.
Solun aileye yönelik düşmanlığı da bu liberalizmle
ilgilidir. Oysa aileyi yok eden, onu en fazla, basit bir tüketim öznesine
dönüştüren, kapitalizmdir. Bugün çocukların babasına çıkışma hakkına
özgürlükçülük şahsında sevinenler, o çıkışmanın babanın daha fazla tüketmesine
dönük bir emir dâhilinde gerçekleştiğini görmelidir. Kadın ve erkek arasındaki
aşkın mahremiyetten kurtarılması görevi ile sol, aşk dâhil, tüm kolektif
pratiklerin düşmanı olarak yeniden örgütlenmektedir.
Sol liberalizmin kimlik siyaseti sömürülenleri ve
mazlumları “kimlik” hücrelerine hapsetmek, kimlikleri izole etmek ve ortalığı
sahte bir cennete çevirmek amacını güder. Dolayısıyla bu sol, kimlik olarak
işçiye “işçi olma”, Kürd’e “Kürd olma”, kadına “kadın olma”, erkeğe “erkek
olma”, Ermeni’ye “Ermeni olma” emrini vermekten başka bir şey yapmaz. Soyut
bireylerin güdülmesi daha kolaydır.
Agos’ta yazılan bir yazıda bu birey eksenli
ezilencilik şu şekilde eleştiriliyor: bir toplantıda birkaç kadın, Ermeni
yazarla tanışır ve “öyle mi, biz Ermenileri çok severiz” diyerek onunla
fotoğraf çektirir. Agos yazarı, bu olay karşısında kendisinin Afrika’dan
getirilmiş, nadir bulunan ve İstanbul sokaklarında gezdirilen bir “hayvan” gibi
hisseder. Duruma tepkisini, “bu ülkede ne kadar da az kalmışız” deyip ağlayarak
gösterir.
Sol, düzene tehdit olan her türlü unsuru kuşatıp
absorbe eden bir antikor işlevi görmektedir. Halkın, ezilenlerin ve işçi
sınıfının lime lime edilmesi, onun asli görevidir. Bu operasyon, halkçılık,
ezilencilik ve işçicilik başlıkları altında da gerçekleştirilebilir. Tüm
bunlar, gene birey edebiyatı üzerinden, bir tür “devrimciciliği” doğalında
üretecektir. Devrimcicilik, “kimse devrimci olmasın” demektir.
Bugün direniş sürecinde kitleler sokak sokak
savaşırken, kenardan izleyip ileride bayrağını daha büyük, internet dostlarını
daha çok, kendisini daha iri gösterecek av peşinde olan şey, soldur. Bu solla
dövüşmemek, o savaşanlara, düşenlere, düşenleri bayrak yapıp ileri fırlayanlara
ihanettir.
Feminizmi eleştirmek kadına karşı olmak demek olmadığı
gibi, devrimciciliği eleştirmek de devrimciye karşı olmak demek değildir.
Gördüklerine iman edenlerin anlamayacağı şey budur.
Başkaldırı, bir yanıyla hayatın basit olması ve o
hayatın herkesle ve herkesçe yaşanabilmesi muradıyla ilgilidir. Solun karmaşık,
benmerkezci ve başkasını görmeyen pratiği bu başkaldırıyı dağıtacaktır. Direniş
sürecinin liberalizm ve milliyetçilik arasında çekiştirilmesi sonuçsuzdur. Zira
liberalizm ve milliyetçilik sadece kendisini görenlerin doğal tepkileridir.
Biri burjuvazi diğeri devlet denilen aynasına bakıp duracaktır. Devrimcilerin
baktığı yerse mücadelenin hakikatidir.
Eren Balkır
24 Temmuz 2013