03 Mayıs 2024

, ,

Tarihi Gaz Kemeri: Herkes İçin CHP


1 Mayıs’ta Saraçhane’de bariyerlerle çevrili alana sendikacılığın ve emek mücadelesinin sıkıştırılması hedeflendi. Beşiktaş yürüyüş kolu son gün Saraçhane kararı almasaydı, tasfiyeci sol partiler, DİSK, TMMOB ve CHP, “Emeğin Yüzüncü Yılı” konseptli sendikacılık hattını hayata geçirecekti. Bu tablonun sonunda “sendikacılık bu” diyerek DİSK, “marjinal” olmadığını ve sendikacılığın icazetli sınırlarda yapılması gerektiğini söyleyip, egemenlere ve burjuvaziye güvence verecekti. CHP belediyesi önünden tarihi surlara kadar belirlenen alan, DİSK’in sendikacılık yapacağı alana denk düşer.

Arzu Çerkezoğlu, geçtiğimiz yıl 1 Mayıs’ta valilikten Taksim izni çıkmadığını, “hemen akabinde”, Maltepe alanını talep ettiklerini söyleyerek sendikacılık anlayışının ne olduğunu sınıfa takdim etme imkânı buldu. DİSK başkanı, 1 Mayıs’ı yaptırmama konusunda elinden geleni ardına koymamıştır.

İlk sorulması gereken sorulardan biri, “İşçi sendikasının genel başkanının neden doktor olduğudur”. Arzu Çerkezoğlu, Maltepe’de de konuşma yapmak için platforma çıktığında protesto edilmişti. Onun kaçtığı gerçek, sınıf mücadelesinin ilkeleridir.

DİSK geldiği aşamada kendisini 1 Mayıs’ın ve işçi sınıfının tek söz sahibi ve karar alıcısı olarak görmektedir. Elindeki Anayasa Mahkemesi kararına rağmen beş dakikayı bulmayan bir müzakereyle kitleyi dağıtma talimatı vermeyi kendisine yedirdi. Saraçhane’deki on binleri yönetemeyeceğini gerekçe olarak sunan DİSK, işçi sınıfına nasıl sendikacılık yapabilir?

En önde yer alan kitle, DİSK oraya geçmediği için barikata yürümüştür. DİSK ve KESK, Anayasa Mahkemesi kararını hatırlatacaklarını ve yürüyeceklerini iddia etti. Ellerindeki megafonla barikatın önüne gelip “Kanunsuz yol kapatma eylemine son verin, Taksim’e yürümemize engel olamazsınız, yaptığınız müdahale, Anayasa Mahkemesi’nin kararına aykırıdır” diyemedi. DİSK otobüsünü barikatın önüne getiremedi. Kendi kitlesini en öne taşıyamayıp, korteji geride bekletti. Oturma eylemine geçerek kitleyi dinamik kılamadı. Alanın başka bir noktasından geçiş için alternatif aramaya ve taktik geliştirmeye yanaşmadı, çünkü DİSK’in büyük bir sadakatle can verdiği senaryoda kendisine tek bir rol yazılmıştı: sarı sendikacılık.

DİSK, bugün önde yer alan kitleyi suçlayamaz, gerekçe olarak onu gösteremez. Sendika yürüyüşe geçseydi, öndeki gruplar yol açardı. Kaldı ki DİSK heyetinin müzakeresi için alan açıldı fakat heyet, çekilip kitleyi dağıtmaya çalıştıktan sonra sert müdahale gerçekleşti.


DİSK, rüzgâra göre hareket eden sendikadır. 80 dönemine kadar sınıf sendikacısı olur, bugün de CHP sendikacısı. 15-16 Haziran direnişinde DİSK başkanı Kemal Türkler’in radyo konuşmasındaki çağrıyla bugün DİSK başkanının kitleyi dağıtma çabası, aynı motivasyona dayanır. Her şeye rağmen Kemal Türkler bedel ödemiş bir sendikacıdır. Arzu Çerkezoğlu özelinde DİSK yöneticilerinin bedel ödeme gibi bir pratiği olamaz. Saraçhane’de DİSK’in bir aylık kulisi çöktü.

KESK’teki durum ise AB tipi sendikacılık ve bireyin “özgür” iradesinin kutsandığı sivil toplumculuk çıkmazıdır. Saraçhane kararı aldıktan sonra DİSK’in hesabını bozmuştur fakat alana getirebildiği kitle cılızdır. Disiplinsiz kortej görüntüsü, diğer miting, eylem ve grevlerde ortaya konan pratiğin aynısıdır. Ajitatör olarak megafonu kullanan KESK görevlileri, pankartın önünde ne kadar uğraştıysa da korteje slogan attıramadı. Görevlilerin birbirine o umutsuz bakışı alandaki birçok insanın dikkatini çekmiştir. Kartal’da gerçekleştirilen mitinglerde şube yöneticilerinin üzerindeki önlükle civardaki restoranlarda “soğuk havadan” kaçıp çay ve çorba içtiği görüntüler de hafızada taze.

Bu kitleyi bizzat KESK imal etti. KESK’in 2024 1 Mayıs Platformu’yla yaptığı görüşmede sarf ettiği “Bizim eski üye profilimiz yok, Taksim’i zorlamayı göze alamaz” yönündeki ifade gerçeklikten uzaktır. Her ne kadar geri çekilmiş bir üye profilini KESK yöneticileri ortaya çıkarsa da Saraçhane’de Tertip Komitesi’nin dağılma çağrısını tepkiyle karşılayan üyeler, “Bizi buraya niye çağırdınız öyleyse, hani Taksim’e yürüyecektik, sendika nereye gidiyor, en öndeki insanları sert müdahaleyle baş başa mı bırakacağız” diyerek, sendika görevlilerinin “alanda kalmanız bireysel kararınızdır” açıklamasına rağmen, alanın ön kısmındaki kitlenin içine doğru yürüyüşe geçtiler.

Eşitlikten çok özgürlüğü öne çıkaran, sivil toplumcu, liberal sendikal hat; emek-sermaye çelişkisini savunmayan anlayış; sınıf temelinden arındırılmış cinsiyetler arası kadın mücadelesi; özne yanılsaması; sürekli bireyin “özgür iradesini” savunan politikalar, KESK yönetimini esir aldı. İhraçlar için “yol kazası” diyerek herhangi bir direniş göstermediği gibi direnişe geçenlerin eylemine sahip çıkmaması, ihraç edilenler direnirken KESK yönetiminin ombudsmanla bir araya gelmesi, ÖMK konusunda uzman öğretmenliğe başvuruyu özgür iradenin kararına bırakması, Filistinli çocuklar için atılmayan adımlar, emperyalizmin kamu istihdam adımları karşısında politika ve strateji geliştirememesi, grevlere imza atan yöneticilerin umreye götürme vaadiyle vekil ve belediye başkanı adaylığı ve yurtdışına iltica etmesi, eşit işe (ç)eşit ücret uygulanması konusunda emekçi sınıfı yüzüstü bırakması, bugün Saraçhane’yi terk eden ya da oradan kaçan sendika yönetiminin gelenekselleşmiş pratiğidir.

Tertip Komitesi’nin kitleyi kontrol edememe kaygısına yönelik gerekçesi, KESK’in ve DİSK’in emekçi sınıfların mücadelesini geleceğe taşıma konusunda bir cüretlerinin olmadığının delilidir. Gerçek bundan ibarettir.

Bugüne kadar gerçekleştirilen cılız eylemliliklerin asıl nedeni kitlenin içinde bulunduğu kaygıdan değil, onun sendika yönetimlerine duyduğu güvensizlikten kaynaklanmaktadır. Saraçhane’de kalma kararını “bireysel”e bırakmak, “herhangi bir olumsuzlukta biz sizin yanınızda değiliz” demektir. Bu gerçeğe rağmen üyeler alanı terk etmediler. Aynı durum Eğitim-İş üyeleri için de geçerlidir. Hatta CHP tabanından insanlar bile en önde az sayıda da olsa boy gösterdi.

KESK’in bugüne kadar gerçekleştirdiği manipülasyon Saraçhane’de boşa düştü. Bu gerçek teşhir edilmelidir. Bireysel kararla alanda kalınacaksa işçi emekçi neden sendikaya üyedir? Son beş yıldır üye, bu sendikal bürokrasiyle karşı karşıya kalıyor. Bunun adı, sınıf uzlaşmacılığı, burjuvazi ve egemenlerin değirmenine su taşımaktır: “Biz alanı terk ediyoruz, siz de ‘zorluk çıkaranlara’ istediğiniz müdahaleyi gerçekleştirebilirsiniz!” Verilen mesaj apaçık budur.

Alanlar bu yüzden fetişizm değil, aksine sınıf mücadelesinde ilke, tarih ve değerlerin savunulduğu meydanlardır. Sınıf mücadelesinin reddi, kendi üyelerini alanda bırakıp kaçmayla sonuçlandı. Her iki konfederasyonun da alanı terk etmesi tarihe geçti. Hem sınıfı meydana çağırdılar hem de sınıftan kaçtılar.

Meslek odalarının durumu da DİSK ve KESK’ten farklı değildi. Alanda gazdan etkilenip fenalaşan insanlar “sağlıkçı var mı aranızda” diye çare ararken ortada bir TTB yoktu. O, halkın doktoru olmayı hiçbir zaman istemedi, hep maske-mesafe uyguladı, kendilerinin de işçi emekçi ailelerinin çocukları olduklarını unuttu. Salgın döneminde zorla aşılanmayı reddedenleri bilim karşıtı olarak lanse eden TTB’nin, ne uyuşturucu ne ilk yardım ne işçi emekçi sağlığı ve mobbing ne halkın psikolojik sağlamlığı ne de emek mücadelesi eylemlerine yönelik sert müdahaleye karşı nasıl bir ilk yardım uygulanıp önlem alınacağı konusunda çalışması var.

“Olağan Şüphelilik” adlı uygulama sırasında, 2010 sonrasında, Çağdaş Hukukçular’ın emekçi halk sınıflarına yönelik böyle bir kursu/eğitimi vardı. Salgın döneminde istifaların önüne engel konulmasaydı, halkı tedavi edecek hekim bulunamayacaktı. TTB alanda yer alırken, emek mücadelesinde yitirdiği sağlıkçıların fotoğraflarını taşıyabilirdi. Aynı şekilde, Eğitim-Sen de dezenfektan yapımı sırasında hayatını kaybeden Ramazan Şahin’in, öğrencilerin gözü önünde küçük düşürülmeye çalışıldığı için yaşamını yitiren Halil Serkan Öz’ün, hak temelli mücadelede biber gazına maruz kalarak yaşamından edilen Metin Lokumcu’nun fotoğraflarıyla alana girebilirdi fakat TTB de KESK de tarihsiz bir mücadele üretmeye çalışıyor.

TTB’nin mücadeleyi tarihsiz kılmak istemesinin nedenini yandaki görselde aramak gerekiyor: Seksen öncesinde katıldığı 1 Mayıs’a proleter demokrasisi, bugünküne ise orta sınıf burjuva demokrasisi anlayışı hâkim. İkinci fotoğrafta bireyin zafer işareti, liberal anlayışın siyaseti olarak sınıfa dayatılıyor.

Ülke solunun, sendikaların ve demokrat kesimin sahiplendiği TTB genel başkanı Şebnem Korur Fincancı, tüm bu çevreleri yüzüstü bırakarak dağılma çağrısına ortak oldu.

TMMOB’un “lideri” ise üç gün önce Kazancı’da epik tonda işçi emekçi sınıf adına hesap sorma iddiasını ve alanı terk etti. Depremler, yangınlar, seller, iş cinayetleri, maden göçükleri ülkesinde TMMOB son on yıldır hep geri çekildi. TMMOB, şehir suçu saydığı Maltepe dolgu alanında 1 Mayıs kutlamaya ortak olan bir meslek odasıdır. Kentsel dönüşüm adı altında elektriği ve suyu kesilerek evleri boşaltılan halkın yanında TMMOB’u göremezsiniz. O da kentsel dönüşümün ortağıdır. CHP’li belediye başkanının kefil olduğu TMMOB bürokratının yaptığı rezidans Hatay’da çöktü ve insanlar can verdi. TMMOB sessiz kaldı. Bu açığını kapatmak için Maraş’taki kurum binalarının ne kadar sağlam olduğunun ve depremde zarar görmediğinin reklâmını yaptı, ama bizzat onay verdiği, yıkılan yüzlerce bina konusunda tek bir laf etmedi.

TMMOB, vatan toprağı olan, doğasını savunan köylünün yanında da yer almaz. Gelinen aşamada TTB de TMMOB da işçi ve emek düşmanlığında konumlanıyor. Her ikisinin de 1 Mayıs Tertip Komitesi’nde yer almasının hiçbir karşılığı yok. Ortada bir tertip varsa bu tertip, 1 Mayıs’ın tasfiye edilmeye yöneliktir.

Peki ne eksikti? Her şeyden önce 1 Mayıs’a giden süreçte iş yerlerinde ve mahallelerde çalışma yapılmadı. Alana CHP’li belediyelerde çalışan DİSK’li işçiler taşınmadı. “Sağlıkta Dönüşüm” adı altında emeği sömürülen sağlık emekçileri için sağlık kurumlarında 1 Mayıs öncesi çalışma yapılmadığı gibi bu insanlar alana da getirilmediler. Yeni bir sömürü iş koluna dönüştürülen motokuryeler sendikalarca 1 Mayıs’a taşınmadı.

İstanbul özelinde emeği en çok sömürülen iş alanlarından biri esnaf kuryeler. Kazanımla sonuçlanan direnişlere imza attılar. Zincir market ve depo çalışanları, atölyelerde emeği sömürülen tekstil işçileri, inşaat işçileri için güçlü bir çalışma yapılmadı. Tozkoparan, Fetihtepe, Tokatköy gibi kentsel dönüşüm mağduru mahalleli halk, pankartlarıyla 1 Mayıs korteji oluşturmadı. Ücretli ve özel sektör çalışanı eğitim emekçileri, MESEM mağduru öğrenci velileri, sezonluk çalışan okul işçileri de 1 Mayıs bilinciyle kuşatılmadı. 1 Mayıs öncesi yükselen emek dinamiği doğru bir şekilde kanalize edilemedi.

Günler öncesinden “1 Mayıs’ta Taksim’deyiz” diyen Birleşik Kamu İş Federasyonu da cılız bir kortejle Saraçhane’ye geldi ve direnme kararlılığını göstermedi; Tertip Komitesi’ni değil, CHP başkanını dinledi. Eğitim-Sen, Eğitim-İş ile birlikte grev kararı alıyor fakat emeğin birliği ilkesine rağmen onu Tertip Komitesi’ne bile almıyor ama her iki sendika da CHP’nin peşine takılıyor.

Tertip Komitesi’nin disiplinden kaçıp bireysel özgürlüğü eşitliğin önüne koyan sınıf uzlaşmacı tavrı, bu 1 Mayıs’ta net şekilde açığa çıktı. Onların yücelttiği ve siper olduğu belediye başkanları, aydınlar, sanatçılar ne alana geldi ne de yürüyüşe geçti.

Kadın hareketi olarak yüceltilen ve 25 Kasım’da demir bariyerleri aşma iradesi ortaya koyan feminist hareket 1 Mayıs’ta yoktu. Yıllardır bu hareketi ve Kürt siyasetini emek mücadelesinde birleştireceğini iddia eden sendika, parti ve çevrelerin söyleminin somut temellere dayanmadığı bir kez daha görüldü. DEM Parti alana bir otobüs çekti. Eşbaşkanı gelince Kürtçe slogan attırmaya çalışan KESK ajitatörleri de partililer de barikatın önünde yer almadılar. Nevruz’da görülen kitle 1 Mayıs’ta yoktu fakat Nevruz alanında sol çevreler ve sendikalar yer almıştı. Van için gösterilen irade Taksim için gösterilmedi, Filistin için de gösterilmedi. Milliyetçi politikaların geldiği nokta burası.

DEM, İstanbul’da inşaatlarda ter döken Kürt işçileri alana taşıyabilirdi ama bunu yapmadı. Adana 1 Mayıs’ında ise alana emek dışı bir pankartla girmek istedi. Onun yürüdüğü hat emeğin çok uzağında.

Herkes CHP, DİSK ve KESK’in alanı terk etmesini eleştirirken DEM’in tutumunu ele alan yok. DEM gibi bir partinin Kürt işçi ve emekçileri neden 1 Mayıs bilinciyle kuşatmadığı sorgulanmıyor. Barikat önünde DEM flaması görülmedi ama o, sadece otobüsten şarkı açmayı tercih etti. İstanbul’daki kitlesinin bu kadar olmadığını düzenledikleri mitinglerden biliyoruz.

Diğer partilere gelince, tasfiyeci sollar, en baştan DİSK’in ve CHP’nin yanında konumlanarak, Beşiktaş koluyla arasına çizgi çektiler. Ambulansın peşine takılarak, kırmızı ışığı geçmeye çalışan taksici gibi bir tavır içine girdiler. Sınırlı kitleyle Taksim’e çıkacaklardı ama öyle olmadı.

Bu politika tutmayınca uzak durup kriminalize ettikleri çevreler ve emekçiler barikatı zorlayınca bu kez de EMEP, bu kitlenin ardında konumlandı fakat harekete geçmedi. Basına yansıyan tüm videolarda bu gerçek görülebilir. EMEP en baştan beri, “Taksim dışında hangi nokta olursa olsun” politikasını yürüttüğünden, 2024 1 Mayıs Platformu bileşenlerinin paylaşımlarına göre “Şirinevler’den yürüyüş kolu oluşturalım, orada toplanalım, diyecek aşamaya geldi. Alanda da harekete geçmediği gerçeği, Evrensel yazarı Nuray Sancar’ın 1 Mayıs’ı değerlendirdiği yazısından anlaşılabilir. Sert müdahaleye maruz kalan işçi emekçi insanlara “gençler” diyen yazar yazısında “gençlere yazık oldu”ya kadar vardırılabilecek bir dil kullanıyor. Emek Gençliği’nin neden harekete geçmediği yazıda net biçimde görülüyor. Direnen ve iradesini ortaya koyan işçi emekçi sınıfa mensup insanları “gençler” diyerek kategorize etmek, ortaya konan iradeye “gençlik anarşizmi” demekle aynıdır, bunu doğrudan diyemiyor. Kaldı ki önde yer alan kitlenin içinde her yaştan insan vardı, sadece kendiler gibi işçi partisi olduğunu iddia eden tasfiyeci çevreler yoktu, geride durup poz vermeyi tercih ettiler ve yerlerinden kıpırdamadılar.

Eleştirilerde yüklenilen diğer bir parti de CHP. Parti başkanı görev/rol çalmaya çalışmadan, DİSK’in talimatını yerine getirdi. “Sendikalar yürürse biz yürürüz, karar onların” dedi ve aldığı karara yanlış da olsa sadık kaldı. CHP, işçi partisi olduğunu iddia etmiyor, o eleştiriliyorsa Kürt’ün CHP’sinin de eleştiriye tabi tutulması gerekiyor. Her iki parti de işçi emekçi karşısında burjuvazinin yanında saf tutuyor.

Sendikalar sınıfı, CHP de halkı yüzüstü bıraktı. Aradaki tek fark, CHP’nin bu adımı atacağının sinyalini bir gün önce vermesiydi.

Sol CHP’leşti, CHP bunu zorla yapmadı, sol kendi tarihini reddetti ve tasfiyeci oldu. Olmayanlar da hem İstanbul’un farklı noktalarında hem de Saraçhane’de bugüne kadarki tüm hatalarına rağmen sınıfın iradesini ortaya koydu. Öyle olmasaydı, Tertip Komitesi alanı dağıtma çağrısında bulunduğunda kitle terk ederdi ve Tertip Komitesi’ni yuhalamazdı.

Solun burada öğreneceği bir şey var: İstanbul’un farklı noktalarından Taksim’e birbirinden bağımsız şekilde yürüselerdi, ki yürümüyorlardı, Saraçhane’de omuz omuza durmanın ne anlama geldiğini öğrenemeyeceklerdi. Bugüne kadar içeriği dolu bir özeleştiri vermedikleri gibi dar grup rekabetçiliğiyle bu aşamaya geldiler. Her şeye rağmen işçi emekçi sınıfın iradesini ve emeğini, tarihini, değerlerini, ilkelerini Saraçhane’de pratiğe döktüler. Sendikalar terk ettiği halde kaldılar. Yine tasfiyeci parti yönetimlerine karşın bu çevrelerin emekçileri Taksim iradesi göstermiştir.

Tekrar başa dönersek, DİSK yöresine yanaştığı CHP ile Saraçhane’den yürüyüp kriminalize ve marjinalize ettiği çevreleri Beşiktaş’a sıkıştıracakken Beşiktaş, yüzünü Saraçhane’ye çevirdi. KESK ve TTB bu sorumluluğu omuzlayamadığından, son gün “Saraçhane” diyerek DİSK, TTB ve CHP’nin kurduğu oyunu bozdu. Beşiktaş’ta kalsaydı dağılma çağrısını TTB ile birlikte yapacaktı. Bu yükü omuzlayamadığı için Tertip Komitesi’nin olduğu alana giderek sınıf uzlaşmacılığını beşli bileşen olarak paylaşmayı tercih etti.

KESK’in kurduğu denklemi ne bozdu? DİSK, en baştan beri KESK’le ortak çalışma yürütmeye yanaşmadı. 31 Mart seçiminin rüzgârına kapılan DİSK, kulis çalışmalarıyla sürece damgasını vurdu. Bunun üzerine KESK ile görüşen 2024 1 Mayıs Platformu, KESK’e tarihi Şişli kolunu oluşturma önerisinde bulundu. KESK, üye profilinin bunu kaldıramayacağını ve yürümeyi göze alamayacağını iddia ederek, Beşiktaş’ta toplanıp açıklama yaptıktan sonra yürümeden dağılma yönünde politika geliştirdi. Beklediği şuydu: “2024 1 Mayıs Platformu, tarihi Şişli yürüyüş kolunu oluşturur, biz de Beşiktaş’a gideriz, sorun çıkmadan dağılırız.” Fakat kendi içinde Beşiktaş tartışmasını yürüten platformun önemli bir bölümü de Beşiktaş deyince KESK bürokratlarının DİSK’ten farklı olmadığı ortaya çıktı. Sürecin sorumluluğundan kaçan KESK bürokratları, “Beşiktaş’a fiziki olarak ulaşma imkânı kalmadı” diyerek, son gün öğleden sonra Saraçhane kararı alınca “Beşiktaş” diyen platform bileşenleri de “Saraçhane” diyerek alan değiştirdi. KESK’in oyununu bozan süreç bundan ibarettir çünkü KESK, OHAL döneminde de direnişçilerini yalnız bıraktığı gibi aynı üyeleri kongrede ihraç etmiştir. KESK, Beşiktaş’a fiziki ulaşım imkânı olduğunu düşünmüştü ta ki platformun da Beşiktaş kararı aldığı ana kadar. Şişli’de aynı engellemenin daha önce yaşandığını iddia eden KESK, sürekli alan değiştirdi. Ne olmasını bekliyordu? Neden “Beşiktaş’a bireysel gelin” diyordu? Neden “Sendika şapkaları ve önlüğü giyin” diyordu? “Saraçhane” dedikten sonra üyelerine neden CHP otobüsleriyle gelmelerini önererek “Yenikapı’da buluşalım” dedi?

Bir sendika düşünün ki üyeleriyle birlikte yürümekten imtina ediyor. İnsanlar bir tiyatro ve konser etkinliğine giderken bile grup halinde hareket ediyor ama KESK, bir arkadaşlık grubu olmanın bile gerisinde konumlanıyor.

Saraçhane-Şişli-Beşiktaş-Saraçhane süreci böyle gelişti ve bu süreç, Tertip Komitesi’nin alanı terk etmesiyle sonuçlandı. Kaçılan gerçek sınıf mücadelesiydi, sınıfın tarihi ve öfkesiydi. Tüm tarihsel eşiklerde Tertip Komitesi ve onun yanına hizalanan tasfiyeci partiler yine bir eşikte emekçi halk sınıflarını alanda bırakıp kaçtı ama üyeleri kaçmadı.

Tartışılması gereken başka bir gerçekse şu: İşçi olmayan bürokratların işçi sınıfı partisi ve sendikalarını yönettiği, işçi partisi olduğunu iddia eden fakat işçi olmayan vekillere sahip partilerin olduğu, emek dışı mücadelede konumlanan TTB ve TMMOB’un Tertip Komitesi’nde yer aldığı koşullarda işçi sınıfının ve emekçi sınıfların onların düzenlediği 1 Mayıs’a gelmemesidir/gelmeyeceğidir.

Tavizin tavizi doğurduğu, meselenin basit bir alan tartışması olmadığı yönündeki iddiamız hayat tarafından doğrulandı. Tertip Komitesi, büyük iddialarla işçi emekçilere Taksim’e yürüme sözü verdi ama alandan kaçtı. Ortada bir taviz olsa daha iyi.

Sergilenen pratik, egemenlere ve burjuvaziye dostluğun pratiğidir. Kufelilerin “Temsil senin hakkın. Gel bizi Muaviye zulmünden kurtar” diyerek Hüseyin’i çağırıp Kerbela çölünde 72 kişi olarak bırakması gibi. “Taksim sizin hakkınız” diyerek sınıfı alana çağırdıktan sonra alanı terk etmek, olsa olsa çölde yalnız bırakmanın yeniden üretilmesidir fakat çölde vaha görenler, Tertip Komitesi ve tasfiyeci siyasetlerdir.

Not düşmek gerekirse: “Tertip Komitesi alanı neden terk etti?” tepkisine “Barikatı aşmak mümkün değil, neden terk etmesin?” yanıtı verilebilir. En azından sınıfa verdikleri sözün arkasında, barikatın önünde, sınıfın yanında durabilirlerdi ama bunu bile yapmadılar.

Ayrıca, Perinçek’in 2014 1 Mayıs’ında söylediği “Birtakım başı bozuk gruplar oralarda tertip kokan hazırlıklar içindeler. İşçi sınıfı Taksim’de değil, İşçi sınıfı Kadıköy’de. Turuncu kuvvetler, küresel merkezler tarafından yönlendirilen turuncu kuvvetler Taksim’de, halkımızı uyarıyoruz” sözleri, bugün Tertip Komitesi tarafından pratiğe dökülmüştür ve Tertip Komitesi alanı da sınıfı da terk etmiştir.

S. Adalı
3 Mayıs 2024

0 Yorum: