Gazze’ye Açılan Savaş:
İsrail’in Uyguladığı Vahşet Yakında Yüzleşeceği Yenilginin Alameti
Tüm
yerleşimci sömürgecilerin son yıllarına her daim soykırım gibi sömürgeciye ait
uzun soluklu vahşet pratikleri damga vuruyor. Yerleşimci sömürgeci, gücünü yitirdiğini
anladığı vakit, yerli halkın isyanını mağlup etmek adına, en barbar yöntemlere
başvuruyor.
Kenya’da
İngilizlerin, 1963’de beyaz üstünlükçüsü sömürge idaresine son veren ulusal
kurtuluş savaşı boyunca yüz bin kadar Kenyalıyı öldürdüğü tahmin ediliyor.
1956-1976 arası dönemde Portekizli sömürgecilere ve beyaz üstünlükçüsü idareye
karşı Angola ve Mozambik’te verilen kurtuluş savaşları on binlerce insanın
canına mal oldu.
Bağımsız
olması hâlinde ırk ayrımcısı Güney Afrika’nın ölüm sürecini hızlandıracağından
korkan ABD ve Güney Afrika devleti, Afrika kıtasının çeşitli yerlerinden
getirilen paralı askerlerle birlikte, 1975-1992 yılları arasında Angola ve
Mozambik’teki halklara karşı ırkçı bir savaş yürüttü. Bu savaşta her iki
ülkenin toplam 23 milyonluk nüfusunun 1,5 milyonu katledildi. On iki milyon
insan mülteci durumuna düştü.
1989’da
Güney Afrika’da yerleşimci sömürgeci rejim, Afrika Ulusal Kongresi (ANC) ile
müzakere yürütmek zorunda kalınca siyasetçi, aynı zamanda Zulu prensi
Mangosuthu Buthelezi’yi desteklemek suretiyle Siyahi Güney Afrikalıların
birliğini dağıtmak için uğraştı. Bu prensin takipçileri, ANC üyeleriyle
çatıştı.
Bugün
hükümetin Buthelezi’nin sağcı ve ayrılıkçı Inkatha Özgürlük Partisi’ne (IFP)
mali yardım yaptığı, askeri eğitim verdiği biliniyor. Bu “barış süreci” denilen
ve 1989-1994 yılları arasını kapsayan dönem boyunca Güney Afrika polisi ve
güvenlik güçleri, yaklaşık 15.000 Siyahî Afrikalıyı öldürdü.
Aynı
şekilde İsrail, Eylül 1993’teki “barış” anlaşmasını imzaladığından beri
binlerce Filistinliyi öldürdü. Barış görüşmelerinden Eylül 2023’e dek uzanan
“barış süreci” boyunca, ta Gazze’deki son soykırıma dek, İsrail 12.000
Filistinliyi öldürmüştü.
Fakat
bu örnekler içerisinde Gazze’de yaşanan süreci anlamamızı sağlayacak en uygun
örnekse Cezayir.
Halkın
Mücadelesinin Şiddet Araçlarıyla Bastırılması
Eskiden
Fransa’da sömürgeler bakanlığı yapmış, Kolomb öncesi döneme hâkim olan
antropolog, aynı zamanda Montpellier’de faaliyet yürütmüş Protestan bir
antifaşist olarak Jacques Soustelle, Ocak 1955’te Cezayir valisi oldu.
Bir
ay sonra iktidara gelen ve yeni hükümeti kuran Edgar Faure’nun Tunus ve
Fas’taki sömürgecilik karşıtı mücadeleleri bastırmakla meşgul olduğu dönemde Soustelle,
Cezayir’i kendi bildiği gibi yönetti. Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni (FLN)
tabansız bırakmak ve Cezayirlileri kazanmak adına Sections Administratives
Specialisees [“Uzmanlaşmış İdari Seksiyonlar -SAS] başlığını taşıyan
programı yürürlüğe koydu.
Diğer
yandan, ordu da Cezayir köylerini boşaltmaya, köylüleri FLN’nin faal olduğu
alanlardan uzaklara yerleştirmeye başladı. Ardından, FLN savaşçılarını kapsamlı
propaganda çalışması dâhilinde “çekirge” olarak tasvir eden ordu, FLN ile
mücadele edecek milisleri oluşturdu, bir yandan da kendisini Cezayirlileri “komünizm
ve Mısır cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır’ın Arap milliyetçiliği belâlarından
kurtaracak güç” olarak takdim etti.
Bu
girişimler, Amerika ve İsrail’in Filistinlileri “terörizm” ve İran’ın kurduğu
dayanışma ilişkileri denilen belâlardan kurtarmak için ortaya koyduğu
girişimlere benziyor.
Nisan
1955’te Fransa belirli bölgelerde olağanüstü hâl ilân etti ve bu OHAL’in
kapsamını zaman içerisinde tüm ülkeyi kapsayacak şekilde genişletti. Cezayir
köyleri toplu hâlde cezalandırıldı, insanlara ayrım gözetmeden işkence edildi. Bugün
Filistin gibi yerlerde olağanlaşmış olan bu tür eylemler dâhilinde hükümet, yerleşimcilerden
oluşan ihtiyat teşkilâtını yürüttüğü mücadeleye dâhil etti.
Ağustos
1955’te yaşanan ayaklanmada Cezayirliler, Filipevil şehrinde sömürgecilere, polise
ve askere saldırdılar. 100 kadar Avrupalıyı öldürdüler, birçoğu yorgunluktan
bitap düşüp öldü.
Fransız
ordusu, polis ve sömürgedeki Fransız yerleşimcileri bu saldırıya cevap olarak
binlerce Cezayirliyi öldürdü. Onlarcası bulundukları yerde öldürülürken,
yüzlercesi de Filipevil’in futbol stadyumunda toplanıp hep birlikte infaz
edildi. 12 ilâ 20 bin civarında insan öldürüldü. Böylelikle isyan, yeni bir
aşamaya girdi.
“Evrimleşmişler”
veya “seçilmişler” olarak anılan asimilasyoncular ve asimile olmuş Cezayirliler
bile baskının ulaştığı seviye karşısında ürktüler ve Sustel’i terk ettiler.
Haziran
1956’da Cezayir’e 450.000 Fransız askeri getirildi. Bu askeri gücün karşısında
40.000 kişilik yedek gücün desteğini arkasına almış 20.000 kadar Cezayirli
devrimci bulunuyordu. FLN de bu süreçte 2.000 kadar Cezayirli kadın örgütledi.
Köyleri
ateşe veren Fransızlar yargısız infazlar gerçekleştirdiler, yakaladıkları FLN
savaşçılarına veya savaşçı zannederek ele geçirdiği kişilere işkence ettiler.
Cezayir’de ayrıca FLN tutsakları giyotine gönderildi. İntikam almak amacıyla
FLN de on kadar Fransız yerleşimciyi öldürdü. Yerleşimciler de bunun
karşılığında Cezayir kentindeki Cezayirli mahallesini havaya uçurdular ve 70
insanı öldürdüler. Buna karşı eylem yapan FLN, aynı kentin beyaz mahallesinde
iki kafeye bomba yerleştirdi ve dört yerleşimciyi öldürdü.
Emperyalizmin
Bulduğu Kılıflar
22
Ekim 1956’da Kahire’de Fransız hükümeti ile FLN’nin politik liderleri arasında gizli
müzakereler yürütülüyor olmasına rağmen Fransız ordusu, aynı günlerde Fas’tan
Cezayir hava sahası üzerinden Tunus’a uçan bir uçağa müdahale etti. Uçakta Fransızlarla
gizli toplantı gerçekleştirecek olan Ahmed Ben Bella gibi FLN liderleri
bulunuyordu. Bu liderler, 1962 yılına kadar tutuklu kaldılar.
Cezayir’deki
isyan konusunda Mısır’ı suçlayan Fransa, Kasım 1956’da İngilizlerin ve
İsraillilerin ülkeye yönelik gerçekleştirdikleri işgal harekâtına katıldı. Harekât
yenilgiyle sonuçlandı ve Nasır’ın Arap dünyası genelinde sahip olduğu popülerliğini
artırdı.
1956’da
FLN’ye katılmış olan genç Martinikli psikiyatrist Frantz Fanon, Fransızların
işgal ile ilgili gerekçelerinin anlamını şu şekilde izah ediyordu:
“Süveyş seferinde amaç gücünün
zirvesine ulaşmış olan Cezayir Devrimi’ne darbe indirmekti. Cezayir halkının
mücadelesini yönetmekle suçlanan Mısır’ın üzerine bombalar yağdırıldı.”
Buna
karşılık, otuzlarda Nazilerden kaçıp ABD’ye sığınan, Frankfurt Eleştirel Teori
Okulu’nun kurucuları, Alman Yahudi felsefeciler Max Horkheimer ve Theodor
Adorno, savaş sonrasında birer Siyonist soğuk savaşçıya dönüştü ve Mısır’ın
işgalini coşkuyla destekledi. Bu isimlere göre Nasır, “Moskova ile gizli dolaplar
çeviren faşist bir kabile reisi”ydi.
Felsefeciler,
bu tespitlerinin devamında şunları söylüyorlardı:
“Bu hırsız Arap
devletlerinin yıllardır soteye yatıp İsrail’in üzerine çullanmak ve bu ülkeye
sığınmış olan Yahudileri katletmek için fırsat kolladığını kimse söylemeye bile
cesaret edemiyor.”
Emperyalistlerin
buldukları bu türden kılıflar, bize bugün İran’ın Gazze ve Batı Şeria’daki
Filistin isyanının ardındaki güç olarak görülüp hedefe konulmasını anımsatıyor.
Bugün de İran, aynı söylem üzerinden, ABD, İsrail ve Arap müttefiklerinin tehdidiyle
ve saldırılarıyla yüzleşiyor.
Uluslararası
Düzlemde Yalnızlaştırma Girişimleri
Yerleşimci-sömürgeci
düzenine karşı gerçekleştirilen direnişte seferber edilen halk kitleleri, Ocak-Eylül
1957 arası dönemde yaşanan Cezayir Muharebesi boyunca Fransızların yoğun
baskılarıyla yüzleşti. Baskı araçlarından biri de sivillere uygulanan
işkencelerdi.
Ekim
1957’de Fransızların baskısı, askerin, polisin ve Fransız yerleşimcilerinin
gerçekleştirdikleri kitlesel katliamlar, bunun yanında, FLN liderlerinin yakalanması
veya öldürülmesi üzerine Cezayir Muharebesi son buldu.
Ancak
askeri açıdan mağlup olan FLN, diplomasi sahasında önemli zaferlere imza attı.
Aralık 1957’de Kahire’de düzenlenen Afrika-Asya Konferansı FLN’ye destek verdi,
bağımsızlık çağrısı yaptı, hatta o dönem ABD’de senatör olan John F. Kennedy,
Temmuz gibi erken bir tarihte Cezayir’in bağımsızlığını desteklediğini açıkladı.
Birleşmiş
Milletler içerisinde de Cezayir’in bağımsızlığına yönelik destek iyice arttı. ABD’nin
çekimser kaldığı Aralık 1957 tarihli oylamada BM Genel Kurulu, Cezayirlilerin
bağımsızlık hakkını tanıdı.
FLN
Cezayir’de yenildi, ama savaşçılarına yönelik mücadele devam etti. Mücadele,
Sakiyat Sidi Yusuf’taki katliamla zirvesine ulaştı. Şubat 1958’de Fransızlar Tunus
sınırındaki şehri bombaladılar, aralarında çok sayıda çocuğun bulunduğu 70
sivili öldürdüler. Bu savaş suçu, tüm Arap dünyası ve Eisenhower yönetimince
ağır bir dille kınandı.
Aylar
sonra Fransa’nın yeni başbakanı olan Charles de Gaulle, 4 Haziran günü Cezayir’i
ziyaret etti. Kendisini coşkuyla karşılayan yerleşimcilere şunu söyledi: “Sizi
bir ben anlıyordum.” Kısa bir süre sonra yeni bir anayasa hazırlayan de Gaulle,
cumhurbaşkanı oldu. Manevralarını endişe ile izleyen FLN liderleri mücadeleyi
kaybetmeleri durumunda “Cezayir’in Filistin’le aynı kaderi paylaşacağını” düşünüyorlardı.
Eylül
1958’de FLN, Kahire’de Arap devletlerinin yanı sıra diğer Üçüncü Dünya
ülkelerinin de hemen tanıdığı, yeni Cezayir cumhuriyetinin geçici hükümetinin
kurulduğunu duyurdu.
Bu
esnada Fransız gizli servisi, FLN üyelerine ve Almanya’daki Alman silâh
tüccarlarına yönelik suikastlar ve saldırılar gerçekleştirdi. Cezayir’e gidecek
silâhları taşıyan gemiyi Hamburg limanında havaya uçurdular. Bu süreçte Almanya’nın
başındaki isim olarak Konrad Adenauer, Cezayirlilere ve diğer Müslüman
kesimlere yönelik casusluk faaliyetlerine göz yumdu.
Ekim
ayında de Gaulle (sonrasında soytarı Yaser Arafat’ın da kullanacağı) “cesurların
barışı”ndan söz etti. Ama cumhurbaşkanı, kendi ülkesinde barıştan söz ederken,
aynı günlerde Cezayir’de FLN’ye saldırılması emrini veriyordu.
Son
Günler
Fransızlar,
FLN’nin Ulusal Kurtuluş Ordusu’na mensup insanları takip etsin diye Cezayirli
işbirlikçiler örgütledi. Bu işbirlikçilerin sayısı zamanla 26.000’den 60.000’e
çıktı. Bu kişiler, tıpkı bugün Amerikalılardan ve Avrupalılardan eğitim alan,
Filistin Yönetimi’ne bağlı paralı askerlere benziyorlardı.
Fransızların
baskısının giderek ağırlaştığı, çok sayıda Fransız askerinin ve Cezayirli
işbirlikçinin saldırılarının yoğunlaştığı Nisan 1959 itibarıyla Ulusal Kurtuluş
Ordusu savaşçılarının yarısını yitirmiş bir hâldeydi. Ekim ayında Fransızlar, 2.157.000
Cezayirliyi başka yerlere taşıdı, ordunun kontrolünde olan 1.242 toplama kampı
kurdu, 250.000’i aşkın insan Tunus ve Fas’a sığınmak zorunda kaldı.
Zamanla
60.000 Cezayirli işbirlikçi (“harki”) askeri birlikler hâlinde teşkilâtlandırıldı.
Bu birlikler, Ulusal Kurtuluş Ordusu savaşçılarının yakalanması konusunda
Fransızlara yardım ettiler. Ayrıca 19.000 işbirlikçiden bir milis gücü teşkil
edildi.
Jean-Paul
Sartre ve Francis Jeanson gibi Fransız felsefeciler, tıpkı Frantz Fanon gibi,
Cezayir’in bağımsızlığına ve FLN’ye destek verirken, Cezayirli Yahudi felsefeci
Jacques Derrida sömürgecilerden yana saf
tutup Cezayir’in bağımsızlığına karşı çıktı.
Üçüncü
Dünya’nın desteğiyle, BM Genel Kurulu Cezayirlilerin kendi kaderini tayin
hakkına destek veren kararı oyladı. Bölünme ihtimaline karşı çıkıldı. Bu, bir
önceki yıl de Gaulle’ün önerdiği bir seçenekti (oylamada 63 ülke karar lehine
oy kullanırken sekizi hayır oyu kullandı, 27’si çekimser kaldı.)
BM’deki
oylamadan kısa bir süre sonra de Gaulle, FLN ile müzakereleri başlattı. Fransız
yerleşimciler, General Franco’nun başta olduğu İspanya’nın başkenti Madrid’de
adına Organisation de l'Armee Secrete (“Gizli Ordu Teşkilâtı” -OAS) dedikleri
yeni bir terörist örgüt kurdular. Nisan 1961’de İsviçre’nin Evian şehrinde Fransızlarla
FLN arasındaki görüşmeler sürerken terörist yerleşimciler, Evian belediye
başkanını öldürdüler.
Bu
esnada, Temmuz 1961’de Fransızlar Tunus sınırındaki Bizerte şehrini
bombaladılar, 4.000 kadar Tunuslu sivili öldürdüler, binlercesini yaraladılar.
Burası, Fransız ordusuna ait olan, Fransızların boşaltmayı reddettikleri bir
askeri üssün bulunduğu yerdi.
Birçok
ülke bu saldırıyı kınadı, Fransa, uluslararası planda yalnızlaştırıldı. Ancak ABD
ve İngiltere, tıpkı bugün İsrail’i BM’de koruduğu gibi o gün de Fransızların
Bizerte’deki üssü boşaltmasıyla ilgili müzakere sürecinin başlamasını öneren BM
kararının yürürlüğe girmemesini sağladı.
Yerleşimcilerin
gerçekleştirdikleri terörist saldırılar devam etti, ama Fransız ordusu bu
faaliyetlere bir süre sonra son verdi.
1962’de
Cezayirliler bağımsızlıklarını kazandılar. Bu uğurda 1954’ten beri 300.000
insanını yitirdiler. Fransa, Cezayir’i 1830’da sömürgeleştirdiği günden beri bu
ülkede bir milyondan fazla insan öldürdü.
Bugüne
dek İsraillilerin son altı ay içerisinde öldürdüğü Filistinli sayısı 40.000’i
aştı. Binlercesi yıkılan binaların enkazı altında.
Yahudilerin
üstünlüğüne iman etmiş yerleşimci-sömürgeci idaresini korumak için daha fazla Filistinliyi
öldürmeye hazır ve hevesliler. Bugün beyaz yerleşimci-sömürgeciler, Avrupa’nın
beyaz üstünlükçüleri, sömürgelerde kalan beyazlar, tıpkı İkinci Dünya Savaşı’ndan
beri Afrika’daki ataları gibi, İsrail’in soykırımına destek sunuyorlar. Bunlara
Frankfurt Okulu’nun varisi Jurgen Habermas gibi birçok batılı aklıevvel ve
aydın da eşlik ediyor.
İsrail
paramparça edilip yerine ırk temelli olmayan, sömürgelikten kurtulmuş bir
devlet kurulmazdan önce, bu son yıllarında İsrail’in daha kaç Filistinliyi
öldürmesine izin verileceğini muhtemelen sadece Beyaz Saray’daki stratejistler
biliyor.
Joseph Massad
16
Nisan 2024
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder