Kanaatimce
Teçırizm, serbest piyasacı otoriter ekonomik-politik düzenle uyum içerisinde
olan, sınıfsal politik bir rejimdir.
Thatcher
ve Major hükümetleri, hem iktidar bloğunun gerçekleştirdiği saldırıyı
tetiklediler hem de onu koordine ettiler. Bu saldırı, sermaye lehine ve örgütlü
emek aleyhine olan politikaların sürekli tatbik edilmesinde karşılık buldu.
Teçıristler işçi sınıfının militan kesimlerini marjinalleştirdiler, İşçi Partisi ve
sendikal hareket içerisinde ayrışmalara neden olan endüstriyel ilişkiler
kanununun baskıcı bir biçimini uygulamaya koydular. Böylelikle Teçıristler,
kapitalist sınıfın hâkimiyeti yeniden ele geçirmesi anlamına gelen “yönetme
hakkı”nın tekrardan tesis edilmesini sağladılar. Başka bir ifadeyle, emekle
sermaye arasındaki çelişkideki düğüm çözüldü ve aralarındaki ilişki, yetmişlerde
sermayenin sağlam bir zemin üzerinde sürece hâkim olduğu gerçekliğe evrildi. Bu
anlamda, söz konusu saldırı, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde eşine
rastlanmayan bir olgu olarak, istikrarın tesis edilmesiyle neticelendi. Oysa
daha öncesinde iktidar bloğunun gerçekleştirdiği saldırılar, böylesi bir sonuca
ulaşamadan başarısız olmuşlardı.
Aslında
burada Teçıristlerin epey başarılı olduğundan söz edilmiyor ki böylesi bir
iddia, oldukça basit kaçardı. Teçıristlerin sicilini anlamlı bir şekilde
değerlendirebilmek için bizim süreç içerisinde kullanılan ölçütleri ve bakış
açılarını netliğe kavuşturmamız gerekiyor. Benim açımdan asıl anlamlı olan da
Teçıristlerin sınıfsal politika ve ekonomik düzen siyaseti alanlarında elde
ettikleri başarıları ve yaptıkları hataları incelemek. Bu inceleme, doğalında
bizi şu iki yalın soruyla baş başa bırakıyor:
1.
Teçıristler, sermayenin emek üzerindeki hâkimiyetini muhafaza edip kapitalist
sınıfın hâkimiyetini güvence altına alabildiler mi?
2.
Teçıristler, sermaye birikiminin istikrarlı seyretmesini sağlayabildiler mi?
Bu
türden soruların iki açıdan faydalı olduklarını görmek gerekiyor.
1.
Teçırizm tartışması iki ayrı üzerinden ilerliyor ve bu iki kamp uzlaştırılmalı.
Her şeyin ötesinde Stuart Hall, Martin Jacques ve Colin Leys, esas olarak
Teçırizme dair yargılarını birinci soru temelinde dile dökerken, kendilerini
“dörtlü çete” olarak adlandıran, Bob Jessop, Kevin Bonnett, Simon Bromley ve
Tom Ling’den oluşan grupsa ikinci soruya cevap veriyor.
2.
Bahsi geçen ölçütler, seksenlerde ve doksanlarda Muhafazakâr Parti siyasetine
dışsal olan bir bakış açısı üzerinden değerlendirilmiyor. Başka bir ifadeyle,
bu ölçütler, esasen Thatcher ve arkadaşlarının dile döktükleri amaçlara bigâne değiller.
Muhafazakâr
Parti’nin 1979 genel seçimi için kaleme aldığı manifesto, Thatcher hükümetinin
sanayi genelinde sorumlu yönetim meselesine uzak, sendikalara yakın duran
pazarlık güçleri arasındaki dengeyi bir tarafın hayrına olacak şekilde bozmaya
çalışacağını söylüyor. Bu ifade, sınıfsal politikada etkili bir stratejinin
uygulanmasına dönük bir taahhüt olarak okunabilir. Manifesto, ayrıca Thatcher
hükümetinin “ekonomik büyüme”yi teşvik edeceğini söylüyor ki bu, bence ekonomik
düzen siyasetinde başarılı bir yol açma vaadine denk düşüyor.
Thatcher
ve maiyetinin sınıfsal hâkimiyetin tesis edilmesi ve yeniden üretilmesiyle
alakalı politikaların belirlenip yürürlüğe konulmasında başarılı olduğu çok
açık. Bu isimler, militan sendikacılarla kapışıp, sendika kanununu
değiştirerek, ev sahibi olanların sayısını artırıp finans sektörünü
canlandırarak, sınıfsal güç ilişkilerini pratikte değiştirdiler. Hükümetin
müdahaleleri İngiltere’yi, yetmişlerin sonlarına damga vuran, emek-sermaye
arasındaki çelişkinin düğümlendiği noktadan uzaklaştırıp, sermayenin
hâkimiyetinin neredeyse hiçbir itirazla karşılaşmadığı doksanlardaki duruma
taşıdı.
Aynı
zamanda Teçıristler, orta ölçekte istikrarlı bir sermaye birikimi için gerekli
koşulları yaratamadılar. 1987’de borsa çöktü. Thatcher’ın maliye bakanı Nigel
Lawson’a atfen, “Lawson Yükseliş Dönemi”nin bir tür balon olduğu görüldü. On
yıl içerisinde ülke, iki kez resesyona tanıklık etti. Bunun yanında, Thatcher
ve Major hükümetlerinin para politikası alanında yürüdükleri yol, ülkeyi döviz
krizine sürükledi ve bu kriz, sterlinin Avrupa Döviz Kuru Mekanizması’ndan
çıkmasına neden oldu. Daha da önemlisi, bu hükümetler, İngiltere’yi 2007
sonrası yaşanan o Büyük Resesyon’la zirvesine ulaşan bir dizi ciddi krizi
meydana getiren, finansın yönlendirdiği birikim stratejisine mahkûm ettiler.
Madalyonun
bir yüzünde finansa yönelik bağımlılıktaki artış yazıyorsa, diğer tarafında
sanayinin küçüleceği yazılıydı. Thatcher döneminde imalat sektöründe istihdam
edilen işçi sayısı 1979-1992 arası dönemde yüzde 36 oranında azaldı. Ayrıca
Teçırizmin benimsediği yeni Rikardocu strateji, düşük ücretler ve yoğun çalışma
üzerinden rekabeti besledi. Aslında 1986 yılında İngiltere’de emeğin maliyeti,
diğer tüm sanayileşmiş ülkelerin hepsinden daha düşük düzeydeydi. Bu da
sanayideki canlanma için ihtiyaç duyulan yatırımlara mani oldu. Seksenlerde
yeni yapılan yatırımların miktarında ciddi bir düşüş yaşandı ki bu, aslında
üretimin, araştırma-geliştirmenin, eğitimin-öğretimin fiziksel yapısıyla
alakalı bir meseleydi.[1]
Stuart
Hall ve Dörtlü Çete arasındaki tartışmaya geri dönecek olursak; Hall ve
arkadaşları, sınıf politikası alanındaki başarılara vurgu yapmakta haklıydı,
ama öte yandan, Dörtlü Çete de ekonomik düzen siyaseti denilen alandaki
başarısızlıkları öne çıkartmakta haklıydı. Bu anlamda, iki grubun da aldıkları
konumların birbirini dışlamadıklarını görmek gerekiyor.
1979
tarihli manifestolarında Teçıristler, ileride kurulacak Muhafazakâr Parti
hükümetinin aslî amacının “ekonomik ve toplumsal hayatı, enflasyonu kontrol
altına alıp, sendikal hareketin görevleriyle haklar arasında adil bir denge
tesis ederek, toplumu yeniden sağlıklı kılmak” olduğunu söylüyorlardı. Elbette
burada enflasyona yapılan vurgu, esasen parasal istikrarın sürdürülebilir
büyümeyi sağlayacağına dair monetarist önermeyle alakalıydı. Bir bütün olarak
Thatcher ve Major hükümetleri enflasyonu düşürmeyi bildiler. Üstelik
yetmişlerin ortalarında enflasyonun rekor seviyelere ulaştığı dikkate alınacak
olursa, bu açıdan söz konusu hükümetlerin enflasyonu düşürme konusunda
sergiledikleri performansın o kadar da kötü olmadığını belirtmek gerekiyor.
Buna karşın, eldeki verilerin de tümüyle tutarlılık arz etmediğini
belirtmeliyiz. Perakende fiyat endeksine göre enflasyon 1979’da yüzde 13,4 iken
1983’te yüzde 4,6’ya geriledi. Lawson yükseliş dönemi ile birlikte enflasyon
bir kez daha yükseldi ve 1990’da yüzde 9,5’e çıktı, Major’ın görevinden
ayrıldığı 1997 yılında ise yüzde 3,1 oldu.
Ama
gene de “enflasyondaki düşüşün sebebi ne ölçüde Teçırist politikalardır?” ve
“enflasyon küresel düzeyde işleyen genel eğilimlerin neticesinde mi düştü?”
gibi sorular cevaplanmayı bekliyor.[3] Her ne olursa olsun, enflasyonun İngiltere’de
kapitalizmin genel “sağlığı” konusunda iyi bir gösterge olup olmadığı,
tartışmalı bir konu. Her şeyden önce Thatcher döneminde iki derin resesyon yaşandı
ve finans sektörüne yönelik bağımlılık arttı.
Teçıristler,
“adil denge”den neyi kastettiklerini hiçbir zaman söylemediler. Thatcher ve
şürekası, sendikaların haklarını ellerinden aldı, onları “dengeleme” konusunda az
çok sahip oldukları beceriden büyük ölçüde mahrum bıraktı. Görünüşe göre bu “adil
denge”, Teçıristlerin militan sendikacılığı marjinalleştirme amaçlarını gizleyen
şifreli bir ifadeydi. Bu konuda başarılı olduklarını kimse inkâr edemez.
Benim
çıkarımıma göre sendikalara saldırırken kullandıkları, “sendikalar
yetmişlerdeki krizde suçluydular” görüşü de “sendikalar zayıflarsa İngiltere’deki
toplumsal ve ekonomik hayat ilerler” inancı da aynı ölçüde kusurlu ve yanlıştı.
İkinci
Dünya Savaşı sonrası kurulan hükümetlerin uyguladıkları muhtelif ücret
politikaları uyarınca ücretlerin kısıtlandığı koşullarda, önemli sayıda
sendikacının militanlığa yüz çevirmeleri hiç de şaşırtıcı bir gelişme değildi.
Zira bu ücret politikaları:
a.
İşçilerin yaşam standartlarının durağan seyretmesine, gelişmemesine ya da Toplum
Sözleşmesi örnekliğinde görüldüğü üzere, bu standartların gerilemesine neden
oldu;
b.
İngiliz ekonomisinin toplam performansını somutta hiçbir şekilde
iyileştirmediler.
Ülke
genelinde sendikalarda yaygın olarak görülen militanlık, esasen iktidar bloğunun
içinde yer alan sanayici hizbinin kente hâkim olamamasının ve üretimci bir
stratejiyi yürürlüğe koyamamasının, bunun yanında, böylesi bir hamleye destek verecek
kurumlardaki zayıflığın bir sonucuydu. Sendikalar sorun teşkil etmedikleri
için, çözümü onlara yönelik saldırılar getirmeyecekti.
Teçıristler,
enflasyonu düşürüp sendikaların sürece müdahale etme becerilerini ortadan
kaldırmayı bilseler de bu başarıyı İngiliz toplumunu ekonomik ve toplumsal
açıdan sağlıklı kılacak adımlar takip etmedi. Bilâkis, Teçıristler, finans
piyasalarını serbestleştirmek için daha fazla hamle yaptılar, sanayiye karşı
yürüttükleri mücadele de süreç içerisinde bugün İngiliz ekonomisinin
yetmişlerdeki kadar “hasta” görünmesine neden olacak koşulları meydana
getirdiler. Birkaç yıl önce David Cameron bile İngiltere’nin “beli bükük bir
toplum” olduğunu söylemişti.[4]
Şurası
açık ki Cameron’ın bu açıklaması, Brown hükümetini puanlamaya yönelik bir çabanın
ürünü. Bu noktada belirtmek gerek ki “toplumsal sorunlar”daki derinleşmenin
sebebinin salt Yeni İşçi Partisi hükümetleri olduğunu söyleyemeyiz.
Richard
Wilkinson ve Kate Pickett’ın aktardığı istatistikî veriler, aşırı gelişmiş
kapitalist toplumlarda görülen, ölüm oranları, obezite düzeyi, ergenlerde doğum
oranları, intihar oranları, düşük güven düzeyi, insanlarla ilişki kuramama,
çatışma düzeyleri, ırkçılık, çocuklarda kötü eğitim performansı, hapishanelerdeki
insanların oranı, aşırı doz uyuşturucu kullanımı sonucu yaşanan ölümlerin sayısı
ve düşük toplumsal hareketlilik (sınıf atlama imkânının ortadan kalkması) gibi
önemli “toplumsal sorunlar toplumsal eşitsizliklerle ilişkili.[5] Belirli bir toplumsal
formasyonun “sağlık düzeyi”ni gösteren güvenilir bir endeks aranıyorsa, bu
noktada o formasyonun eşitsizlik düzeyine bakılmalı.
Bu
bağlamda, Thatcher ve Major hükümetlerini “toplumu eski sağlığına kavuşturma”
hedefine ulaşıp ulaşmadığını anlamak istiyorsak, gelir eşitsizliğinin orta
ölçekte gelişim düzeyini ölçmemiz gerekir. Bu konuda kullanılacak istatistik
aracı ise “Gini katsayısı”dır. Sıfır-bir arasındaki bir değerde ifade edilen bu
katsayı, toplumsal bir ortamda gelir eşitsizliğinin ulaştığı düzeyi gösterir. Bu
anlamda sıfır (0) topyekûn eşitliğin, bir (1) ise topyekûn eşitsizliğin
olduğunu ortaya koyar (bu durumda bir kişi eldeki tüm parayı alırken, kalan
kişilerin eline hiçbir şey geçmez.).[6]
Birleşmiş
Milletler Üniversitesi Dünya Kalkınma Ekonomisi Araştırmaları Enstitüsü’nün
topladığı verilere göre 1961-1979 arası dönemde İngiltere’nin Gini katsayısı
nispeten istikrarlı seyretmiş, 1961’de 0,233 iken 1979’da 0,264’e gelmiş. 1979
birden yükselip 0,338’e çıkmış. Sonrasında yeniden üst bir seviyeye gelip bir
süre bu değerini korumuş. Blair 1997’de başbakan olunca, bu katsayı 0,336 olmuş.[7]
Neticede
Gini katsayısı Thatcher döneminde epey yükselmiş, Major hükümeti döneminde ise
konumunu muhafaza edip güçlendirmiş. Bu açıdan, Teçıristlerin ülkenin “toplumsal
sağlığı”nı iyileştirmek şöyle dursun, onu daha da kötüleştirdiğini söylemek
için elimizde somut gerekçelerimiz mevcut.
Sonuç
olarak; “toplumsal” ve ekonomik ölçütler üzerinden değerlendirildiğinde,
Thatcher ve Major hükümetleri kötü bir sicile sahiptirler. Bu hükümetler, kırklı
yılların sonundan altmışların sonuna dek ülkeye hâkim olan Keynesçi birikim
stratejisinden kökten farklı bir stratejiyi uygulamaya koymuşlardır. Bu
stratejiyle söz konusu hükümetler, eşitsizliği artıran politikaları uygulamak
suretiyle, İngiliz toplumunun belini kırmıştır. Neticede bu hükümetler, “ani
yükselişlerle ve ani düşüşlerle” malul ekonomideki hastalığa deva olmadığı
gibi, değişken ve istikrarsız para yanında, giderek kökleşen eşitsizlikler
sorununa da çözüm sunamamıştır. Thatcher ve Major hükümetleri, hastaya semptomları
bir süreliğine ortadan kaldıran bir ilâç vermiş, ama orta vadede hastanın
sağlığını daha da kötüleştirmişlerdir.
Alexander Gallas
[Kaynak:
The Thatcherite Offensive: A Neo-Poulantzasian Analysis, Brill 2016, s.
275-279.]
Dipnotlar:
[1]
Peter Nolan, “Walking on Water? Performance and Industrial Relations under Thatcher”,
Industrial Relations Journal, 1989, Sayı: 20(2): s. 83, 85; Peter Nolan,
“Trade Unions and Productivity: Issues, Evidence and Prospects”, Employee Relations,
1992, Sayı: 14(6): s. 4–5, 16.
[2]
Yayına Hz.: Ben Jackson ve Robert Saunders, Making Thatcher’s Britain,
Cambridge: Cambridge University Press. 2012, s. 271.
[3]
Bkz.: The Thatcherist Offensive: A Neo-Poulantzasian Analysis, 6. Bölüm,
s. 124-163.
[4]
British Political Speech Archive, “Leader’s Speech, Birmingham 2008”, BPS.
[5]
Richard G. Wilkinson ve Kate E. Pickett, “The Problems of Relative Deprivation:
Why Some Societies Do Better Than Others”, Social Science & Medicine,
2007, Sayı: 65(9): s. 1965; kıyaslama için bkz.: Wilkinson ve Pickett, The
Spirit Level: Why More Equal Societies Almost Always Do Better, Londra: Allen
Lane. 2009.
[6]
Wilkinson ve Pickett, The Spirit Level, s. 17–18.
[7]
United Nations University, World Institute for Development Economics Research, “Gini”,
Unu, erişim tarihi: 16 Nisan 2009.
0 Yorum:
Yorum Gönder