Sosyal medyada yer alan paylaşımlara göre, AB fonlarıyla, ILO bünyesinde, işveren-işçi sendikalarının ve STK’lerin güçlendirilmesi için bu tür kurumlara “küçük hibe” programı açılacak.
ILO’nun
sitesinde, ilgili çalışmanın duyurusu yer alıyor. Duyuru şu şekilde:
“ILO tarafından yürütülen ve Avrupa Birliği Türkiye
Delegasyonu tarafından desteklenen ‘Sosyal Taraflar ve Sivil Toplum
Kuruluşlarının Çalışma Yaşamında Temel İlkeler ve Haklar Konusundaki
Kapasitelerinin Güçlendirilmesi Projesi’ kapsamında, temel çalışma ilkeleri ve
hakları alanında yenilikçi projeleri desteklemek amacıyla küçük ölçekli bir
hibe programını hayata geçiriyor.
Hibe programı ile, Türkiye’deki işçi ve işveren
örgütleri ile hak temelli STK’ların çalışma yaşamında, temel ilkeler ve haklar
alanında, bilgi ve becerilerinin artırılması ve savunuculuk yapma
kapasitelerinin çalışma yaşamının geleceği bağlamında güçlendirecek yenilikçi
uygulamalar geliştirmeleri için desteklenmesi amaçlanıyor.
Değerlendirme kurulu tarafından seçilecek proje
fikirlerine 5.000 ila 50.000 ABD Doları arası tutarlarda küçük ölçekli hibe
desteği sağlanacak.
Projelerin uygulama sürelerinin maksimum 24 ay olması
gerekiyor.”
Başvuru kılavuzunda ise “Küreselleşme” kavramı
geçiyor. Aynı şekilde, “dijital ve yeşil dönüşüm, akıllı robotlar ve yapay zekâ
karşısında işçilerin tutunabilmesi” gibi ifadelere yer verilirken, göç ve
küreselleşmenin yaşlanan nüfus karşısında avantajlı olabildiğine değiniliyor.
Dijital dönüşümün çağın önemli bir gelişimi olduğuna vurgu yapılıyor. Proje
finansmanı ise AB.
Sivil toplum kuruluşları, 1990 sonrası süreçte,
Sovyetler’den geriye kalan ülkelere demokrasi götürmek ve açık toplumu
geliştirmek adı altında emperyalist tekeller ve kuruluşlar tarafından
desteklenen yapılar olarak sahneye çıktı. Sovyetler’in “totaliter” olduğu öne
sürüldü. Açık toplum çalışmaları, STK’ler üzerinden yürütüldü. İngilizce
açılımında “devletlerden bağımsız yapılar” olarak geçse de emperyalist ülkelerin
büyükelçiliklerinin finanse ettiği birçok STK var.
Uluslararası STK olarak kabul edilen LGBT kuruluşları,
emperyalizmin fonlarından her yıl yararlandığı gibi bu konuda nereden ve nasıl
fon alınacağına dair 350 sayfalık dosya yayımlıyorlar. Bu durum uzun süredir
kanıksandı ve “beis görülmüyor”. Ukrayna faşistlerinin Donbas’a saldırmak için
kurduğu taburlardan birini de LGBT’ler oluşturuyor. Gazze topraklarında
yıkıntılar arasında bir Siyonist asker LGBT bayrağı açıyor. Aynı şekilde,
Rockefeller ve emperyalist ülkelerin büyükelçilikleri de binalarına aynı
bayrağı asıyorlar. Emperyalist kahve ve gıda zincirleri LGBT’ye hibe veriyor.
Teksas merkezli Chrest Foundation, demokrasiyi
geliştirme adı altında, ülkemizdeki STK ve çeşitli yayın kuruluşlarına verdiği
fonları her yıl paylaşıyor. Bu listede “Sol” diye bilinen yayınlar ve
kuruluşlar var. Üniversiteler, bu fonlarla mültecilik konulu eğitimler veriyorlar.
STK ve çeşitli çevrelerdeki durum bu.
Bugün ekoloji, cinsel kimlikler, kültürel sorunlar
üzerine 5-10 sayfalık “proje” hazırlayabilecek ve biraz postmodern-liberal
literatür bilgisine sahip herkes, bu fonları alabilir. Transseksüel bireylerin
ya da mültecilerin fotoğraflarını çekip kitap bastırmayı teklif ettiğinizde, bu
konularda paneller düzenleyeceğinizin dosyasını sunduğunuzda, fon almamanız
neredeyse imkânsız.
Son duyuruda AB, neden sendikalara “küçük hibe”
vermeyi planlıyor? Kullanılan “Küreselleşme” kavramına bu noktada dikkat etmek
gerekiyor. 1990 sonrası süreç, Emperyalizm” kavramını zihinlerden silerek
yerine küreselleşmeyi geçiriyor. Tek kutuplu yeni dünya düzeninde köksüz
bireylerin oluşturduğu dünya vatandaşları birliği hedefleniyor. Aile, halk,
kültür, inanç, ideoloji, yurt gibi bütünlüklerden arındırılan bireyler toplamı,
yani sömürüye açık ve emperyalist işgale direnmeyecek yeni bir toplumsal düzen
kurulmak isteniyor. Bu aşamada emek-sermaye, emperyalizm-bağımsızlık gibi temel
çelişkiler rafa kaldırılarak, yerine sivil toplumcu aktivist mücadele
getiriliyor. Bu yüzden kimlik mücadelesini yürüten işçi sınıfı ve emekçi
sınıflar kendi içinde parçalanarak, emek mücadelesini tali kabul edecekler.
Aslolanın uygarlık çatışması olduğu tezi savunuluyor ve bu tez dolaşıma
sokuluyor.
Emperyalist ülkelerin birliğinin, sömürü altındaki
ülkelerin işçi emekçi sendikalarına fon dağıtması olağan bir durum olarak
karşılanamaz. İliç’te ve birçok yörede emperyalist tekeller işçi katliamı
yaparken, sendikaları güçlendirmek için fon verilmesi manipülasyondan
ibarettir. Aynı zamanda işveren sendikalarına da hibe verileceği belirtiliyor.
Küreselleşme adı altında uluslararası işçi göçünün
avantajları ve dezavantajları olduğuna değiniliyor. Gerçek öyle değil! “Uluslararası
işçi göçü”, emperyalistlerce yurtlarından edilip başka ülkelere gelen halkların
sigortasız ve ucuz iş gücü olarak sömürülmesinden başka bir anlama sahip değildir.
Maden ocağı sahibinin Afgan bir işçiyi yaktırdığı
gerçeğini unutamayız. Suriyeli çocukların sebze meyve halinde bıçaklanarak
öldürüldüğü halen hafızamızdaki yerini koruyor. Mültecilerin geldiği ülkelerde
ucuz ve sigortasız çalıştırılması, o ülkenin insanları arasında işsizliğe neden
olduğundan asıl sorunun emperyalizm olduğu gerçeği bilinçlerden kaçırılarak
mülteci düşmanlığı körükleniyor, emeğe milliyet biçiliyor.
Küreselleşmeyi savunan emperyalist fon sahipleri,
yeşil ekonomiyi vurguluyorlar. Akbelen’de, Artvin’de, Balıkesir’de, Marmara’da
ve Karadeniz’de doğa katliamları emperyalist şirketler tarafından, yeraltı
zenginliklerinin sömürülmesi adına gerçekleştiriliyor. Sömürünün yeşili
olmadığı gibi dijitali de olmaz.
Dijital dönüşümle birlikte artan işsizlik karşısında
yoksullaşma her gün daha da derinleşiyor. Bu fonlarla amaçlanan, ekonominin
değil, solun yeşil ve dijital dönüşüme tabi tutulmasıdır. Bu yüzden sol,
tekellerin göstermelik çevre, cinsiyet, teknoloji dostluğu tarzındaki
sahteliğini reklâm yapıyor. Sendikalar, emperyalizmi dillendirmeden mültecilik,
göç ve ekoloji konulu paneller düzenliyorlar.
Bu fon haberi üzerine sosyal medyada geçen
paylaşımlara göre, KESK’in de fon programına başvuracağı iddiası gündemde.
Kamuda esnek çalışma, kamu emekçilerine uygulanan kariyer basamakları, büyüyen
barınma krizi ve yaşadığımız sömürü düzeni, emperyalist kapitalizmin eseri.
Bugün KESK ve diğer sendikaların mücadele etmesi gereken gerçek buyken, buna
yol açan emperyalist birliklerden fon almaları, en başta sınıfa ve
sendikacılığa ihanettir. Alınan fonun miktarı ve ne için kullanılacağı önemli
değildir. Önemli olan, sendikaların tek fon kaynağının üyeleri olduğu gerçeğini
hatırlamasıdır.
OHAL günlerinde kamudan ihraçlar yaşanırken, ihraç
edilen emekçilerle dayanışma üyeler tarafından gerçekleştirildi. KESK ve
sendikaların bu gerçeği unutmaması gerekiyor. AB fonu aldıktan sonra sendika
genel merkezlerinin sosyal medyadan 6 Mayıs’ı anmasının hiçbir geçerliliği
olamaz.
Bugün sendikaların da belediyelerin de Avrupa
fonlarından uzak durması gerekir. Ukrayna Savaşı başladığından beri Rus
kedisini ve Dostoyevski kitaplarını yasaklayan, Filistinli kadın yazarın ödül
törenini iptal eden Avrupa’nın ülkemiz emekçi sınıflarına hiçbir faydası
olamaz.
Filistin'de, Suriye'de, Irak'ta, Afganistan'da,
Afrika'da emek kendi yurdundan sürgün ediliyorsa; kendi ülkemizde her gün iş
cinayetleri gerçekleşiyorsa, nüfusun yarısından fazla olan konut sayısına
rağmen insanlar ev sahibi olmak bir yana kiracı bile olamıyorsa, halkın
bütünlüğü yozlaştırma politikalarıyla parçalanıyorsa bunun tek nedeni,
emperyalizmdir.
Dipnot
Yeşilçam filmleri sosyolojik açıdan izlendiğinde, her
döneme ışık tutan öğretilerle doludur. İlyas Salman, bir filminde eşkıya olmaya
özenir. Kahve işleten iki yaşlı eski eşkıyayı yanına alarak köyden ayrılır.
Zamanla köylüde sempati uyandırınca aldığı destek karşısında ağa (Şener Şen)
paniğe kapılır ve o güne kadar ezdiği yeni eşkıyanın mağarasına gelerek ona
yiyecekler taşır. Amacı ise toprak dağıtılacağı zaman köylü hakkını alamasın
diye eşkıyayı yanına çekerek köylüyü sömürüye razı etmektir. Mağarada eski
eşkıyalardan biri (Münir Özkul) diğer eski eşkıya arkadaşına ağanın iyi adam
olduğundan, kendilerini beslediğinden bahsederek sevinir. Arkadaşı (İhsan Yüce)
ise ona karşı çıkarak şunu söyler: “Bir ağa bir eşkıyayı beslemeye sırtını
sıvazlamaya başladıysa sonu hayra alamet değildir. Ağa milleti kaşıkla verir,
sapıyla çıkarır.” Yeni eşkıya ise köylüyü ağa adına tehdit eder.
Sonuç
Sendikaların geliştirmesi gereken mücadele hattı; anti-emperyalizm,
anti-kapitalizmdir. Bu iki sömürü mekanizması işlesin diye yükselen faşizme
karşı sendikal politika geliştirilmelidir. Sendikaların tek güç ve fon kaynağı
da onu var eden işçi ve emekçilerdir. Emeğin milliyeti yoktur ama vatanı
vardır.
Sendikaları işçiler-emekçiler olarak uyarıyoruz: Biz,
emperyalistlerin fonlarına da demokrasiciliğine ihtiyaç duymuyoruz, aksine, onu
reddediyoruz. Bu fonlarla düzenlenecek etkinlik ve panellere katıldığımızda, bu
gerçeği dile getirerek sizi eleştireceğimizi, hatta bize rağmen bunu yaparsanız,
protesto edeceğimizi bilmenizi isteriz. Bize sömürenlerle dost olmayı dayatamazsınız.
S. Adalı
18
Mayıs 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder