Neden PKP Taşlanırken Marcos ve Zapatistalar Seviliyor?
Devrimci Şiddetin Tarihsel Savunusu
2010’da Wikileaks
olayı yaşandığı zaman ortaya çıkarılan diplomatik yazışmalarda ABD’nin Aydınlık
Yol hareketinin (Peru Komünist Partisi’ne takılan ad) yeniden
toparlanmasından “korktuğu” ve Peru devletinin “Aydınlık Yol’un dirilişine
karşı akıntıyı tersine çevirmek için” daha iyi bir stratejiye ihtiyaç duyduğu
düşüncesi ifşa edilmişti.[1] ABD’deki Maoist hareket, anti-faşist ve kentsel
dönüşüm karşıtı kitle çalışmalarıyla tanındıkça, pek çok kişi de bu harekete,
PKP’nin liderliğindeki Başkan Gonzalo’ya ithafen, “Gonzalocular” diyor. “Sendero”
gibi, ABD’deki pek çok Maoist de legal solun ifade ettiği kaygıları taşımıyor. Tıpkı
“Sendero” gibi, buradaki Maoistler de kitle örgütleri aracılığıyla kitle
çalışması yürütüyorlar, halkı devrime hazırlamak amacıyla görece açık koşulları
kitlesel ve geniş hükümet karşıtı hassasiyeti seferber etmek için perde
gerisinde istismar ediyorlar. Ve yine “Sendero” gibi, buradaki Maoistler de
kitleleri harekete geçirirken, Carlos Montes gibi – ki kendisinin kızının
kocası Self Help Graphics gibi uzun süredir var olan, kâr amacı gütmeyen ve Bank
of America, Disney ve nihayetinde Los Angeles şehri çevreleri ile ortaklığı
bulunan bir oluşumda yönetici müdürlük yapmaktadır- sahte ve işbirlikçi
komünistlere karşı nefret uyandırmaktadır.
PKP Dün
Neydi, Bugün Nedir?
En başta Ayacucho bölgesinde küçük bir militan
grubundan teşkil olan Peru Komünist Partisi, sonraları ülke topraklarının
%40’ına hâkim olacak ve ülkenin 25 bölgesinde etkisini hissettirecekti. Yola
Huamanga Üniversitesi’nde düşen Gonzalo devrimci öğrencileri ve öğretmenleri,
yoksul köylere gitmeleri ve oralarda anket düzenlemeleri, köy sakinlerini
örgütlemeleri için görevlendirecekti. Gazeteci Gustavo Gorriti o zamanki
çabaları şöyle anlatıyor:
“[Gonzalo’nun]
hedefi belliydi: üniversiteyi komünist kadroları devşirmek, eğitmek, örgütlemek
ve takviye etmek için kullanmak. Guzmán, üniversiteyi çoğunlukla Komünist Parti
üyelerinden ve sempatizanlarından meydana gelen bir öğretmen okuluna
çevirmişti. İlk nüve olan öğrenciler, kendi memleketleriyle ve topluluklarıyla
ilişki kurmada ideal bir yol sunuyorlardı.”
Halk savaşı, bu epey uzun ve sabırlı yeraltı ve
yarı-legal çalışma aracılığıyla başlatılmıştı. Bunun göstergesi olarak bir
seçim boykotu düzenlenmiş, oy sandıkları yakılmış, bazı hükümet kurumları
kundaklanmış ve bombalanmıştı. Nutuk atan sosyal demokratların üstüne dinamit
fırlatılmıştı. Tüm bunlar, kısa süre içinde komşu kırsal bölgelere de
sıçrayacaktı. Varlıklarıyla birlikte getirdikleri devrimci şiddet, popüler bir
karaktere sahipti ve genel olarak köylülerle kaynaşmanın bir sonucuydu. PKP
militanları, ellerinde temel gıda maddeleriyle, misal, meyvelerle ve yemişlerle
evden eve giderek, köylülerle hayatlarının iyi-kötü yanları üzerine sohbet
ediyorlar, özellikle de köylerindeki zorluklar üzerine konuşuyorlardı.
RAND Ulusal Savunma Araştırma Enstitüsü'nden
Gordon McCormick’in, PKP'nin eylemli propagandası ve “seçici imha” yöntemleri
hakkında bahsedilirken, aralarında nasıl bu kadar aktif destek
oluşturabildiklerini açıklamak için bir vaka çalışması olarak kullandıkları bir
köy vardı. Bu kasabada Keçuva dili konuşan yerli kızlara tecavüz eden ve yerel
iktidar yapısındaki prestijinden dolayı kendisine dokunulmayan bir rahip vardı.
Sivil Savunma Muhafızları, kendilerine yapılan şikâyetlere karşı kayıtsızdı.
Kısa bir süre sonra bir Pazar günü, Gerilla Ordusu’nun da çağrısıyla köylüler
meydanda toplandılar. Halk, rahibin suçları hakkında “öfkeli sözler söylemesi”
için davet edilmişti. Çok geçmeden gerilla ordusunun verdiği cesaretle kalabalık,
rahibi kiliseden çekip çıkardı. Kalabalığa rahibin suçlu olup olmadığı soruldu,
suçlu olduğuna hükmedildiğinde ise rahip, derhal kurşuna dizildi.
Kısa süre sonra, özellikle de Peru’nun enflasyonu,
El Niño’nun [küresel bir okyanus-atmosfer olayı] tarımsal üretime getirdiği
yıkım ve hükümetin PKP’nin destek üssünü pasifleştirmek için bütün köyleri
katlettiği, kırsalda yürüttüğü soykırım kampanyası gibi sebeplerden dolayı,
mülteciler, Lima kentinin merkezi etrafında “çelik halka” olan gecekondulara göç
ettikçe, PKP de Lima’daki etkisini arttırdı. 1980 yılında iki yüz genç, San
Martin De Porras’taki belediye binasını molotof kokteylleri ile imha etti.
Merkezi Karayolu Bölgesi’ndeki Nana polis karakoluna saldırıldı. Sonra, en
şaşırtıcı olanı ise, tüm çalışanlarını işten çıkaran bir Bayer akrilik elyaf
fabrikası saldırıya uğradı ve Lima'da 525 millik bir koridoru etkileyen ilk
planlı toplu elektrik kesintisi yaşandı. Kesinti sırasında 50 bina yakıldı. “Sendero”,
her büyük sendika federasyonunu yasadışı ikili sendikalar yoluyla etkilemeye
devam edecek ve kapitalistlerin her ay yeni sözleşmeleri yenilemesini zorunlu
kılarak büyük endüstrileri kalıcı bir grev zeminine oturtacaktı. Raucana ve
gecekondu mahallesi komitelerini kontrol altında tuttular, insanları
tahliyelere karşı harekete geçirdiler ve silahlı saldırılar sırasında yanan
lastikler ve enkazla bitişik otoyolları tıkadılar.
Bu, bir savaştı ve savaş kendi yasalarına göre işliyordu.
Bu noktadan itibaren “Sendero” burjuva hümanist yardımseverlere uluslararası
düzeyde hakaret etmiş oluyordu. Ve bu yasalar, savaş zeminine kayan herhangi
bir siyasi güce büyük bir zorunlulukla uygulanıyordu. Gerçek bir iktidar
mücadelesi patlak verdiğinde, diğer tarafın örgütlü ağlarını fiilen kırmak
(bozmak, dağıtmak, izole etmek ve yok etmek) gerekir. Aksi takdirde zafer imkânsızdır.
Gecekonduların veya köylerin genellikle gündüzleri silahlı kuvvetler, geceleri
gerillalar tarafından kontrol edildiği gerilla savaşında, hükümetin istihbarat
toplama ağlarını kesintiye uğratmak için ciddi bir çabaya ihtiyaç vardır.
Sadece Peru'da değil, diğer yerlerde de gerilla güçlerinin muhbirleri ve aynı
zamanda hükümete açık bir şekilde hizmet edenleri infaz etmesi yaygın görülen
bir durumdur (Bu durum, Peru'da sıklıkla resmi köy muhtarları veya
kontrgerillanın “köy savunma kuvvetleri” için geçerliydi).
McCormick'in tecavüzcü rahibin infazına ilişkin anekdotunda
görüldüğü gibi, terörün başka bir işlevi daha vardır: halkın kötü şöhretli
zalimlerinin cezalandırılması. Çin'in Long Bow köyündeki toprak devriminin
tarihsel bir anlatımı olan William Hinton'ın Fanshen adlı eserinde, kadınlara tecavüz eden ve çocukları seks
köleliğine satan ev sahipleri vardı. Hinton, bu zalimlerin ölümünün dünyanın değiştiğinin,
gücün tarihsel açıdan değişmekte olduğunun siyasi bir işareti olduğunu
belirtiyordu. PKP’nin seçici imhalarının amacı buydu işte: kötü şöhretli
zalimlere gözle görünür, ölçülü ve odaklanmış cezalar kesmek, eski küstah
toplumun miadını doldurmak ve böylece uzun süredir mezalime uğrayan halkın
konuşma ve eyleme gücünü hissetmesi. 1930'da Klan'ın hâkimiyetindeki
Mississippi'yi kasıp kavuran bir devrimi hayal edin, benzer cezaları “halk
mahkemeleri” kesemez miydi?
Ancak ABD solundaki pek çok kişi, “terörü” gevşek
bir şekilde şeytanlaştıran tanıdık ABD medyasının/siyasetinin dilini kullanıyor
ve önemli farklılıkları (haklı ve haksız savaşlar arasındaki) tam da bu
şeylerin ana akım medyada gizlenme biçimlerine paralel olarak gizliyor. Bu,
“sol” un önemli kesimlerinin (yani sol reformist seçim partileri, yasal sol)
savaşta orduyu desteklemesi ve ağlarının bazen hükümet tarafından muhbirlik
ağları olarak sömürülmesi gerçeğiyle daha da karmaşık hâle geliyor. İlk ronderolardan bazıları [Perulu köy
korucuları], 1970'lerin General Velasco askeri diktatörlüğüne kadar uzanan,
ordu yanlısı bağlantıların geçmişine sahip olan kurtuluş teolojisi rahipleri
tarafından organize edildi. Ronderolar,
Aydınlık Yol örgütçülerini ve sempatizanlarını öldürmekle görevlendirilmiş,
hükümet yanlısı silahlı “köy savunma kuvvetleri” idi; bunlar genellikle, halk
üzerinde kendi terör saltanatını sürdüren, hükümet tarafından silahlandırılan
ve eğitilen köy zorbalarının çeteleriydi (ve ihtiyaç hâlinde düzenli ordu
güçleri tarafından destekleniyorlardı).
Ve böylece muhbirlerin ve ronderoların tanımlanması ve cezalandırılması (uluslararası
düzlemde) “Aydınlık Yol gerillaları köylüleri ve rakip solcuları infaz ediyor”
olarak rapor edildi. Bu anlatı, genellikle kaba bir yalandı ve neredeyse her zaman
kaba bir çarpıtma idi. Peru devletine karşı Maoist seferberlik yürütülürken
buna özellikle odaklanıldı. Sendika ve sosyal demokrat sol çevrelerde “Aydınlık
Yol sadece sendikacıları öldürür” deniliyordu. Liberal Katolik çevrelerde “Aydınlık
Yol rahipleri ve rahibeleri öldürür” deniliyordu. (İlginçtir ki, önemli anlarda
Aydınlık Yol'a katılan Katolik sol güçler hakkında çok az şey söylendi.) Ve
örgütlü solda “Aydınlık Yol, ölümcül bir sektercilik içinde diğer sol güçleri
öldürdü” denildi. Bir konuşmamda bana “Aydınlık Yol’un yerli karşıtı olduğu”
söyleyenler, o savaşçıların büyük çoğunluğunun And halkından olduğunu ve PKP'nin
ideolojisinin sadece Mao'nun katkılarının rehberliğinde olmadığını, aynı
zamanda Mariategui'nin “yerli sosyalizmi” tarafından da yönlendirildiğini
öğrendiklerinde şaşırırlar mıydı acaba?
PKP hakkında, Rand Corporation ve bazı “Senderologlar”
gibi sofistike düşünce kuruluşlarının bilgili fakat gerici analizleriyle, bazen
örgütlü soldan gelen kaba sokak düzeyindeki dezenformasyonun arasındaki farkın
böylesine “büyük” olması gerçekten de komik bir durum değil mi?
Maria Moyano’nun öldürülmesi de solcu topluluğun
değerli bir lideri olan bir Afro-Perulunun soğukkanlı, uğursuz sekterci bir
infazı olarak tasvir ediliyor. Oysa Moyano, hükümet yanlısı bir partinin
Lima’nın en büyük gecekondu mahallesinde, Villa El Salvador’da bulunan bir
temsilcisiydi. “Bir bardak süt programı” olarak adlandırılan uluslararası fonlu
bir STK'nın merkezinde faaliyet gösteriyordu. Tipik STK tarzında (ve buna
kontrgerilla tarzını da ekleyebilirim), gecekondu mahallelerindeki kadınlar
arasında hükümet yanlısı siyasi ağlar kurmayı amaçlayan (“sivil toplum inşa
etme” sloganı altında) ağlar geliştirmek için süt tedariki yöntemine başvuruldu.
Üstelik bu STK ağının içerisinde Sendero sempatisi nedeniyle üç kişinin
tutuklanıp sorgulanmasını sağlayan gizli bir muhbir ağı vardı. Gecekondu
mahallesinin ahalisi arasında derinden faaliyet gösteren gerillaların tepkisi
ise, bu ağın önde gelen isimlerini hükümet yanlısı faaliyetlerini durdurmaları
noktasında ikaz etmek oldu. Bu mücadelenin zirvesinde Moyano (açıktan ABD
emperyalizmiyle birlikte soykırımcı kontrgerilla savaşını yürüten iktidardaki
bir hükümet koalisyonuna bağlı bir hükümetin üyesi olarak) başkan yardımcısı
oldu ve devrimin yenilgisini, devrim için savaşanların ifşa edilmesini talep
etmede gözle görülür bir rol oynamaya başladı.
Bundan dolayı da, tekrarlanan uyarılardan sonra,
devrimciler Moyano’ya halka açık bir etkinlikte ulaştılar ve onu öldürdüler.
İnsanları, siyasi rakip oldukları ya da STK ile ilişkide bulundukları için
değil, muhbir oldukları için öldürdüler. Bu, büyük bir hevesle tasvir edildiği
üzere, “diğer solculara” karşı bir savaş değildi.
Öyleyse, revizyonist yasal sol iktidar
simsarlarından, ABD emperyalizminden ve işittiğimiz mesajlara aracılık eden
basından oluşan bu troykanın, kurtarıcıların herkesin dikkatini çeken hareketini
şeytanlaştırmasında şaşılacak bir yan var mıdır? Yahut troykanın, o
kurtarıcıların önemli mevziler elde ettiği, zafere çok yaklaştıkları gerçeğini
örtbas etmesine şaşırmalı mıyız? Bu, uzun süredir görmezden gelinen, tamamen
şeytanlaştırılan ve feci bir yoksulluk içinde kıvranan mazlumların şikâyetlerini
ve umutlarını dile getirebilmek için ayağa
kalktıkları inanılmaz bir andı. Hâlâ öğrenilmesi gereken dersleri
özetlemeliyiz, ancak EZLN'nin eleştirisiz bir şekilde kabul edilmesiyle birlikte
ortaya çıkan, kim olduklarına ve neyi temsil ettiklerine dair çarpıtma mutlaka
incelenmelidir.
İkinci Bölüm
“Antonio çalıştığı toprağa sahip olmayı düşlüyor, terinin
karşılığını adalet ve hakikatle aldığını hayal ediyor, cehaleti tedavi edecek
bir okulu, ölümü korkutacak bir ilâcı, evinde elektrik olmasını ve masasının dolu
olduğunu düşlüyor, ülkesinin özgür olduğunu ve bunun halkının kendi kendini
yönetmesinin sonucu olduğunu düşlüyor, kendisi ve dünya ile barışık olduğunu düşlüyor.
Düşünde bu düşün gerçekleşebilmesi için savaşması gerektiğini görüyor, hayatı
kazanmak için ölümün olması gerektiğini düşlüyor. Antonio düş görüyor ve sonra
uyanıyor. […] Artık ne yapacağını biliyor ve karısının ateşin yanında
çömeldiğini görüyor, oğlunun ağladığını duyuyor. Doğudan doğan güneşe bakıyor
ve gülümseyerek palasını alıyor eline. Rüzgâr tutuyor kollarından kaldırıyor
havaya, yerden kesilmiş ayaklarıyla, diğerleriyle buluşmak için yürüyor. Bir
şey ona, düşünün birçoklarınınkiyle aynı olduğunu fısıldıyor, Antonio onları
bulmaya gidiyor. […]” [Chiapas: İki Rüzgârda
Güneydoğu, Ağustos 1992]
İsyan: “Dünya’nın
İlk Post-Modern Devrimi”
İlk önceleri Marksizm-Leninizm-Mao Zedung
Düşüncesine, sendikacılığa ve yerli toprak hakları aktivistliğine göre yıllarca
örgütlendikten sonra Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu ya da EZLN, Meksika
anayasasındaki yerli ortak toprakları için bulunan güvenceleri bir kenara
atarak imzalanan NAFTA’ya karşı isyan bayrağını çekti. Sadece bıçaklarla,
sopalarla, tabancalarla ve av tüfekleriyle silahlanmış oldukları hâlde
şehirleri ve kasabaları hızla zapt ettiler, memurları ve toprak ağalarını zorla
sürdüler. EZLN, cüretkâr bir eylem gerçekleştirerek San Cristobal de las Casas
hapishanesindeki mahkûmları özgürleştirdi. EZLN’nin istemeye istemeye “liderliği”
üstlenmiş ismi (“sözcüsü”) Subcomandante Marcos, gelecekteki hükümetle
müzakerelerde EZLN’yi temsil edecek ve Zapatismo
ideolojisini açıklayan çeşitli yazılar kaleme alacaktı.
Bu olaylar, Meksika'yı ve dünyayı salladı,
uluslararası manşetlere çıktı ve daha iyi bir dünya talep etmek için sokaklara
dökülen anarşistlerin egemen olduğu küreselleşme karşıtı harekete ilham verdi.
Chiapas polis güçleri, ele geçirilen bölgeleri başarılı bir şekilde geri aldı
ve EZLN'yi ateşkes ilan etmeye ve yeniden toparlanabilmeleri için ormana
çekilmeye mecbur bıraktı. Devlet bundan kısa bir süre sonra şiddetle karşılık
verdi, federal hükümete bağlı 70.000 askeri eyalete taşıdı ve bölgeyi
çevrelemek için 30 adede kadar askeri tesis ve karayolundan oluşan bir halka
inşa etti. Güneydeki Peru'ya benzer şekilde, Meksika devleti köyleri yakmaya ve
insanları zorla yerlerinden etmeye başladı. İstismar ve ortadan kaybolma
raporları yaygındı ve Amerikan Devletler Örgütü bu olayla ilgili olarak bir
soruşturma başlattı.
Meksika devleti, ülke çapında bir devrimci
savaştan korkuyordu ve bunun Chiapas ile sınırlandırılmasını istiyordu.
Meksika’nın askeri bütçesi, Başkan Zedillo’nun görevde olduğu süre boyunca kırk
kat arttı. Bu arada kuzeydeki ABD’li emperyalistler olayları not aldı. Bilgi
Edinme Özgürlüğü Yasası kapsamında gizliliği kaldırılan 1994 Pentagon brifing
belgesinde, “Meksika hükümeti, yaygın ekonomik ve sosyal kaosun bir sonucu
olarak devrilme tehdidiyle karşı karşıya kalırsa, ABD birliklerinin Meksika'ya
gönderilmesi olumlu karşılanacaktır” deniliyordu. ABD Ordusu Savaş Koleji'nde
Ulusal Güvenlik profesörü olan Donald E. Schultz tarafından yazılan bir
makalede ise şöyle deniliyor: “Düşman bir [Meksika] hükümeti, ABD'nin
Meksika'daki yatırımlarını tehlikeye atabilir, petrole erişimi tehlikeye
atabilir, kuzeye doğru akacak olan siyasi mülteci ve ekonomik göçmen seline
neden olabilir.”
Bununla birlikte Marcos ve EZLN, herhangi bir
ideoloji tarafından yönlendirilmiş görünmüyordu ve çoğunlukla anayasanın 52. maddenin
reddedilmesi ve Meksika’nın NAFTA’ya kabul edilmesiyle ilgileniyor gibiydi. New York Times tarafından alıntılanacak
olan akademisyen Seamus McGreal, Zapatismo'nun
“dünyanın ilk post-modern devrimi”ni temsil ettiğini yazıyordu. Göründüğü
kadarıyla amaçlarında ihtilafsız ve sınırlanmış, kendilerini ifade etmede “silahları
değil, teknolojiyi ve söylevi kullanan” Zapatistalar, Peru’daki “Aydınlık Yol” hareketi
kadar şiddetli ve hırslı bir güç olarak tasvir edilmiyordu.
Daha sonra Zapatistalar, bu “Tarihin Sonu”
dünyasının sevgilisi hâline geldiler. Komünizm başarısız olmuştu:
Filipinler’de, Hindistan’da, Peru’da halk savaşı binlerce insanı harekete
geçirmiş olsa bile, nihayetinde öncücülüğün neticesi olan otoriter sosyalizmlerin
modası geçmişti. Küreselleşme karşıtı harekette görülen, insanları bir araya
getirme, kitlelerin kuyruğuna takılma ve hedefsiz gösterilerin çamurunda kaybolma
üzerine kurulu hareketçilik, almış başını gidiyordu. Ve direnme noktasında
cüretkâr kararlarıyla Zapatistalar, o zamana uyumlu olarak, buna benzer
eklektik ve iflas etmiş bir siyasete sahiptiler.
Reformsuz
Silahlı Reformizm ya da Meksika Marcos’u Sevmeyi Nasıl Öğrendi
Meksika burjuvazisinde, Zapatista probleminin “ele
nasıl alınacağına” dair bir siyasi kriz vardı. İsyanın ve Zedillo’nun Beyaz
Terörünün başlamasından bir yıl sonra, İçişleri Bakanı Esteban Moctezuma,
gizlice Subcomandante Marcos ile buluştu ve iyi niyet göstergesi olarak belirli
konumlardaki federal güçleri geri çekti. O zamanlar Marcos, görüşmeler çok iyi
gittiği için kendisinin “işsizliğin kendisine tehdit oluşturduğuna” dair
şakalar yapıyordu. Ancak Zedillo, bir muhbir tarafından devlete verilen Marcos'un
kimliğini kamuoyuna açıkladı ve Başsavcının, Chiapas eyaletinde birden fazla
hedefe yönelik saldırıları tetikleyen, EZLN hareketinin bazı kilit isimlerinin
tutuklanması için emir çıkardığını duyurdu. Eli kanlı “Aydınlık Yol”un aksine
EZLN, federal güçlerle herhangi bir büyük çaplı çatışmaya girmekten kaçındı ve
barışçıl çözümden yana umutlarını sürdürdü, bu da birkaç kilit ismin
tutuklanmasına yol açtı.
Çileden çıkan Moctezuma, EZLN’nin tehlikeli
olmayan doğasını vurgularken, Zedillo’yu istifayla tehdit ediyordu. Marcos’la
beraber Cizvitlerin yönettikleri liseye giden ve onun eski bir arkadaşı olan
Max Appedole, Zedillo yönetimiyle görüştü, Marcos’un birkaç eski şiirini ve
yazısını paylaştı, yine onun üslubuna benzer olan Zapatista bildirilerine
atıfta bulundu. Dosya Zedillo’ya sunulmuştu, Marcos bir barış yanlısı idi, Zapatistalar
ise asla bir tehdit değildi. Eğer Marcos ortadan kaldırılırsa ve Zapatistalara
karşı bir soykırım kampanyası yoğunlaştırılırsa, işte o zaman daha devrimci bir
yönetimin geleceği ve Meksika’nın, sadece Chiapas’ı değil, tüm ülkeyi
sarabilecek olan bir devrimci şiddet ağı içine düşebileceği sonucuna
varılmıştı.
Bu, Meksika devletinin San Andres Anlaşmaları
aracılığıyla EZLN ile huzursuz bir birlikte yaşamayı seçmesine yol açtı.
Müzakere dönemi boyunca ve sonraki yıllarda EZLN tarafından koyulan şartlar
yerine getirilmedi veya çiğnendi. Yine de silahlı mücadelenin yeniden
başlatılmasından bahseden olmadı. Aslında Chiapas'ta ve diğer güney
eyaletlerinde yaşayanların koşulları, özellikle narko kapitalistlerin
arasındaki savaşlar genişledikçe ve bunlar daha önce görülmemiş bir vahşet
düzeyine ulaştıkça, kötüleşmeye devam etti.
Altıncı
Deklarasyon ve ‘’Diğer’’ Kampanya
Zapatistalar, 1996’yı takip eden yıllarda sosyal
demokrat Demokratik Devrim Partisi’nin (PRD) peşine takıldılar, çünkü EZLN’nin
düşüncesi, geleceğin başkanı olan Vincente Fox’un partisi PAN’ı [Ulusal Hareket
Partisi] seçimlerde yenmenin ve asıl San Andres Anlaşmaları’nda müzakere eden
asırlık PRI’yı [Kurumsal Devrimci Parti] devirmenin, kendilerini müzakere
masasında daha iyi bir konuma getireceği yönündeydi. Oysa gerçekleşen şey,
PRD’nin PAN’ın yeniden müzakere edilmiş anlaşmasına destek vermesi olmuştu.
Marcos’un alternatifi, teknolojik açıdan sofistike seçmen sahtekarlığını ve
eski tarz oy sandığı doldurmayı devletin içsel yolsuzluğunun kanıtı olarak
kabul etmek değil, bunun yerine bir kampanya başlatmak ve silahlı mücadele
sorununa yeni bir “yaklaşım” getirmekti.
Seçim hilesine karşı protestolar başlatılırken,
Marcos’un “Aday Sıfır” olarak atandığı ve Mexico City’ye doğru, yerleşik
partileri protesto etmek için yola çıktığı “Diğer Kampanya” da başlatılmıştı. Bu,
EZLN'nin silahlı mücadeleden tamamen vazgeçtiği Altıncı Deklarasyon’u
yayınlamasıyla örtüşen bir gelişmeydi:
“EZLN,
ateşkese taahhüdünü sürdürmektedir ve herhangi bir hükümet gücüne saldırmayacaktır,
askeri manevralar gerçekleştirmeyecektir; EZLN, şu anda yaptığımız bu barışçıl
öneriyle siyasi mücadele yolunda ısrar etme taahhüdünü hâlâ sürdürmektedir. Bu
nedenle EZLN, ulusal siyasi-askeri örgütlerle veya diğer ülkelerinkilerle
herhangi bir gizli ittifak yapmama konusundaki inancını sürdürecektir; EZLN,
kendisini yaratan ve en yüksek komutası olan Zapatista yerli topluluklarını
savunma, destekleme ve itaat etme ve kendi iç demokratik süreçlerine ve
olanaklarının ölçülmesine müdahale etmeden, güçlenmelerine katkıda bulunma
taahhüdünü, özerklik, iyi yönetim ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi
hususlarında yinelemektedir. Bu, Meksika'da ve dünyada, barışçıl bir sivil
hareketle, ancak topluluklarımızı görmezden gelmeden veya terk etmeden,
silahsız yaratacağımız şeyi söylemektir.”
Altıncı Deklarasyon, bürokrat sermaye ve
yarı-feodal ilişkiler NAFTA ile daha sağlam bir hâle gelmeden önce, Meksika’nın
daha milliyetçi geçmişine dönüşü teşvik eden bir tez hâline geldi. Belgede,
Meksika ile ilgili sorunun kapitalist-emperyalizm olmadığı, “Meksika
anayasasının artık tamamen çarpık olduğu ve değiştiği” açıkça belirtildi. Başka
bir deyişle, sorun olan anayasanın burjuvazi tarafından yazılmış olması değil,
Başkan Lazaro Cardenas'ın anayasal garantilerinin neoliberal reformlarla yok
edilmiş olması ve (çarpıtılmadan önce bir zamanlar olduğu gibi) bunun öncesine
dönmenin mümkün olduğudur. EZLN, Diğer Kampanya gibi koalisyonlar içinde
sendikaların ve küreselleşme karşıtı örgütlerin “yatay” meclislerine olan
ihtiyacı sürdürmeye devam ediyor.
Altıncı Deklarasyon, Zapatismo’nun ilk tutarlı kuramsallaştırması olmuştu. Belge boyunca
ütopik bir şekilde, kapitalizme karşı mücadelenin parlamento içinde yeni yasalar
oluşturmaktan ibaret olduğu savunuluyor. Formülü, Bernie Sanders'ın savunduğu
gibi, neoliberal politikaları bir kenara atmak ve mülksüzleştirilmişler için “adil”
yasalar yapacak bireyleri güçlendirmek için “siyasi devrim” yapmaktan ibarettir.
Bunun dışında kalanlar, proletaryanın devrimci öznesi olan, Zapatistalarla
hemfikir olan ve muhtemelen onların önderliği altında birleşen bir dizi “örgüt”
olarak ikame edilen, mücadelenin belirleyici ve asli unsurlarıdır (yazarın
notu: “Diğer Kampanya” sırasında, meclislerin liderliği nasıl devredeceği veya
nasıl ilerleyeceğine dair seçilmiş kararlar olsa bile hiçbir ayrıntıya
girilmedi). Belgede devrimin bahsi geçmiyor, sadece yeni yasalar yapmaktan bahsediliyor.
Kavgada
Olmamak Daha Kötüsü, Halkı Yüzüstü Bırakmak
Peru Komünist Partisi, Peru'daki neredeyse her
mücadelede vardı. “Sendero”nun, İşçi ve İşçi Sınıf Hareketi, Merkez Karayolu
İşçi ve İşçi Sınıf Mücadele Komitesi, Arjantin Caddesi Sınıf Mücadele Komitesi,
Peru Halk Yardımı, Öğrencilerin Devrimci Cephesi, Mahalle Sınıfı Hareketi,
Gençlik Hareketi, Popüler Köylü Hareketi, Mariategui Fikrî Hareket Merkezi,
Kadınların Halk Hareketi ve daha fazlası gibi, hayatın her kesiminden insanları
örgütlemek için sahip olduğu kitle örgütleri mevcuttu.
Zapatistalar ise benzer örgütlenmeler oluşturma
noktasında yetersiz kaldılar ve Diğer Kampanya'nın niyetlerini ilân etmelerine
rağmen Chiapas'tan ayrılmadılar.
Chiapas'ın Oaxaca'ya komşu doğasına rağmen, Oaxaca
Öğretmen Grevi patlak verdiğinde, Zapatistalar ancak bir destek beyanı
sundular, greve fiilen katılma veya herhangi bir maddi destekte bulunmak biri
bir şey teklif etmediler.
Özsavunma birliklerinin [Autodefensalar] polisi ve narkoları kovup, silahlı geçici üs
alanları yaratmak suretiyle narko faşist şiddete direnmeye başladıkları
yıllarda, Zapatistalar yine çok bir şey teklif etmediler ve Chiapas genelinde
yaşanan kaçakçılığa saldırmaya çalışmadılar.
2014'te Mexico City'deki öğrenciler genel grev
ilan ettiklerinde Marcos, öğrencilere sınıfa dönmelerinin ve mezun olana kadar
protesto etmemelerinin daha iyi olacağını söylediği için şehirdeki yetkililer
tarafından alkışlandı. Zapatistalar bu durumda ılımlı gruplara destek vererek öğrencilere
savaşmaları ve daha büyük devrimci eylem koymaları için çağrı yapmak yerine,
onlara mesafe alarak öğrencileri yüzüstü bıraktılar.
Bitirirken
Yerli halkın toprak hakları ve özgürlüğü
mücadelesinin Meksika'daki herhangi bir sosyalizm mücadelesi için gerekli
olduğu, kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçekliktir. EZLN, anarşist ve liberal
turistlere Zapatista teçhizatı satarak isimlerinden kazanç sağlayan, ancak
Chiapas halkı, sınırlı ve yerelliğe hapsedilmiş taleplerini dile getirdiğinde bile
aniden ortadan kaybolan bir ev sahibi hâline geldi.
Meksika devleti, Zapatistalara ve Anlaşma
kapsamında koydukları koşullara saldırmaya devam ediyor, buna karşılık
görebildiğimiz kadarıyla, öz savunma sorunu bile örgütün gündeminden kalıcı
olarak düşüyor.
Hakkında çok fazla teorik birikime ve ciddi
çalışmalara ihtiyaç duyan Peru halk savaşı, Zapatista liderlerinin uçurumun kıyısında
tutundukları dalda asılı durdukları koşullarda, çıtayı yükseltmeye cüret etti.
Yazarın umudu, her ikisinin de okuyucu tarafından dürüstçe
karşılaştırılmasıdır. Bazıları, Zapatistaların hiçbir zaman siyasi iktidarı ele
geçirme niyetlerinin olmadığını söyleyebilir, pekâlâ, onlar sadece, burjuva
temsilinin kendilerinin sınırlı taleplerini karşılamasını istiyorlardı. Ama kimse
çıkıp da bunun devrimci bir talep olduğunu iddia etmesin. Burada kimse, gelişmiş
kapitalist merkezlerin mevcut bağlamı dâhilinde, sınırlı taleplerimiz için
burjuva temsilini de talep etmemiz gerektiğini söylemesin.
Rust
Belt Revolution
Kaynak