12 Mart 2020

, ,

Cevap

“Postmodernizm Her Daim Kendi Etini Yer” Yazısına Cevap

Struggle Sessions sitesi benimle ilgili ağır bir eleştiri kaleme almış. Yazı çok kötü ve yalan yanlış ifadelerle dolu.[1] Yazıyı yazan kişiler, benim kitaplarımı gerçekten okumuşlar mı merak ediyorum doğrusu. Yerli yersiz alıntılar yapmışlar kitaplarımdan ama bu alıntılar üzerinden samimiyetsiz oldukları görülüyor.
Eskiden bu tür yazılara cevap vermenin kıymetli bir iş olmadığını düşünüyor, bu türden trollerin ekmeğine yağ sürmek istemiyordum. İster kasıtlı olsun isterse bilmeden, bu türden samimiyetsiz eleştirilerle başa çıkmak zor, zira bu eleştirileri yapan isimler genelde söylediklerinize bakmıyorlar ve benzer yalanları tekrarlayıp duruyorlar.
Bu seferki çok kötü bir eleştiri, bu sebeple oradaki yalan ifadeleri düzeltebilmek için müdahale etmenin gerekli olduğunu düşünüyorum. Eleştiride kendilerine cevap vermediğimden şikâyet ediyorlar. Bunu kendilerine doğrudan verdiğim cevap olarak görebilirler. Karşılıklı atışmak gibi bir derdim yok. Yanlış ifadeler birkaç yerde yineleniyor, dolayısıyla kendi konumumu tekrar tekrar aktarma gereği duyuyorum. Birçok yerde söylediğim gibi “hayır Lenin’in Ne Yapmalı’da geliştirdiği öncü parti anlayışına inanıyorum” ama ısrarla benim bu anlayışı çöpe attığımı, benim anti-Leninist olduğumu söylüyorlar.
Bu tür yazılara cevap vermedeki asıl güçlük, yer darlığı ile ilgili. Eleştirdikleri söyleşide olduğu gibi bazen bir konudan diğerine atlamak zorunda kalıyorum. Eleştiriyi yapan kişi aslında söyleşiyle ilgilenmiyor, daha çok yazılanın ardında asıl söylediklerime odaklanıyor. Dolayısıyla burada cevabımı yanlış ifadelerle ve kabul etmediğim noktalarla sınırlı tutacağım, buradan da yazan kişinin konumumu yanlış aktardığını ve eksik anladığını ortaya koyacağım.
1. Söyleşi Formatı
Eleştirinin sahibi, söyleşiyi yapan kişinin MLM’den ve benim konumumdan farklı olan görüşlerini düzeltebilecekken düzeltmediğim üzerinde duruyor. Oysa söyleşi yazarın da ifade ettiği gibi bir “hippi artığı solcu” yazarın yazılarına yer veren New Inquiry gibi bir dergide çıkıyor. Bu dergi ve yazar ne komünist ne de Maoist.
Bu söyleşiyi söyleşiyi yapan kişi ve yayın yönetmeni kaleme almış. Neyi yayınlayacaklarına onlar karar veriyorlar. Dolayısıyla bu tür dergilere söyleşi veren kişiler olarak bizler, sözlerimize müdahale edileceğini, onların eksik aktarılacağını biliriz. Söyleşiyi yapan kişinin dünya görüşü ile bizim dünya görüşümüzün aynı olmasına gerek yok. Tam da bu sebeple gerici dergilerin, anti-komünist yayınların benimle röportaj yapmasını istemem. Ama bu durum solcu yayınlar için geçerli değildir. Uzlaşmaz olmayan çelişkileri anlayışla karşılarım, mücadelenin önemli olduğunu düşünürüm. Ama bu mücadelenin de verili bağlam dâhilinde sınırlı olduğunu da görürüm.
Sonuçta röportajın özgün hâli 13.000 kelimeden oluşuyor, eleştirmenin bahsini ettiği hususları içeriyor, bana sopa sallamasına neden olan meseleleri ele alıyordu. Gelgelelim birçok soru çıkartıldı, cevaplarımın önemli bir bölümüne kelime sınırına riayet etmek adına müdahale edildi. Bu, benim tercih ettiğim bir şey değildi. Sonuçta yapılanlara saygı gösterdim, çünkü bu müdahaleleri ve kesintileri yapan yayın yönetmenleri ve röportajcının kendisi idi.
Bu noktada düşündüm ki röportajı okuyanlar, meseleleri ele alan başka çalışmalarıma bakabilirler. Aynı konuları inceleyen kitaplarımı okuyabilirler. Muhtemelen Kavga, bu kitapları okumamış, söyleşide okuduğu cümlelerden benim konumumu belirlemeye çalışmış.
2. “Postmodernizm”
Kavga’nın benim postmodernist olduğumu söylemesi gerçekten komik, zira çalışmaların önemli bir bölümü, postmodernizme ve tüm postmarksizm biçimlerine saldırmak üzerine kurulu. Bu çalışmalarda postmodernizm ve postyapısalcılık eleştiriliyor, bunların küçümsediği hususlara sahip çıkılıyor. Örneğin “Marksizm devrim bilimidir” deniliyor. Üstelik Struggle Sessions sitesi, postmodernizm eleştirisi yayınlamış, görüldüğü kadarıyla blogumdaki postmodernizm eleştirilerinden ve başka makalelerimden epey faydalanmış.[2]
Eleştiri yazısına başlık olarak seçilen “Postmodernizm Kendi Etini Yer” cümlesinde yazar, benim postmodernist bir ismi başka bir postmodernisti eleştirmek için kullandığım üzerinde duruyor. Ona göre ben, Foucault’yu eleştirmek için Spivak’ı kullanıyorum. Böylelikle “Marksizm kılıfı ardında postmodernizmi savunuyor”muşum, ben esasen postmodernizmin “Truva atı” imişim.
Bu yanlış okuma cidden tuhaf. Spivak’ın ifadesini neden kullandığımı da zerre anlamıyor: Bir Truva atı varsa onun içindeki isimleri Foucault’yu kendi çıkarına kullananlarda aramak gerekiyor. Esasında bu röportajda Foucault’ya yönelik eleştirilerin Spivak’tan yapılan alıntıyla bir alakası yok. Burada temelde Foucault’nun meta-tarih üzerine kurulu yaklaşımlara dönük itirazına odaklanılıyor.
Sonuçta Spivak’ın tarihsel materyalist olmadığını, daha çok Derrida’dan yana durmak niyetinde olduğunu ben de biliyorum ama ben söyleşide onun Foucault ve Deleuze’e yönelik eleştirisini
a. O günlerde üzerinde çalışma yaptığım postkolonyalizm eleştirisi bağlamında Spivak okuduğum için;
b. Bazen durmuş saatin günde bir kez doğru zamanı gösterebileceğini düşündüğüm için aktardım.
Kavga, bu noktada Spivak’ın yaklaşımı hakkında düşündüğümü merak ediyorsa yeni çıkan makalem “This Ruthless Criticism of All That Exists”e bakmalı.[3]
Oysa gariptir ki Kavga, eski blogumdaki bir metinden alıntı yapıyor. “More On The Problem of Postmodernism” isimli bu çalışmada[4] postkolonyalizm çalışmalarının Marx’ı “Avrupalı beyaz erkek” olarak ele alıp çöpe atan yaklaşımlarını tartışıyorum.
“Postmodernizm, bilhassa postkolonyalizm, Spivak’ın tabiriyle Avrupa ve Öteki söylemini eleştirmektedir. Marksizmi reddeden bazı yönelimler, esas olarak Marx’ın ‘beyaz Avrupalı erkek’ oluşu üzerinde duruyorlar. […] Marx’ın sahip olduğu tarihsel özgüllük, tarihsel materyalistlerin görmesi gereken bir olgu (zira tarihsel materyalizm, Marx’ın teorik sınırlarını izah eder, aynı zamanda bizim Marx’ın yöntemini ve Marx’taki kusurları eleştirmemize imkân sağlar) ayrıca biz, bu postmodern/postkolonyal eleştirilerin belirli bir kısmının ciddi eleştiriler ortaya koyduğunu görmemiz gerekmektedir, buna karşın gene de aynı avrupamerkezci sınırların avrupamerkezci akademyada önemli bir yer tutan teoriye tatbik edilmediğini, teorinin Avrupa’nın özgüllüğüne ait aynı kusurlu, şüpheli temeller üzerine inşa edildiğini söyleyebiliriz.”
Tuhaf bir yorumlama çabası dâhilinde bu pasajdaki ifadeler, kimlik politikasının yüceltilmesi olarak okunuyor. Oysa burada bazı postkolonyalistlerin Marx’ın Avrupa’ya has özgüllükleri içselleştirdiği üzerinde durduğundan ama bunun önemli olmadığından zira tarihsel materyalizmin buna bakamayacağından söz ediliyor. Daha da önemlisi, postmodernizmin ve postyapısalcılığın Avrupalı bir şovenist olarak Nietzsche gibi yazarların düşüncelerine yaslandığı için aynı eleştiriden muaf tutulamayacağından bahsediliyor. Burada abese irca söz konusu. Hasmının bağlandığı ana hususları ciddiye alırsın ve onların saçma olduklarını ortaya koyarsın.
Sonuçta yukarıdaki pasajda Spivak’ın perspektifi eleştirilmekte, bu bakış açısı üzerine kurulu kimlik politikası redde tabi tutulmaktadır. Kimlik politikası da Spivak gibi isimlerin reddettikleri aynı “Avrupalı öz”e yaslanır. Aynı politika tarzının Kavga’nın eleştirisinde bir tür kanıt olarak takdim edilmesi, gerçekten tuhaftır.
Diyelim ki kafa karışıklığı geçmedi, o vakit meseleyi daha yalın bir biçimde aktarayım: Postmodernizme veya herhangi bir postmarksizm biçimine yaslanan bir bakış açısı faydasızdır, döne dolaşa karşı-devrime hizmet eder. Bu demek değildir ki bu gri alanlar birbirlerine karşı kullanılamazlar. Sonuçta bu, taktisyenlerin savaşta düşmanlarına karşı başvuracakları bir yöntemdir.
Spivak tam da bu sebeple Foucault’nun karşısına çıkartılmaktadır. Buradan Foucault da Derrida ile karşı karşıya getirilebilir. Ama bu pratik dâhilinde esasen tüm bu bakış açıları redde tabi tutulmaktadır.
Tekrar edeyim: benim postmodernizmle ilgili tespitlerimin Spivak’tan yapılan alıntıyla bir alakası yoktur. Spivak’ın Marksizme dost olmadığını ben de biliyorum. Tam da bu sebeple başka çalışmalarımda tarihsel materyalizmle Spivak’ın yaklaşımı arasına çizgi çekiyorum.
3. Althusser ve Revizyonizm
Kavga bir yerde “JMP, Marksizmle revizyonizmi cem etme derdinde. Ona göre Althusser, CIA’in tercüme ettiği Foucault’nun hainliği karşısında eziklenen bir kahraman” diyor. Ardından da CIA’in revizyonistleri düzenli olarak tercüme ettiğini söylüyor.
Foucault çevirisi denilen sektörün varolduğu dönemde CIA, revizyonistleri tercüme ettirmiyordu aslında (sonuçta CIA’in revizyonistleri tercüme ettirdiği bir sektörün bulunduğuna dair elde bir delil yok ki bu, benim gayet faydalı bulacağım bir delil olurdu). Dolayısıyla Kavga, benim söyleşide dile getirdiğim tespiti yanlış anlıyor.
Ben Althusser’i “eziklenen bir kahraman” olarak takdim etmiyorum. Ben sadece Althusser ve öğrencilerinin popüler hâle gelmesi karşısında CIA’in Foucault çevirmeye başladığını söyleyen, Gabriel Rockhill’in makalesindeki tespitleri aktarıyorum.[5]
Tek söylediğim şu: CIA’in Foucault çevirtmek suretiyle ezmeye çalıştığı teorisyenler Althusser etrafında toplaşmış isimlerdi. Bu da söz konusu makaleden alıntı ve burada söylenen somut gerçeklere dayanıyor.    Pireyi deve yapmanın âlemi yok yani!
Nihayetinde Althusser’in FKP’ye sadakatine son verememiş bir revizyonist olduğunun ben de farkındayım. Bu konuda gayet netim. Üstelik birçok yerde bunu açıktan ifade etmişim. Ama bu tespitin söyleşide dile getirdiklerimle bir alakası yok. Muhtemelen Kavga, Althusser’i başka yerlerde üretken bir tarzda kullandığımı görse küplere binerdi. Varsın binsin!
Bence Althusser, felsefenin bilimle ilişkisine dair görüşleri gibi birçok hususta gayet faydalı bir isim. Ama öte yandan onu, revizyonizminden kaynaklı olarak sahip olduğu sınırlarından dolayı eleştirmek gerek. Althusser’in öğrencileri ise onun Marksizmi bilim olarak gören anlayışını mantıksal sonucuna götüren, bu noktada Althusser’e ihanet etmiş birer anti-revizyonistti. Bence bu, önemli bir mesele.
Ayrıca kendi burjuva ve revizyonist sınırlarına karşı koyan faydalı kimi görüşlere sahip düşünürleri kullanmak gerek. Marx ve Engels de Hegel ve Feuerbach’tan istifade etmişti.
Yeni çıkacak Demarcation and Demystification kitabımda Althusser’den ve ondaki revizyonist sınırlara dönük eleştirilerden birlikte istifade ediyorum. Dolayısıyla somut referanslar üzerinden bir okuma yapılması gerektiğini görmek gerek.
4. Devrim Liderlerine Saldırılar
Kavga, “Özünde JMP, Marksizme bağlı bir isim değil. O postmodernist ve revizyonist düşünürleri Marksizm alanına gizliden sokan, bir yandan da devrimci liderlere sürekli saldıran bir isim” diyor benimle ilgili olarak, ardından da Lenin’e, Stalin’e, Gonzalo’ya saldırdığımı, Spivak’ı, Zizek’i, Badiou’yü, Althusser’i vs. savunduğumu söylüyor.
Bu tümüyle tuhaf, somut dayanağı olmayan bir suçlama. Her şeyden önce kitaplarımı okuyan herkes bilir ki ben Zizek’ten hiç hoşlanmam, Badiou ve Althusser’i bu isimlerin teorik temellerini eleştirirken taktik gereği kullanırım, öte yandan devrim liderlerini ise devrimci teorinin zemini olarak savunurum. Lenin’in, Stalin’in, Gonzalo’nun ve diğer devrimcilerin devrimci düşünceye bu türden felsefecilere göre daha fazla katkıda bulunduğu tartışma götürmez bir gerçekliktir.
Tüm yazılarımda ve kitaplarımda asıl derdim, bu felsefecilerin devrimci alanın teorik gelişiminin bir parçası olmadıklarını, sadece bu alana, sıklıkla görüldüğü biçimiyle, yanlış bir yoldan müdahale ettiklerini göstermektir.
Buna karşın Kavga, benim Lenin’e saldırdığımı iddia ediyor. Evet, röportajcı Leninizme özgü yozlaşma”dan söz ediyor ama bu, benim katılmadığım ve tümüyle mânâsız bulduğum bir değerlendirme. Ben hiçbir yerde yozlaşmadan söz etmedim, sadece Çin Devrimi’ne tevarüs eden, öncü partinin monolitik biçimine ait sınırlarından kaynaklı bir sorun olduğunu söylüyorum.
5. Kişilik Kültleri
Söyleşide bu meseleye değinilmiyor ama Kavga gene de şikâyet konusu yapıyor onu. Evet doğrudur, ben dogmatizmden hoşlanmam. Ama Kavga, kültlerle ve beyin yıkama ile ilgili görüşlerimi kitle karşıtı olarak damgalayıp eleştiriyor. Oysa benim kanaatimce (ve Struggle Sessions sitesinin hapisten çıktığında övdüğü ama bir dönem yerdiği Ajith gibi birçok başka Maoistin kanaatince) dogmatizmin Maoizmde yeri yoktur.
Evet, ben de biliyorum, burjuvazinin de kişilik kültünden bahsettiğini, ama bu bahsin Avakian kültü konusunda eleştirildikleri otuz yıl boyunca ABD Devrimci Komünist Partisi’nin bahsinden hiçbir farkı yok. Revizyonistler Çin’i emperyalist olmakla suçluyorlar, bir yandan da anti-revizyonistleri kapitalistlerle aynı kampta yer aldıkları için eleştiriyorlar. Biz bunun kıymetsiz ve temelsiz bir suçlama olduğunu biliyoruz. Öte yandan Çin’e yönelik bu türden bir revizyonist savununun mantıksal düzlemde kişilik kültü suçlamasına benzediğini de görüyoruz. Söyleşiye dönük bu eleştiride tek katıldığım tespit de bu.
6. Parti
Söyleşiden anlaşılmıyor olabilir ama ben öncü partiye karşıyım!
Aslında orada Mao’nun parti anlayışının Lenin’deki anlayışı ilerlettiğini söylüyorum. Buna karşın Kavga, bu parti anlayışının Lenin’e ait olduğunu söylüyor. Eğer böyle düşünüyorsa Kavga Maoist değil sadece Marksist-Leninist, çünkü o Mao’nun yeni bir anlayış geliştirmediğini öne sürüyor. Mao, bu anlayışın “Marksizm-Leninizm” olduğunu söylemiş olsaydı, sorun yoktu!
Dolayısıyla Kavga, Çin Devrimi sonrası Peru Komünist Partisi’nin ve Devrimci Uluslararası Hareket’in anladığı biçimiyle Maoizmi yeni ve üst bir aşama olarak görmemekte, bir Mao Zedung Düşüncesi olduğuna inanmamaktadır.
Ona göre hiç kopuş yaşanmamış, yani belirli aşamalardan geçilmemiş. Ortada sadece devrimci gelişime tabi tutulmayan bir Marksizm var. Dolayısıyla Lenin’in bilimsel gelişimin “süreklilikteki kopuşlar” olduğuna dair tespiti yanlış.[6] Bu tür değerlendirmeleri unutalım gitsin!
Benim öncü partiye karşı olduğum iddiasının kaynağı, “kitle partisi” terimini kullandığım Süreklilik ve Kopuş isimli çalışmam. Buradan benim öncü partiden çok kitle partisine bağlı olduğum sonucuna ulaşılıyor. Daha önce de ifade ettiğim üzere bu yanlış okumanın sebebi, benim “kitle partisi” ifadesini retorik belki de kötü bir retorik kullanımı dâhilinde dile getirmiş olmam. Burada amacım, Maoist öncü partinin kitleler açısından kitle partisinden üstün olduğunu göstermek. Bu noktada Lenin’in öncü anlayışı konusunda yazdıklarıma bakılabilir. Böylelikle benim öncü partiyi kitle partisinden yüce tuttuğum görülebilir.
Bu tür trollere has yazıların çalışmalarımı ele alış tarzlarını yanlış, samimiyetsiz ve alabildiğine hayal kırıklığına yol açan girişimler olarak gördüğümü belirtmeliyim. Şuna eminim ki bu cevap yazısından sonra eleştirinin sahipleri, farklı isimlerle aynı şeyleri söylemeye devam edecekler. Üzücü olan şu ki bu kişiler, bilimden ziyade teoloji alanında faaliyet yürütüyorlar ve ben Cizvitlere has Maoizm yorumlarından bıkıp usandım. Çünkü bana göre Maoizm, teolojik bir zindan değil bilimsel bir alan olarak anlaşılmalıdır.
Öte yandan eleştiri sahiplerinin revizyonizmi ana mesele olarak gören yaklaşımlarını ben de benimsiyorum. Ama ben, bir yandan da bu türden eleştiriler kaleme alanların da revizyonist, bu dönemin dogmatik revizyonistleri olduklarını düşünüyorum. Bunların asıl hatası, uzlaşmaz çelişkilerle uzlaşır çelişkiler arasında ayrım yapamamaları.
Joshua Moufawad-Paul
17 Ağustos 2019
Dipnotlar
[1] Kavga, “Postmodernism Always Dines on its own Flesh”, 14 Ağustos 2019, Struggle Sessions. Türkçesi: İştirakî.
[2] “All Anti-communists are Swine”, 18 Temmuz 2018, Struggle Sessions.
[3] J. Moufawad Paul, “This Ruthless Criticism of All That Exists: Marxism as Science”, 8 Ocak 2019, Abstrakt.
[4] “More o the Problem of ‘Postmodernism’”, 10 Aralık 2012, M-L-M Mayhem.
[5] Gabriel Rockhill, “CIA Reads French Theory”, 28 Şubat 2017, Salon
[6] V. I. Lenin, “Karl Marx”, Marxists.org.

0 Yorum: