“Postmodernizm
Her Daim Kendi Etini Yer” Yazısına Cevap
Struggle Sessions sitesi
benimle ilgili ağır bir eleştiri kaleme almış. Yazı çok kötü ve yalan yanlış
ifadelerle dolu.[1] Yazıyı yazan kişiler, benim kitaplarımı gerçekten okumuşlar
mı merak ediyorum doğrusu. Yerli yersiz alıntılar yapmışlar kitaplarımdan ama
bu alıntılar üzerinden samimiyetsiz oldukları görülüyor.
Eskiden
bu tür yazılara cevap vermenin kıymetli bir iş olmadığını düşünüyor, bu türden
trollerin ekmeğine yağ sürmek istemiyordum. İster kasıtlı olsun isterse
bilmeden, bu türden samimiyetsiz eleştirilerle başa çıkmak zor, zira bu
eleştirileri yapan isimler genelde söylediklerinize bakmıyorlar ve benzer
yalanları tekrarlayıp duruyorlar.
Bu
seferki çok kötü bir eleştiri, bu sebeple oradaki yalan ifadeleri düzeltebilmek
için müdahale etmenin gerekli olduğunu düşünüyorum. Eleştiride kendilerine
cevap vermediğimden şikâyet ediyorlar. Bunu kendilerine doğrudan verdiğim cevap
olarak görebilirler. Karşılıklı atışmak gibi bir derdim yok. Yanlış ifadeler
birkaç yerde yineleniyor, dolayısıyla kendi konumumu tekrar tekrar aktarma
gereği duyuyorum. Birçok yerde söylediğim gibi “hayır Lenin’in Ne Yapmalı’da geliştirdiği öncü parti
anlayışına inanıyorum” ama ısrarla benim bu anlayışı çöpe attığımı, benim
anti-Leninist olduğumu söylüyorlar.
Bu
tür yazılara cevap vermedeki asıl güçlük, yer darlığı ile ilgili.
Eleştirdikleri söyleşide olduğu gibi bazen bir konudan diğerine atlamak zorunda
kalıyorum. Eleştiriyi yapan kişi aslında söyleşiyle ilgilenmiyor, daha çok
yazılanın ardında asıl söylediklerime odaklanıyor. Dolayısıyla burada cevabımı
yanlış ifadelerle ve kabul etmediğim noktalarla sınırlı tutacağım, buradan da
yazan kişinin konumumu yanlış aktardığını ve eksik anladığını ortaya koyacağım.
1. Söyleşi Formatı
Eleştirinin
sahibi, söyleşiyi yapan kişinin MLM’den ve benim konumumdan farklı olan
görüşlerini düzeltebilecekken düzeltmediğim üzerinde duruyor. Oysa söyleşi
yazarın da ifade ettiği gibi bir “hippi artığı solcu” yazarın yazılarına yer
veren New Inquiry gibi bir dergide
çıkıyor. Bu dergi ve yazar ne komünist ne de Maoist.
Bu
söyleşiyi söyleşiyi yapan kişi ve yayın yönetmeni kaleme almış. Neyi yayınlayacaklarına
onlar karar veriyorlar. Dolayısıyla bu tür dergilere söyleşi veren kişiler
olarak bizler, sözlerimize müdahale edileceğini, onların eksik aktarılacağını
biliriz. Söyleşiyi yapan kişinin dünya görüşü ile bizim dünya görüşümüzün aynı
olmasına gerek yok. Tam da bu sebeple gerici dergilerin, anti-komünist
yayınların benimle röportaj yapmasını istemem. Ama bu durum solcu yayınlar için
geçerli değildir. Uzlaşmaz olmayan çelişkileri anlayışla karşılarım,
mücadelenin önemli olduğunu düşünürüm. Ama bu mücadelenin de verili bağlam
dâhilinde sınırlı olduğunu da görürüm.
Sonuçta
röportajın özgün hâli 13.000 kelimeden oluşuyor, eleştirmenin bahsini ettiği
hususları içeriyor, bana sopa sallamasına neden olan meseleleri ele alıyordu.
Gelgelelim birçok soru çıkartıldı, cevaplarımın önemli bir bölümüne kelime
sınırına riayet etmek adına müdahale edildi. Bu, benim tercih ettiğim bir şey
değildi. Sonuçta yapılanlara saygı gösterdim, çünkü bu müdahaleleri ve
kesintileri yapan yayın yönetmenleri ve röportajcının kendisi idi.
Bu
noktada düşündüm ki röportajı okuyanlar, meseleleri ele alan başka
çalışmalarıma bakabilirler. Aynı konuları inceleyen kitaplarımı okuyabilirler.
Muhtemelen Kavga, bu kitapları okumamış, söyleşide okuduğu cümlelerden benim
konumumu belirlemeye çalışmış.
2. “Postmodernizm”
Kavga’nın
benim postmodernist olduğumu söylemesi gerçekten komik, zira çalışmaların
önemli bir bölümü, postmodernizme ve tüm postmarksizm biçimlerine saldırmak
üzerine kurulu. Bu çalışmalarda postmodernizm ve postyapısalcılık eleştiriliyor,
bunların küçümsediği hususlara sahip çıkılıyor. Örneğin “Marksizm devrim
bilimidir” deniliyor. Üstelik Struggle
Sessions sitesi, postmodernizm eleştirisi yayınlamış, görüldüğü kadarıyla
blogumdaki postmodernizm eleştirilerinden ve başka makalelerimden epey
faydalanmış.[2]
Eleştiri
yazısına başlık olarak seçilen “Postmodernizm Kendi Etini Yer” cümlesinde yazar,
benim postmodernist bir ismi başka bir postmodernisti eleştirmek için
kullandığım üzerinde duruyor. Ona göre ben, Foucault’yu eleştirmek için Spivak’ı
kullanıyorum. Böylelikle “Marksizm kılıfı ardında postmodernizmi
savunuyor”muşum, ben esasen postmodernizmin “Truva atı” imişim.
Bu
yanlış okuma cidden tuhaf. Spivak’ın ifadesini neden kullandığımı da zerre
anlamıyor: Bir Truva atı varsa onun içindeki isimleri Foucault’yu kendi çıkarına
kullananlarda aramak gerekiyor. Esasında bu röportajda Foucault’ya yönelik
eleştirilerin Spivak’tan yapılan alıntıyla bir alakası yok. Burada temelde
Foucault’nun meta-tarih üzerine kurulu yaklaşımlara dönük itirazına
odaklanılıyor.
Sonuçta
Spivak’ın tarihsel materyalist olmadığını, daha çok Derrida’dan yana durmak
niyetinde olduğunu ben de biliyorum ama ben söyleşide onun Foucault ve
Deleuze’e yönelik eleştirisini
a.
O günlerde üzerinde çalışma yaptığım postkolonyalizm eleştirisi bağlamında
Spivak okuduğum için;
b.
Bazen durmuş saatin günde bir kez doğru zamanı gösterebileceğini düşündüğüm
için aktardım.
Kavga,
bu noktada Spivak’ın yaklaşımı hakkında düşündüğümü merak ediyorsa yeni çıkan
makalem “This Ruthless Criticism of All That Exists”e bakmalı.[3]
Oysa
gariptir ki Kavga, eski blogumdaki bir metinden alıntı yapıyor. “More On The
Problem of Postmodernism” isimli bu çalışmada[4] postkolonyalizm çalışmalarının
Marx’ı “Avrupalı beyaz erkek” olarak ele alıp çöpe atan yaklaşımlarını
tartışıyorum.
“Postmodernizm, bilhassa
postkolonyalizm, Spivak’ın tabiriyle Avrupa ve Öteki söylemini eleştirmektedir.
Marksizmi reddeden bazı yönelimler, esas olarak Marx’ın ‘beyaz Avrupalı erkek’
oluşu üzerinde duruyorlar. […] Marx’ın sahip olduğu tarihsel özgüllük, tarihsel
materyalistlerin görmesi gereken bir olgu (zira tarihsel materyalizm, Marx’ın
teorik sınırlarını izah eder, aynı zamanda bizim Marx’ın yöntemini ve Marx’taki
kusurları eleştirmemize imkân sağlar) ayrıca biz, bu postmodern/postkolonyal
eleştirilerin belirli bir kısmının ciddi eleştiriler ortaya koyduğunu görmemiz
gerekmektedir, buna karşın gene de aynı avrupamerkezci sınırların
avrupamerkezci akademyada önemli bir yer tutan teoriye tatbik edilmediğini,
teorinin Avrupa’nın özgüllüğüne ait aynı kusurlu, şüpheli temeller üzerine inşa
edildiğini söyleyebiliriz.”
Tuhaf
bir yorumlama çabası dâhilinde bu pasajdaki ifadeler, kimlik politikasının
yüceltilmesi olarak okunuyor. Oysa burada bazı postkolonyalistlerin Marx’ın
Avrupa’ya has özgüllükleri içselleştirdiği üzerinde durduğundan ama bunun
önemli olmadığından zira tarihsel materyalizmin buna bakamayacağından söz
ediliyor. Daha da önemlisi, postmodernizmin ve postyapısalcılığın Avrupalı bir
şovenist olarak Nietzsche gibi yazarların düşüncelerine yaslandığı için aynı
eleştiriden muaf tutulamayacağından bahsediliyor. Burada abese irca söz konusu.
Hasmının bağlandığı ana hususları ciddiye alırsın ve onların saçma olduklarını
ortaya koyarsın.
Sonuçta
yukarıdaki pasajda Spivak’ın perspektifi eleştirilmekte, bu bakış açısı üzerine
kurulu kimlik politikası redde tabi tutulmaktadır. Kimlik politikası da Spivak
gibi isimlerin reddettikleri aynı “Avrupalı öz”e yaslanır. Aynı politika
tarzının Kavga’nın eleştirisinde bir tür kanıt olarak takdim edilmesi,
gerçekten tuhaftır.
Diyelim
ki kafa karışıklığı geçmedi, o vakit meseleyi daha yalın bir biçimde aktarayım:
Postmodernizme veya herhangi bir postmarksizm biçimine yaslanan bir bakış açısı
faydasızdır, döne dolaşa karşı-devrime hizmet eder. Bu demek değildir ki bu gri
alanlar birbirlerine karşı kullanılamazlar. Sonuçta bu, taktisyenlerin savaşta
düşmanlarına karşı başvuracakları bir yöntemdir.
Spivak
tam da bu sebeple Foucault’nun karşısına çıkartılmaktadır. Buradan Foucault da
Derrida ile karşı karşıya getirilebilir. Ama bu pratik dâhilinde esasen tüm bu
bakış açıları redde tabi tutulmaktadır.
Tekrar
edeyim: benim postmodernizmle ilgili tespitlerimin Spivak’tan yapılan alıntıyla
bir alakası yoktur. Spivak’ın Marksizme dost olmadığını ben de biliyorum. Tam da
bu sebeple başka çalışmalarımda tarihsel materyalizmle Spivak’ın yaklaşımı
arasına çizgi çekiyorum.
3. Althusser ve Revizyonizm
Kavga
bir yerde “JMP, Marksizmle revizyonizmi cem etme derdinde. Ona göre Althusser,
CIA’in tercüme ettiği Foucault’nun hainliği karşısında eziklenen bir kahraman” diyor.
Ardından da CIA’in revizyonistleri düzenli olarak tercüme ettiğini söylüyor.
Foucault
çevirisi denilen sektörün varolduğu dönemde CIA, revizyonistleri tercüme
ettirmiyordu aslında (sonuçta CIA’in revizyonistleri tercüme ettirdiği bir
sektörün bulunduğuna dair elde bir delil yok ki bu, benim gayet faydalı
bulacağım bir delil olurdu). Dolayısıyla Kavga, benim söyleşide dile getirdiğim
tespiti yanlış anlıyor.
Ben
Althusser’i “eziklenen bir kahraman” olarak takdim etmiyorum. Ben sadece
Althusser ve öğrencilerinin popüler hâle gelmesi karşısında CIA’in Foucault
çevirmeye başladığını söyleyen, Gabriel Rockhill’in makalesindeki tespitleri
aktarıyorum.[5]
Tek
söylediğim şu: CIA’in Foucault çevirtmek suretiyle ezmeye çalıştığı
teorisyenler Althusser etrafında toplaşmış isimlerdi. Bu da söz konusu
makaleden alıntı ve burada söylenen somut gerçeklere dayanıyor. Pireyi deve yapmanın âlemi yok yani!
Nihayetinde
Althusser’in FKP’ye sadakatine son verememiş bir revizyonist olduğunun ben de
farkındayım. Bu konuda gayet netim. Üstelik birçok yerde bunu açıktan ifade
etmişim. Ama bu tespitin söyleşide dile getirdiklerimle bir alakası yok.
Muhtemelen Kavga, Althusser’i başka yerlerde üretken bir tarzda kullandığımı
görse küplere binerdi. Varsın binsin!
Bence
Althusser, felsefenin bilimle ilişkisine dair görüşleri gibi birçok hususta
gayet faydalı bir isim. Ama öte yandan onu, revizyonizminden kaynaklı olarak
sahip olduğu sınırlarından dolayı eleştirmek gerek. Althusser’in öğrencileri
ise onun Marksizmi bilim olarak gören anlayışını mantıksal sonucuna götüren, bu
noktada Althusser’e ihanet etmiş birer anti-revizyonistti. Bence bu, önemli bir
mesele.
Ayrıca
kendi burjuva ve revizyonist sınırlarına karşı koyan faydalı kimi görüşlere
sahip düşünürleri kullanmak gerek. Marx ve Engels de Hegel ve Feuerbach’tan
istifade etmişti.
Yeni
çıkacak Demarcation and Demystification
kitabımda Althusser’den ve ondaki revizyonist sınırlara dönük eleştirilerden
birlikte istifade ediyorum. Dolayısıyla somut referanslar üzerinden bir okuma
yapılması gerektiğini görmek gerek.
4. Devrim Liderlerine Saldırılar
Kavga,
“Özünde JMP, Marksizme bağlı bir isim değil. O postmodernist ve revizyonist
düşünürleri Marksizm alanına gizliden sokan, bir yandan da devrimci liderlere
sürekli saldıran bir isim” diyor benimle ilgili olarak, ardından da Lenin’e,
Stalin’e, Gonzalo’ya saldırdığımı, Spivak’ı, Zizek’i, Badiou’yü, Althusser’i
vs. savunduğumu söylüyor.
Bu
tümüyle tuhaf, somut dayanağı olmayan bir suçlama. Her şeyden önce kitaplarımı
okuyan herkes bilir ki ben Zizek’ten hiç hoşlanmam, Badiou ve Althusser’i bu
isimlerin teorik temellerini eleştirirken taktik gereği kullanırım, öte yandan
devrim liderlerini ise devrimci teorinin zemini olarak savunurum. Lenin’in,
Stalin’in, Gonzalo’nun ve diğer devrimcilerin devrimci düşünceye bu türden
felsefecilere göre daha fazla katkıda bulunduğu tartışma götürmez bir
gerçekliktir.
Tüm
yazılarımda ve kitaplarımda asıl derdim, bu felsefecilerin devrimci alanın
teorik gelişiminin bir parçası olmadıklarını, sadece bu alana, sıklıkla
görüldüğü biçimiyle, yanlış bir yoldan müdahale ettiklerini göstermektir.
Buna
karşın Kavga, benim Lenin’e saldırdığımı iddia ediyor. Evet, röportajcı
Leninizme özgü yozlaşma”dan söz ediyor ama bu, benim katılmadığım ve tümüyle
mânâsız bulduğum bir değerlendirme. Ben hiçbir yerde yozlaşmadan söz etmedim,
sadece Çin Devrimi’ne tevarüs eden, öncü partinin monolitik biçimine ait
sınırlarından kaynaklı bir sorun olduğunu söylüyorum.
5. Kişilik Kültleri
Söyleşide
bu meseleye değinilmiyor ama Kavga gene de şikâyet konusu yapıyor onu. Evet doğrudur,
ben dogmatizmden hoşlanmam. Ama Kavga, kültlerle ve beyin yıkama ile ilgili
görüşlerimi kitle karşıtı olarak damgalayıp eleştiriyor. Oysa benim kanaatimce (ve
Struggle Sessions sitesinin hapisten
çıktığında övdüğü ama bir dönem yerdiği Ajith gibi birçok başka Maoistin
kanaatince) dogmatizmin Maoizmde yeri yoktur.
Evet,
ben de biliyorum, burjuvazinin de kişilik kültünden bahsettiğini, ama bu bahsin
Avakian kültü konusunda eleştirildikleri otuz yıl boyunca ABD Devrimci Komünist
Partisi’nin bahsinden hiçbir farkı yok. Revizyonistler Çin’i emperyalist
olmakla suçluyorlar, bir yandan da anti-revizyonistleri kapitalistlerle aynı
kampta yer aldıkları için eleştiriyorlar. Biz bunun kıymetsiz ve temelsiz bir
suçlama olduğunu biliyoruz. Öte yandan Çin’e yönelik bu türden bir revizyonist savununun
mantıksal düzlemde kişilik kültü suçlamasına benzediğini de görüyoruz. Söyleşiye
dönük bu eleştiride tek katıldığım tespit de bu.
6. Parti
Söyleşiden
anlaşılmıyor olabilir ama ben öncü partiye karşıyım!
Aslında
orada Mao’nun parti anlayışının Lenin’deki anlayışı ilerlettiğini söylüyorum. Buna
karşın Kavga, bu parti anlayışının Lenin’e ait olduğunu söylüyor. Eğer böyle
düşünüyorsa Kavga Maoist değil sadece Marksist-Leninist, çünkü o Mao’nun yeni
bir anlayış geliştirmediğini öne sürüyor. Mao, bu anlayışın “Marksizm-Leninizm”
olduğunu söylemiş olsaydı, sorun yoktu!
Dolayısıyla
Kavga, Çin Devrimi sonrası Peru Komünist Partisi’nin ve Devrimci Uluslararası
Hareket’in anladığı biçimiyle Maoizmi yeni ve üst bir aşama olarak görmemekte,
bir Mao Zedung Düşüncesi olduğuna inanmamaktadır.
Ona
göre hiç kopuş yaşanmamış, yani belirli aşamalardan geçilmemiş. Ortada sadece
devrimci gelişime tabi tutulmayan bir Marksizm var. Dolayısıyla Lenin’in
bilimsel gelişimin “süreklilikteki kopuşlar” olduğuna dair tespiti yanlış.[6]
Bu tür değerlendirmeleri unutalım gitsin!
Benim
öncü partiye karşı olduğum iddiasının kaynağı, “kitle partisi” terimini
kullandığım Süreklilik ve Kopuş isimli
çalışmam. Buradan benim öncü partiden çok kitle partisine bağlı olduğum
sonucuna ulaşılıyor. Daha önce de ifade ettiğim üzere bu yanlış okumanın sebebi,
benim “kitle partisi” ifadesini retorik belki de kötü bir retorik kullanımı
dâhilinde dile getirmiş olmam. Burada amacım, Maoist öncü partinin kitleler
açısından kitle partisinden üstün olduğunu göstermek. Bu noktada Lenin’in öncü anlayışı
konusunda yazdıklarıma bakılabilir. Böylelikle benim öncü partiyi kitle
partisinden yüce tuttuğum görülebilir.
Bu
tür trollere has yazıların çalışmalarımı ele alış tarzlarını yanlış,
samimiyetsiz ve alabildiğine hayal kırıklığına yol açan girişimler olarak
gördüğümü belirtmeliyim. Şuna eminim ki bu cevap yazısından sonra eleştirinin sahipleri,
farklı isimlerle aynı şeyleri söylemeye devam edecekler. Üzücü olan şu ki bu
kişiler, bilimden ziyade teoloji alanında faaliyet yürütüyorlar ve ben
Cizvitlere has Maoizm yorumlarından bıkıp usandım. Çünkü bana göre Maoizm,
teolojik bir zindan değil bilimsel bir alan olarak anlaşılmalıdır.
Öte yandan eleştiri sahiplerinin revizyonizmi ana
mesele olarak gören yaklaşımlarını ben de benimsiyorum. Ama ben, bir yandan da
bu türden eleştiriler kaleme alanların da revizyonist, bu dönemin dogmatik
revizyonistleri olduklarını düşünüyorum. Bunların asıl hatası, uzlaşmaz
çelişkilerle uzlaşır çelişkiler arasında ayrım yapamamaları.
Joshua Moufawad-Paul
17 Ağustos 2019
17 Ağustos 2019
Dipnotlar
[1]
Kavga, “Postmodernism Always Dines on its own Flesh”, 14 Ağustos 2019, Struggle Sessions.
Türkçesi: İştirakî.
[2]
“All Anti-communists are Swine”, 18 Temmuz 2018, Struggle Sessions.
[3]
J. Moufawad Paul, “This Ruthless Criticism of All That Exists: Marxism as
Science”, 8 Ocak 2019, Abstrakt.
[4]
“More o the Problem of ‘Postmodernism’”, 10 Aralık 2012, M-L-M Mayhem.
[5]
Gabriel Rockhill, “CIA Reads French Theory”, 28 Şubat 2017, Salon.
[6]
V. I. Lenin, “Karl Marx”, Marxists.org.
0 Yorum:
Yorum Gönder