“Gassân, varlığıyla, bize hep
birilerinin
bizi önemsediğini düşündürtmüştür.”[1]
[Semih Kasım (1939-2014)]
“Gassân bir dâhiydi dersem abartmış
olmam.
Onun ölümü, beni kalbimden yaralayan acı bir olaydı.
Tek tesellimse onun
hür olan her insanın
yüreğinde ve vicdanında yaşıyor olması.”[2]
[Corç Habeş (1926-2008)]
Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta bulunan Şatila Filistinli
Mülteciler Kampı’nın yanındaki Filistin Şehitleri Mezarlığı, tek ortak noktası
Filistin davasına hizmet etmiş olan, canlarını feda etmiş şehitleri bir araya
getiren, farklı dinlerden, milletlerden, etnisitelerden ve politik
yönelimlerden insanların defnedildiği bir mezarlık olarak, özel bir yer.
Mezarlık, esasında Filistin devrimi için verilen mücadelelerin, hikâyelerin ve
coğrafyaların iç içe geçtiği bir açık hava müzesi. Gassân Kenefâni’nin bahsini
ettiği, “ezilen-sömürülen kitlelerin davası olarak Filistin davasının, her
nerede bulunuyorsa, her bir devrimcinin sahiplendiği o davanın” somut tezahürü
gibi.[3] Kenefâni’ye o çok sevdiği, 9 Nisan 1936’da doğduğu Filistin toprağına
gömülmek nasip olmadı. 8 Temmuz 1972’de İsrail ajanlarınca katledilmesi sonrası
bu mezarlığa defnedilmesi, en uygun olanıydı.
Kenefâni’nin katledilmesinin üzerinden yaklaşık elli
yıl sonra, o hep bildiğimiz sıcak ve rutubetli bir Ağustos gününde mezarlığı
bulmak ve kahraman olarak gördüğüm bu adamın mezarına saygımı sunmak için yola
koyuldum. Kenefâni’nin adını gençken Filistin davasının destekçisi olduğum
günlerde işitmiştim. Sonra, üniversitedeyken Güneşteki İnsanlar romanını
okudum. Fakat hayatıyla ilgilenme ve eserlerini derinlemesine inceleme
fırsatını yıllar sonra bulabildim. Eşi Anni’nin kendisi için kaleme aldığı,
burada takdim kısmını yazma onuruna nail olduğum kitabı o dönemde okuyabildim.
Kenefâni öldüğü dönemde hem ünlü bir yazardı, hem
herkesin bildiği bir Marksist-Leninist ve Arapların birliği ülküsüne bağlı bir
isim[4] hem bir yoldaş hem mülteci, hem sanatçı, hem koca, hem dayı ve baba
idi. Hâliyle, ölümünü insanlar farklı şekilde karşıladılar.
Anni’nin kitabının en etkileyici yönlerinden birisi de
kendi anılarını aktarıyor, kendisine gönderilmiş olan taziye mesajlarını içeren
mektupları paylaşıyor, fotoğraflara yer veriyor, Kenefâni’nin yazılarından
alıntılar yapıyor, ona ve başkalarına ait sanat eserlerinden örnekler veriyor,
ölümünün yol açtığı kaybın tüm yönlerini samimiyetle dile getiriyor oluşu.
Kitap, bu içeriğiyle Kenefâni’nin ölümünü devam etmekte olan devrimci mücadele
bağlamına oturtuyor ve o cinayetten sorumlu olanlara cesaret yüklü bir mesaj
iletiyor.
Kitabın merkezinde Kenefâni cinayeti bir aile
trajedisi olarak duruyor. Bilindiği üzere, onunla birlikte on yedi yaşındaki,
tüm ailenin ve Gassân Kenefâni’nin çok sevdiği, kız kardeşinin kızı Lamis Nicem
de katlediliyor.[5] Patlama, bir yandan da Kenefâni’nin FHKC’deki ve başka
yerlerdeki yoldaşlarını da kişisel ve politik düzeyde paramparça ediyor. En
fazla etkilenen isimse Kenefâni’nin dostu, akıl hocası ve FHKC’den yoldaşı Corç
Habeş. Nekbe sonrası ailesiyle mülteci olarak Şam’a yerleşmek zorunda kalan
Kenefâni, Habeş’le ilk olarak yirmi yıl önce bu şehirde tanışıyorlar.
Otobiyografisinde Habeş, Kenefâni’nin öldürüldüğü günü
hayatının en acılı günü olarak tarif ediyor ve yaşadığı kaybın büyüklüğünü
anlatacak olan bu taziye mektubunu Anni’ye yazarken ne kadar güçlük çektiğinden
bahsediyor.[6] Anni’nin eşi için hazırladığı kitapta tamamına yer verilen bu
mektup, içten bir sevgiyi ve devrimci kararlılığı, abartısız bir biçimde
aktarıyor. Sevgili arkadaşının cenazesine katılamaması[7] ve Anni’yi bizzat
teselli edememesi nedeniyle acı çektiğini dile getiren Habeş, mektubunda şunları
söylüyor:
“Anni. Gassân’ın kaybının senin için sahip olduğu
anlamı çok iyi biliyorum, ama lütfen Fayiz’e, Leyla’ya, binlerce FHKC’li
kardeşe, her şeyin ötesinde, Gassân’ın uğruna mücadele ettiği davaya sahip
olduğunu sakın unutma.”[8]
Anni için Kanafani'nin ölümü, “olağanüstü bir
insanın”, kocasının, yoldaşının, öğretmeninin ve iki küçük çocuğunun sevgi dolu
babasının kaybıydı.[9] Ona yazdığı dokunaklı veda mektubunda “Bizi yaratan,
bizi halka teslim eden, senin o iyi ve güzel ellerin ve aklın” diye
yazıyor.[10]
O kalabalık Şatila sokakları boyunca mezarlığın
girişini ararken zihnimde bu mektuplardaki cümleler ve sebep oldukları ağır
duygular dolaşıp durdu. Girişi nihayet buldum diye düşündüm, sonra bir mezarın
civarını süpüren bir adama sakince şehit Gassân Kenefâni’nin mezarının nerede
olduğunu sordum. Özür dilercesine omzunu silkeleyerek bilmediğini söyledi. Kısa
bir süre sonra yanlış yerde olduğumu anladım: bulunduğum yer, Filistin
şehitleri için ayrılmış mezarlık değil, onun bitişiğindeki Müslüman mezarlığıydı.
Yolumu bulmaya çalışırken motosikletli orta yaşlarında bir adam gelip “Yardım
edebilir miyim?” diye sordu. Ben, daha “Kenefâni’nin mezarının nerede?”
diyemeden, “atla” dedi ve birkaç saniye içinde kendimi adamın motosikletinin
arkasında otururken buldum. Mezarlıktan hızla uzaklaştık. Mezarlıktan biraz
uzakta olan ve onun çevresinden dolanan, hayli kalabalık bir yoldan geçtik.
Beni, Lübnan’daki Filistinlilerin her gün katlanmak zorunda kaldıkları birçok
hakaretten biri olan, Şatila’nın girişindeki Lübnan ordusunun kontrol
noktasından geçirdi ve ardından, Filistin Şehitleri Mezarlığı’nın girişine
bıraktı. Bana belli belirsiz, mezarın yönünü işaret ettikten sonra, geldiği
gibi hızla ortadan kayboldu.
Mezarlığa gitmeden önce Kenefâni’nin cenaze törenine
ait arşiv görüntülerini izlemiştim. Arka planda uzanan o uzun çam ağaçları beni
epey etkilemişti. Bugün Beyrut’ta nadiren rastlayabileceğimiz bir manzaraydı
bu. Aynı fikir, elli yıl sonra bile o ağaçların büyük bir kısmının durduğunu
fark edince zihnime tekrar üşüştü. Güneş gözlüğümü yanıma almayı unutmuştum. O
göz kamaştıran güneş, mezar taşlarının o solukluğu ile birleşince benim tuhaf
bir biçimde gözlerimi kısmama neden oluyordu.
Huzurlu ve güneşte uzanmış birkaç kedi dışında boş
görünen mezarlıkta birkaç dakika aradıktan sonra Kenefâni’nin mezarını buldum.
Mezar taşının üzerindeki küçük FHKC bayrağının parlak kırmızısı, uzaktan gözüme
çarpmıştı. Ortam o kadar sakindi ki, birkaç dakika önceki kalabalık, iğne atsan
yere düşmeyecek olan Şatila kampının içinden geçen sanki ben değildim.
Kenefâni’nin mezarının tam karşısında yeğeni Lamis’in
mezarı bulunuyordu.[11] Mezarların etrafını otlar ve çiçekler sarmıştı. Bu
çiçeklerin bir kısmı kısa süre önce ekilmiş gibi görünüyordu. Çiçekleri görünce
aklıma oğlu Fayiz’in öldükten sonra babasına yazdığı mektuptaki cümleler geldi.
Orada Fayiz, her Pazar babasının kendisi ve kız kardeşi Leyla ile birlikte
bahçeye “o kibar elleriyle çiçek ektiğinden” bahsediyordu.[12] Bu bahçe,
Kenefâni ve Habeş’in çocuklarının özel buluşmalarda ve tatil günlerinde birlikte
oyunlar oynadıkları, Anni’nin “Gassân’ın gururu”[13] diye andığı bahçeydi.[14]
Fayiz’in o kısa mektubu, Anni’nin eşinin anısına hazırladığı kitapta bulunan,
en dokunaklı belgelerden biri.
Babası öldüğünde henüz dokuz yaşında olan Fayiz’in
sözleri yürek parçalayacak cinsten, duru ve samimi. Bu cümleler bize, erdemli
bir dava için şehit olmuş bir insanın o göklere çıkartılan, ara sıra
ayrıntılarından arındırılmış imajının gerisinde, dünyayı babaları olmadan
arşınlamak zorunda kalan, tüm hayatı allak bullak olmuş çocukların ailesinin
kederle tarumar olduğu gerçeğini vura vura anımsatıyor.
Fayiz’in kısa süre önce ölmüş olan babasına yazdığı
mektubu ilk okuduğumda aklıma Che Guevara’nın tıpkı Kenefâni gibi gericilerce
katledilmeden iki yıl önce çocuklarına yazdığı veda notu geldi.[15] Fayiz
mektubunda gururla, “Benim babam iyi bir insandı” diyor, Che ise evlatlarına
yazdığı o mektupta şunu söylüyor: “Babanız kendi inançları uyarınca hareket
etmiş, düşüncelerine sadakatle bağlı kalmış bir insandı.”
Fayiz mektubunda mağrur bir ifadeyle, şunu haykırıyor:
“Ben babam gibi olmak istiyorum. Babamın vatanına, Filistin’e geri dönmek için
mücadele vereceğim.” Che ise küçük çocuklarına “iyi birer devrimci olarak
yetişmelerini” tembihliyor. Ama ne yazık ki bu iki hikâyeye baktığımızda,
çocuklarının devrimci olarak büyüyüp büyümediklerini görme imkânının iki
babanın da elinden alındığını görüyoruz.
Kenefâni’nin o mütevazı mezarını ziyaret ettiğim gün
üzerinde ona ait sözlerin yazılı olduğu bir kâğıt parçasını fark ettim.
Katlanmış hâlde mezara bırakılmış olan kâğıtta şu yazılıydı:
“Ben,
yazdığım yazıların, her daim insanın kendi kaderinden sorumlu olduğuna ve onu
değiştirebileceğine, o insanın belirli bir amaç için ölme onuruna sahip
olabileceğine dair inançtan türediğini düşünüyorum.” Bu söz kâhince edilmiş bir
söz olduğunu ispatladı.
Kenefâni, bazılarının dikkatsizce bulduğu, efsanelere
has olan o cesaretiyle Che’yi anımsatacak ölçüde ölümden hiç korkmayan biriydi.
Ölmeden çok önce bir gazeteci kendisine, ölümün kendisi için ne anlam ifade
ettiğini sordu. Kenefâni şu cevabı verdi:
“Ölüm,
tabii ki benim için çok şey ifade ediyor. Önemli olan, neden öldüğünü bilmek.
Devrimci eylem bağlamında insanın kendisini feda etmesi, en yüce hayat
anlayışının, hayatı insana layık kılma mücadelesinin bir ifadesi.”[16]
Aynı şekilde, Che de silâhlı mücadelenin “kurtuluşları
için mücadele eden insanlar için yegâne çözüm olduğuna inanıyor”, bildiği
gerçekleri ispatlamak için canını ortaya koyduğunu düşünüyordu.[17]
Belki de Che astım, Kenefâni de diyabet gibi kronik,
hatta kimi zaman hayatlarını tehdit eden hastalıklardan muzdarip olduğu için bu
iki isimde ölüm korkusu düşük düzeydeydi. Ne olursa olsun, her iki insanda
gördüğümüz sağlık sorunlarının katkıda bulunduğu ortak özellikleri, muhtemelen
onların merhametli olmalarını ve ömürleri ne kadarsa o süre boyunca bu
yeryüzünde adaletsizliklere mücadele etme konusunda yoğun bir arzu duymalarını
sağladı. O dokunaklı ve kısa değerlendirmesinde Habeş bir keresinde, dostu ile
ilgili şunu söylemişti: “Gassân hayatının kısa olduğunu biliyordu, ama o aynı
zamanda hayatının eksiksiz ve anlamlı olmasını istiyordu ki öyle de oldu.”[18]
Kenefâni de Che de kırklı yaşlarını göremedi. Ama o
kısa ömürlerinde, bitmek bilmeyen enerjileri, adanmışlıkları ve azimleriyle çok
büyük bir başarı elde ettiler. Anni’nin de ifade ettiği gibi, Kenefâni, “her
zaman meşgul bir insandı, sanki ölüm yanı başındaymış, köşeyi dönünce onunla
yüzleşecekmiş gibi yaşıyordu.”[19]
Ölmeden birkaç hafta önce verdiği bir röportajda, o
günlerde henüz otuz altı yaşında olan Kenefâni, FHKC’nin çıkarttığı, kadro
sıkıntısı çeken gazetesi Hedef’i çıkartırken omuzladığı yükten ve
üzerindeki baskıdan bahsediyor[20], gazetenin her bir sayısını her yönden
incelediğini, bu sebeple, her gün on üç-on dört saat çalıştığını
söylüyordu.[21]
Eşi için hazırladığı kitapta Anni, Che gibi
Kenefâni’den önce ölmüş olan devrimcilerle kocası arasındaki benzerlikler
üzerinde duruyor:
“Hayata
duyulan sevgi şiddete ihtiyaç duyar. Gassân, barışçı biri değildi. O da tıpkı
Karl Liebknecht, Rosa Luxemburg, Ernst Thalmann, [Patrice] Lumumba ve Ché
Guevara gibi sınıf mücadelesi içerisinde katledildi. Gassân da tıpkı onlar gibi
hayatı çok sevdi.”[22]
Esasında Kenefâni cinayeti, ancak bu bağlamda tam
olarak anlaşılabilir. O, altmışlardan seksenlere dek uzanan karşı-devrimci
suikastlar dalgası dâhilinde katledildi. Bu dönemde sömürgecilere karşı bir
dizi zafer elde edildi, bilhassa Cezayir ve Vietnam’ın kazandığı zafer bu
süreçte öne çıktı. ABD, ülke içerisinde karışıklıklarla yüzleşti. Bunlara Batı
emperyalizminin küresel hegemonyasını her zamankinden daha fazla tehdit eden
Sovyetler’in politika, askeriye ve ideoloji alanındaki ağırlığını dengelemeye
yönelik adımlar eşlik etti.
Kenefâni, kendisini davasına adamış bir
enternasyonalist[23] ve emperyalizme karşı mücadelenin küreselliğine inanan bir
devrimciydi.
“Emperyalizm
tüm gövdesiyle dünyayı kuşatmıştır, başı Doğu Asya’da, yüreği Ortadoğu’dadır,
atardamarları Afrika ve Latin Amerika’ya uzanmaktadır. Ona nerede vurur ve ona
zarar verirseniz, dünya devrimine hizmet etmiş olursunuz.”[24]
Bahsi edilen otuz yıllık dönem boyunca tüm dünya
genelinde işleyen karşı-devrim süreci dâhilinde emperyalist güçler veya onların
vekilleri devrimci liderleri ve aydınları katletti. Patrice Lumumba (ö. 1961),
Mehdi Ben Barka (ö. 1965), Malcolm X (ö. 1965), Che Guevara (ö. 1967), Martin
Luther King (ö. 1968), Fred Hampton (ö. 1969), Amílcar Cabral (ö. 1973),
Salvador Allende (ö. 1973), Steve Biko (ö. 1977), Walter Rodney (ö. 1980) ve
Thomas Sankara (ö. 1987) bu kanlı dönem boyunca katledilmiş isimlerden bazıları.
Daha da özelde Kenefâni cinayeti, İsrail’in
Amerika’nın desteğiyle Filistin kurtuluş hareketine ve destekçilerine yönelik
yürüttüğü, şiddet ve cinayetlerle tanımlı küresel harekâtın parçasıydı.
Kenefâni cinayetinden kısa bir süre sonra Ariel Şaron’un yakın dostu, gazeteci
Uri Dan, Maariv isimli İsrail gazetesine yaptığı açıklamada, cinayetin
ardındaki soğukkanlı gerekçeyi açıktan dile getiriyordu:
“Cephe’nin
Filistinli üyeleri İsrail’in kendilerini her an her yerde vurabileceğini
bilmeli. […] Kenefâni cinayeti, onlara yapılmış ‘açık bir uyarı’dan başka bir
şey değil. Bu cinayet, aynı zamanda münferit bir eylem de değil. Filistinli
liderler, kişilere yönelik terörist faaliyetlerle bugün her zamankinden daha
fazla yüzleşmeliler. Kenefâni cinayeti, bunun mümkün olduğunu, bu terörist
faaliyetlerin yürütülebileceğini ve hiçbir özel güçlüğü içermediğini ortaya
koydu.”[25]
Bu harekât boyunca hedef alınan ve sadece Cephe (yani
FHKC) üyelerinden ibaret olmayan topluluk zaten ölüm tehlikesiyle karşı karşıya
olduklarının bilincinde olan, bu konuda her türden vehimden ve yanılsamadan
uzak duran insanlardan oluşuyordu. FKÖ’nün sözcülüğünü yapan ünlü aydın ve şair
Kemal Nasır, Mahmud Derviş’in Kenefâni için yazdığı şiiri okuduktan sonra
Derviş’e şu acı yüklü sözle sitem ediyordu: “Bir şair, bundan daha fazlasını
nasıl yazabilir ki? Peki o zaman söyle bana: Benim vaktim geldiğinde şiir
heybende benim için söyleyecek sözün kaldı mı?”[26] Bu konuşmanın üzerinden bir
yıl bile geçmeden Nasır’ın vakti geldi. FKÖ üyesi Kemal Advan, Muhammed Yusuf
Neccar, Neccar’ın eşi Resmiye’nin de olduğu dokuz kişiyle birlikte, Beyrut’ta,
ileride İsrail başbakanı olacak olan Ehud Barak’ın ölüm mangası tarafından
vurularak öldürüldü.[27]
Tam da Kenefâni ve Nasır’ın duygularına benzer
duygular dile getiren Neccar, ölmeden birkaç hafta önce verdiği bir mülâkatta,
ait olduğu Filistinli kuşağının İsrail’i yenmesini beklemediğini söylüyor,
“bizim kuşak tohumları ekti, hasadı başkaları toplayacak. […] Biz muhtemelen
öleceğiz, öldürüleceğiz, çünkü karşımızda acıması olmayan bir düşman var. Biz
öleceğiz ama gençler bizim yerimizi alacaklar”[28] diyordu.
Anni’nin eşi için yazdığı kitabı, 1967’de Kenefâni’nin
yazdığı Siyonist Edebiyatı Üzerine isimli çalışma dâhil, Filistin davası
ve Siyonizmle ilgili çalışmaları, broşürleri ve kitapları yayımlamış olan,
FKÖ’ye bağlı olarak 1965’te Beyrut’ta kurulan Filistin Araştırmaları Merkezi
bastı.[29] Kenefâni’nin öldürülmesinden tam bir hafta sonra İsrailliler,
Lübnan’da yaşayan, aralarında bu merkezin yöneticisi Enis Sayeg’in de bulunduğu
bir dizi önemli Filistinli isme bombalı mektuplar gönderdiler. Siyonist
Edebiyatı Üzerine isimli çalışmanın giriş bölümünü kaleme almış olan Sayeg,
patlamada ağır yaralandı ama ölmedi.[30] Sonrasında, Kenefâni’nin ölümünden
yaklaşık bir on yıl sonra İsrail Lübnan’ı işgal ettiğinde, askerler Filistin
Araştırmaları Merkezi’nin gazete-dergi, mikrofilm, elyazmaları ve arşiv
eserlerden oluşan 25.000 ciltlik kütüphanesini yağmaladı.[31] Askerler,
merkezin bürolarını bombaladı, en az yirmi kişiyi öldürdü, birçok insanı
yaraladı.[32] Bu saldırılar, İsrail’in işgal güçlerinin “Lübnan’da
Filistinlilerce işletilen eğitim ve kültür kurumlarını yok ettiği genel saldırı
dâhilinde gerçekleştirildi.”[33]
Buradan da anlaşılıyor ki İsrail, o güne dek bilhassa
Batı’da Siyonistlerin dilinin kamusal söylem üzerinde kurduğu tahakküm
konusunda Siyonist sömürgeci projenin tarihsel analizini içeren çalışmaların
bilhassa İngilizcede ve başka dillerde yayılmasının önemli bir tehdit teşkil
ettiğini idrak etmişti. Kenefâni, Nasır, Sayeg gibi aydınların ve sözcülerin
öldürülmesinin nedeni, sırf kavgaya iştirak etmiş olmaları değildi. Bu
insanlar, belagatleri, zekâları ve iletişim becerileri sebebiyle tehdit olarak
görüldükleri için de hedef hâline gelmişlerdi. Anni’nin kitabında bahsini
ettiği özellikler, cinayetin ana sebebiydi:
“Sen,
anlaşılması en zor politik fikirleri basit bir dille izah edebilme becerisine
sahiptin. İnsanlar seni bu yüzden dinliyor, makalelerini ve kitaplarını bu
sebeple okuyorlardı. Bundan sonra da okumaya devam edecekler. İşte
düşmanlarının seni yok etmesinin sebebi buydu.”[34]
Kenefâni, kültür denilen alanın devrimci mücadeledeki
öneminin bilincindeydi. Altmışlı yıllardan öldüğü güne dek Kenefâni, “Maoist
düşünceden aldığı feyzle, ABD modernizmine ait görüşlerden aldığı ilhamla,
Siyonist edebiyatına dair yoğun okumasıyla, bir yandan da Filistin’deki edebi
üretimde Sovyetler’e has toplumsal gerçekçilik akımının yarattığı birikimden
beslenmek suretiyle, direniş edebiyatını Filistin ve Üçüncü Dünya kurtuluş
mücadeleleri bağlamında teorize etti.”[35]
Siyonist Edebiyatı Üzerine isimli çalışmasının giriş bölümünün sonunda Kenefâni,
yaptığı çalışmanın “düşmanını tanı” denilen ana ilke temelinde tamamladığını
söylüyordu.[36] En yüksek riskleri alarak yürüttüğü çalışma, edebiyat
eleştirisi ile ilgiliydi. Tanımak için uğraştığı aynı düşman, onu beş yıl
içerisinde katletti.
Kenefâni’nin ölümünün üzerinden elli yıl geçmiş
olmasına rağmen İsrail’in uyguladığı şiddetin dozu hiç düşmedi. O günden beri
İsrail, birçok Filistinli lideri, aydını ve savaşçıyı katletti. Birçoğunu
hedefe koydu. Öldürülenler, ilkeli, paraya tamah etmemiş, yozlaşmamış
kişilerdi. Bu insanlar, tıpkı Kenefâni gibi, militanlıkla fikri mücadeleyi
birleştirebilmiş kişilerdi. Bu birleşimi varlığında en iyi örnekleyen
isimlerden biri de 2017’de katledilmiş olan Basil Arac’dı.[37]
Kenefâni’nin romanları ve hikâyelerinin kendilerine
yönelik yaygın bir biçimde dillendirilen övgü sözlerini hak ettiğini söylemek
gerekiyor. Onun farklı konuları ele alan, karmaşık yapıdaki yaratıcı roman
pratiğinin bize Filistin davası, Siyonizm ve insanlığın yüzleştiği açmaz
konusunda çok şey öğretebileceğini görmeliyiz. Nahid Hattar’ın da ifade ettiği
biçimiyle:
“Yazma
pratiğine vaktini, sevdasını ve zihnini Kenefâni kadar adayabilmiş bir başka
kişi daha yoktur. Âşıkların ve kemterlerin gözyaşlarıyla can bulan bir zihin
açıklığı, zarafet, güzellik ve insaniyet vardı onda. […] Kenefâni’yi okuyan
kişi, Filistin’i düşünmeden edemiyor. Kişisel özgürlüğüyle ülkesinin
kurtuluşunu, zihnini özgürleştirmekle vatanı özgürleştirmeyi birlikte düşünmek
zorunda kalıyor.”[38]
Ama gene de Kenefâni, tek başına roman yazarı olarak
ele alınmamalı. Bu yaklaşım, bizi onun politik yazılarına, duruşuna ve davaya
bağlılığına körleşmemize neden oluyor.[39] İngilizce konuşulan dünyada özel
olarak görülen bu körlük, tek başına Kenefâni’nin roman haricinde kaleme aldığı
yazıların İngilizceye yeterince çevrilmemiş olmasının bir sonucu değil. Bu
körlük, bir yanıyla, Batı’da Filistin’le dayanışma hareketi içerisinde açığa
çıkan yapısal sorunların bir tezahürü. Bu hareketin büyük bir kısmı, Filistin
kurtuluş mücadelesini ve direniş hareketini silâhlı mücadele de dâhil, aldığı
tüm biçimleriyle birlikte destekleme konusunda isteksizken, direniş ve anma
pratiği üzerinden başvurulan şiddet dışı araçlara ve BDS kampanyasına
odaklanıyor.[40]
Kenefâni ve mirası ile ilgili tartışmanın odağında
silâhlı direniş meselesi duruyor. Daily Star’da onun ölümü üzerine çıkan
yazıda dile getirildiği gibi, Kenefâni “tek kurşun sıkmamış bir komandoydu”.
Buna karşın, o silâhlı mücadelenin hem Filistinliler hem de tüm ezilen halklar
için meşru ve gerekli olduğuna inanıyordu. Kenefâni, FHKC’nin ve silâhlı
mücadele yürüten diğer Filistinli örgütlerin uyguladığı devrimci şiddete hiçbir
zaman mesafe almadı. “Burjuva ahlakçılığı”nı[41] reddeden Kenefâni, silâhlı
mücadelenin kendi vatanları ve onurları için mücadele eden, işgal altındaki
ezilen bir halk olarak Filistinlilerin ahlaken bir hakkı olduğunu gururla ifade
ediyordu. O, aynı zamanda silâhlı mücadelenin “ideal propaganda biçimi”
olduğunu, “ABD’nin kullandığı devasa propaganda mekanizması”na rağmen,
kendisini özgürleştirmek için mücadele eden halkın en nihayetinde her şeye
karar vermesini sağlayanın silâhlı mücadele olduğunu söylüyordu.[42]
Kenefâni’nin görüşlerinde ve inancında silâhlı
mücadele öylesine merkezi bir yere sahipti ki 1966’da Gazze’ye yaptığı
ziyaretten dönüşünde duygularını şu şekilde ifade etme gereği duymuştu:
“Sözlerimin
silâhın boşluğunu doldurma konusunda kifayetsiz ve cılız kaldığını, saygı
duyduğum şeyler uğruna her gün ölen gerçek insanların ortaya çıkmasıyla
birlikte o sözlerin soluklaştığını ilk kez hissettim.”[43]
Elli yıl sonra, Filistin’de, üyesi olduğu FHKC’yi de
içeren, birliği tesis etmeyi bilmiş, etkisini göstermiş silahlı direnişin kendi
adını anarak mücadeleyi sürdürdüğünü görseydi, Kenefâni’nin içini sevinç
kaplayacağına hiç şüphe yok.[44] Mayıs 2021’de de bu yazıyı yazdığım Mayıs
2023’te de Gazze’de birlik olmuş örgütleri merkezine almış olan, giderek tüm
tarihi Filistin genelinde eylemlilik sürecini koordineli eylemlerle büyüten,
Güney Lübnan’da Hizbullah’la doğrudan işbirliği içerisinde hareket eden bu direniş,
İsrail ordusunun saldırılarına karşı koymayı ve ateşkes şartlarını düşmana
dayatmayı bildi. Bunun İsrail’in elindeki caydırıcılık becerisini ortadan
kaldırdığını, askeri dengeyi düşmanın gücüne halel getirecek şekilde yeniden
sağladığını görmek gerekiyor.
Anni’nin eşi için yazdığı kitapta bir yerde, Gassân’ın
elliler boyunca Şam’da Birleşmiş Milletler Yakındoğu’daki Filistinli Mülteciler
İçin Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) bünyesinde kurulmuş okulda öğrencisi
olmuş insanların yüzde yetmişinin sonrasında “komando” olduğunu söylüyor.[45] O
çocuklar da Kenefâni gibi devletsiz birer mülteci gibi bir kampta yaşıyorlardı.
Kenefâni o kampta öğretmen olmazdan önce o çocuklar gibi bir mülteciydi.
Altmışlarda Kenefâni ünlü bir romancı oldu. Eşi Danimarkalıydı ve önemli bir
kültürel figürdü. Bu rahat ve güvenli yolu kaçış güzergâhı olarak
kullanabilirdi. Ama o, 1956’da mektup tarzında kaleme aldığı “Gazze’den Gelen
Mektup” başlıklı kısa hikâyede ismi zikredilmeyen yazar gibi Kenefâni de
“hayatın ve varoluşun kıymetini anlamak, öğrenmek için yenilginin geride bıraktığı
o berbat yıkıntının orta yerinde kalmayı tercih etti.”[46]
Kenefâni’nin yeğeni Lamis’e yazdığı bir mektupta dile
getirdiği biçimiyle, insanlar genelde savaşanlar ve izleyenler olarak ikiye
ayrılırlar. O ise “izleyen olmamayı seçmişti.” Yani onun tercihi, “tarihimizin
en önemli momentleri ne kadar kısa olurlarsa olsunlar, onları bilfiil içinde
yaşamak yönündeydi.” Anni, onu savaşmaması konusunda ikna etmeye hiç çalışmadı.
Aktardığı biçimiyle Anni, eşini “devrimci mücadele ve davadan kopartmaya hiç
çalışmadı.” Mücadeleden kopsaydı “gene kocam olarak kalacaktı, ama o âşık ve
hayran olduğum güzel insan olmayacaktı” diyordu.[47]
Doksanlarda Hedef gazetesinin yayın
yönetmenliğini yapmış Filistinli yazar Nassar İbrahim, Kenefâni konusunda epey
bilgilendirici olan çalışmasında, Kenefâni’nin yüzleştiği açmazdan bahsediyor.
Nassar İbrahim, Gramsci’nin sözünü ettiği organik aydının gerçek bir temsili olarak
tarif ettiği Kenefâni’nin yüzleştiği bu açmaz konusunda şunları söylüyor:
“O
zor, sert, acı yüklü ve kanlı gerçeklikte büyük sorular sordu, önemli tercihler
yaptı. […] Kenefâni, karşısındaki her bir seçeneğin ödenmesi gereken bir bedeli
olduğunu peşinen biliyordu. […] Çok önemli bir momentte Gassân, Filistin
halkının gerçekliğini ve direnişini somutta ifade eden çelişkilerle ve
güçlüklerle yüzleşmeyi seçti. Bu mücadeleyi şahsen vermek, olan biteni izleyip
onunla ilişki kuran bir aydın olmak yerine Kenefâni, tüm risklerine ve dolaysız
maliyetlerine rağmen, direnişin doğal ve faal bir iştirakçisi olmayı seçti.
Gündelik hayatı aktaran bir yazar olarak hayatını sürdürme tercihinden uzak
durdu. Bu pratikte de Filistinlilerin deneyimine ait gerçek özü dışarıdan idrak
edebilirdi. Bu imkânsız değilse de zor bir pratikti. Ama Kenefâni, bir seçim
yapmak zorunda kaldı. Kendi kaderini tayin edecek yolu kendisi seçti.”[48]
Anni de Kenefâni’nin ölümü sonrası benzer bir ikilemle
yüzleşti. Artık duldu ve bakması gereken iki küçük çocuğu vardı. Kendi başının
çaresine baksa bunu herkes anlayışla karşılardı. Ama Anni bir yere gitmedi.
Ülkede kaldı ve davayla olan bağını muhafaza etti. Dahası, eşinin şehadetinin
ikinci yıldönümünde Beyrut’ta Gassân Kenefâni Kültür Vakfı’nı kurdu. O günden
beri vakıf, Lübnan’daki Filistinli mülteci kamplarında yaşayan çocuklara eğitim
hizmetleri ve destek sunuyor, Kenefâni’nin çok sevdiği ve uğruna mücadele
ettiği çocukların hayatını iyileştirecek katkılarda bulunuyor.
2022 yazında Anni ve Leyla’yı ziyaret ettim. Onlara
bir yıl önce editörlüğünü üstlendiğim Siyonist Edebiyatı Üzerine isimli
kitabın yeni yapılmış olan İngilizce baskısının bir nüshasını verdim.
Sohbetimizde Gassân’dan bahsederken kullandıkları ifadeler öyle sıcak, dolaysız
ve sevgi doluydu ki sanki Gassân, Hedef bürolarında geçirdiği yoğun bir
çalışma gününün ardından gelecek, kapıdan içeri girecek zannederdiniz. Evinin
duvarlarını süsleyen, ona ait sanat eserleri sizi öyle kuşatıyor ki ister
istemez gün ortasında hayallere dalıp gidiyorsunuz. Şöyle bir bakıyorum da
geride bıraktığı miras ve sunduğu örneklik hâlen daha canlı olan, bir şeyler
öğrendiğim onca insan ne üzücü ki göçüp gitmiş.
Bir vakitler John Berger’ın da ifade ettiği biçimiyle
“direniş denilen eylem biçimi, sadece bize sunulan dünyaya dair resimdeki
saçmalığa karşı koymakla değil, ayrıca onu mahkûm etmekle ilgilidir. Cehennem,
onun içinden mahkûm edildiği vakit cehennem olmaktan çıkar.”[49] Bu anlayış
dâhilinde, Gassân’ın o kısa ömrünü nasıl yaşayacağı konusunda yaptığı tercih,
Siyonizmin sadece Filistinlilere değil kendisini geçici süreliğine monte ettiği
bölgede yaşayan Lübnan, Suriye, Mısır gibi ülkelerin halklarına dayattığı
cehennemin uzlaşma nedir bilmeden mahkûm edilmesine dönük bir pratik olarak
görülmeli.
Gerici ideolojinin o korkak uşakları Gassân’ı
katlettiler. Onlar, Gassân’ı ve temsil ettiği her şeyi yok etmek istiyorlardı,
ama Anni’nin kitabının sonunda dile getirdiği o duygu yüklü ifadede söylediği
gibi:
“Onlar
başaramadılar. Verdiği devrimci mücadeleyle halkının içinde kök salmayı bilmiş
onurlu bir insanı kimse yok edemez. Filistin halkı ve diğer Afrikalı-Asyalı
halklar için bir şehit, bir simge, kurtuluşun bir alevi olarak sen hep bizimle
olacaksın Gassân.”
Gâssan hiç unutulmadı, unutulmayacak da. Onun
hatırası, onu ve halkını susturmaya çalışan Siyonist teşekkülden daha uzun
yaşayacak. Bu takdim yazısı ardından okuyacağınız, onu anan hatıra kitabının
yeni baskısı o hatıranın uzun yaşamasını güvence altına alacak çabalara katkıda
bulunacak.
Louis Allday
11 Eylül 2023
Kaynak
Dipnotlar:
[1] “Al-Dhikra al-khamsūn l-istishhād Ghassān Kanafāni … kalima lam tunshar min
qabl li-rafīq darbih George Ḥabash”, al-Hadaf, 8 Temmuz 2022. Çeviri bana
ait.
[2] Ghassān Sharbal, Asrār al-ṣundūq al-aswad: Wadīʻ Ḥaddād, Kārlūs, Anīs al-Naqqāsh, Jūrj Ḥabash, Riyāḍ
al-Rayyis lil-Kutub wa-al-Nashr, Beyrut,
2008, s. 409. Çeviri bana ait.
[3] S. Marwan, “A Tribute to Ghassan Kanafani”, al-Hadaf,
22 Temmuz 1972. Aktaran: Ghassan Kanafani, “The 1936-39 Revolt in Palestine”, Tricontinental
Society, Londra (1980).
[4] Her ne kadar 1967’de FHKC’nin kuruluşu çoğunlukla
Kenefâni ile Habeş’in Panarabizmi, Arapların birliğini öne çıkartan ideolojiyi
Marksizm-Leninizm adına redde tabi tutmalarının bir sonucu olarak görülse de bu
analiz, en genel manada her iki ismin Filistin davasını genel Arap mücadelesiyle
kopmaz bağlarla bağlı bir olgu olarak görmeyi sürdürdükleri gerçeğinin üzerini örtüyor.
Anni’nin Kenefâni için hazırladığı kitapta da dile getirdiği biçimiyle: “Kenefâni,
direniş hareketini geliştirmek, Filistin kurtuluş hareketini milliyetçi
olmaktan çıkartıp Filistin’in kurtuluşunun önemli bir parçası olan Arap birliği
üzerine kurulu devrimci sosyalist harekete dönüştürmek için mücadele eden
isimlerden birisiydi. Kenefâni, her zaman Filistin sorununun Arap dünyasının
genel toplumsal ve politik durumundan kopuk olarak çözüme kavuşturulamayacağına
her daim vurgu yapardı.”
[5] Kenefâni, bilhassa Lamis’e yakındı. Anni, yeğeninin kocasının “ilham perisi” olduğunu söylüyor. Birçok doğum gününde Gassân, onun için bir kitap yazıyor veya bir hikâye çiziyor. Lamis’in sekizinci doğum günü için yazdığı Küçük Fener isimli kitaba Kenefâni’nin elyazılarının ve çizimlerinin yer aldığı, İngilizce çevirisini içeren bir baskı içerisinde yer verildi. Ghassan Kanafani, The Little Lantern, (Ghassan Kanafani Cultural Foundation, 2005).
[6] George Habash, Ṣafaḥāt min masīratī an-niḍālīya muḏakkirāt, Markaz Dirāsāt al-Waḥda al-ʻArabīya, Beyrut, 2019, s. 218.
[7] Habeş cenaze töreni esnasında ciddi bir
hastalıktan kurtulmuştu ve nekahet dönemindeydi.
[8] Anni Kanafani, Ghassan Kanafani, Nisan
1973, Palestine Research Center.
[9] Ghassan Kanafani.
[10] Ghassan Kanafani.
[11]
Anni, “Gassân ile Lamis’in mezarlarını sık sık ziyaret ettiklerini” söylüyor:
“Ağaçların gölgesine gömdük onları. Toprak, kovuldukları Filistin toprağı kadar
kuru ve kızıl.” Ghassan Kanafani.
[12] Ghassan Kanafani.
[13] Ghassan Kanafani.
[14] Habash, Ṣafaḥāt min masīratī an-niḍālīya muḏakkirāt, s. 218. Kenefâni’nin aile bahçesine yönelik özel
ilgisinden Habeş de bahsediyor.
[15] Ernesto Che Guevara, I Embrace You with All My
Revolutionary Fervor: Letters 1947-1967 (Penguin, 2021), s. 322.
[16] Ghassan Kanafani.
[17] Che’nin anne-babasına 1965’te yazdığı veda
mektubundan. Guevara (2021), s. 323.
[18] “Al-Dhikra al-khamsūn l-istishhād Ghassān
Kanafāni … kalima lam tunshar min qabl li-rafīq darbih George Ḥabash”, al-Hadaf, 8 Temmuz 2022.
[19] Ghassan Kanafani. Habeş de aynı şekilde onu “zamana
karşı yarış içerisinde biri” olarak tarif ediyor. A.g.e.
[20] 1969’da Kenefâni tarafından kuruldu.
[21] Gassân Kenefâni 1972’deki bir mülâkatında şunu
söylüyor: “Antiemperyalizm sayesinde sosyalizm, savaş ortasında durulmaması
gerektiğine dair bilinci edindi.” Samidoun, 11 Temmuz 2022. (Mülâkatın
İngilizce çevirisi şurada yer alıyor: Palestinian Affairs, Sayı 36,
Temmuz 1974). Erişim tarihi: Nisan 2023.
[22] Ghassan Kanafani.
[23] Kenefâni, 1966’da katıldığı Afrikalı-Asyalı Yazarlar
Konferansı için gittiği Çin’e dair değerlendirmesinde bu kurulan bağlardan
yoğunluğundan bahsediyor. Konuşmasının sonuç bölümünde Kuzey Vietnamlı bir delege,
bir hafta önce düşürülmüş olan bir Amerikan uçağına ait parçaları dağıtıyor. Bunun
üzerine Kenefâni konuşmasını sonuçlandırmayarak, “Kuzey Vietnamlı meslektaşım
gibi bir şeyi burada sunamıyorum, ama bir sonraki konferansta onun yaptığını
yapacağıma söz veriyorum” diyor, yerine geçip bir anda “gözyaşlarına boğuluyor.”
Stefan Wild, Ghassan Kanafani: The Life of a Palestinian (1975), s. 17.
Wild bu hikâyeyi şu çalışmadan aktarıyor: George Hajjar, Kanafani: Symbol of
Palestine (1974), s. 71.
[24] Bu cümleler, Filistin davasıyla dayanışma
içerisinde olanlara ilham vermeye hâlen daha devam ediyor. Nisan 2023’te İngiltere’de
faaliyet yürüten ve ülkede faal olan İsrail silâh şirketlerine karşı doğrudan
eylemler gerçekleştiren Filistin Eylemi isimli örgütün bir üyesinin yazdığı
yazıda örgütün eylem gerekçeleri izah edilirken Kenefâni’nin bu sözü
alıntılanıyor. Dante, “Unravelling the Paper Tiger: Palestine Action’s Siege”, Ebb Magazine, 6 Nisan 2023. Erişim tarihi:
Nisan 2023.
[25] “The Killing of Kanafani”, Journal of
Palestine Studies, Cilt. 2. Sayı. 1. (Güz, 1972), s. 149.
[26] Elias Khoury, “Remembering Ghassan Kanafani, or
How a Nation was Born of Storytelling”, Journal of Palestine Studies, Cilt.
42 Sayı. 3. (Bahar, 2013), s. 85.
[27] Aynı operasyon bünyesinde Lübnan’da FHKC’ye ait
olan bir binaya saldırı düzenlendi ve birkaç savaşçısı katledildi. BM Güvenlik Konseyi’ne
yazdığı “İsrailli teröristlerin eylemleri”ni eleştiren mektubunda Lübnan’ın
Daimi BM Temsilcisi Edouard Gorra şunları söylüyor: “İsrail hükümeti her fırsatta, imkân
bulduğu her yerde, Filistinlilere hiçbir gerekçe öne sürmeden saldıracağını
açıktan beyan etmek suretiyle bu küstah terör siyasetini tırmandırıyor. İsrail’in
gücünden kaynaklanan kibrin eseri olan bu açıktan mahkûm edilmesi gereken
acımasız siyasetinin tek bir hedefi var. Bu hedef uyarınca Filistin halkı ya
yok olacak ya da meşru haklarından vazgeçmek zorunda kalacak.” Lübnan’ın Daimi
BM Temsilcisinin Güvenlik Konseyi Başkanı’na gönderdiği 11 Nisan 1973 tarihli
mektup. Erişim tarihi: Nisan 2023.
[28] “Most Probably We’ll All Die”, Time, 23 Nisan 1973. Erişim tarihi: Nisan 2023.
[29] Bu çalışmanın ilk İngilizce çevirisi, Kenefâni’nin
ölümünün on beşinci yıldönümünde, 8 Temmuz 2022 günü yayımlandı. Bkz.: Ghassan
Kanafani, On Zionist Literature, Ebb Books/Liberated Texts (2022). Mahmud
Necib’in yaptığı çevirinin editörlüğünü ben üstlenmiştim. İngilizceye daha önce
çevrilmemiş olan eser daha önce yayımlanmamıştı.
[30] Shafiq al-Hout, My Life in the PLO, Pluto
Press (2011), 107. Şefik Hut, aynı harekât dâhilinde gerçekleştirilen bir
bombalı mektup saldırısının hedefi oldu. Ancak mektubu açmadan önce
gönderilenin bombalı mektup olduğunu anladı ve saldırıdan burnu kanamadan
kurtuldu.
[31] Ihsan A. Hijazi, “Israeli Looted Archives of
P.L.O Officials Say”, NYT, 1 Ekim 1982. Erişim tarihi: Nisan 2023. Filistin Araştırmaları
Merkezi’nin arşivinin kaderi konusunda daha fazla bilgi için bkz.: Hana
Sleiman, “The Paper Trail of a Liberation Movement”, PS. Erişim tarihi: Nisan 2023.
[32] Trudy Rubin, “The fall of the PLO’s ‘state within
state’ in Lebanon”, CSM,
10 Şubat 1983. Erişim tarihi: Nisan 2023. Bombalama eyleminin sorumluluğunu sonrasında
İsrail’in kurduğu anlaşılan, terörist saldırı kampanyasında İsrail’in
parmağının olduğu gerçeğini gizlemek için subayların kullandığı “Lübnan’ı
Yabancılardan Kurtarma Cephesi” isimli bir örgüt üstlendi. Remi Brulin, “How
the Israeli military censor killed a story about ‘terrorist’ bombing campaign
in Lebanon in 1980s”, Mondoweiss, 23 Ekim 2019. Erişim tarihi:
Nisan 2023.
[33] Munir Fasheh, “Graham-Brown, Education,
Repression and Liberation”, MERIP, 136/137, Ekim-Aralık 1985. Erişim tarihi: Nisan 2023.
[34] Ghassan
Kanafani.
[35] Elizabeth
M. Holt, “Resistance Literature and Occupied Palestine in Cold War Beirut”, JPS, Cilt. 50 Sayı. 1. 2021. Erişim tarihi:
Nisan 2023.
[36] On Zionist Literature (2022), s. 6.
[37] Arac Filistin Yönetimi’nin işbirliği dâhilinde
katledildi. Bu yönetim, Kenefâni ve Arac gibi isimlerin karşı olduğu her şeyi varlığında
somutlayan komprador bir teşekkül. 2021’de öldürülen militan aydın Nizar Benet
vakasında da cinayeti aynı yönetime mensup çeteler işlemişlerdi.
[38] Nahed
Hattar, “Ghassān Kanafāni … al-ṣarkha la tazāl tudawwi”, Akhbar, 31 Ağustos 2015, Erişim tarihi: Nisan 2023. Çeviri
bana ait.
[39] Bu konuda elimizde Kenefâni’nin kız kardeşi Feyza’nın değerlendirmesi var. Feyza, Lamis ve Gassân öldürülmezden önce “Lamis’in dayısından devrimci faaliyetlerini biraz azaltmasını, hikâyelerine yoğunlaşmasını istiyor. ‘Hikâyelerin çok güzel’ deyince Gassân ‘hikâye yazma işine geri mi döneyim? Güzel hikâye yazıyorum, çünkü bir davaya, o davanın dayandığı ilkelere inanıyorum. Bu ilkelere sırtımı döndüğüm gün hikâyelerim kurur. O ilkeleri terk edersem sen bana saygı duymazsın.’ Gassân yeğenini mücadelenin ve ilkeleri savunmanın nihayetinde her konuda başarıyı getireceğine ikna etmeyi bilmişti.” Ghassan Kanafani, “The 1936-39 Revolt in Palestine”, Tricontinental Society, Londra (1980).
[40] Bu tespitte amaç, BDS gibi şiddet dışı araçlara
dayanan çabaların önemsiz veya beyhude olduğunu söylemek değil. Bilâkis, BDS
silâhlı mücadelenin ayrılmaz bir parçası olduğu direniş faaliyetlerinin önemli
bir parçası olarak görülmeli. Bu meseleye dair bir tartışma için bkz.: Louis
Allday, “The Palestinians’ Inalienable Right to Resist”, Ebb, 22 Haziran 2021. Erişim tarihi: Nisan
2023. Türkçesi: İştiraki.
[41] Ghassan Kanafani, “On the PFLP and the September
Crisis”, New Left Review, I/67, Mayıs/Haziran 1971.
[42] Kenefâni’nin bu açıklaması şu çalışmadan alındı: The
Red Army/PFLP: Declaration of World War (1971, Masao Adachi and Koji
Wakamatsu).
[43] Nancy Coffin, “Engendering Resistance in the Work
of Ghassan Kanafani: All That’s Left to You, Of Men and Guns, and Umm Sa’d”, The
Arab Studies Journal, Cilt. 4, Sayı. 2 (Güz 1996).
[44] Redfish’e Mayıs 2021’de verdiği mülâkatta FHKC’nin Gazze biriminin merkezi komite üyesi Mahir Mezher, örgütün askeri kanadının “Ebu Ali Mustafa, Vedii Haddad, Gassân Kenefâni, Ribi Haddad ve Raid Nazzal başta olmak üzere tüm şehitlerin dökülen kanlarının mirasına sahip çıkacağını, verdiği sözden asla dönmeyeceğini” söylüyor. Erişim tarihi: Nisan 2023.
[45] Anni’nin bu aktarımını ilk duyduğumda, aklıma
2009’da aynı okulda verdiğim İngilizce dersleri geldi. Derste İngilizce pratik
için gerçekleştirdiğimiz bir sohbet esnasında öğrencilerden ne istediklerini
söylemelerini istemiştim. Orada düşünceli düşünceli oturan bir delikanlı,
kalkıp tüm samimiyetiyle şunu söylemişti: “Bir tüfek istiyorum, bir tüfeğim olsun
ki Filistin’e gidip vatanımızı geri almak için dövüşebileyim.”
[46] İngilizce çevirisi için bkz.: Ghassan Kanafani,
“The 1936-39 Revolt in Palestine”, Tricontinental Society, Londra
(1980).
[47] Ghassan Kanafani.
[48] Nassar Ibrahim, “Ghassān Kanafāni lais qiddīsan
wa la ayqūna jamida, kan tha’iran yaktob li-al-ḥayat“, Ḥuqool, 19 Temmuz 2017. Çeviri
bana ait.
[49] John Berger, “Against the great defeat of the world”, Race & Class, 40/2-3, 1999. Berger, Kenefâni’yle özel olarak ilgilenmiş olan bir isimdi. 2008 tarihli From A to X [“A’dan X’e”] isimli romanını onun hatırasına ithaf etmişti. Aynı yıl, her yıl düzenlenen Filistin Edebiyat Festivali dâhilinde Berger, Kenefâni’nin “Gazze’den Gelen Mektup”unu okudu. Mektubu bitirdikten sonra gözyaşları içerisinde kendi yorumunu aktarmıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder