07 Ağustos 2023

,

Ağıtçılar


Kapitalizmin ve emperyalizmin ilerleyişi karşısında ellerini ovuşturanlara, toy düğün edenlere, bir de yalandan timsah gözyaşı dökenler, ağıtçılık yapanlar eşlik ediyor. Bunlara kanmamak gerekiyor.

Bu ağıtçılar, olanı biteni az çok anlıyorlar, anlatıyorlar, üretim güçlerindeki gelişimden bahsediyorlar, yaşanan yıkımı ve zulmü görüyorlar, onlara kapitalizmdeki ilerlemeye göre biraz daha vurgu yapıyorlar, ama sadece ağıt yakmakla yetinip, o ağıtla belirli kesimlerde ve kendilerinde vicdani arınmayı sağlamaya çalışıyorlar. Bu solcular, “1900 filmindeki toprak ağasının züppe oğlu kıvamında. Marabayı acıyarak seviyor, o sevgiyle çarkları döndürüyor.”[1]

Bu ağıtçı solcular, özellikle pandemiyle birlikte işleyen süreci görüyorlar, değişimleri, dönüşümleri tespit ediyorlar, bir yandan da proletarya için ağıt yakıyorlar. Düğüncüler onun öldüğünü açıktan, ağıtçılarsa örtük olarak kabul ediyorlar. Düğüncüler, proletarya denilen kirli yabani yükten kurtuldukları için sevinirlerken, ağıtçılar, ölümünü resmen kabul edip, proletaryanın arkasından son güzel cümlelerini diziyorlar. Düğüncüler de ağıtçılar da proletaryanın ölüp bittiği tespitinden hareket ediyorlar. Her ikisi de yaşanan seçim yenilgisinin ardından, bugün “gerici halk kitlelerini anlamak lazım, onlarla temas kurmak gerek” diyor.[2] Gene yalana sığınıyorlar.

Düğüncüler gibi ağıtçılar da robot savaşçılara ve robot işçilere boyun eğiyorlar. Gerçek savaşçılara ve gerçek işçilere ancak acıyarak bakabiliyorlar. Esasında yaşanan dönüşümü çatalsız, çapaksız, çelişkisiz bir yerden sahipleniyorlar, ona uyum sağlıyorlar. Bu dönüşüme uyum da esasen meslekî ideolojilerinin bir emri. O ideolojiler, bugün arınıklığı, sterilliği, hijyeni ve yalnızlığı telkin ediyor.

Ezilenciler düğüncü; işçiciler ağıtçı oluyorlar. İkisine de kanmamak gerekiyor. Ezilenci, kendi demokrasi mücadelesinin kıymete bineceği günün nihayet geldiği için sevinirken, işçici, aslında proletaryaya değil, sendikalarda kıymet gördüğü eski güzel günlere ağlıyor. İşçinin sayısına bakanlar, bireyin ağırlığına teslim oluyorlar. Bireyin envai çeşit kimliğiyle, ons cinsinden değerinin yükseldiği koşullarda, ucuz mal olarak görülen proletaryanın değersizleşmesine üzülüyorlar. Ağıtçı işçiciler, dere kenarlarına o malı dökerken, lütfedip, biraz da gözyaşı döküyorlar.

Ezilenciler, Lenin’in ifadesiyle, anarşist sapmaya meyilli iken; işçiciler sendikalist sapmaya meyilliler. Ezilenciler, ideolojiyi meslek kılarken, işçiciler mesleklerini ideoloji olarak görüyorlar. Bu sapmalarla mücadele etmeden, komünist hat açılmıyor. 

Komünist partisi ve devrim arasındaki bağ, pahada ağır birey üzerinden kopartılıyor. O bireye alan açmak için komünist partisinden ve devrimden vazgeçiliyor. Tüm kimlikçi edebiyat, o birey için gündeme geliyor. Düğüncüler de ağıtçılar da birey eksenli düşünüp hareket ediyorlar.

“Solculuk, son on yıl içerisinde gelişme kaydetmiş, son birkaç ay içerisinde ise merkeze oturmuştur. Sol, en nihayetinde işçi sınıfına onu aşağılık gören üyeleri nezdinde herhangi bir hayrı olmayacak bir yoldur.”[3]

İşçi sınıfını aşağılık kabul eden sol, “sınıfsal güçle alakalı dinamiklerin varolmadığı hayal âlemine” ait kavramlarla düşünüyor. Bugünlerde küçülmeciliği savunuyor. Üretim güçlerinin gelişim seviyesinin sosyalizm için ihtiyaç duyulan seviyeye geldiğine inanıyor.[4] Bu inanç çerçevesinde kapitalizmi ve güç ilişkilerini onaylıyor, mutlak kabul ediyor. Bu kutsama ve yüceltme çabası, sol içerisindeki meslekî ideolojilerle ve ideoloji mesleğiyle alakalı.

Gereksiz, atıl, fazla görülmemek isteyen küçük burjuvalar, efendilerinin kendilerine ihtiyaç duymalarını sağlamak için türlü taklalar atıyorlar. İlkin proletaryayı hançerliyorlar. Birey için proleter feda ediliyor. Buna sevinen de üzülen de bir.

Lenin, her fırsatta “anarşist-sendikalist sapma”dan bahsediyor.[5] Her kriz momentinde küçük burjuvanın efendisinin yanına koşma eğilimi gösterdiğini söylüyor. Belki de Engels, “her on yılda bir bu anarşistlerle dövüşmek lâzım” lafını, krizlerin on yıllık döngüselliğine atıfta bulunarak ediyor.

Savaş ve kriz momentinde küçük burjuvazi, anarşist-sendikalist sapmaya uygun hareket ediyor. Bu iki sapma, sosyalist hareketi ele geçiriyor.

Sendikalist sapma, esasında her türden meslekî ideolojiyi, gerçekliği o ideoloji önünde diz çöktürme çabasını ifade ediyor. Anarşist sapmada ideolojinin kendisi meslek iken; sendikalist sapmada mesleğin kendisi ideoloji.

Özellikle Sovyetler’in dağıldığı günden beri sosyalist siyaset, anarşist ve sendikalist sapmanın muhtelif türevlerinin tahakkümü ve tasallutu altında. Dolayısıyla, halk, işçi ve ezilen, gerçek bir komünist hareketle tanışma imkânı bulamıyor. Sendikalist ve anarşist sapma, yüz küsur yıldır komünist hareketle mücadele ediyor.

Bu sapmaların nüfuzu altında olan solculara göre üretim güçleri değişiyor, sol örgütler de mecburen, hayatta kalmak için bu değişime ayak uyduruyorlar. Kendi teslimiyetlerine ve uzlaşmacılıklarına üretim güçlerci kurgu üzerinden kılıf örüyorlar. Teorik âlemden politika alanına Zeus yıldırımları yağdırabileceklerini sanıyorlar. Tanrı pozu kesiyorlar. Üretim güçleri gibi, üretim güçleriyle ve üretim güçleri olarak düşünüyorlar. Bu teorik “maraz”, politikayı ele geçiriyor. Genel süreci, zemini ve gerçeği anlamak için geliştirilmiş bir kavram, bizatihi politik faaliyetin, diyalektiğin ve maddenin yerini alıyor, her yerde ve her zamanda o konuşuyor.

DSİP, Birikim gibi tasfiyeci müdahaleler, yeni askerlerini yetiştiriyor. Söz konusu “üretim güçleri” kavramı, ya meslek olarak ideolojiyi ya da ideoloji olarak mesleği inşa etmek, ayakta tutmak için kullanılıyor.

Thatcher dönemini analiz eden bir çalışmada, dönemi tartışan sol akademisyenlerin bölündüğünden, bir tarafın emeğe, diğer tarafınsa sermayeye odaklandığından söz ediliyor.[6] Emek-sermaye çelişkisine kimse bakmıyor. Herkes, aslında küçük burjuvazinin emek-sermaye çelişkisinin etkilerinden, çapaklarından, zararlı yanlarından kurtulma çabasında ne tür görevler üstleneceğini tartışıyor.

Seksenlerde “işçi sınıfı öldü, yaşasın robotlar” diyen Çetin Altan, altmışlarda, “burjuva sınıfının haksız egemenliğini törpüleme mücadelesi” verdiklerini söylüyor.[7] Aybar da benzer bir tespit yapıyor. O yol, bugüne uzanıyor.

Emek-sermaye çelişkisi tespit ediliyor, cumhuriyet veya demokrasi bütünlüğünden, onun ilerlemesinden hayata bakanlar, o çelişkinin açtığı yaraları kapatmayı sosyalistlik diye yutturuyorlar. Marx da Lenin de baş aşağı çevriliyor. Aybar ve Altan soyundan gelenler, partinin işinin emek-sermaye çelişkisinin topluma olan etkilerini hafifletmek olduğunu söylüyorlar. Bu gelenek, bugün TÜSİAD’la Türkiye Yüzyılı Çalıştayı düzenleyen DİSK’te devam ediyor.

Tekelci plan-projeye karşı kısmen liberter, liberal veya anarşist tepkiler geliştirenler de proletaryadan yanaymış gibi poz kesiyorlar, ama aslında ona kuzu postuyla yaklaşmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Kurt, gene kurtluk peşinde. O kurtluk da proletaryanın devrim ve iktidarla ilişkisini kesmekle alakalı.

O kuzular, ağıt yaktıkları yıkım süreci karşısında, “evet ama normal olan da İstanbul’a gelenin geri dönmesiydi. Boşaltacaksın bu şehri. Tabii insanların evlerine çökmeden yapacaksın bu işi” diyor. Tıpkı, 1936’da Dersim harekâtına destek veren TKP yöneticileri gibi konuşuyorlar. “Ülkenin ilerlemesi uyarınca askerî harekât lâzımdı, ama toprak da köylüye verilseydi, iyi olurdu” diyorlar.[8] Basitçe cumhuriyetin feodalizmden kapitalizme geçişi hızlandıran bir müdahale gerçekleştirdiğini, operasyonun hayırlı olduğunu düşünüyorlar, sadece eksikleri dillendirmekle yetiniyorlar. Her moment, her gelişme, her olay, kapitalizmin ilerlemesi üzerinden, olumlanarak okunuyor. Ağıtçılar olumsuza, düğüncüler olumluya bakıyorlar, ama ikisinin de kapitalizmdeki ilerlemenin hayırlara vesile olacağı inancı hâkim. Marx’ın kuram ve yöntem bağlamında, dinamikleri ve yapıları anlama çabası, bireysel çıkarlar uyarınca istismar ediliyor. Küçük burjuva, sınıfsal çıkarı gereği, odaklanması gereken yere odaklanıp orası gibi, orası olarak ve orasıyla düşünüp konuşuyor.

Pandemi döneminde ve sonrasında kuryelerdeki artışla ilgili olarak bu küçük burjuvalıktan beslenen bir dil ve akıl devreye sokuldu. Bu dilin ve aklın sahiplerinin tek derdi, çelişkinin, kapitalizmin hamlelerinin toplumda açtığı yaraları gizlemek, bandajlamaktı.

Küçük burjuvazi, toplumsal yarılmada politik devrimci olanın iktidar yürüyüşüne tahammül edemiyor. Ezilenciler de işçiciler de kırk yıldır “iktidar bizi yozlaştırdı” lafına farklı açılardan örgütleniyorlar. İlerlemeci perspektif, kapitalizmin ideologları, burjuvazinin askerleri vura vura öğretti iktidardan uzak olmanın güzelliklerini ve nimetlerini. Şimdi o solcular, çektikleri reklâmlarda utanmadan sermaye adına konuşup burjuvazinin kimi gerçeklerden ve sorunlardan kaçıp kurtulmak için[9] öne çıkarttığı teknolojiye methiyeler düzüyorlar, o kaçıp kurtulanlar için “iyi yaşayanlar kulübü” kuruyorlar. Bu kulüp, yoksullara, proleterlere ve ezilenlere karşı yürütülen savaşın karargâhı. Oraya girmek için yarışan, mülküne sarılansa düşman askeri.

O kulübe yaranmaya çalışan solcular, öfkeyi nesnellikten ve kolektiften kopartıyorlar. Öfke, bireysel anarşist edimlere kapatılıyor. Kitlenin, kitledeki öfkenin nesnel-kolektifle ilişkisinde örgütlenmesi için tek bir adım bile atılmıyor. Kişisel düzlemde her görev savsaklanıyor, savuşturuluyor, ama vicdan temizleyici işlere illaki imza atılıyor.

Sendikalist ve anarşist sapma, bilhassa pandemi yasaklarına ve tedbirlerine karşı geliştirilen söz ve eyleme de sızıyor. Bireyleri meslek olarak ideoloji veya ideoloji olarak meslek üzerinden ele geçiyor, kitlelerin, korkunç barbar ve yabani halk kitlelerinin içine asla girilmiyor.

Gorki, küçük burjuva ideolojisine yönelik eleştirisinde küçük burjuvanın “her düğünün gelini, her cenazenin ölüsü olmak istediğini” söylüyor.[10] Yüz yıl sonra o küçük burjuva, her düğünün düğüncüsü, her cenazenin ağıtçısı olmanın derdinde.

Gene bir komünist şaire atıfla, burada bu kişilere karşı yapılacak şeyse belli:

“Ne ah edin dostlar, ne ağlayın!
Dünü bugüne
Bugünü yarına bağlayın.”[11]

Eren Balkır
29 Temmuz 2023

Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Ehlikeyf”, 21 Mayıs 2020, İştiraki.

[2] “Sosyalist Hareket, Özeleştiri ve Yeniden İnşa”, 25 Temmuz 2023, Sendika. Aynı dosyada “sosyalist mücadelenin öznesi sosyalistler değil, halk ve sınıftır” diyen ayşe düzkanın ömrü, o halk ve sınıfla mücadele etmekle geçti.

[3] Samuel Bate-Francis, “Solculuk ve Şizofreni”, 26 Ağustos 2020, İştiraki.

[4] Matt Huber, “Degrowth Debate”, 14 Temmuz 2023, App.

[5] V. I. Lenin, Collected Works, Cilt 32, Progress Publishers, Moskova 1973, s. 245-258.

[6] Alexander Gallas, The Thatcherite Offensive: A Neo-Poulantzasian Analysis, Brill 2016, s. 275-279.

[7] Çetin Altan “Sosyalist Örgütün Önemi”, Ant dergisi, Sayı: 33, 15 Ağustos 1967, s. 5, Tustav.

[8] Eren Balkır, “Hibrit”, 5 Mayıs 2017, İştiraki.

[9] Douglas Rushkoff, “En Zenginlerin Bekası”, 5 Temmuz 2018, İştiraki.

[10] Maksim Gorki, Küçük Burjuva İdeolojisinin Eleştirisi, MIA.

[11] Nâzım Hikmet, “Şeyh Bedrettin Destanı”, Bütün Şiirleri, YKY, 4. Baskı, Nisan 2008, s. 525.

0 Yorum: