29 Mayıs 2024

, , ,

Emperyalizmin Neferleri


Bazı sol örgütler, “AKP, İsrail’le ilişkilerini kessin” diyor. Bu talebe sol örgütler de cevap vermeli. Sol örgütler de İsrail’le kurdukları diplomatik, siyasi ve ideolojik ilişkileri kesmeli. İsrail’in varlığını meşru görenler, “İsrail yaşamalı” diyenler, İsrail’in “ilericiliğin karakolu” olduğunu düşünenler, bugün yaşanan zulüm karşısında hesap vermeli.

Ama sol örgütlerin önemli bir bölümü “gerici bataklık” olarak gördükleri Ortadoğu’dan yıllarca kaçtılar, uzak durdular. 2003 Irak işgaliyle birlikte geri döndüler. “Embedded” ajanlar olarak Amerikan birliklerinin kuyruğuna takıldılar. Amerika ve NATO’nun işgüzar neferleri oldular. O bataklığı “Kadın ve Gençlik”le kurutacağını söyleyen[1] Amerikan dışişleri bakanının gönüllü askerliğini üstlendiler. Birden Ortadoğu uzmanı kesildiler. Aşağılık devletler ve milletler topluluğu olarak gördüğü Ortadoğu’ya parmak sallayıp akıl vermeye, ahkam kesmeye başladılar. Ortadoğu bataklığına karşı projeler geliştirdiler. Varlıklarını devrim ve sosyalizm değil, bu projeler üzerinden tanımladılar. Kadını ve gençliği emperyalizme örgütlediler.

İşgal sonrası Türk devleti, Suriye ile ilişki geliştirdi. Burada tercümanlık ve aracılık işlevini bizatihi TKP’nin yetiştirdiği Hüsnü Mahalli isimli gazeteci üstlendi.[2] Bu gazeteci, ülkesinin Türkiye tarafından ilhak edilmesini bile savunuyordu. Kendi ülkesinin halkına bu fikri sorma gereği bile duymuyordu. Çünkü o da ülkesini aşağılayan, onun ancak emperyalizmle birlikte ilerleyebileceğini düşünen bir solcuydu. Ülkesindeki derin devletin bu operasyona karşı olduğunu, ülkedeki liberalizmi ve neoliberal düzenle entegrasyonunu istemediğini solcu olarak eleştirip durdu.

Aynı dönemde özellikle Suriye odaklı bir çalışma başlatıldı. “Doğu Konferansı” isimli bu çalışma, iyi niyetli taşları topluyormuş gibi görünse de, esasında Ahmet Necdet Sezer başkanlığında, Türkiye üzerinden işleyen emperyalist-kapitalist projenin öncü faaliyeti olarak yürütüldü. Aydın Çubukçu ve Ömer Laçiner gibi isimlerin yer aldığı konferansın ayak bastığı her yerde bir süre sonra oluk oluk kan aktı. Hiçbiri, tek satır hesap vermedi. Bunların tek bir eylemine şahit olunmadı. Birer tüccar ve seyyah olarak gidip Halep çarşısında kahvesini içtikleri adamın hikâyesini satanlar, o çarşıya düşen bombaların ağıtını bile yakmadılar.

O konferans üzerinden bölge ülkelerinin sınırları, sermayenin özgürlüğü adına silikleşti, tasfiye edildi. Sonra Suriye-Türkiye sınırındaki mayınlar, ticaret rahat aksın, o konferansçı aydınların gönlü olsun, özgürlükler artsın diye, temizlendi. Mayınları temizleme işini İsrail üstlendi. Erdoğan, o zaman bu durumu eleştirenlere “ırkçılık yapmayın. Ne var İsrailliler temizliyorsa!” diye çıkışıyordu.

Sonra Suriye gündemi ısındı. Belki de Suriye yağması için PKK ile çözüm sürecine girildi. Hillary Clinton’a sunulan, sonradan basına sızdırılan bir komutanlık raporunda, “Türk ordusunun Suriye’ye girip Esad’a müdahale etmesini AKP istemiyor, ama ordu istiyor” deniliyordu. Erdoğan ayak diredi, “ben onca anlaşma yaptım Suriye’yle. Zarar ederim” dedi. Obama da dedi ki “Git İran’la gizli ticaret yap. Açığını oradan kapat.” Bu işi ifşa etmek, gene ABD istihbaratına ve uzantısı olan Fethullahçılara düştü. Borusunu CHP öttürdü. “Hırsız Tayyip” sloganı, bu ticari ilişkilerin üzerini örttü. Ama İran’dan gelen paraların önemli bir kısmının orduya akışına kimse laf etmedi. Şanlı ordu, Suriyeli çeteleri eğitti.

Kimse, Suriye’de dökülecek kanla ilgili değildi. Herkes, Birinci Dünya Savaşı’ndaki yağmadan pay isteyen, Lenin’in eleştirdiği solcular gibi, Suriye yağması karşısında sustu. Üç maymunu oynadı. Yağmadaki payının çanağına konulmasını bekledi.

Sonra Suriye yağması başladı. Önce mülteci kampları adı altında NATO beslemesi çetelerin kampları savunuldu. Bugün İmamoğlu’nun dışişleri danışmanı olan Aslı Aydıntaşbaş, o günlerde “NATO’nun burada gömülü bir sürü silahı var. Bunları Suriyeli direnişçilere gönderelim” diyordu. NATO adına konuşuyor, NATO koridorlarından gelen malumatları satıyordu.

Kampları savunma işini burada DSİP gibi örgütler üstlendi. Ömrü boyunca silahtan uzak durmuş olan DSİP çizgisi, Suriye içerisinde silahlı bir ekip bile kurdu. Yalandan pozlar verildi. Çetelere meşruiyet kazandırıldı. EMEP’liler o günlerde örtük olarak, El-Kaide’yle iltisaklı çeteleri övüyordu. Aynı gelenekten gelen ESP, “Esed zulmü”nden söz ediyordu.

Bugün türlü geleneklerden gelen sol örgütlerin önemli bir bölümü, Suriye’de kırılmaya çalışılan mukavemet eksenine karşı emperyalist eksenden, Amerika, NATO ve İngiltere’den yana saf tutuyor. Bu emperyalizmin ilerlemeyi sağlayacağını, bataklığı kurutacağını, eşitliği-özgürlüğü güvence altına alacağını düşünüyor. Sol örgütler, bugün emperyalizmin birer neferi ve ajanı olarak kullanılıyor. Çünkü örgütler, emperyalizm ve kapitalizm karşıtı kavramlar setiyle ve proletarya-burjuvazi ayrımıyla değil, soyut, sadece burjuvaziye işaret eden, “ileri-geri” ayrımıyla düşünüyorlar. Böyle düşünmeye alıştırıldılar. İlerici olmakla övünmeye, ilerici oldukları için sırtlarının sıvazlanmasına alıştılar. Dişlerine kan değdi, asla vazgeçmezler. Bu sosyalistlerin savunduğu şey, esasında “ileri burjuva devrimi” ve bu devrim yüz yıldır gerçekleşmek bilmedi, bin yılda gerçekleşmeyecek, kendilerine hep “ihtiyaç” duyulacak, bunu iyi biliyorlar.

Aynı sosyalistler, sırtlarını sıvazlayanlara, kendilerini övenlere kulluk etmeye mecburlar. Onlar, bu ülkenin sadece İngiltere’ye, Amerika’ya ve oradan da Almanya-Fransa hattına göre kurulmuş olan tarafını seviyorlar. Oraya bağlı, oranın emirlerine uygun olarak yaşıyorlar. Orada soluk alıp veriyorlar. Can damarlarını oraya bağlamışlar. Ortadoğu’daki ezilen-sömürülen halk kitlelerinin direnişi ve eylemiyle düşünmüyorlar. Kendilerini oradan kurmuyorlar. O kan ve terle varolmuyorlar. Sadece batı emperyalizminin “Gör” dediğini görüyor, kulağına fısıldadığı sözleri sloganlaştırıyorlar.

Bugün EMEP gibi yapıların işçi sınıfıyla kurduğu ilişkiler, esasen ülkenin emperyalizmle rabıtası dâhilinde bir anlam ve değere sahip. Bu rabıtanın ana zemini, DİSK. Onun Ebert Vakfı[3] gibi oluşumlarla kurduğu bağları. Artık devrimci değil, ilerici olan, kendisini batıya bu sıfatla pazarlayan DİSK, emperyalizmle ve tekellerle bağlantılı konfederasyonların, AB kurullarının, sermaye odaklarının emirlerini yerine getirmeye mecbur. DİSK’in başında kim olursa olsun, TÜSİAD’la “Türkiye Yüzyılı Çalıştayı” düzenlemeye mecbur. DİSK’in başkanı, “grev işçiye zarar verir” demeye mecbur. AB kurullarının emrini yerine getiren, bu kurullar adına solculuk yapan ÖDP türü örgütler, burada yalandan “bağımsızlık” mitingi yapmak zorunda.

Londralı Aydın Çubukçu’nun yönettiği EMEP, Savunma Bakanlığı’na ve İngiliz ordusuna Ortadoğu konusunda danışmanlık hizmeti sunmuş olan solcu Gilbert Achcar’ı[4] ve İngilizlerin kurduğu İsrail’in ajanı Siyonist bir ismi, düzenlediği Ortadoğu Konferansı’na çağırmak zorunda. O, İngiliz solculuğunun “medenileştirme misyonu”nun bir aparatı.[5] O solculuk, emperyalizmin işçi vekilleri üzerinden, “İngiliz işçi sınıfını kolektif ‘İmparatorluğun paydaşları’ hâline getirmek istiyor.” O paydaşlar, bugün “paydaş kapitalizmi”nin ajanı olmak için türlü taklalar atıyorlar.

Gelen eleştiriler üzerine verdiği cevapta Gilbert Achcar, kendisine İngiliz askerlerine eğitim vermesini Noam Chomsky’nin tavsiye ettiğini söylüyor. Bilindiği üzere Noam Chomsky, NATO’nun Suriye’ye müdahale etmesi talebini içeren mektubun imzacıları arasında.[6] Achcar’ın askeriyeyle ilişkisi, onun Ukrayna’daki sol cumhuriyetlerin direnişine, faşizmin yükselişine, NATO’nun yürüyüşüne kör bakmasına neden oluyor. O ilişki, Ukrayna devletinin NATO ile bağı üzerinden yürüttüğü savaşa destek vermeyi emrediyor.[7] O askeriyeyle ilişki, EMEP’i Filistin-Ukrayna hattında emperyalistlerin eylemlerine bağlıyor.

Aynı Aydın Çubukçu’nun partisi, Suriye’nin çeteler eliyle işgaline de destek vermişti. Aynı partinin ilişki kurduğu Siyonist çeteler, bugün Filistinlileri soykırıma tabi tutuyor. EMEP, bunu sessizce alkışlıyor. O yüzden, 7 Ekim direnişini “pogrom-katliam” olarak gören bir İsrail ajanından Ortadoğu dersleri alıyor. İsrail’in tecrit edilmesi gerektiği momentte, EMEP Siyonizme yardım eli uzatıyor. Bu eli işçi sınıfı illaki kıracaktır.

İşçi sınıfı, mazlum milletlerin, halkların, direnişçi örgütlerin kendisi için, kendi içinde, kendisi adına dövüştüğünü bilmek zorunda. Onu bu bilinçten uzak tutanlar, emperyalizmin uşağı hainlerdir.

Eren Balkır
28 Mayıs 2024

Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Şer Ekseni”, 5 Ağustos 2016, İştiraki.

[2] Eren Balkır, “Prens Selahattin”, 11 Aralık 2015, İştiraki.

[3] Kenan Öztürk, “Friedrich Ebert Vakfı”, Ağustos 1988, İştiraki.

[4] Phil Miller, “SOAS Profesörü Achcar”, 28 Temmuz 2019, İştiraki.

[5] Alfie Hancox, “Lieutenants of Imperialism: Social Democracy’s Imperialist Soul”, 15 Temmuz 2021, Roape.

[6] Michael Chossudovsky, “İmparatorluğun Solcu Aydınları”, 9 Ocak 2018, İştiraki.

[7] Gilbert Achcar, “A Memorandum on the Radical Anti-Imperialist Position Regarding the War in Ukraine”, 28 Şubat 2022, IV.

0 Yorum: