09 Nisan 2024

, ,

“Zamana Karşı Yarış”: Gassân Kenefâni’nin Hayatı ve Ölümü


 

Gassân, varlığıyla, bize hep birilerinin
bizi önemsediğini düşündürtmüştür.
”[1]
[Semih Kasım (1939-2014)]

Gassân bir dâhiydi dersem abartmış olmam.
Onun ölümü, beni kalbimden yaralayan acı bir olaydı.
Tek tesellimse onun hür olan her insanın
yüreğinde ve vicdanında yaşıyor olması.
”[2]
[Corç Habeş (1926-2008)]

 

Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta bulunan Şatila Filistinli Mülteciler Kampı’nın yanındaki Filistin Şehitleri Mezarlığı, tek ortak noktası Filistin davasına hizmet etmiş olan, canlarını feda etmiş şehitleri bir araya getiren, farklı dinlerden, milletlerden, etnisitelerden ve politik yönelimlerden insanların defnedildiği bir mezarlık olarak, özel bir yer. Mezarlık, esasında Filistin devrimi için verilen mücadelelerin, hikâyelerin ve coğrafyaların iç içe geçtiği bir açık hava müzesi. Gassân Kenefâni’nin bahsini ettiği, “ezilen-sömürülen kitlelerin davası olarak Filistin davasının, her nerede bulunuyorsa, her bir devrimcinin sahiplendiği o davanın” somut tezahürü gibi.[3] Kenefâni’ye o çok sevdiği, 9 Nisan 1936’da doğduğu Filistin toprağına gömülmek nasip olmadı. 8 Temmuz 1972’de İsrail ajanlarınca katledilmesi sonrası bu mezarlığa defnedilmesi, en uygun olanıydı.

Kenefâni’nin katledilmesinin üzerinden yaklaşık elli yıl sonra, o hep bildiğimiz sıcak ve rutubetli bir Ağustos gününde mezarlığı bulmak ve kahraman olarak gördüğüm bu adamın mezarına saygımı sunmak için yola koyuldum. Kenefâni’nin adını gençken Filistin davasının destekçisi olduğum günlerde işitmiştim. Sonra, üniversitedeyken Güneşteki İnsanlar romanını okudum. Fakat hayatıyla ilgilenme ve eserlerini derinlemesine inceleme fırsatını yıllar sonra bulabildim. Eşi Anni’nin kendisi için kaleme aldığı, burada takdim kısmını yazma onuruna nail olduğum kitabı o dönemde okuyabildim.

Kenefâni öldüğü dönemde hem ünlü bir yazardı, hem herkesin bildiği bir Marksist-Leninist ve Arapların birliği ülküsüne bağlı bir isim[4] hem bir yoldaş hem mülteci, hem sanatçı, hem koca, hem dayı ve baba idi. Hâliyle, ölümünü insanlar farklı şekilde karşıladılar.

Anni’nin kitabının en etkileyici yönlerinden birisi de kendi anılarını aktarıyor, kendisine gönderilmiş olan taziye mesajlarını içeren mektupları paylaşıyor, fotoğraflara yer veriyor, Kenefâni’nin yazılarından alıntılar yapıyor, ona ve başkalarına ait sanat eserlerinden örnekler veriyor, ölümünün yol açtığı kaybın tüm yönlerini samimiyetle dile getiriyor oluşu. Kitap, bu içeriğiyle Kenefâni’nin ölümünü devam etmekte olan devrimci mücadele bağlamına oturtuyor ve o cinayetten sorumlu olanlara cesaret yüklü bir mesaj iletiyor.

Kitabın merkezinde Kenefâni cinayeti bir aile trajedisi olarak duruyor. Bilindiği üzere, onunla birlikte on yedi yaşındaki, tüm ailenin ve Gassân Kenefâni’nin çok sevdiği, kız kardeşinin kızı Lamis Nicem de katlediliyor.[5] Patlama, bir yandan da Kenefâni’nin FHKC’deki ve başka yerlerdeki yoldaşlarını da kişisel ve politik düzeyde paramparça ediyor. En fazla etkilenen isimse Kenefâni’nin dostu, akıl hocası ve FHKC’den yoldaşı Corç Habeş. Nekbe sonrası ailesiyle mülteci olarak Şam’a yerleşmek zorunda kalan Kenefâni, Habeş’le ilk olarak yirmi yıl önce bu şehirde tanışıyorlar.

Otobiyografisinde Habeş, Kenefâni’nin öldürüldüğü günü hayatının en acılı günü olarak tarif ediyor ve yaşadığı kaybın büyüklüğünü anlatacak olan bu taziye mektubunu Anni’ye yazarken ne kadar güçlük çektiğinden bahsediyor.[6] Anni’nin eşi için hazırladığı kitapta tamamına yer verilen bu mektup, içten bir sevgiyi ve devrimci kararlılığı, abartısız bir biçimde aktarıyor. Sevgili arkadaşının cenazesine katılamaması[7] ve Anni’yi bizzat teselli edememesi nedeniyle acı çektiğini dile getiren Habeş, mektubunda şunları söylüyor:

“Anni. Gassân’ın kaybının senin için sahip olduğu anlamı çok iyi biliyorum, ama lütfen Fayiz’e, Leyla’ya, binlerce FHKC’li kardeşe, her şeyin ötesinde, Gassân’ın uğruna mücadele ettiği davaya sahip olduğunu sakın unutma.”[8]

Anni için Kanafani'nin ölümü, “olağanüstü bir insanın”, kocasının, yoldaşının, öğretmeninin ve iki küçük çocuğunun sevgi dolu babasının kaybıydı.[9] Ona yazdığı dokunaklı veda mektubunda “Bizi yaratan, bizi halka teslim eden, senin o iyi ve güzel ellerin ve aklın” diye yazıyor.[10]

O kalabalık Şatila sokakları boyunca mezarlığın girişini ararken zihnimde bu mektuplardaki cümleler ve sebep oldukları ağır duygular dolaşıp durdu. Girişi nihayet buldum diye düşündüm, sonra bir mezarın civarını süpüren bir adama sakince şehit Gassân Kenefâni’nin mezarının nerede olduğunu sordum. Özür dilercesine omzunu silkeleyerek bilmediğini söyledi. Kısa bir süre sonra yanlış yerde olduğumu anladım: bulunduğum yer, Filistin şehitleri için ayrılmış mezarlık değil, onun bitişiğindeki Müslüman mezarlığıydı. Yolumu bulmaya çalışırken motosikletli orta yaşlarında bir adam gelip “Yardım edebilir miyim?” diye sordu. Ben, daha “Kenefâni’nin mezarının nerede?” diyemeden, “atla” dedi ve birkaç saniye içinde kendimi adamın motosikletinin arkasında otururken buldum. Mezarlıktan hızla uzaklaştık. Mezarlıktan biraz uzakta olan ve onun çevresinden dolanan, hayli kalabalık bir yoldan geçtik. Beni, Lübnan’daki Filistinlilerin her gün katlanmak zorunda kaldıkları birçok hakaretten biri olan, Şatila’nın girişindeki Lübnan ordusunun kontrol noktasından geçirdi ve ardından, Filistin Şehitleri Mezarlığı’nın girişine bıraktı. Bana belli belirsiz, mezarın yönünü işaret ettikten sonra, geldiği gibi hızla ortadan kayboldu.

Mezarlığa gitmeden önce Kenefâni’nin cenaze törenine ait arşiv görüntülerini izlemiştim. Arka planda uzanan o uzun çam ağaçları beni epey etkilemişti. Bugün Beyrut’ta nadiren rastlayabileceğimiz bir manzaraydı bu. Aynı fikir, elli yıl sonra bile o ağaçların büyük bir kısmının durduğunu fark edince zihnime tekrar üşüştü. Güneş gözlüğümü yanıma almayı unutmuştum. O göz kamaştıran güneş, mezar taşlarının o solukluğu ile birleşince benim tuhaf bir biçimde gözlerimi kısmama neden oluyordu.

Huzurlu ve güneşte uzanmış birkaç kedi dışında boş görünen mezarlıkta birkaç dakika aradıktan sonra Kenefâni’nin mezarını buldum. Mezar taşının üzerindeki küçük FHKC bayrağının parlak kırmızısı, uzaktan gözüme çarpmıştı. Ortam o kadar sakindi ki, birkaç dakika önceki kalabalık, iğne atsan yere düşmeyecek olan Şatila kampının içinden geçen sanki ben değildim.

Kenefâni’nin mezarının tam karşısında yeğeni Lamis’in mezarı bulunuyordu.[11] Mezarların etrafını otlar ve çiçekler sarmıştı. Bu çiçeklerin bir kısmı kısa süre önce ekilmiş gibi görünüyordu. Çiçekleri görünce aklıma oğlu Fayiz’in öldükten sonra babasına yazdığı mektuptaki cümleler geldi. Orada Fayiz, her Pazar babasının kendisi ve kız kardeşi Leyla ile birlikte bahçeye “o kibar elleriyle çiçek ektiğinden” bahsediyordu.[12] Bu bahçe, Kenefâni ve Habeş’in çocuklarının özel buluşmalarda ve tatil günlerinde birlikte oyunlar oynadıkları, Anni’nin “Gassân’ın gururu”[13] diye andığı bahçeydi.[14] Fayiz’in o kısa mektubu, Anni’nin eşinin anısına hazırladığı kitapta bulunan, en dokunaklı belgelerden biri.

Babası öldüğünde henüz dokuz yaşında olan Fayiz’in sözleri yürek parçalayacak cinsten, duru ve samimi. Bu cümleler bize, erdemli bir dava için şehit olmuş bir insanın o göklere çıkartılan, ara sıra ayrıntılarından arındırılmış imajının gerisinde, dünyayı babaları olmadan arşınlamak zorunda kalan, tüm hayatı allak bullak olmuş çocukların ailesinin kederle tarumar olduğu gerçeğini vura vura anımsatıyor.

Fayiz’in kısa süre önce ölmüş olan babasına yazdığı mektubu ilk okuduğumda aklıma Che Guevara’nın tıpkı Kenefâni gibi gericilerce katledilmeden iki yıl önce çocuklarına yazdığı veda notu geldi.[15] Fayiz mektubunda gururla, “Benim babam iyi bir insandı” diyor, Che ise evlatlarına yazdığı o mektupta şunu söylüyor: “Babanız kendi inançları uyarınca hareket etmiş, düşüncelerine sadakatle bağlı kalmış bir insandı.”

Fayiz mektubunda mağrur bir ifadeyle, şunu haykırıyor: “Ben babam gibi olmak istiyorum. Babamın vatanına, Filistin’e geri dönmek için mücadele vereceğim.” Che ise küçük çocuklarına “iyi birer devrimci olarak yetişmelerini” tembihliyor. Ama ne yazık ki bu iki hikâyeye baktığımızda, çocuklarının devrimci olarak büyüyüp büyümediklerini görme imkânının iki babanın da elinden alındığını görüyoruz.

Kenefâni’nin o mütevazı mezarını ziyaret ettiğim gün üzerinde ona ait sözlerin yazılı olduğu bir kâğıt parçasını fark ettim. Katlanmış hâlde mezara bırakılmış olan kâğıtta şu yazılıydı:

“Ben, yazdığım yazıların, her daim insanın kendi kaderinden sorumlu olduğuna ve onu değiştirebileceğine, o insanın belirli bir amaç için ölme onuruna sahip olabileceğine dair inançtan türediğini düşünüyorum.” Bu söz kâhince edilmiş bir söz olduğunu ispatladı.

Kenefâni, bazılarının dikkatsizce bulduğu, efsanelere has olan o cesaretiyle Che’yi anımsatacak ölçüde ölümden hiç korkmayan biriydi. Ölmeden çok önce bir gazeteci kendisine, ölümün kendisi için ne anlam ifade ettiğini sordu. Kenefâni şu cevabı verdi:

“Ölüm, tabii ki benim için çok şey ifade ediyor. Önemli olan, neden öldüğünü bilmek. Devrimci eylem bağlamında insanın kendisini feda etmesi, en yüce hayat anlayışının, hayatı insana layık kılma mücadelesinin bir ifadesi.”[16]

Aynı şekilde, Che de silâhlı mücadelenin “kurtuluşları için mücadele eden insanlar için yegâne çözüm olduğuna inanıyor”, bildiği gerçekleri ispatlamak için canını ortaya koyduğunu düşünüyordu.[17]

Belki de Che astım, Kenefâni de diyabet gibi kronik, hatta kimi zaman hayatlarını tehdit eden hastalıklardan muzdarip olduğu için bu iki isimde ölüm korkusu düşük düzeydeydi. Ne olursa olsun, her iki insanda gördüğümüz sağlık sorunlarının katkıda bulunduğu ortak özellikleri, muhtemelen onların merhametli olmalarını ve ömürleri ne kadarsa o süre boyunca bu yeryüzünde adaletsizliklere mücadele etme konusunda yoğun bir arzu duymalarını sağladı. O dokunaklı ve kısa değerlendirmesinde Habeş bir keresinde, dostu ile ilgili şunu söylemişti: “Gassân hayatının kısa olduğunu biliyordu, ama o aynı zamanda hayatının eksiksiz ve anlamlı olmasını istiyordu ki öyle de oldu.”[18]

Kenefâni de Che de kırklı yaşlarını göremedi. Ama o kısa ömürlerinde, bitmek bilmeyen enerjileri, adanmışlıkları ve azimleriyle çok büyük bir başarı elde ettiler. Anni’nin de ifade ettiği gibi, Kenefâni, “her zaman meşgul bir insandı, sanki ölüm yanı başındaymış, köşeyi dönünce onunla yüzleşecekmiş gibi yaşıyordu.”[19]

Ölmeden birkaç hafta önce verdiği bir röportajda, o günlerde henüz otuz altı yaşında olan Kenefâni, FHKC’nin çıkarttığı, kadro sıkıntısı çeken gazetesi Hedef’i çıkartırken omuzladığı yükten ve üzerindeki baskıdan bahsediyor[20], gazetenin her bir sayısını her yönden incelediğini, bu sebeple, her gün on üç-on dört saat çalıştığını söylüyordu.[21]

Eşi için hazırladığı kitapta Anni, Che gibi Kenefâni’den önce ölmüş olan devrimcilerle kocası arasındaki benzerlikler üzerinde duruyor:

“Hayata duyulan sevgi şiddete ihtiyaç duyar. Gassân, barışçı biri değildi. O da tıpkı Karl Liebknecht, Rosa Luxemburg, Ernst Thalmann, [Patrice] Lumumba ve Ché Guevara gibi sınıf mücadelesi içerisinde katledildi. Gassân da tıpkı onlar gibi hayatı çok sevdi.”[22]

Esasında Kenefâni cinayeti, ancak bu bağlamda tam olarak anlaşılabilir. O, altmışlardan seksenlere dek uzanan karşı-devrimci suikastlar dalgası dâhilinde katledildi. Bu dönemde sömürgecilere karşı bir dizi zafer elde edildi, bilhassa Cezayir ve Vietnam’ın kazandığı zafer bu süreçte öne çıktı. ABD, ülke içerisinde karışıklıklarla yüzleşti. Bunlara Batı emperyalizminin küresel hegemonyasını her zamankinden daha fazla tehdit eden Sovyetler’in politika, askeriye ve ideoloji alanındaki ağırlığını dengelemeye yönelik adımlar eşlik etti.

Kenefâni, kendisini davasına adamış bir enternasyonalist[23] ve emperyalizme karşı mücadelenin küreselliğine inanan bir devrimciydi.

“Emperyalizm tüm gövdesiyle dünyayı kuşatmıştır, başı Doğu Asya’da, yüreği Ortadoğu’dadır, atardamarları Afrika ve Latin Amerika’ya uzanmaktadır. Ona nerede vurur ve ona zarar verirseniz, dünya devrimine hizmet etmiş olursunuz.”[24]

Bahsi edilen otuz yıllık dönem boyunca tüm dünya genelinde işleyen karşı-devrim süreci dâhilinde emperyalist güçler veya onların vekilleri devrimci liderleri ve aydınları katletti. Patrice Lumumba (ö. 1961), Mehdi Ben Barka (ö. 1965), Malcolm X (ö. 1965), Che Guevara (ö. 1967), Martin Luther King (ö. 1968), Fred Hampton (ö. 1969), Amílcar Cabral (ö. 1973), Salvador Allende (ö. 1973), Steve Biko (ö. 1977), Walter Rodney (ö. 1980) ve Thomas Sankara (ö. 1987) bu kanlı dönem boyunca katledilmiş isimlerden bazıları.

Daha da özelde Kenefâni cinayeti, İsrail’in Amerika’nın desteğiyle Filistin kurtuluş hareketine ve destekçilerine yönelik yürüttüğü, şiddet ve cinayetlerle tanımlı küresel harekâtın parçasıydı. Kenefâni cinayetinden kısa bir süre sonra Ariel Şaron’un yakın dostu, gazeteci Uri Dan, Maariv isimli İsrail gazetesine yaptığı açıklamada, cinayetin ardındaki soğukkanlı gerekçeyi açıktan dile getiriyordu:

“Cephe’nin Filistinli üyeleri İsrail’in kendilerini her an her yerde vurabileceğini bilmeli. […] Kenefâni cinayeti, onlara yapılmış ‘açık bir uyarı’dan başka bir şey değil. Bu cinayet, aynı zamanda münferit bir eylem de değil. Filistinli liderler, kişilere yönelik terörist faaliyetlerle bugün her zamankinden daha fazla yüzleşmeliler. Kenefâni cinayeti, bunun mümkün olduğunu, bu terörist faaliyetlerin yürütülebileceğini ve hiçbir özel güçlüğü içermediğini ortaya koydu.”[25]

Bu harekât boyunca hedef alınan ve sadece Cephe (yani FHKC) üyelerinden ibaret olmayan topluluk zaten ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olduklarının bilincinde olan, bu konuda her türden vehimden ve yanılsamadan uzak duran insanlardan oluşuyordu. FKÖ’nün sözcülüğünü yapan ünlü aydın ve şair Kemal Nasır, Mahmud Derviş’in Kenefâni için yazdığı şiiri okuduktan sonra Derviş’e şu acı yüklü sözle sitem ediyordu: “Bir şair, bundan daha fazlasını nasıl yazabilir ki? Peki o zaman söyle bana: Benim vaktim geldiğinde şiir heybende benim için söyleyecek sözün kaldı mı?”[26] Bu konuşmanın üzerinden bir yıl bile geçmeden Nasır’ın vakti geldi. FKÖ üyesi Kemal Advan, Muhammed Yusuf Neccar, Neccar’ın eşi Resmiye’nin de olduğu dokuz kişiyle birlikte, Beyrut’ta, ileride İsrail başbakanı olacak olan Ehud Barak’ın ölüm mangası tarafından vurularak öldürüldü.[27]

Tam da Kenefâni ve Nasır’ın duygularına benzer duygular dile getiren Neccar, ölmeden birkaç hafta önce verdiği bir mülâkatta, ait olduğu Filistinli kuşağının İsrail’i yenmesini beklemediğini söylüyor, “bizim kuşak tohumları ekti, hasadı başkaları toplayacak. […] Biz muhtemelen öleceğiz, öldürüleceğiz, çünkü karşımızda acıması olmayan bir düşman var. Biz öleceğiz ama gençler bizim yerimizi alacaklar”[28] diyordu.

Anni’nin eşi için yazdığı kitabı, 1967’de Kenefâni’nin yazdığı Siyonist Edebiyatı Üzerine isimli çalışma dâhil, Filistin davası ve Siyonizmle ilgili çalışmaları, broşürleri ve kitapları yayımlamış olan, FKÖ’ye bağlı olarak 1965’te Beyrut’ta kurulan Filistin Araştırmaları Merkezi bastı.[29] Kenefâni’nin öldürülmesinden tam bir hafta sonra İsrailliler, Lübnan’da yaşayan, aralarında bu merkezin yöneticisi Enis Sayeg’in de bulunduğu bir dizi önemli Filistinli isme bombalı mektuplar gönderdiler. Siyonist Edebiyatı Üzerine isimli çalışmanın giriş bölümünü kaleme almış olan Sayeg, patlamada ağır yaralandı ama ölmedi.[30] Sonrasında, Kenefâni’nin ölümünden yaklaşık bir on yıl sonra İsrail Lübnan’ı işgal ettiğinde, askerler Filistin Araştırmaları Merkezi’nin gazete-dergi, mikrofilm, elyazmaları ve arşiv eserlerden oluşan 25.000 ciltlik kütüphanesini yağmaladı.[31] Askerler, merkezin bürolarını bombaladı, en az yirmi kişiyi öldürdü, birçok insanı yaraladı.[32] Bu saldırılar, İsrail’in işgal güçlerinin “Lübnan’da Filistinlilerce işletilen eğitim ve kültür kurumlarını yok ettiği genel saldırı dâhilinde gerçekleştirildi.”[33]

Buradan da anlaşılıyor ki İsrail, o güne dek bilhassa Batı’da Siyonistlerin dilinin kamusal söylem üzerinde kurduğu tahakküm konusunda Siyonist sömürgeci projenin tarihsel analizini içeren çalışmaların bilhassa İngilizcede ve başka dillerde yayılmasının önemli bir tehdit teşkil ettiğini idrak etmişti. Kenefâni, Nasır, Sayeg gibi aydınların ve sözcülerin öldürülmesinin nedeni, sırf kavgaya iştirak etmiş olmaları değildi. Bu insanlar, belagatleri, zekâları ve iletişim becerileri sebebiyle tehdit olarak görüldükleri için de hedef hâline gelmişlerdi. Anni’nin kitabında bahsini ettiği özellikler, cinayetin ana sebebiydi:

“Sen, anlaşılması en zor politik fikirleri basit bir dille izah edebilme becerisine sahiptin. İnsanlar seni bu yüzden dinliyor, makalelerini ve kitaplarını bu sebeple okuyorlardı. Bundan sonra da okumaya devam edecekler. İşte düşmanlarının seni yok etmesinin sebebi buydu.”[34]

Kenefâni, kültür denilen alanın devrimci mücadeledeki öneminin bilincindeydi. Altmışlı yıllardan öldüğü güne dek Kenefâni, “Maoist düşünceden aldığı feyzle, ABD modernizmine ait görüşlerden aldığı ilhamla, Siyonist edebiyatına dair yoğun okumasıyla, bir yandan da Filistin’deki edebi üretimde Sovyetler’e has toplumsal gerçekçilik akımının yarattığı birikimden beslenmek suretiyle, direniş edebiyatını Filistin ve Üçüncü Dünya kurtuluş mücadeleleri bağlamında teorize etti.”[35]

Siyonist Edebiyatı Üzerine isimli çalışmasının giriş bölümünün sonunda Kenefâni, yaptığı çalışmanın “düşmanını tanı” denilen ana ilke temelinde tamamladığını söylüyordu.[36] En yüksek riskleri alarak yürüttüğü çalışma, edebiyat eleştirisi ile ilgiliydi. Tanımak için uğraştığı aynı düşman, onu beş yıl içerisinde katletti.

Kenefâni’nin ölümünün üzerinden elli yıl geçmiş olmasına rağmen İsrail’in uyguladığı şiddetin dozu hiç düşmedi. O günden beri İsrail, birçok Filistinli lideri, aydını ve savaşçıyı katletti. Birçoğunu hedefe koydu. Öldürülenler, ilkeli, paraya tamah etmemiş, yozlaşmamış kişilerdi. Bu insanlar, tıpkı Kenefâni gibi, militanlıkla fikri mücadeleyi birleştirebilmiş kişilerdi. Bu birleşimi varlığında en iyi örnekleyen isimlerden biri de 2017’de katledilmiş olan Basil Arac’dı.[37]

Kenefâni’nin romanları ve hikâyelerinin kendilerine yönelik yaygın bir biçimde dillendirilen övgü sözlerini hak ettiğini söylemek gerekiyor. Onun farklı konuları ele alan, karmaşık yapıdaki yaratıcı roman pratiğinin bize Filistin davası, Siyonizm ve insanlığın yüzleştiği açmaz konusunda çok şey öğretebileceğini görmeliyiz. Nahid Hattar’ın da ifade ettiği biçimiyle:

“Yazma pratiğine vaktini, sevdasını ve zihnini Kenefâni kadar adayabilmiş bir başka kişi daha yoktur. Âşıkların ve kemterlerin gözyaşlarıyla can bulan bir zihin açıklığı, zarafet, güzellik ve insaniyet vardı onda. […] Kenefâni’yi okuyan kişi, Filistin’i düşünmeden edemiyor. Kişisel özgürlüğüyle ülkesinin kurtuluşunu, zihnini özgürleştirmekle vatanı özgürleştirmeyi birlikte düşünmek zorunda kalıyor.”[38]

Ama gene de Kenefâni, tek başına roman yazarı olarak ele alınmamalı. Bu yaklaşım, bizi onun politik yazılarına, duruşuna ve davaya bağlılığına körleşmemize neden oluyor.[39] İngilizce konuşulan dünyada özel olarak görülen bu körlük, tek başına Kenefâni’nin roman haricinde kaleme aldığı yazıların İngilizceye yeterince çevrilmemiş olmasının bir sonucu değil. Bu körlük, bir yanıyla, Batı’da Filistin’le dayanışma hareketi içerisinde açığa çıkan yapısal sorunların bir tezahürü. Bu hareketin büyük bir kısmı, Filistin kurtuluş mücadelesini ve direniş hareketini silâhlı mücadele de dâhil, aldığı tüm biçimleriyle birlikte destekleme konusunda isteksizken, direniş ve anma pratiği üzerinden başvurulan şiddet dışı araçlara ve BDS kampanyasına odaklanıyor.[40]

Kenefâni ve mirası ile ilgili tartışmanın odağında silâhlı direniş meselesi duruyor. Daily Star’da onun ölümü üzerine çıkan yazıda dile getirildiği gibi, Kenefâni “tek kurşun sıkmamış bir komandoydu”. Buna karşın, o silâhlı mücadelenin hem Filistinliler hem de tüm ezilen halklar için meşru ve gerekli olduğuna inanıyordu. Kenefâni, FHKC’nin ve silâhlı mücadele yürüten diğer Filistinli örgütlerin uyguladığı devrimci şiddete hiçbir zaman mesafe almadı. “Burjuva ahlakçılığı”nı[41] reddeden Kenefâni, silâhlı mücadelenin kendi vatanları ve onurları için mücadele eden, işgal altındaki ezilen bir halk olarak Filistinlilerin ahlaken bir hakkı olduğunu gururla ifade ediyordu. O, aynı zamanda silâhlı mücadelenin “ideal propaganda biçimi” olduğunu, “ABD’nin kullandığı devasa propaganda mekanizması”na rağmen, kendisini özgürleştirmek için mücadele eden halkın en nihayetinde her şeye karar vermesini sağlayanın silâhlı mücadele olduğunu söylüyordu.[42]

Kenefâni’nin görüşlerinde ve inancında silâhlı mücadele öylesine merkezi bir yere sahipti ki 1966’da Gazze’ye yaptığı ziyaretten dönüşünde duygularını şu şekilde ifade etme gereği duymuştu:

“Sözlerimin silâhın boşluğunu doldurma konusunda kifayetsiz ve cılız kaldığını, saygı duyduğum şeyler uğruna her gün ölen gerçek insanların ortaya çıkmasıyla birlikte o sözlerin soluklaştığını ilk kez hissettim.”[43]

Elli yıl sonra, Filistin’de, üyesi olduğu FHKC’yi de içeren, birliği tesis etmeyi bilmiş, etkisini göstermiş silahlı direnişin kendi adını anarak mücadeleyi sürdürdüğünü görseydi, Kenefâni’nin içini sevinç kaplayacağına hiç şüphe yok.[44] Mayıs 2021’de de bu yazıyı yazdığım Mayıs 2023’te de Gazze’de birlik olmuş örgütleri merkezine almış olan, giderek tüm tarihi Filistin genelinde eylemlilik sürecini koordineli eylemlerle büyüten, Güney Lübnan’da Hizbullah’la doğrudan işbirliği içerisinde hareket eden bu direniş, İsrail ordusunun saldırılarına karşı koymayı ve ateşkes şartlarını düşmana dayatmayı bildi. Bunun İsrail’in elindeki caydırıcılık becerisini ortadan kaldırdığını, askeri dengeyi düşmanın gücüne halel getirecek şekilde yeniden sağladığını görmek gerekiyor.

Anni’nin eşi için yazdığı kitapta bir yerde, Gassân’ın elliler boyunca Şam’da Birleşmiş Milletler Yakındoğu’daki Filistinli Mülteciler İçin Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) bünyesinde kurulmuş okulda öğrencisi olmuş insanların yüzde yetmişinin sonrasında “komando” olduğunu söylüyor.[45] O çocuklar da Kenefâni gibi devletsiz birer mülteci gibi bir kampta yaşıyorlardı. Kenefâni o kampta öğretmen olmazdan önce o çocuklar gibi bir mülteciydi. Altmışlarda Kenefâni ünlü bir romancı oldu. Eşi Danimarkalıydı ve önemli bir kültürel figürdü. Bu rahat ve güvenli yolu kaçış güzergâhı olarak kullanabilirdi. Ama o, 1956’da mektup tarzında kaleme aldığı “Gazze’den Gelen Mektup” başlıklı kısa hikâyede ismi zikredilmeyen yazar gibi Kenefâni de “hayatın ve varoluşun kıymetini anlamak, öğrenmek için yenilginin geride bıraktığı o berbat yıkıntının orta yerinde kalmayı tercih etti.”[46]

Kenefâni’nin yeğeni Lamis’e yazdığı bir mektupta dile getirdiği biçimiyle, insanlar genelde savaşanlar ve izleyenler olarak ikiye ayrılırlar. O ise “izleyen olmamayı seçmişti.” Yani onun tercihi, “tarihimizin en önemli momentleri ne kadar kısa olurlarsa olsunlar, onları bilfiil içinde yaşamak yönündeydi.” Anni, onu savaşmaması konusunda ikna etmeye hiç çalışmadı. Aktardığı biçimiyle Anni, eşini “devrimci mücadele ve davadan kopartmaya hiç çalışmadı.” Mücadeleden kopsaydı “gene kocam olarak kalacaktı, ama o âşık ve hayran olduğum güzel insan olmayacaktı” diyordu.[47]

Doksanlarda Hedef gazetesinin yayın yönetmenliğini yapmış Filistinli yazar Nassar İbrahim, Kenefâni konusunda epey bilgilendirici olan çalışmasında, Kenefâni’nin yüzleştiği açmazdan bahsediyor. Nassar İbrahim, Gramsci’nin sözünü ettiği organik aydının gerçek bir temsili olarak tarif ettiği Kenefâni’nin yüzleştiği bu açmaz konusunda şunları söylüyor:

“O zor, sert, acı yüklü ve kanlı gerçeklikte büyük sorular sordu, önemli tercihler yaptı. […] Kenefâni, karşısındaki her bir seçeneğin ödenmesi gereken bir bedeli olduğunu peşinen biliyordu. […] Çok önemli bir momentte Gassân, Filistin halkının gerçekliğini ve direnişini somutta ifade eden çelişkilerle ve güçlüklerle yüzleşmeyi seçti. Bu mücadeleyi şahsen vermek, olan biteni izleyip onunla ilişki kuran bir aydın olmak yerine Kenefâni, tüm risklerine ve dolaysız maliyetlerine rağmen, direnişin doğal ve faal bir iştirakçisi olmayı seçti. Gündelik hayatı aktaran bir yazar olarak hayatını sürdürme tercihinden uzak durdu. Bu pratikte de Filistinlilerin deneyimine ait gerçek özü dışarıdan idrak edebilirdi. Bu imkânsız değilse de zor bir pratikti. Ama Kenefâni, bir seçim yapmak zorunda kaldı. Kendi kaderini tayin edecek yolu kendisi seçti.”[48]


Anni de Kenefâni’nin ölümü sonrası benzer bir ikilemle yüzleşti. Artık duldu ve bakması gereken iki küçük çocuğu vardı. Kendi başının çaresine baksa bunu herkes anlayışla karşılardı. Ama Anni bir yere gitmedi. Ülkede kaldı ve davayla olan bağını muhafaza etti. Dahası, eşinin şehadetinin ikinci yıldönümünde Beyrut’ta Gassân Kenefâni Kültür Vakfı’nı kurdu. O günden beri vakıf, Lübnan’daki Filistinli mülteci kamplarında yaşayan çocuklara eğitim hizmetleri ve destek sunuyor, Kenefâni’nin çok sevdiği ve uğruna mücadele ettiği çocukların hayatını iyileştirecek katkılarda bulunuyor.

2022 yazında Anni ve Leyla’yı ziyaret ettim. Onlara bir yıl önce editörlüğünü üstlendiğim Siyonist Edebiyatı Üzerine isimli kitabın yeni yapılmış olan İngilizce baskısının bir nüshasını verdim. Sohbetimizde Gassân’dan bahsederken kullandıkları ifadeler öyle sıcak, dolaysız ve sevgi doluydu ki sanki Gassân, Hedef bürolarında geçirdiği yoğun bir çalışma gününün ardından gelecek, kapıdan içeri girecek zannederdiniz. Evinin duvarlarını süsleyen, ona ait sanat eserleri sizi öyle kuşatıyor ki ister istemez gün ortasında hayallere dalıp gidiyorsunuz. Şöyle bir bakıyorum da geride bıraktığı miras ve sunduğu örneklik hâlen daha canlı olan, bir şeyler öğrendiğim onca insan ne üzücü ki göçüp gitmiş.

Bir vakitler John Berger’ın da ifade ettiği biçimiyle “direniş denilen eylem biçimi, sadece bize sunulan dünyaya dair resimdeki saçmalığa karşı koymakla değil, ayrıca onu mahkûm etmekle ilgilidir. Cehennem, onun içinden mahkûm edildiği vakit cehennem olmaktan çıkar.”[49] Bu anlayış dâhilinde, Gassân’ın o kısa ömrünü nasıl yaşayacağı konusunda yaptığı tercih, Siyonizmin sadece Filistinlilere değil kendisini geçici süreliğine monte ettiği bölgede yaşayan Lübnan, Suriye, Mısır gibi ülkelerin halklarına dayattığı cehennemin uzlaşma nedir bilmeden mahkûm edilmesine dönük bir pratik olarak görülmeli.

Gerici ideolojinin o korkak uşakları Gassân’ı katlettiler. Onlar, Gassân’ı ve temsil ettiği her şeyi yok etmek istiyorlardı, ama Anni’nin kitabının sonunda dile getirdiği o duygu yüklü ifadede söylediği gibi:

“Onlar başaramadılar. Verdiği devrimci mücadeleyle halkının içinde kök salmayı bilmiş onurlu bir insanı kimse yok edemez. Filistin halkı ve diğer Afrikalı-Asyalı halklar için bir şehit, bir simge, kurtuluşun bir alevi olarak sen hep bizimle olacaksın Gassân.”

Gâssan hiç unutulmadı, unutulmayacak da. Onun hatırası, onu ve halkını susturmaya çalışan Siyonist teşekkülden daha uzun yaşayacak. Bu takdim yazısı ardından okuyacağınız, onu anan hatıra kitabının yeni baskısı o hatıranın uzun yaşamasını güvence altına alacak çabalara katkıda bulunacak.

Louis Allday
11 Eylül 2023
Kaynak

Dipnotlar:
[1] “Al-Dhikra al-khamsūn l-istishhād Ghassān Kanafāni … kalima lam tunshar min qabl li-rafīq darbih George
abash”, al-Hadaf, 8 Temmuz 2022. Çeviri bana ait.

[2] Ghassān Sharbal, Asrār al-undūq al-aswad: Wadīʻ addād, Kārlūs, Anīs al-Naqqāsh, Jūrj abash, Riyā al-Rayyis lil-Kutub wa-al-Nashr, Beyrut, 2008, s. 409. Çeviri bana ait.

[3] S. Marwan, “A Tribute to Ghassan Kanafani”, al-Hadaf, 22 Temmuz 1972. Aktaran: Ghassan Kanafani, “The 1936-39 Revolt in Palestine”, Tricontinental Society, Londra (1980).

[4] Her ne kadar 1967’de FHKC’nin kuruluşu çoğunlukla Kenefâni ile Habeş’in Panarabizmi, Arapların birliğini öne çıkartan ideolojiyi Marksizm-Leninizm adına redde tabi tutmalarının bir sonucu olarak görülse de bu analiz, en genel manada her iki ismin Filistin davasını genel Arap mücadelesiyle kopmaz bağlarla bağlı bir olgu olarak görmeyi sürdürdükleri gerçeğinin üzerini örtüyor. Anni’nin Kenefâni için hazırladığı kitapta da dile getirdiği biçimiyle: “Kenefâni, direniş hareketini geliştirmek, Filistin kurtuluş hareketini milliyetçi olmaktan çıkartıp Filistin’in kurtuluşunun önemli bir parçası olan Arap birliği üzerine kurulu devrimci sosyalist harekete dönüştürmek için mücadele eden isimlerden birisiydi. Kenefâni, her zaman Filistin sorununun Arap dünyasının genel toplumsal ve politik durumundan kopuk olarak çözüme kavuşturulamayacağına her daim vurgu yapardı.”

[5] Kenefâni, bilhassa Lamis’e yakındı. Anni, yeğeninin kocasının “ilham perisi” olduğunu söylüyor. Birçok doğum gününde Gassân, onun için bir kitap yazıyor veya bir hikâye çiziyor. Lamis’in sekizinci doğum günü için yazdığı Küçük Fener isimli kitaba Kenefâni’nin elyazılarının ve çizimlerinin yer aldığı, İngilizce çevirisini içeren bir baskı içerisinde yer verildi. Ghassan Kanafani, The Little Lantern, (Ghassan Kanafani Cultural Foundation, 2005).

[6] George Habash, afaāt min masīratī an-niālīya muakkirāt, Markaz Dirāsāt al-Wada al-ʻArabīya, Beyrut, 2019, s. 218.

[7] Habeş cenaze töreni esnasında ciddi bir hastalıktan kurtulmuştu ve nekahet dönemindeydi.

[8] Anni Kanafani, Ghassan Kanafani, Nisan 1973, Palestine Research Center.

[9] Ghassan Kanafani.

[10] Ghassan Kanafani.

[11] Anni, “Gassân ile Lamis’in mezarlarını sık sık ziyaret ettiklerini” söylüyor: “Ağaçların gölgesine gömdük onları. Toprak, kovuldukları Filistin toprağı kadar kuru ve kızıl.” Ghassan Kanafani.

[12] Ghassan Kanafani.

[13] Ghassan Kanafani.

[14] Habash, afaāt min masīratī an-niālīya muakkirāt, s. 218. Kenefâni’nin aile bahçesine yönelik özel ilgisinden Habeş de bahsediyor.

[15] Ernesto Che Guevara, I Embrace You with All My Revolutionary Fervor: Letters 1947-1967 (Penguin, 2021), s. 322.

[16] Ghassan Kanafani.

[17] Che’nin anne-babasına 1965’te yazdığı veda mektubundan. Guevara (2021), s. 323.

[18] “Al-Dhikra al-khamsūn l-istishhād Ghassān Kanafāni … kalima lam tunshar min qabl li-rafīq darbih George abash”, al-Hadaf, 8 Temmuz 2022.

[19] Ghassan Kanafani. Habeş de aynı şekilde onu “zamana karşı yarış içerisinde biri” olarak tarif ediyor. A.g.e.

[20] 1969’da Kenefâni tarafından kuruldu.

[21] Gassân Kenefâni 1972’deki bir mülâkatında şunu söylüyor: “Antiemperyalizm sayesinde sosyalizm, savaş ortasında durulmaması gerektiğine dair bilinci edindi.” Samidoun, 11 Temmuz 2022. (Mülâkatın İngilizce çevirisi şurada yer alıyor: Palestinian Affairs, Sayı 36, Temmuz 1974). Erişim tarihi: Nisan 2023.

[22] Ghassan Kanafani.

[23] Kenefâni, 1966’da katıldığı Afrikalı-Asyalı Yazarlar Konferansı için gittiği Çin’e dair değerlendirmesinde bu kurulan bağlardan yoğunluğundan bahsediyor. Konuşmasının sonuç bölümünde Kuzey Vietnamlı bir delege, bir hafta önce düşürülmüş olan bir Amerikan uçağına ait parçaları dağıtıyor. Bunun üzerine Kenefâni konuşmasını sonuçlandırmayarak, “Kuzey Vietnamlı meslektaşım gibi bir şeyi burada sunamıyorum, ama bir sonraki konferansta onun yaptığını yapacağıma söz veriyorum” diyor, yerine geçip bir anda “gözyaşlarına boğuluyor.” Stefan Wild, Ghassan Kanafani: The Life of a Palestinian (1975), s. 17. Wild bu hikâyeyi şu çalışmadan aktarıyor: George Hajjar, Kanafani: Symbol of Palestine (1974), s. 71.

[24] Bu cümleler, Filistin davasıyla dayanışma içerisinde olanlara ilham vermeye hâlen daha devam ediyor. Nisan 2023’te İngiltere’de faaliyet yürüten ve ülkede faal olan İsrail silâh şirketlerine karşı doğrudan eylemler gerçekleştiren Filistin Eylemi isimli örgütün bir üyesinin yazdığı yazıda örgütün eylem gerekçeleri izah edilirken Kenefâni’nin bu sözü alıntılanıyor. Dante, “Unravelling the Paper Tiger: Palestine Action’s Siege”, Ebb Magazine, 6 Nisan 2023. Erişim tarihi: Nisan 2023.

[25] “The Killing of Kanafani”, Journal of Palestine Studies, Cilt. 2. Sayı. 1. (Güz, 1972), s. 149.

[26] Elias Khoury, “Remembering Ghassan Kanafani, or How a Nation was Born of Storytelling”, Journal of Palestine Studies, Cilt. 42 Sayı. 3. (Bahar, 2013), s. 85.

[27] Aynı operasyon bünyesinde Lübnan’da FHKC’ye ait olan bir binaya saldırı düzenlendi ve birkaç savaşçısı katledildi. BM Güvenlik Konseyi’ne yazdığı “İsrailli teröristlerin eylemleri”ni eleştiren mektubunda Lübnan’ın Daimi BM Temsilcisi Edouard Gorra şunları söylüyor: “İsrail hükümeti her fırsatta, imkân bulduğu her yerde, Filistinlilere hiçbir gerekçe öne sürmeden saldıracağını açıktan beyan etmek suretiyle bu küstah terör siyasetini tırmandırıyor. İsrail’in gücünden kaynaklanan kibrin eseri olan bu açıktan mahkûm edilmesi gereken acımasız siyasetinin tek bir hedefi var. Bu hedef uyarınca Filistin halkı ya yok olacak ya da meşru haklarından vazgeçmek zorunda kalacak.” Lübnan’ın Daimi BM Temsilcisinin Güvenlik Konseyi Başkanı’na gönderdiği 11 Nisan 1973 tarihli mektup. Erişim tarihi: Nisan 2023.

[28] “Most Probably We’ll All Die”, Time, 23 Nisan 1973. Erişim tarihi: Nisan 2023.

[29] Bu çalışmanın ilk İngilizce çevirisi, Kenefâni’nin ölümünün on beşinci yıldönümünde, 8 Temmuz 2022 günü yayımlandı. Bkz.: Ghassan Kanafani, On Zionist Literature, Ebb Books/Liberated Texts (2022). Mahmud Necib’in yaptığı çevirinin editörlüğünü ben üstlenmiştim. İngilizceye daha önce çevrilmemiş olan eser daha önce yayımlanmamıştı.

[30] Shafiq al-Hout, My Life in the PLO, Pluto Press (2011), 107. Şefik Hut, aynı harekât dâhilinde gerçekleştirilen bir bombalı mektup saldırısının hedefi oldu. Ancak mektubu açmadan önce gönderilenin bombalı mektup olduğunu anladı ve saldırıdan burnu kanamadan kurtuldu.

[31] Ihsan A. Hijazi, “Israeli Looted Archives of P.L.O Officials Say”, NYT, 1 Ekim 1982. Erişim tarihi: Nisan 2023. Filistin Araştırmaları Merkezi’nin arşivinin kaderi konusunda daha fazla bilgi için bkz.: Hana Sleiman, “The Paper Trail of a Liberation Movement”, PS. Erişim tarihi: Nisan 2023.

[32] Trudy Rubin, “The fall of the PLO’s ‘state within state’ in Lebanon”, CSM, 10 Şubat 1983. Erişim tarihi: Nisan 2023. Bombalama eyleminin sorumluluğunu sonrasında İsrail’in kurduğu anlaşılan, terörist saldırı kampanyasında İsrail’in parmağının olduğu gerçeğini gizlemek için subayların kullandığı “Lübnan’ı Yabancılardan Kurtarma Cephesi” isimli bir örgüt üstlendi. Remi Brulin, “How the Israeli military censor killed a story about ‘terrorist’ bombing campaign in Lebanon in 1980s”, Mondoweiss, 23 Ekim 2019. Erişim tarihi: Nisan 2023.

[33] Munir Fasheh, “Graham-Brown, Education, Repression and Liberation”, MERIP, 136/137, Ekim-Aralık 1985. Erişim tarihi: Nisan 2023.

[34] Ghassan Kanafani.

[35] Elizabeth M. Holt, “Resistance Literature and Occupied Palestine in Cold War Beirut”, JPS, Cilt. 50 Sayı. 1. 2021. Erişim tarihi: Nisan 2023.

[36] On Zionist Literature (2022), s. 6.

[37] Arac Filistin Yönetimi’nin işbirliği dâhilinde katledildi. Bu yönetim, Kenefâni ve Arac gibi isimlerin karşı olduğu her şeyi varlığında somutlayan komprador bir teşekkül. 2021’de öldürülen militan aydın Nizar Benet vakasında da cinayeti aynı yönetime mensup çeteler işlemişlerdi.

[38] Nahed Hattar, “Ghassān Kanafāni … al-arkha la tazāl tudawwi”, Akhbar, 31 Ağustos 2015, Erişim tarihi: Nisan 2023. Çeviri bana ait.

[39] Bu konuda elimizde Kenefâni’nin kız kardeşi Feyza’nın değerlendirmesi var. Feyza, Lamis ve Gassân öldürülmezden önce “Lamis’in dayısından devrimci faaliyetlerini biraz azaltmasını, hikâyelerine yoğunlaşmasını istiyor. ‘Hikâyelerin çok güzel’ deyince Gassân ‘hikâye yazma işine geri mi döneyim? Güzel hikâye yazıyorum, çünkü bir davaya, o davanın dayandığı ilkelere inanıyorum. Bu ilkelere sırtımı döndüğüm gün hikâyelerim kurur. O ilkeleri terk edersem sen bana saygı duymazsın.’ Gassân yeğenini mücadelenin ve ilkeleri savunmanın nihayetinde her konuda başarıyı getireceğine ikna etmeyi bilmişti.” Ghassan Kanafani, “The 1936-39 Revolt in Palestine”, Tricontinental Society, Londra (1980).

[40] Bu tespitte amaç, BDS gibi şiddet dışı araçlara dayanan çabaların önemsiz veya beyhude olduğunu söylemek değil. Bilâkis, BDS silâhlı mücadelenin ayrılmaz bir parçası olduğu direniş faaliyetlerinin önemli bir parçası olarak görülmeli. Bu meseleye dair bir tartışma için bkz.: Louis Allday, “The Palestinians’ Inalienable Right to Resist”, Ebb, 22 Haziran 2021. Erişim tarihi: Nisan 2023. Türkçesi: İştiraki.

[41] Ghassan Kanafani, “On the PFLP and the September Crisis”, New Left Review, I/67, Mayıs/Haziran 1971.

[42] Kenefâni’nin bu açıklaması şu çalışmadan alındı: The Red Army/PFLP: Declaration of World War (1971, Masao Adachi and Koji Wakamatsu).

[43] Nancy Coffin, “Engendering Resistance in the Work of Ghassan Kanafani: All That’s Left to You, Of Men and Guns, and Umm Sa’d”, The Arab Studies Journal, Cilt. 4, Sayı. 2 (Güz 1996).

[44] Redfish’e Mayıs 2021’de verdiği mülâkatta FHKC’nin Gazze biriminin merkezi komite üyesi Mahir Mezher, örgütün askeri kanadının “Ebu Ali Mustafa, Vedii Haddad, Gassân Kenefâni, Ribi Haddad ve Raid Nazzal başta olmak üzere tüm şehitlerin dökülen kanlarının mirasına sahip çıkacağını, verdiği sözden asla dönmeyeceğini” söylüyor. Erişim tarihi: Nisan 2023.

[45] Anni’nin bu aktarımını ilk duyduğumda, aklıma 2009’da aynı okulda verdiğim İngilizce dersleri geldi. Derste İngilizce pratik için gerçekleştirdiğimiz bir sohbet esnasında öğrencilerden ne istediklerini söylemelerini istemiştim. Orada düşünceli düşünceli oturan bir delikanlı, kalkıp tüm samimiyetiyle şunu söylemişti: “Bir tüfek istiyorum, bir tüfeğim olsun ki Filistin’e gidip vatanımızı geri almak için dövüşebileyim.”

[46] İngilizce çevirisi için bkz.: Ghassan Kanafani, “The 1936-39 Revolt in Palestine”, Tricontinental Society, Londra (1980).

[47] Ghassan Kanafani.

[48] Nassar Ibrahim, “Ghassān Kanafāni lais qiddīsan wa la ayqūna jamida, kan tha’iran yaktob li-al-ayat“, uqool, 19 Temmuz 2017. Çeviri bana ait.

[49] John Berger, “Against the great defeat of the world”, Race & Class, 40/2-3, 1999. Berger, Kenefâni’yle özel olarak ilgilenmiş olan bir isimdi. 2008 tarihli From A to X [“A’dan X’e”] isimli romanını onun hatırasına ithaf etmişti. Aynı yıl, her yıl düzenlenen Filistin Edebiyat Festivali dâhilinde Berger, Kenefâni’nin “Gazze’den Gelen Mektup”unu okudu. Mektubu bitirdikten sonra gözyaşları içerisinde kendi yorumunu aktarmıştı.

0 Yorum: