Kültürel ve coğrafî bir bölgeye ev sahipliği yapan
Apalaş dağları, ABD’nin doğu yakasını geri kalanından ayıran, tamamen olmasa
bile kısmen, doğal bir Çin Seddi işlevi görüyor. Her ne kadar özgürlüklerini
kazandıktan sonra Siyahlar da buraya göç etmiş olsa bile, bu bölgede demografik
baskınlığı, esasen on sekizinci yüzyılda Britanya ve İrlanda’dan gelen İskoç ve
İrlandalı koloniciler oluşturuyor.
Burası, on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda
nispeten müreffeh bir dönem yaşadıysa da, hem siyahî kölelerin tarlalarda mı
yoksa fabrikalarda mı çalışacağını belirlemek için verilen İç Savaş, hem de
engebeli arazisi ve kent merkezlerinden izolasyonu nedeniyle genel olarak tüm
bölge ve özellikle güney tarafında kalan topraklar ve halk, kuzeylilere göre
giderek yoksullaşmış.
Hem bu yoksulluk nedeniyle hem de kozmopolit bir
bölgede olmadıkları ve dolayısıyla, dünyadan bihaber kaldıkları için Apalaş’ta
yaşayan Beyazlara karşı önyargı doğmuş. Çoğunlukla tarlalarda güneşin altında
çalışan bu insanlar, beyaz tenleri nedeniyle yüzleri ve boyunları fark
edilebilir şekilde kızardığı için kendilerine Redneck (ki bu terimi
kimileri bir övgü olarak alır) denmiş. Buna ek olarak, Hillbilly [“Kıro”]
terimi de var tabii.
Kömür madeni için dağların tepelerini oyan toprak
ağaları, hastalık, bağımlılık, altyapı ve eğitim eksikliği gibi illetler bu
bölgenin halkına sanki bir lanet gibi eşlik ederken, kuzeye ya da genel olarak
gelişmiş büyük kent merkezlerine yönelik büyük göç dalgası ise ancak Birinci
Paylaşım Savaşı ve Büyük Buhran sıralarında gerçekleşiyor.
Özellikle İkinci Paylaşım Savaşı sıralarında ise,
1940-1970 yılları arasında yaşanan daha büyük göç dalgasında ise Siyahlarla
birlikte bu dağlı ve köylü Beyazlar da büyük kitleler hâlinde Şikago, New York,
Detroit, Kaliforniya gibi yerlere göç etmek durumunda kalıyorlar.
Şikago’daki Uptown mahallesi, bu güneyli Beyaz
göçmenlerin mesken tuttuğu yerlerden birisi. Hatta öyle ki buraya Kıroların Harlemi
ya da Kıroların Cenneti adı verilmiş.
Beyaz Harlem
ABD’de yaşayan insanlar, genel olarak Detroit ve
Şikago gibi kentlere göçen İrlandalılara, Polonyalılara ya da denizaşırı başka
bir ülkeden gelen göçmenlere aşinadırlar. Lâkin 1920’lere gelindiğinde ve Büyük
Buhran patlak verdiğinde, kapitalizm canavarı daha fazla kana susamıştı. Başka
ülkelerden gelen göçmenlerin yanı sıra, bu büyük sanayileşmiş kentler, aynı
zamanda ABD sınırları içindeki Hispaniklerin, Siyahların ve yoksul Beyazların
da emeğine ihtiyaç duyuyordu.
İkinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra ise ekonominin de
kötüleşmesiyle birlikte, bu büyük kentlerdeki fabrikalar, âdeta birer mıknatıs
gibi çekiyordu bu yerli göçmenleri. Özellikle de Şikago’dakiler.
1920’lerde tiyatrolarla, kulüplerle, pahalı ve şık
apartmanla Uptown, bir eğlence merkeziydi. Ne zaman ki Buhran patlak verdi,
cebinde parası olup da buraya gelen insanlar burayı terk etmeye başladılar. Otuzlardan
ve kırklardan itibaren bu mahalle, daha ucuz ve daha bakımsız apartmanlarla,
yerleşimlerle dolmaya başlamıştı. Yine gece hayatı sürüyordu, fakat çalınan
müzik bu sefer güneylilerin memleketlerinden getirdiği country idi. Bu
mahalleye “Kıroların Cenneti” denmesi ise ellilerin sonuna, altmışlara tesadüf
ediyor.
Burada yaşam, nispeten ucuz olduğu ve o fabrikalara,
diğer işyerlerine vs. yine nispeten yakın olduğu için, kente gelen göçmenler
burada yaşamayı tercih ediyorlardı. Daha sonraları güneyden gelenlerse burada
akrabalarının yanına geliyorlardı. Artan güneyli nüfusuyla birlikte, Beyaz bir
Harlem doğmuştu.
Daha iyi bir iş imkânı bulanlar diğer mahallelere
taşınabiliyordu tabii ki, fakat bu, çoğunluk için geçerli değildi. O nedenle de
Şikago’daki bu mahalle, güneyli kültürüyle olduğu kadar yoksul Beyazları ile de
özdeşleşmişti.
Ellilerde Chicago Tribune gazetesi, yayımladığı
yazılarla bu mahallenin yoksulluğuna, düşük yaşam standartlığına ve
ahlaksızlığına işaret ederek, güneyli göçmenlerin tecrit edilmesine bir vasıta
işlevi görüyordu. Şikagolular, beyaz olmalarına rağmen güneylileri
kendilerinden saymıyorlardı.
Altmışlı yıllara gelindiğinde ise hem işlerin
kıtlığından hem de bu mahalledeki standart altı yaşamdan dolayı şehir
yetkilileri bir şeyler yapmak istemişlerdi. Yapmak istedikleri şey ise
nihayetinde buradaki göçmenlere istihdam ve daha iyi standartlar sağlamak değil,
yer yer göçmenlerin evlerinden edilmesi pahasına da olsa, bir kentsel dönüşüm
gerçekleştirmekti. Şikago, bu Beyazlara sırtını dönmüştü.
Genç Vatanseverler
Siyahların ve Beyazların kuzeye doğru göçleri
sürdükçe, Şikago’daki mahalleler, aynı zamanda başka bir türden göçmenlere,
Yeni Sol akımından solcu aktivist öğrencilere de ev sahipliği yapar olmuştu. Altmışların
başında, Martin Luther King Jr.’ın öncülüğündeki Sivil Haklar Hareketi’nin
kuzeye de taşınmasıyla birlikte Demokratik Toplum Yanlısı Öğrenciler [Students
for a Democratic Society] gibi öğrenci örgütleri de mahallelerde yoksulları
örgütlemeye başlamıştı.
Beyaz olmalarına rağmen ten renginin bir anlam ifade
etmediğini, ancak sahte bir üstünlük hissiyatı verdiğini görmüştü güneyli
göçmenler. Uptown’da örgütlenen Ya İş Ya Da Gelir, Hemen Şimdi [Jobs Or
Income Now] gibi kuruluşların öncülerinden Peggy Terry, güneyli yoksul bir
kadın olarak, zulmün renk ayrım etmediğini kuzeyde öğrenmişti.
Buna benzer bir şekilde, Genç Vatanseverler Örgütü’nün
örgütleyicilerinden olan Hy Thurman, Şikago sokaklarında polisten dayak yemek
için sadece Siyah ya da Hispanik olmanın gerekmediğini, güneyli aksanı fark
edildiğinde polislerin kendisine de zorbalık yaptığını hatırlıyor.
Vietnam Savaşı’nın, Sivil Haklar Hareketi’nin sürdüğü,
kampüslerin kaynadığı ve Oakland’da eli silahlı Siyahların ortaya çıktığı bu
dönemde, Uptown’daki Beyaz gençler de örgütlenmeye başlamışlardı. Esasında bu
örgütlenme politik bir nitelikte değildi doğumu esnasında. Bu gençlerin
bazıları, hâlen daha güneyden gelen ırksal, kültürel önyargıları taşıyorlardı.
Fakat ne polis, ne belediye renk ayrımı yapıyordu. Neticede Siyah, Beyaz,
Hispanik, her birisi işçi sınıfındandı ve yoksuldu, zenginler için değerleri ancak
çöp kadardı.
Sonuçta “Vatansever” olarak örgütlenen Beyaz gençler,
Kara Panterler’den de etkilenerek, 11 maddeli bir program hazırladılar ve Genç
Vatanseverler Örgütü olarak yola çıktılar. Polisin zorbalığına karşı diğer
renklerden yoldaşlarıyla omuz omuza durdular. Siyahlardan ya da Hispaniklerden
pek de farkları olmadıklarını gördükçe, daha anti-kapitalist ve ırkçılık
karşıtı bir zeminde mücadele vermeye başladılar.
Başta Oakland’da, ardından neredeyse tüm
Kaliforniya’ya, daha sonra da ABD’nin önde gelen kentlerine yayılan Kara
Panterler Partisi, Şikago’da da devrimci bir pratik sergilerken, Parti’nin
buradaki liderlerinden Fred Hampton, yoksul Siyahlar, Beyazlar ve Hispanikler
arasında bir koalisyon kurma teşebbüsü içindeydi.
Neticede kurdu da. Genç Vatanseverler gibi, en başta
politik niyetlerle örgütlenmemiş, çoğunlukla Porto Rikolulardan teşkil olan
Genç Lordlar [Young Lords] örgütü de bu atmosferde politik bir muhteva
alıyordu. Bu koalisyonda ilginç olan bir şey ise, en başta Genç Vatanseverlerin
hâlen daha şapkalarında, kemerlerinde konfederasyon bayrağını taşıyor oluşuydu.
Her ne kadar güneyli köle tüccarlarıyla, toprak ağalarıyla özdeşleştirilse de,
bu bayrak güneyli göçmenler için kendi vatanlarına dair simgelerden birisiydi.
Güneyli kölecilere ait olarak görülen bu bayrakla köle torunlarının yan yana
gelmeleri ironik görülebilir, fakat koalisyondaki kimse bunu mesele etmemiş.
Yine de ilerleyen zamanlarda Vatanseverler, bu bayrağın kullanımını bir kenara
bırakmış, koalisyondaki diğer yoldaşlarının hassasiyetlerini incitmemek adına.
Güneyli miraslarına sahip çıkarken, Yankiler
tarafından isyancı olarak görülen güneyin mirasına sahip çıkarken, güneyin bir
kez daha ayağa kalkacağını, fakat bu kez tek başına değil, kuzeydeki diğer
kardeşleriyle birlikte olacağını da söylüyorlardı gazetelerinde.
Şikago’daki Kara Panterler, Oakland’da olduğu gibi bu
kentte de halka hizmet etmek için poliklinik açmak, çocuklar için ücretsiz
kahvaltı vermek gibi birçok pratikte bulunurken, Genç Lordlara ve Genç
Vatanseverlere de aynı türden hizmetleri kendi mahallelerinde sağlayabilmeleri
adına destek veriyordu.
Bu türden pratikler, çoğu kez kampüslerdeki züppeler
tarafından “ekonomizm” olarak adlandırılıyordu. Nitekim Panterler ve
Vatanseverler de bu kampüs solcularını aralarında barındırmıyorlardı. Esas
olan, halka hizmetti çünkü.
Halka hizmet ederken karşılaştıkları tek muhalefet bu
değildi. Kara Panter Partisi, neredeyse kuruluşundan beri devletin gözetimi
altındaydı. Daha Kaliforniya eyaletinde yayılırken bile oradaki Siyah sokak
çeteleri Panterlere karşı kışkırtılıyordu. Şikago gibi kültürel çeşitlilik olan
bir yerde ise, Siyahların ve Hispaniklerin birleşmesi o kadar korkutmasa da,
yoksul Beyazların da sözde üstünlük mavallarını kenara bırakıp diğer renkten
yoksul kardeşleriyle birleşmesi, müesses nizamı Maoist bir program etrafında
birleşen Siyahlar kadar ürkütüyordu.
Sorumluları “cezasız” kalmamıştı elbet. 4 Aralık 1969
tarihinde polisler, Fred Hampton ve bir yoldaşını uyurken katletmişlerdi. Fred,
devletin güvenliği için tehlikeydi, çünkü o, her renkten mazlumu devlete karşı
birleştirme iradesini göstermişti.
Fred’in 4 Nisan 1969 günü kurduğu Gökkuşağı Koalisyonu,
bir süre daha devam etse de, onun gibi kararlı liderlerin yaratılamaması, bunun
sürekliliğine ket vurdu. İlerleyen yıllarda KPP de dâhil bu örgütler, devletin
ve solcuların saldırılarıyla etkisizleştirildi. O solcular ise yıllar sonra
müesses nizamın liberal kanadına akıl veren akademisyenlere dönüşeceklerdi.
Bu örgütlerin hiçbirisinin programında apaçık bir
şekilde “Marksizm”, “Leninizm”, “Maoizm” geçmiyordu belki. Fakat her birisi,
sapına kadar devrimciydi. Öte yandan bu –izmlere iman etmiş solcular ise halkın
hiçbir derdine derman olamıyorlardı. Hatta halktan derdi ve öfkeyi çekerek
onları dımdızlak bırakmak istiyorlardı. Anti-komünistlerin anlatmayı pek
sevdiği şu Stalin ve Tavuk fıkrasında olduğu gibi, halkı öyle dımdızlak
bırakırlarsa halkın kendilerinin bacakları arasına gireceğini düşünüyorlardı.
Halkın ihtiyacını görmüyorlardı ya da görmezden
geliyorlardı. Onlar için, “halkın ihtiyaçlarını karşılamayanları dövün” diyen
Fred Hampton, hâlen daha “ekonomist”ti. Ancak, halkın ihtiyacını görmeyen,
karşılamayan bir sol ise ancak zürriyetsiz bir sol olabilirdi.
Esasında Marksizm, oku fırlatmadan, yayın nasıl
gerileceğini göstermeye dair bir meseledir. Sadaktaki okları hedefsizce sağa
sola atmak, cephanesiz ve silahsız kalmaktır. Bizim sadağımızda dert ve öfke
var.
Dertliyle dertlenmeyen, öfkeliyle öfkelenmeyen, nasıl
devrimci olabilir ki? Mazlumdan derdi ve öfkeyi çekip almak, onu silahsız
bırakmaktır. Bizim ihtiyacımız olan şey ise silahtır. Boş sadaklarımız dert ve
öfke ile dolmadıkça ve biz bunları yayımızın kirişine sürmedikçe, zafer dâhil
her şey yanılsama olarak kalacaktır.
Kıroların Harlemi
Olur da bir gün
Nashville’den Şikago’ya giderken
Yolun Rota 41’e düşerse
Ne yaptığını bilsen iyi edersin
Çünkü yazar orada, North Side’daki tabelada
Kırk bin Kıro’nun soğuktan titrediği
Gold Coast’un hemen ardında ve
Lake Shore Drive’ın hemen yanında
Köylerden gelen insanlar vardır
Yevmiyeyle çalışmayı güç bulurlar da
Yaşlı bir Kıro’nun söyleyebileceği ne vardır?
Kentucky’nin madenlerinden
Ve Tennessee’nin tarlalarından
Şehre gelirler görmek için
Biraz parlak bir ışığı
Fakat çift sürmek kolay değildir
Beton zeminin üstünde
Ve artık Şikago’nun mahpushaneleri
Olmuştur o Kıro’nun hanesi
Duydunuz o Kıroların Cenneti’ni
Nice genç ve yaşlı şarkıcılardan
Fakat size anlatmadıkları bir hikâye daha var
Uptown Şikago halkına ait
Kıroların Harlemi’nde milyonlarca gözyaşı dökerek
Hayatta kalan
William Fesperman
0 Yorum:
Yorum Gönder