03 Nisan 2024

,

Borsa Silâhlanıyor: Militarizasyon ve Finans Piyasası Kapitalizmi



Fransa’nın ünlü barış yanlısı siyasetçisi Jean Jaures, “Kapitalizmin savaşı yağmur taşıyan bulutlar gibi içerdiğini” söylüyordu. 110 yıl önce söylenmiş olan bu söz, hâlen daha geçerli.

Sermaye, büyüme dürtüsü dâhilinde, sınır tanımıyor. Ulusal sınırların bile onun için bir önemi yok. Sermaye kendi alanını genişlettiğinde, emperyalist burjuvazi onun açtığı yoldan ilerliyor, emperyalist burjuvaziyi de doğalında tanklar takip ediyor.

Birçok solcu, savunma sektörünün sanayinin diğer sektörlerinin yeterince kâr üretmediği durumda kapitalizmi harekete geçiren bir tür motor olduğuna dair teoriyi benimsiyor.

Pelin Akçagün Narin ile Adem Yavuz Elveren isimli iki Türk iktisatçı, bu bağa empirik düzeyde yoğunlaşıyor. İstatistik düzleminde kâr oranlarındaki düşme eğilimi, büyüyen finans sektörü ve artan askeri harcamalar arasında bir bağ olup olmadığını sorguluyor.

Marksist Kâr Oranı Teorisi, Finans Piyasaları ve Askeri Güç

İncelenen argüman, ilk bakışta epey makul. Üretim araçları ve emtia bağlamında giderek daha az canlı, değer üreten emek harcandığı için kâr oranları düşecek. Ardından burjuvazi, yeni kâr kaynakları arayışı içine girmek zorunda kalacak.

Sermaye, üretime dayalı sektörlerde kârlı yatırım imkânları bulamadığı koşullarda üretken olmayan sektöre, esas olarak finans piyasalarına kaçar. Burada para, her şeyden önce ileride üretim yoluyla kâr elde edileceği vaadi olarak iş görür. Ancak bu vaat yerine getirilmeyince sınai ürünlere yönelik talep suni yollardan yaratılmak zorunda kalınır. Devletin yaratıp kontrol ettiği en önemli sektörlerden birisi de askeri komplekstir.

Şiddet tekeli devletin elindedir. Ayrıca devlet, genelde ağır silâhların üretilmesi konusunda yetki veren tek güçtür. Askeriye, aynı zamanda dış piyasaların oluşturulmasında en önemli araçtır. Taşımacılık faaliyetleri için kullanılan güzergâhların güvenliğini sağlayan ordu, başka devletlerin egemenliğini koruma sözü verir. Bu devletler, koruma karşılığında, piyasalarını emperyalist sermayeye açarlar. Hatta 2002’de Irak’ta yaşandığı üzere, bazen bu piyasalar askeri müdahale yoluyla, zor kullanılarak yaratılır.

ABD’nin varlığı, onlarca yıldır doların hegemonik güce sahip olduğu koşullar için gerekli maddi zemini sağlama işine bağlıdır. ABD, bir yandan da askeri gücü finanse etmek için dolar basma imkânına sahip. Bunun karşılığında ordu, doların altına bağlı olmadığı koşullarda bile ödeme olarak kabul görmesini güvence altına alıyor, yani para arzındaki artışın yol açtığı enflasyonist etkiler, ABD’de pek hissedilmiyor. Zira bu enflasyonun yükü tüm dünya geneline dağıtılıyor. Böylece askeri gücün finansallaşması ile borç enstrümanları gibi finans piyasası ürünlerindeki artış arasında bir bağ oluşuyor.

Burada küçük bir not düşülmeli: doların ABD, avronun Almanya için farklı işlevleri var. Bu işlevlere bağlı olarak, ABD’deki borçla finanse edilmiş askeri güçle Avrupa ülkelerindeki askeri gücü kıyaslamak pek mümkün değil.

Buraya kadar söylenenler gayet makul şeyler. Fakat, kâr oranlarındaki düşüşün finans sektörüne yol açtığını, bu sektörün biriktirdiği sermayenin nihayetinde silâha yatırıldığını söyleyen teori, sırf kulağa mantıklı geliyor diye doğru olmak zorunda değil. Pelin Akçagün Narin ve Adem Yavuz Elveren, 1949-2019 arası dönemde ABD bağlamında bu teorinin doğruluğunu somut kanıtlar üzerinden ortaya koyuyor.

Somut Kanıtlar Konusunda Verilen Mücadeleler

Yazarlar, araştırma sonucunun finansallaşmadan veya finans piyasası kapitalizminden ne anladığınıza bağlı olduğunu görmüşler. Böylesi bir araştırma dâhilinde sadece hayali sermayeyle meta sermaye arasındaki oranı dikkate alabilirsiniz. Ama biraz daha ileri gidip finans sermayesinin politik hâkimiyetini hesaba katabilir, finans piyasalarının güçlendiği, ticaret önündeki engellerin ve devletin belirlediği kotaların kaldırıldığı, finansal varlıkların çoğaldığı, tüm bunların üretken sermayenin teşvik edilmesi yerine siyasetin ana hedefi hâline geldiği koşullara odaklanabilirsiniz.

Bazı Marksistler daha da ileri giderek, finans piyasasının dayandığı ana mantığın kapitalist sömürüden bağımsız bir sömürü biçimi olduğunu, Sovyetler’in dağılmasından bugüne tüm döneme finansallaşmanın damgasını vurduğunu söylüyorlar. Oysa böylesine geniş bir tanımı somutta sınamak zor.

Lenin’in de öngördüğü biçimiyle, üretken bir tekelle banka sermayesinin emperyalizm düzleminde birleştiği koşullarda, farklı sermaye türleri arasında ayrım yapılmalı. Üretken sermaye ile finansal varlıklar arasında ayrıma gidilmeli.

İkinci soru, militarizasyonun gerçekte nasıl ölçüleceği ile ilgili. Askeri harcamalardaki artış, elimizdeki ilk gösterge. Buna karşılık, askeri harcamaların gayri safi yurtiçi hâsıladaki payı da ölçülebilir, zira bu pay, bahsini ettiğimiz tartışmada en önemli rolü oynuyor. Ne var ki askeri harcamalardaki artış ve GSYİH’deki payı bize paranın gerçekte nasıl harcandığı konusunda pek bir şey söylemiyor. Örneğin, eğer para sadece personele gidiyorsa, bu da doğalında reel satın alma gücünü artırıyor, aşırı birikimi önlüyor, gelgelelim, sanayi sahasında kâr, ancak silâh endüstrisindeki satın alımlar yoluyla üretilebiliyor. Ayrıca, tekellerin rekabetin serbest olduğu sektörleri etkileyip etkilemediği tartışmalı bir konu.

Son soru ise kâr oranının nasıl ölçüleceği konusunda gündeme geliyor. Araştırmacılar, hayali sermayenin ortalama kâr hesaplanırken dikkate alınıp alınmaması konusunda anlaşamıyorlar. Bu konuda Marx, Kapital’in üçüncü cildinde sadece üretken sermayenin dikkate alınması gerektiğini söylüyor ve gerçekleşmiş artı değere atıfta bulunuyor. Bu değerlendirme, kâr oranları, sömürünün teknik bileşimi ve sömürü oranı arasında mantıksal bir bağ kuruyor. Finans sektörünün elde ettiği kârların sanayinin elde ettiği kârlar gibi kâr oranlarını eşitleme konusunda benzer bir rol oynadığı gerçeğini destekleyen bir değerlendirme bu.

Finans piyasaları yüksek kârlar vaat ettiğinde sermayeyi kendisine çekiyor, ortalama kâr oranı yükseliyor, sanayide faal olan şirketleri bu kârın peşinde koşmaya mecbur ediyor. Koşmayanların telef olmasına neden oluyor. Ayrıca dönüş süresi gibi meselelerin dikkate alınmadığını da belirtmek gerekiyor.

Silâhlanma ve Finansallaşma

Bu sorun konusunda Pelin Akçagün Narin ve Adem Yavuz Elveren her şeyi sınamaya karar vermişler. Finansallaşma konusunda finansal kârların sanayi kârlarına oranını, net faizin GSYİH’ye, temettülerin GSYİH’ye oranını incelemişler. Militarizasyon konusunda ise yazarlar, hem savunma harcamalarının GSYİH içerisindeki payına hem de mutlak fiyata göre ayarlanmış harcama düzeyine bakmışlar. Yazarlar bu noktada kâr oranını, finansal kârları gerçekleştikten sonra kapitalistler arasında üleştirilen toplam kârın belirli bir kısmı olarak gören Bakır ve Campbell’ın görüşüne göre hesaplamışlar. Hesaplamada, ayrıca faizi üretken sermaye üzerinden yapılan, dolayısıyla kâr olarak sayılmayan harcamalar şeklinde gören Alan Freeman’ın hesaplamasından faydalanmışlar.

Kullanılan tanımlara göre farklı sonuçlara ulaşılmış. Savunma harcamasının payı finansallaşmanın düzeyi üzerinden incelendiğinde güvenilir bir bilgiye ulaşılamamış. Hatta belirli dizilimler dâhilinde her iki değişkenin arasındaki korelasyonun negatif olduğu görülmüş. İncelemenin sarpa sardığı nokta tam da burası.

İlk tez, silâhlanma pratiğinin hayali sermayenin üretim sektörüne kontrollü bir biçimde aktarılması olarak görülmesi gerektiğini söylüyordu. Ama burada ayrıca ilgili stratejinin bir başarısı söz konusu ve bu başarı, verilere de yansıyor. Veriler, üretim sektörünün nispeten arttığını, finansallaşma düzeyinin düştüğünü ortaya koyuyorlar. Ama bu sefer de bu sonucun hiçbir sonucun ortaya çıkmadığı koşuldan nasıl ayrıştırılacağı meselesinin detaylı bir biçimde izah edilmesi zorunluluğu gündeme geliyor.

Bütün Bu Söylenenlerin Anlamı Ne?

Bu soruna çözüm bulmak için bir adım geri çekilmek ve sonuçla (militarizasyonla) sebep (kâr oranlarındaki düşüş) arasındaki bağa bakmak gerekiyor. Elimizde savunma harcamalarının payı ile kâr oranlarındaki düşüş arasındaki bağı ortaya koyan beş farklı kâr oranı hesaplama türü var ve bunlar, aradaki ilişkinin önem düzeyinin yüzde 10 olduğunu söylüyor. Buradaki mesele ne peki?

Ele alınan argümanda kâr oranındaki düşüşle militarizasyon zamansal açıdan birbirinden kopuk şeylermiş gibi görünüyor, çünkü sermaye, ilk başta finans piyasalarına kaçıyor. Spekülasyon, yeni finansal ürünlerin icadı ve ekonomik maliyetlerin dışsallaştırılması üzerinden sermaye, bu finans piyasalarında ne kadar çok kalırsa kâr oranındaki düşüşle askeri harcamalardaki artış arasındaki illiyet bağı kopukmuş gibi görünüyor.

Oysa finansal ürünlerdeki saf kâr oranı ile askeri harcamalar arasında olumlu, tek değişkenli, dayanıklı ve zamansal açıdan sabit illiyet bağına sürekli tabi bir ilişki söz konusu. Bu hususun izah edilebilmesi için burjuvazinin mantığının tıpkı bir akordeon gibi hareket ettiğini görmek gerekiyor.

Finansallaşma aşamasında genel kâr oranı düşüyor, üretimdeki kâr oranı da daha hızlı düşüyor, ama finans kaynaklı kâr oranı ters yönde ilerleyip artıyor ki bu, bizim somut empirik düzeyde gözlemlediğimiz bir durum. Yani savunma sektörünü içeren üretim sektörü, hayali sermayeye kıyasla küçülüyor, bu da savunma harcamalarının üretim alanına ait varlıklarla hayali varlıkları birlikte ele alan GSYİH’ye kıyasla düşüyormuş izlenimine yol açıyor.

Reel ekonomiyle ilişkisi dâhilinde ele alındığında, savunma sanayiinin payı aynı süreçte artıyorken GSYİH içerisindeki payı düşebiliyor. Sermaye, hayali sermaye alanına kaçıyor ve bu kaçış silâh üretimindeki artışın toplam üretimle ilişkisini örtbas ediyor. Oysa bu yanılsama, sadece finansal kâr oranı ve sadece mutlak askeri harcamalar hesaplandığı vakit ortadan kalkıyor.

Bugüne dek burada dile getirdiğimiz argüman, meselenin özünü aktarmasına rağmen, pek ilgi görmedi. Meselenin idrak edilebilmesi için sayıları içeren hayali bir örnekten söz edilebilir.

2 trilyon avro değerinde GSYİH’si olan bir ekonomi olduğunu varsayalım. Bu GSYİH’nin 1 trilyonu üretim sektörüyle, 1 trilyonu finans sektörüyle alakalı olsun. Bu ekonomide savunma harcamaları GSYİH’nin yüzde 2’sini teşkil ediyorsa o vakit harcamanın değeri 40 milyar avrodur. Üretim sektöründeki pay ise yüzde 4’tür. Ama şimdi talebin karşılandığı koşullarda, üretim sermayesinin kendi kendisini ürettiğini, ama tüm kârların finans sektörüne aktığını varsayalım. Neticede 20 yıl içerisinde GSYİH iki katına çıkacak, üretim sektörü 1 trilyon avro üretmeye devam ederken finans sektörünün ürettiği değer 3 trilyon avro olacaktır. Yeni GSYİH’nin yüzde 2’si 80 milyar avroya denk düşer ve bu silâhlanma ile birlikte elde edilmiştir. Gelgelelim, havan toplarını ve tankları imal eden bankalar veya koruma fonları değil, üretim sektörüdür. Bu sebeple, reel ekonomi silâhlanma alanına yüzde 8 oranında bir harcama yapmıştır. Silâh üretimi imalat sanayiinde iki katına çıkmış, toplam emtia üretimi artmış, buna karşılık, silâhlanma harcamalarının GSYİH’deki oranı sadece yüzde 2 düzeyinde kalmıştır. Bu anlamda, finansallaşma silâhlanmanın ağırlığını gizleyen bir etkiye sahiptir. Dolayısıyla, sadece GSYİH’ye odaklananlar, finansallaşmanın gerçek muhtevasını ve ağırlığını görememektedirler.

Burada verilen örnekte rakamlar biraz abartılı olabilir, ama meselenin özünü açığa kavuşturduğunu görmek gerekmektedir. Silâhlanma sürecinin sabit bir seyre sahip olabilmesi için bir ekonomide finans sektörünün sahip olduğu pay da silâh harcamalarının payı da karşılıklı olarak düşmek zorundadır.

Bu olgu, Pelin Akçagün Narin ile Adem Yavuz Elveren’in de finansallaşma ile savunmanın GSYİH’deki payı arasında bir bağ bulunmadığı sonucuna neden ulaştıklarını izah ediyor. Reelde silâhlanma miktarı sabit kalıyorsa veya finans piyasasının GSYİH içerisindeki payı kadar hızlı artmıyorsa, o vakit silâhlanmanın GSYİH’deki payı düşüyor. Bu noktada, bunların mutlak düzeyleri hatta üretim sektöründeki payı artmış artmamış bir önemi yok.

Özet

Pelin Akçagün Narin ve Adem Yavuz Elveren’in çalışmaları iki ilginç yöne sahip. İlk yön, çalışmanın empirik düzeyde Marksist teorileri incelemenin karmaşık yönlerine vakıf olmamızı sağlayacak, önemli bir yolu açmış olmasıyla ilgili. Ekonomik verilerden nedensellik bağlarını çıkartmak kolay iş değil. İlliyet, nedensellik, zaman düzleminde sebebi sonuçtan ayırıyor. Olasılıklar ve değişkenler dünyasında kaybolmamak için incelenecek değişkenlerin dikkatle ve özenle seçilmesi gerekiyor.

Yazarlar çalışmaları üzerinden şu tür bir sonuca ulaşıyorlar:

“Askeri harcamalar/GSYİH ile net faiz/GSYİH veya net temettü/GSYİH oranları arasında bir illiyet bağı bulunmasa da askeri harcamaların GSYİH’ye oranı ile finansal kârların finans dışı kârlara oranı arasında iki değişkenli bir illiyet bağı olduğunu söylemek gerekiyor. Model üzerinden yapılan hesaplamalar, bize finansallaşmanın düzeyinde yaşanan artışın askeri harcamaların GSYİH’deki oranında yaşanan nispi düşüşün iç içe geçtiği diyalektik bir ilişki olduğunu söylüyor.” (s. 95)

Bu da bizi alıp, bugüne dek pek üzerinde durulmamış olan başka bir ilginç ama makul karşılanması gereken bir hususun eşiğine bırakıyor. Finansal çıktıların GSYİH’deki payı son yıllarda devasa boyutlarda arttı. Ama savunma harcamalarının GSYİH’deki payı 20-30 yıl öncesinden çok farklı düzeyde. NATO’nun belirlediği, harcamaların yüzde 2 düzeyinde olması gerektiğine dair hedef, finans sektörünün büyüdüğü koşullarda, savunma harcamalarının sabit kalmasını sağlayamıyor. Dolayısıyla, savunma harcamaları uzun zamandır artıyor.

Bu anlamda, savunma harcamalarının GSYİH’deki payının düşmesine bakıp Almanya’nın son yirmi-otuz yıl içerisinde silâhsızlandığını söyleyen iddia, empirik düzeyde yanlış. Dolayısıyla, barış hareketi bugün istatistiki verileri çarpıtan bu türden yaklaşımların iğvasına kapılmamalı, onları her fırsatta ifşa etmeli. Yukarıda bahsini ettiğimiz inceleme, bu yönde yapılmış muhteşem bir katkı.

Spectrum of Communism
25 Mart 2024
Kaynak

Kaynakça:

Akçagün-Narin, P. & Elveren, A. (2024): “Financialization and Militarization: An Empirical Investigation,” Review of Radical Political Economics, Cilt 56. Sayı 1. s.70–100.

0 Yorum: