18 Mayıs 2024

, ,

Küçük Hibe Büyük Taviz

Sosyal medyada yer alan paylaşımlara göre, AB fonlarıyla, ILO bünyesinde, işveren-işçi sendikalarının ve STK’lerin güçlendirilmesi için bu tür kurumlara “küçük hibe” programı açılacak. 

ILO’nun sitesinde, ilgili çalışmanın duyurusu yer alıyor. Duyuru şu şekilde:

“ILO tarafından yürütülen ve Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu tarafından desteklenen ‘Sosyal Taraflar ve Sivil Toplum Kuruluşlarının Çalışma Yaşamında Temel İlkeler ve Haklar Konusundaki Kapasitelerinin Güçlendirilmesi Projesi’ kapsamında, temel çalışma ilkeleri ve hakları alanında yenilikçi projeleri desteklemek amacıyla küçük ölçekli bir hibe programını hayata geçiriyor.

Hibe programı ile, Türkiye’deki işçi ve işveren örgütleri ile hak temelli STK’ların çalışma yaşamında, temel ilkeler ve haklar alanında, bilgi ve becerilerinin artırılması ve savunuculuk yapma kapasitelerinin çalışma yaşamının geleceği bağlamında güçlendirecek yenilikçi uygulamalar geliştirmeleri için desteklenmesi amaçlanıyor.

Değerlendirme kurulu tarafından seçilecek proje fikirlerine 5.000 ila 50.000 ABD Doları arası tutarlarda küçük ölçekli hibe desteği sağlanacak.

Projelerin uygulama sürelerinin maksimum 24 ay olması gerekiyor.”


Başvuru kılavuzunda ise “Küreselleşme” kavramı geçiyor. Aynı şekilde, “dijital ve yeşil dönüşüm, akıllı robotlar ve yapay zekâ karşısında işçilerin tutunabilmesi” gibi ifadelere yer verilirken, göç ve küreselleşmenin yaşlanan nüfus karşısında avantajlı olabildiğine değiniliyor. Dijital dönüşümün çağın önemli bir gelişimi olduğuna vurgu yapılıyor. Proje finansmanı ise AB.

Sivil toplum kuruluşları, 1990 sonrası süreçte, Sovyetler’den geriye kalan ülkelere demokrasi götürmek ve açık toplumu geliştirmek adı altında emperyalist tekeller ve kuruluşlar tarafından desteklenen yapılar olarak sahneye çıktı. Sovyetler’in “totaliter” olduğu öne sürüldü. Açık toplum çalışmaları, STK’ler üzerinden yürütüldü. İngilizce açılımında “devletlerden bağımsız yapılar” olarak geçse de emperyalist ülkelerin büyükelçiliklerinin finanse ettiği birçok STK var.

Uluslararası STK olarak kabul edilen LGBT kuruluşları, emperyalizmin fonlarından her yıl yararlandığı gibi bu konuda nereden ve nasıl fon alınacağına dair 350 sayfalık dosya yayımlıyorlar. Bu durum uzun süredir kanıksandı ve “beis görülmüyor”. Ukrayna faşistlerinin Donbas’a saldırmak için kurduğu taburlardan birini de LGBT’ler oluşturuyor. Gazze topraklarında yıkıntılar arasında bir Siyonist asker LGBT bayrağı açıyor. Aynı şekilde, Rockefeller ve emperyalist ülkelerin büyükelçilikleri de binalarına aynı bayrağı asıyorlar. Emperyalist kahve ve gıda zincirleri LGBT’ye hibe veriyor.

Teksas merkezli Chrest Foundation, demokrasiyi geliştirme adı altında, ülkemizdeki STK ve çeşitli yayın kuruluşlarına verdiği fonları her yıl paylaşıyor. Bu listede “Sol” diye bilinen yayınlar ve kuruluşlar var. Üniversiteler, bu fonlarla mültecilik konulu eğitimler veriyorlar. STK ve çeşitli çevrelerdeki durum bu.

Bugün ekoloji, cinsel kimlikler, kültürel sorunlar üzerine 5-10 sayfalık “proje” hazırlayabilecek ve biraz postmodern-liberal literatür bilgisine sahip herkes, bu fonları alabilir. Transseksüel bireylerin ya da mültecilerin fotoğraflarını çekip kitap bastırmayı teklif ettiğinizde, bu konularda paneller düzenleyeceğinizin dosyasını sunduğunuzda, fon almamanız neredeyse imkânsız.

Son duyuruda AB, neden sendikalara “küçük hibe” vermeyi planlıyor? Kullanılan “Küreselleşme” kavramına bu noktada dikkat etmek gerekiyor. 1990 sonrası süreç, Emperyalizm” kavramını zihinlerden silerek yerine küreselleşmeyi geçiriyor. Tek kutuplu yeni dünya düzeninde köksüz bireylerin oluşturduğu dünya vatandaşları birliği hedefleniyor. Aile, halk, kültür, inanç, ideoloji, yurt gibi bütünlüklerden arındırılan bireyler toplamı, yani sömürüye açık ve emperyalist işgale direnmeyecek yeni bir toplumsal düzen kurulmak isteniyor. Bu aşamada emek-sermaye, emperyalizm-bağımsızlık gibi temel çelişkiler rafa kaldırılarak, yerine sivil toplumcu aktivist mücadele getiriliyor. Bu yüzden kimlik mücadelesini yürüten işçi sınıfı ve emekçi sınıflar kendi içinde parçalanarak, emek mücadelesini tali kabul edecekler. Aslolanın uygarlık çatışması olduğu tezi savunuluyor ve bu tez dolaşıma sokuluyor.

Emperyalist ülkelerin birliğinin, sömürü altındaki ülkelerin işçi emekçi sendikalarına fon dağıtması olağan bir durum olarak karşılanamaz. İliç’te ve birçok yörede emperyalist tekeller işçi katliamı yaparken, sendikaları güçlendirmek için fon verilmesi manipülasyondan ibarettir. Aynı zamanda işveren sendikalarına da hibe verileceği belirtiliyor.

Küreselleşme adı altında uluslararası işçi göçünün avantajları ve dezavantajları olduğuna değiniliyor. Gerçek öyle değil! “Uluslararası işçi göçü”, emperyalistlerce yurtlarından edilip başka ülkelere gelen halkların sigortasız ve ucuz iş gücü olarak sömürülmesinden başka bir anlama sahip değildir.

Maden ocağı sahibinin Afgan bir işçiyi yaktırdığı gerçeğini unutamayız. Suriyeli çocukların sebze meyve halinde bıçaklanarak öldürüldüğü halen hafızamızdaki yerini koruyor. Mültecilerin geldiği ülkelerde ucuz ve sigortasız çalıştırılması, o ülkenin insanları arasında işsizliğe neden olduğundan asıl sorunun emperyalizm olduğu gerçeği bilinçlerden kaçırılarak mülteci düşmanlığı körükleniyor, emeğe milliyet biçiliyor.

Küreselleşmeyi savunan emperyalist fon sahipleri, yeşil ekonomiyi vurguluyorlar. Akbelen’de, Artvin’de, Balıkesir’de, Marmara’da ve Karadeniz’de doğa katliamları emperyalist şirketler tarafından, yeraltı zenginliklerinin sömürülmesi adına gerçekleştiriliyor. Sömürünün yeşili olmadığı gibi dijitali de olmaz.

Dijital dönüşümle birlikte artan işsizlik karşısında yoksullaşma her gün daha da derinleşiyor. Bu fonlarla amaçlanan, ekonominin değil, solun yeşil ve dijital dönüşüme tabi tutulmasıdır. Bu yüzden sol, tekellerin göstermelik çevre, cinsiyet, teknoloji dostluğu tarzındaki sahteliğini reklâm yapıyor. Sendikalar, emperyalizmi dillendirmeden mültecilik, göç ve ekoloji konulu paneller düzenliyorlar.

Bu fon haberi üzerine sosyal medyada geçen paylaşımlara göre, KESK’in de fon programına başvuracağı iddiası gündemde. Kamuda esnek çalışma, kamu emekçilerine uygulanan kariyer basamakları, büyüyen barınma krizi ve yaşadığımız sömürü düzeni, emperyalist kapitalizmin eseri. Bugün KESK ve diğer sendikaların mücadele etmesi gereken gerçek buyken, buna yol açan emperyalist birliklerden fon almaları, en başta sınıfa ve sendikacılığa ihanettir. Alınan fonun miktarı ve ne için kullanılacağı önemli değildir. Önemli olan, sendikaların tek fon kaynağının üyeleri olduğu gerçeğini hatırlamasıdır.

OHAL günlerinde kamudan ihraçlar yaşanırken, ihraç edilen emekçilerle dayanışma üyeler tarafından gerçekleştirildi. KESK ve sendikaların bu gerçeği unutmaması gerekiyor. AB fonu aldıktan sonra sendika genel merkezlerinin sosyal medyadan 6 Mayıs’ı anmasının hiçbir geçerliliği olamaz.

Bugün sendikaların da belediyelerin de Avrupa fonlarından uzak durması gerekir. Ukrayna Savaşı başladığından beri Rus kedisini ve Dostoyevski kitaplarını yasaklayan, Filistinli kadın yazarın ödül törenini iptal eden Avrupa’nın ülkemiz emekçi sınıflarına hiçbir faydası olamaz.

Filistin'de, Suriye'de, Irak'ta, Afganistan'da, Afrika'da emek kendi yurdundan sürgün ediliyorsa; kendi ülkemizde her gün iş cinayetleri gerçekleşiyorsa, nüfusun yarısından fazla olan konut sayısına rağmen insanlar ev sahibi olmak bir yana kiracı bile olamıyorsa, halkın bütünlüğü yozlaştırma politikalarıyla parçalanıyorsa bunun tek nedeni, emperyalizmdir.

Dipnot

Yeşilçam filmleri sosyolojik açıdan izlendiğinde, her döneme ışık tutan öğretilerle doludur. İlyas Salman, bir filminde eşkıya olmaya özenir. Kahve işleten iki yaşlı eski eşkıyayı yanına alarak köyden ayrılır. Zamanla köylüde sempati uyandırınca aldığı destek karşısında ağa (Şener Şen) paniğe kapılır ve o güne kadar ezdiği yeni eşkıyanın mağarasına gelerek ona yiyecekler taşır. Amacı ise toprak dağıtılacağı zaman köylü hakkını alamasın diye eşkıyayı yanına çekerek köylüyü sömürüye razı etmektir. Mağarada eski eşkıyalardan biri (Münir Özkul) diğer eski eşkıya arkadaşına ağanın iyi adam olduğundan, kendilerini beslediğinden bahsederek sevinir. Arkadaşı (İhsan Yüce) ise ona karşı çıkarak şunu söyler: “Bir ağa bir eşkıyayı beslemeye sırtını sıvazlamaya başladıysa sonu hayra alamet değildir. Ağa milleti kaşıkla verir, sapıyla çıkarır.” Yeni eşkıya ise köylüyü ağa adına tehdit eder.

Sonuç

Sendikaların geliştirmesi gereken mücadele hattı; anti-emperyalizm, anti-kapitalizmdir. Bu iki sömürü mekanizması işlesin diye yükselen faşizme karşı sendikal politika geliştirilmelidir. Sendikaların tek güç ve fon kaynağı da onu var eden işçi ve emekçilerdir. Emeğin milliyeti yoktur ama vatanı vardır.

Sendikaları işçiler-emekçiler olarak uyarıyoruz: Biz, emperyalistlerin fonlarına da demokrasiciliğine ihtiyaç duymuyoruz, aksine, onu reddediyoruz. Bu fonlarla düzenlenecek etkinlik ve panellere katıldığımızda, bu gerçeği dile getirerek sizi eleştireceğimizi, hatta bize rağmen bunu yaparsanız, protesto edeceğimizi bilmenizi isteriz. Bize sömürenlerle dost olmayı dayatamazsınız.

S. Adalı
18 Mayıs 2024

0 Yorum: