Krizin
Yoğunlaşması
Kimsenin
kayıtsız ve bitaraf kalamayacağı, insanlığın yüzleştiği en ağır krizlerinden
birine tanıklık ediyoruz. Krizin yönetici sınıfın önceliklerine bağlı olarak
ağırlaştığı açık. Bu sınıf, halkın refahı yerine bölgesel hâkimiyet hayalleri
peşinde koşuyor. Tanklarımız, füzelerimiz hatta nükleer silâhımız bile var ama
yatağımız, suni solunum cihazımız ve ilâcımız yok.
Devlet,
tam da politik irade yoksunluğu ve yapısal zafiyetlerin birikmesi sonucu
krizde. Toplumsal hayatın her bir kısmı, allak bullak ve darmaduman. Zira
medeniyetimizin bekçisi olan devlet, en zor zamanlarda kifayetsiz ve zalim
olduğunu ortaya koydu. Toplumumuz, olağanüstü koşullarda devletsizliği tecrübe
ediyor. Bugün devlet yok, tüm asli işleri sağlık emekçileri yapıyor.
Herkes,
bu tür kriz momentlerinde bir araya gelip politik farklılıklarımızı unutmamız
gerektiğini söylüyor. Oysa mevcut sorun, esasen yıllardır yönetici
elitlerimizin yaptıkları tercihlere bağlı olarak yaşanan hazırlıksızlık, kaynak
yetersizliği ve altyapı düzleminde uygulanan ırk ayrımcılığı sebebiyle krize
dönüştü. Yönetici sınıfın uyguladığı politikalar iflas etti, zira bunlar
insanlığın bekasını riske attı.
Öte
yandan hayatımızın en önemli kararlarını kriz zamanlarında alıyoruz. Ama
kararlarımızın kapitalistlerin, ordudaki şahinlerin ve hesap sorulmayan
teknokratların cepleri karşısında hiçbir anlam ve değer ifade etmiyor.
Yöneticiler, ısrarla avamın kriz dönemlerinde siyasetten uzak durması
gerektiğini söylüyor. Oysa geleceğimizi ilgilendiren önemli kararlar bu türden
olağanüstü durumlarda alınıyorsa, o vakit bizim de krizi politik düzlemde ele
almamız, siyasetle iştigal etme hakkımızı kimseye teslim etmememiz gerekiyor.
Koronavirüs
politik açıdan nötr bir mesele değil, medeniyetimize yönelik en önemli
tehditlerden biri olarak bu virüs salgını, küresel düzeni biçimlendiren
toplumsal, ekonomik ve politik çelişkilerin yoğunlaşmış bir ifadesi olarak
çıkıyor karşımıza. Dolayısıyla onu genelde düzgün işleyen sistemdeki bir sapma
olarak görmememiz gerekiyor. İklim felaketinin varoluşumuzun genel dokusunu
tehdit ettiği koşullarda bizi kapıda daha fazla sağlık krizi bekliyor. Bu
krizlerden kaçış yok.
Bugünün
değer ve uygulamalarından ayrı, herkesin paylaştığı değerler ve uygulamalar
üzerine yeni bir dünya kurmamız gerekiyor. Temel gelir ve kamu hizmetlerinin
ücretsiz olması gibi halkçı talepler önemli ama yetersiz, zira sistem bu
talepleri karşılayacak bir yapıya sahip değil. Bu nedenle solun sistemi onun
imkânsız gördüğü rasyonel taleplerle topa tutmayla yetinmemesi, ayrıca teoriye
ve pratiğe yeniden yön vermek adına uzun soluklu bir strateji geliştirmesi
gerekiyor. Solun ve sağın elindeki politik kurumlar, bugünün güçlüklerine cevap
verecek düzeyde değil. Bu bağlamda eğer yüzleştiğimiz krizlerin aciliyeti
karşısında ezilmek istemiyorsak, yeni bir sosyalizm pratiği ve dili
geliştirmemiz şart.
Koronavirüs
Krize Ait Bir Temsildir
Çin
Kızıl Haçı’ndan bir doktorun dediği gibi: “bizim zamanı, tüm ekonomik faaliyeti
durdurmamız gerekiyor.” Bu tuhaf açıklamanın doğru bir yanı var. Doktor,
farkında olmadan, bizim bugünkü kapitalist tarzın akışını durdurmamız, bu
akışın işçilerin sömürüsü, emtianın dolaşımı, sermayenin dizginsiz biçimde
birikmesi ile dönen çarklarını kırmamız gerektiğini söylüyor. Başka bir
ifadeyle, COVID-19’un yayılımını durdurmak istiyorsak, bizim üretim sürecini ve
emtia dolaşımını durdurmamız şart.
Tüm
bu yaşananlar kumdan kaleyi yıktı. Yanılsamalardan, kendini aldatma
biçimlerinden ve safsatalardan oluşan dünya yıkıldı. Bir sürecin sonuna geldik.
Emtia dolaşımı ile ilgili kriz kapıda. COVID-19, piyasa ekonomisinin saçma
sapan olduğunu ortaya koydu.
Öncelikle
tanık olduğumuz şeyin “resesyon” olmadığını net olarak görmeliyiz. Bu, bir
“finansal kriz” değil. Koronavirüs salgını, ekonomik ve toplumsal hayata ait
temel bileşenleri yerinden yurdundan etti. İmran Han hükümeti gibi meseleyi bu
şekilde ele alıp olağan koşullarda yönetilebilecek bir şeymiş gibi görürsek ve
sıcak havanın virüsü öldüreceği beklentisi içine girersek, devletin
geliştirdiği modelin de gösterdiği üzere, yüz binlerce insan ölür. Bu ağır
sonuçtan kaçınmak için olağan ekonomik ve toplumsal hayat kökten
değiştirilmelidir. Peki daha önce Pakistan’da olağan ekonomik ve toplumsal
hayat nasıldı?
Orta
sınıf ve elitler için olağan hayat demek, güzel alışkanlıklar ve mutlu yaşamak
için gerekli kaynakları kullanmak demekti. Öte yandan bu virüsten önce
işçilerin hayatı tam bir kâbustu. Asgari ücret, sosyal güvenlik ve iş güvenliği
resmi kayıtlı işçilerin temel talepleriyken gayriresmi, sözleşmeli işçiler her
gün mücadele yürütmekte, fabrikada, atölyede veya eğitim kurumunda duyuru veya
ikaz yapılmadan işten atılabilmekteydi.
Demek
ki virüsten kurtulmak demek, olağan toplumsal ve ekonomik hayatı kökünden
değiştirmek demek. Yani işçilerin kullanılıp atılan birer mal olarak
görüldükleri kapitalist ekonomiyi değiştirmek zorundayız. Devletle işbirliği
içerisinde olan kapitalistler fabrikaları, işletmeleri ve diğer üretim
alanlarını yoksul işçilerin hayatını umursamaksızın kapatabileceklerini
düşünüyorlar. Bununsa iki sonucu olacak.
İlk
sonuç dâhilinde sosyal izolasyon ve mesafelenme üzerinden ekonominin büyük bir
kısmı duracak, dolayısıyla halk sağlığı hiçbir şekilde umursanmayacak. Virüs
salgını zirveye ulaşıp kriz son bulana dek toplumun virüsün yayılımının
yavaşlayacağı gerekli uyku süresi devreye giremeyecek. İşçiler yeterli sağlık
hizmeti, yemek desteği ve temel gelir alamazsa evlerinde kalma imkânı da
bulamayacaklar. İnsanlar dışarı çıkıp iş bulmaya çalışacak ki bu da salgının
süresini uzatacak. İşçilerin evde izolasyonda kalmaları için gerekli tüm
kaynaklara sahip olması gibi bir durum söz konusu değilse herkesin belirsiz bir
süre karantina alınması da mümkün değil. Çünkü bilindiği gibi, halk sağlığı
bağlamında insanlara para verilmeli ki sosyal mesafeyi muhafaza edebilsinler,
kendilerini güvenli bir biçimde izole etsinler ve çalışmaya hiç ihtiyaç
duymasınlar.
Güvencesiz,
sigortasız, geçici ve gündelik işlerde çalışan işçilerin, yarı zamanlı
çalışanların önemli bir yer tuttuğu ekonomide herkesin sağlık hizmeti ve maddi
yardım alabilmesi için servetin yeniden dağıtılması gerekir. Bu krizde asıl
kaybedenler, işçiler ve işçi aileleri. Limelight, Generations ve Outfitters
gibi giysi markaları işçilere ücret hatta ücretli izin bile vermeden onları
işten çıkartıyor, bazı fabrikalarsa tüm işçilerin işine son veriyor.
O
uzun ve daha önce görmediğimiz kriz böyle başladı. Artık temel gelir yardımını
istemenin yanında kendi kendimize yardım etmemizi sağlayacak komiteler
oluşturmalıyız. Çünkü önümüzdeki günlerde her şey daha da güçleşecek.
Devletin
işçilere yardım etmemesinin veya edememesinin ikinci sonucu ise şudur: işçilere
gıda, barınma, gelir ve sağlık imkânları sağlanmadığı takdirde işçiler sokağa
dökülecek ve bu yönde talepler dile getireceklerdir. Çünkü devlet, ücretli izin
ve yiyecek kartı verememekte, işçilerin sağlık imkânlarından yararlanmasını
güvence altına alamamaktadır.
Eğer
tüm işletmeler, fabrikalar ve işyerleri işçileri ücretsiz olarak izne ayırırsa
veya işten atarsa kısa süre sonra Pakistanlı işçiler, “bu karantina altındaki
yeni gerçeklikte bizim yerimiz nedir?” olarak özetlenebilecek o can alıcı
soruyu soracaklar.
Koronavirüs
krizinde hem sağlık hem de eğitim sistemindeki çöküşün hem ücret ve sosyal
güvenlik yetersizliğinin hem de işçilerin insanlıktan çıkartılmasına dönük
adımların ve rantiyeci, aşırı şişmiş devletin bir araya toplaştığı bir krizdir.
Bu
ülkenin yoksulları karşısında zulmün kaleleri üzerine işçi grevleriyle, Peştun
Tahafuz Hareketi ile, kadın hareketiyle, öğrenci hareketiyle ve köylü
hareketiyle yürüyor. Bu kriz, sermayenin dolaşımındaki sınırlar sebebiyle
işçilerin “neoliberal kapitalist toplumda ne tür insani ilişkilere yer var?”
olarak özetlenebilecek temel soruya cevap vermek için mevcut yapıları
olumsuzlamanın ötesine geçmesini sağlayacak. Tüm kapitalist ekonominin bu
ikinci olumsuzlamasının (olumsuzlamanın olumsuzlanmasının) devrimci sonuçları
olacak.
İyi
Yönetişim mi İkili İktidar mı?
Birçok
yorumcu, krizi ihmal edilecek kötü yönetişim olarak görüyor. Oysa mevcut
rejimin yetersizliği, sadece ondaki kararsızlıktan kaynaklı olarak oluşan
tehdidi büyüttü. Daha önce izah ettiğimiz üzere bu kriz, basit bir politikanın
ürünü değil, devletimizin ve politik ekonominin genel yöneliminin bir
sonucudur. Daha da önemlisi geri dönebileceğimiz bir olağan durum mevcut
değildir. Zira devlet, krizde işçilere ödeme yapmayarak işçi sömürüsünü daha da
hızlandırmaktadır.
Dolayısıyla
makul herhangi bir yönetim modelinin yokluğunda bizim sermaye birikim mantığına
ve devlete tabi olmayan başka varolma ve aidiyet biçimleri tahayyül etmeye
başlamamız gerekmektedir. Bunun için de devleti aşan yeni dayanışma alanları
oluşturmalıyız. Devletin terk ettiği işçi mahalleleri gibi yerlerde bakım
konusunda ağlar meydana getirmeliyiz.
Peki
bu dayanışma ne tür bir biçim alacak? Bilinçlendirme faaliyeti dâhilinde
devletin olmadığı yerlerde yardım grupları ve gönüllü ekipler oluşturulmalı,
işverenlerin attığı işçilerin sesine ses katılmalı, sağlık emekçileriyle toplum
arasında gerekli olan koordinasyon sağlanmalıdır.
Bu
tür faaliyetler, yoksullara acıma üzerine kurulu yardım çalışmalarına
dönüşmemeli. Bu pratikler politik olarak ele alınmalı, kapitalizmin dayattığı
sınırların ötesine uzanıp yeni bir dünya kurulmalı. Bizim amacımız, gücünü
topluluklar içerisinde güven ve dayanışma duygusu oluşturmaktan ve topluma
hizmet etmekten alan insan ve örgüt ağları oluşturmak olmalıdır.
Devlet
aygıtının zayıfladığı koşullarda biz, ya toplumun askerîleştirilmesi ile mevcut
toplumsal çürümenin kontrol altına alındığına ya da kurumsal temsil ötesine
uzanan özerk işçi iktidarı kurmayı öngören strateji olarak ikili iktidar
anlayışının öne çıkışına tanıklık edeceğiz.
Biliyoruz
ki kriz bitince yönetici sınıflar, halkı krizin bedelini işsizlikle, yetersiz
istihdamla, borçla ve artan fiyatlarla ödemeye mecbur edecek. Böylesi bir
durumda mücadelenin ömrünü uzatmak için karşılıklı yardım ağlarını kullanan
özörgütlenme ve direnme becerileri, halkın kendisini savunmasını sağlayacaklar.
İkili
iktidar, insanî ihtiyaçların karşılanması noktasında üretimi ve dağıtımı
yöneten ve mevcut toplumsal ilişkileri dönüştüren bir kopuş stratejisinin ana
bileşenidir. Bu bağlamda işçi sınıfı, yaratıcı potansiyelini açığa çıkartacağı
ağlar oluşturur ve işçilerin geliştirdiği yeni irade tüm topluma dayatılır.
Bilhassa insanların işlerine geri döndüğü koşullarda bu işçi komiteleri sermaye
birikimine sınır koymak için gereklidirler.
Yüksek
siyaset elitler arasında kilitlenmiş bir pratiktir, dolayısıyla halkın karar
alma organları önemli hâle gelir. Bunun nedeni, önümüzdeki aylar içerisinde
seçim veya kitlesel hareketliliğin hayal bile edilemeyecek olmasıdır. Yüksek
siyasetin hükmünü yitirdiği koşullara geleceğin toplumu için alternatif
görüşler ve pratikler geliştirmeliyiz. Kurumsal çerçevelerin dışında, onlardan
bağımsız varolabilen alternatif iktidar biçimleri için bir çekirdek oluşturmaya
başlamalıyız.
Halk,
kendisine dayatılan, tahammülü zor koşullara başkaldıracaktır. Zor zamanlarda
yardımları sağlayacak merkezi güç olarak işçi komiteleri, kitlelere sisteme
karşı mücadelede öncülük edecektir. İşçi sınıfının en sağlam unsurlarında vücut
bulan sosyalizm pratiği, en iyi böylesi koşullarda gelişecektir.
“Tüm
İktidar Halka”
Devletten
bir şeyler isteme üzerine kurulu olağan siyaset tarzı artık işe yaramadığından
Pakistan solu cesur fikirler geliştirmelidir. Yönetici sınıfının
açgözlülüğünün, IMF kredilerinin, özelleştirmelerin, aşırı şişmiş devlet
yapısının bu krizi çözemeyeceğini hepimiz biliyoruz. Bunların işçileri hiç
umursamadıklarının da farkındayız. Hareketin fitili tam da bu krizin orta
yerinde ateşlenmelidir. Devletin ve fabrika sahiplerinin kendilerini terk
edeceklerini bilen işçilerin yanında olmak, bizim sorumluluğumuzdur. İşçi, halk
ve yardım komiteleri işlerine şimdi başlamalıdır. Bu krizle mücadele konusunda
zaten çok geç kaldık.
Bir
yandan bu komiteler virüsün yayılmasına mani olmak için gerekli tedbirler
konusunda halkı bilinçlendirmeli bir yandan da işçiler, üretim sürecinin
kontrolü, gıda ve kaynak dağıtımının halk kontrolüne girmesi, sağlık ve tıbbi
gereçlerin ayrıca hastanelerin halk tarafından kontrol edilmesi gibi konularda
eğitilmelidirler.
Bilim
insanları tıp uzmanları net mesajlar veriyorlar. Çinli doktorun da dediği gibi
“bizim zamanı, tüm ekonomik faaliyeti durdurmamız gerekiyor.” Bu, tüm üretim
sürecini dolayısıyla emtia dolaşım sürecini durdurmayı ifade ediyor. Böylesi
bir adım sermayenin dünya genelinde yaşadığı krizde sıçramaya yol açacaktır.
Sermaye üretiminin ve dolaşımının gerçekleşmediği koşullarda Pakistan gibi
Güney’in yoksul ülkeleri çöküşün eşiğine gelecektir.
Bugünün
en acil sloganı “tüm iktidar halka”dır. Bu küresel salgın koşullarında
cesaretle, netlikle ve davaya bağlılıkla hareket edilmeli, alternatif bir
iktidar örgütlenmelidir. Bu süreçte bir tıp emekçisi gibi kendimizi eğitmeli,
işçilerle ve mahallelerle dayanışma ilişkisi kurmalı, yiyeceklerin ve temel
araç gereçlerin envanterini çıkartacak, halk kliniklerini yönetecek, temel
gereksinimlerin kontrollü biçimde teminini kontrol eden topluluklar ve işçiler
için sistemler geliştirecek temsilciler seçilmelidir. Bu dönemde geçmişin
zincirlerinden başka kaybedeceğimiz bir şey yok, kazanacağımız yeni bir dünya
vardır!
Ammar Ali Can
Zahid Ali
26
Mart 2020
Kaynak