Müslümanlarla devrimci sosyalistlerin ilişkisi hep
sorunlu olagelmiştir. Fransa’da birkaç yıl önce başörtülü bir Müslüman kadın,
bölgesinde yapılan seçimlerde aday olunca Yeni Antikapitalist Parti’de ciddi
bir tartışma yaşandı.[1] Oysa yirmilerin başında Komünist Enternasyonal,
Müslümanlar konusunda çok farklı bir yaklaşıma sahipti. 1920’de düzenlenen Bakû
Doğu Halkları Kurultayı’na yüzlerce Müslüman delege katıldı.[2] 1922’de Willem
van Ravesteyn, Komünist Enternasyonal’in dördüncü kongresine sunduğu “Doğu
Sorunu” ile ilgili raporunda şunları söylüyordu:
“Müslüman
halklar, İngiliz emperyalizminin hayatta kalmasını sağlayan köprüyü havaya
uçuracak güce sahipler. Bu köprü yıkılacak olursa o vakit İngiliz emperyalizmi
de çöker. Köprünün yıkılırken yol açacağı gümbürtü, tüm İslam âleminde ve
Doğu’da yankılanır. Böylece Fransız İmparatorluğu da alacağı bu darbe üzerine
ayakta kalamaz. İslam âleminin, özellikle Yakındoğu’daki ülkelerin
Avrupalıların politik hâkimiyetinin aldığı her türlü biçimden kurtulmaları,
sadece bu bölgedeki halkların değil, ayrıca henüz kapitalizmin boyunduruğu
altında olmayan Doğu’daki işçi ve köylülerin de çıkarınadır. Bu yıkım, Batı
Avrupa ve dünya proletaryasının da çıkarınadır.”[3]
Ertesi yıl Trotskiy, Büyük Rusya ve Müslüman
milliyetçiliğine yönelik tek biçimli olmayan yaklaşım konusunda şunu
söylüyordu:
“Büyük Rus milliyetçiliğine karşı acımasız bir mücadele yürütülmeli, bu milliyetçiliğin saldırıları sert bir biçimde püskürtülmeli, bilhassa idare ve yönetim sahasında bu milliyetçilik biçimi ezilmeli; Müslüman milliyetçiliği konusunda ise sabırlı, dikkatli, titiz bir eğitim çalışması yürütülmeli.”[4]
Peki ama bu açıklamalar, yeni gelişen komünist hareket
içerisindeki Müslüman eylemciler için ne ifade ediyordu? Bugün büyük ölçüde
unutulmuş bir isim olarak Hacı Ali Abdülkadir’in hikâyesine bakmak bu açıdan
ilginç olabilir. Kendisi hakkında tek bir biyografi çalışması[5] bulunan
Abdülkadir, Fransız Komünist Partisi’nin ilk yıllarında ve Cezayir’in
bağımsızlığı için verilen mücadelede önemli bir rol oynadı.
Hacı Ali, 1883’te Cezayir’in Relizane kentinin 23
kilometre dışındaki Duvar Ulid Sidi Veys köyünde dünyaya geldi. 1830’lu
yıllarda Fransızlar tarafından sömürgeleştirilmiş olan Cezayir, 1848’de
anayasal düzenleme uyarınca, Fransa’nın toprağı hâline geldi. Fakat ülkedeki
halk, hukuken Fransız yurttaşı değil Fransız tebaası olarak kabul ediliyordu.
Bu insanlar, özel kanun ve mevzuatın yürürlüğe girmesine neden olan ve en ufak
itaatsizlik örneğini bile suç ilân eden o ünlü Code de l’indigénat’ya
[“Yerli Halk Kanunu”] tabiydiler.
Kanun, yetkili kişi görev başında bulunmasa bile ona
karşı her türden saygısızlığı ve otoriteye saygıyı zayıflatabilecek, halk
içerisinde yapılan açıklamaları yasaklıyordu.[6] Fransız yurttaşlarının imtiyaz
ve haklarına Cezayir’deki çok küçük bir kesim sahipti.
Haci Ali, bölgede itibar gören zengin bir toprak
sahibinin oğlu olarak dünya geldi. Babasının kutsal kabul edilen bir kişinin
soyundan geldiğine inanılıyordu. Muhtemelen kendisine, Hacı Ali doğmadan kısa
bir süre önce ölmüş olan ve Fransız idaresine karşı yürütülmüş direnişe öncülük
eden emirin adı verilmişti.
O dönemde Müslüman halk eğitim imkânlarından pek
faydalanamıyordu. Her fırsatta “medenileştirme misyonlarından” dem vuran
Fransızlar, pratikte sömürgeleştirilmeden önce halkın önemli bir kısmının
okur-yazar olmasını sağlayan eski Kur’an okullarının büyük bir kısmını
kapattılar.[7] Bir tahmine göre, 1870’te okul yüzü gören Cezayirli çocukların
oranı yüzde 5’ten azdı.[8]
Bu anlamda Hacı Ali, şanslı azınlığa mensup bir kişi
olarak eğitim alma imkânı buldu. Köyündeki Kur’an okuluna giden Hacı Ali, okuma
yazma öğrendi. Denildiğine göre on yaşında tüm Kur’an’ı hatmetmişti. Kırsal bir
bölgede yetiştiği için çiftçilik pratiğinin farklı yönlerini gözlemleme ve bu
pratiklerin parçası olma imkânı buldu. El emeği konusunda insanların saygısını
kazandı.[9]
Fakat hayat, ailesi için giderek zorlaştı. Önce babası
öldü. Sorumluluğunu büyükbabası üstlendi. Ardından Avrupalı yerleşimcilerden
yana olan kanun uyarınca 391 hektarlık arazi, tefeciden alınan borcun
karşılığında ailenin elinden alındı. Aile birden fakirleşti. Hacı Ali’nin
büyükbabası torununun tarım işçisi olmasını istemiyordu, bu sebeple, kendisine
Maskara şehrindeki bir nalbur dükkânında iş ayarladı. On dördüne geldiğinde
evden ayrılan Hacı Ali, bu büyük şehirde kendisine bir hayat kurdu.[10]
Patronu kendisine çok az para verse de herkese örnek
olarak gösterilecek bir işçi hâline geldi. Hırslı bir isim olan Hacı Ali, bir
gün patron olma umuduyla birçok fedakârlıkta bulunmaya hazırdı. Birkaç yıl
içerisinde bir ev kiralayacak parayı biriktirdi ve kendi nalbur dükkânını açtı.
Başarılı olan Hacı Ali, epey müşteri kazandı. Avrupalılara sunduğu hizmet
sayesinde Fransızca öğrendi, bu konuda ustalaşmak için çok çaba sarf etti.
Henüz sınıf bilincine sahip değildi. Ama gene de
ailesinin yaşadığı talihsizlikler ve büyük şehirde başına gelenler sayesinde
ulusuna yönelik zulmün bilincine vardı. Fransız idaresine, özellikle Yerli
Kanunu dâhilinde uygulanan zulme karşı epey öfkeliydi.[11]
Hayatının bundan sonraki kısmı konusunda pek bir şey
bilmiyoruz. 1904’te, yirmi yaşında iken Maskaralı genç bir kadınla evlendi.
Kadın hamile kaldı. Mağniye isminde bir kızı oldu. Sonrasında ailesini ve
dükkânını geride bırakıp Fransa’ya gitti. Kızını bir daha hiç görmedi, hatta
onunla bir araya gelmek için bir uğraş içine bile girmedi. Evliliğin neden bu
kadar kısa sürdüğünü veya neden Fransa’ya taşınmaya karar verdiğini
bilmiyoruz.[12]
Cezayirli Müslümanlar, Fransa’ya seyahat edebilmek
için bir izin almak zorundalardı. Hacı Ali, bu noktada gerekli izinleri almış
olan tüccarların seyahatlerde kontrollerden muaf tutulmasını sağlayan 1905
tarihli kanundan yararlandı. Akdeniz’i kırk sekiz saatlik bir yolculuğun
ardından geçen Hacı Ali Marsilya’ya vardı, oradan da bir trene binip Paris’e
gitti. Böylelikle hayatının yeni dönemi başlamış oldu. Politik çalışmalarını
yürüteceği kalan ömrünü Fransa’da geçiren Hacı Ali, Cezayirli ve Müslüman kimliğini
hiçbir vakit unutmadı.
1914’ten önce Fransa’da çok az Cezayirli vardı. Hızla
iş bulan Hacı Ali, öncesinde kısa süreliğine işportacılık yaptı. Bu sayede
Paris şehrini detaylı bir biçimde öğrenme imkânı buldu. Sonrasında Maskara’da
edindiği beceriden yeniden istifade etmeye karar veren Hacı Ali, bir nalbur
dükkânında satış elemanı olarak çalışmaya başladı. Cezayirlilerin sahibi olduğu
otellerde kaldı, Cezayirlilere ait lokantalarda karnını doyurdu, kendi
hemşehrileriyle temasını hiç kopartmadı.
1911’de Fransız vatandaşlığı için başvuruda bulundu.
Bunun için gerekli prosedürleri yerine getirdi. Neden bu kararı verdiğini
bilmiyoruz. Aslında bu karar kendi fikirleriyle çelişmekteydi, zira Hacı Ali, o
dönemde Fransız Sosyalist Partisi’nde hâkim olan, “Cezayirliler ancak Fransız
nüfusuna asimile edilebildiği takdirde kurtulabilirler” fikrine tümüyle
karşıydı. Ona göre, bu tür bir asimilasyon neticesinde Cezayir ulusu ortadan
kaybolacaktı.
Yerli Kanunu’na göre bir kişi Fransız yurttaşı değilse
politik örgütlerde veya sendikalarda faaliyette bulunamıyordu. Dolayısıyla,
politikayla giderek daha fazla ilgilenmeye başlayan Hacı Ali’nin Fransız
vatandaşlığı için başvuruda bulunmasının sebebi, politikaya yönelik bu
ilgisiydi.[13]
Nisan 1912’de Hacı Ali, ikinci evliliğini yaptı.
Normandiya bölgesindeki Rouen şehrinde doğmuş olan Adrienne Caroline Leblanc
isimli bir kadınla evlendi. Hacı Ali’ye sadık bir yoldaş olan Leblanc’ın
desteği sayesinde Hacı Ali, politik faaliyetler içine girebildi.[14].
Gelgelelim, Fransa hâlen daha imparatorluğundan mahrum kalmak istemeyen ırkçı
bir toplumdu. Vatandaş kimliğine ve Fransız bir kadınla evli olmasına rağmen
Fransız toplumu, Hacı Ali’yi hiç benimsemedi.
Jamaikalı yazar Claude McKay, yirmilerde Marsilya’da
Senegalli bir bar sahibi ile Senegalli komünist örgütçü Lamine Senghor
arasındaki sohbeti aktarır: Bar sahibi komüniste, “Beyaz bir kadınla evli
olmana karşın büyük bir Zenci lideri olabilmeni hiç anlamıyorum” der. Senghor,
“Beyaz bir kadınla evli olduğum için Zencilerin koşullarının yol açtığı acıyı
daha derinden hissediyorum” cevabını verir.[15] Muhtemelen Hacı Ali de aynı
şeyi hissetmiş olmalı.
Evliliği ardından Hacı Ali, kendisine başka bir hedef
belirledi. Yıllarca biriktirdiği parayla ve eşinden gelen destekle kendi nalbur
dükkânını satın aldı. Paris Birinci Semt’te bulunan Rue de l’Arbre Sec No. 39
adresindeki dükkân, Louvre ve Les Halles’in yakınlarındaydı.
Ekonomik açıdan başarılı olan Hacı Ali belirli bir
refaha kavuştu. Dükkânın bir odası, Hacı Ali’nin Cezayirli dostlarıyla
buluştuğu, onlarla politik tartışmalar yürüttüğü mekân hâline geldi. Bu
isimlerden biri de sonrasında önemli bir isim hâline gelecek olan Mahmud Ben
Lehal’di. Hacı Ali, kendisiyle devrimci parti fikrini tartışıyordu.[16]
Fransa’ya adım attığı günden itibaren politik
meselelere olan ilgisi giderek arttı. Her ne kadar dükkânıyla meşgul olsa da
bir süre sonra sendikacı olmaya ülkenin en büyük sendika federasyonu CGT’ye
(Genel İşçi Konfederasyonu’na) girmeye karar verdi. Sendikaya sınıf
mücadelesinin iyice yoğunlaştığı, ordunun grevci işçilere saldırmak için sık
sık devreye sokulduğu bir dönemde üye oldu. 1907’de askerler, ülkenin
güneyindeki Narbonne kentinde eylem yapan bağcılara saldırdılar. Saldırıda bazı
işçiler öldü, bazıları yaralandı. Bu saldırı esnasında ordudaki bir alay,
işçilere ateş etmeyip başkaldırdı.[17] CGT, bu süreçte ordu karşıtı yoğun bir
kampanya yürütüyordu.[18]
CGT faaliyeti yürüten insanların önemli bir kısmı,
sendikaların işçi sınıfının politik ifadesi olduğuna inanan, politik partilerin
gereksiz olduğunu düşünen isimlerden oluşuyordu. Görebildiğimiz kadarıyla Hacı
Ali, bu argümana ikna olmuş bir isim değildi. Bu tavrı üzerinden Hacı Ali, Jean
Jaurès ve Jules Guesde gibi önemli liderlere sahip olan Fransız Sosyalist
Partisi’ne (SFIO) üye oldu. Partideki Marksist kanadın başını Guesde ve Paul
Lafargue çekiyordu.
Hacı Ali’yi partide en çok etkileyen şey, partinin
toplumsal ve ekonomik programıydı. Ama sömürgecilikle ilgili tavrı konusunda bu
söylenemezdi. Söz konusu dönemde parti ve partinin bağlı olduğu İkinci
Enternasyonal içerisinde sömürgelerin bağımsızlık talebi konusunda sert
tartışmalar yaşanıyordu. Cezayir konusunda parti üyelerinin büyük bir kısmı,
sömürge halkın asimile edilmesi yoluyla ilerleme fikrinden yana duruyordu.
Ağustos 1914’te Birinci Dünya Savaşı patlak verdi.
Eylül ayında Hacı Ali askere alındı. Savaşın amacı, Fransa’nın elindeki
sömürgeci imparatorluğu savunmaktı. Bu sebeple Hacı Ali, Fransa’nın ulusal
davasına hiçbir şekilde destek vermiyordu ama başka seçeneği de yoktu. Savaş
yılları boyunca başına ne geldiği konusunda elimizde çok az bilgi var.
Görebildiğimiz kadarıyla Hacı Ali, Bordo’da yaralanması sonrası hastaneye
yatırılıyor, savaşın geri kalan kısmını burada geçiriyor.[20] Bordo, savaş
hattına çok uzak olduğu için buradan onun eğitim esnasında veya kazara
yaralandığı sonucuna ulaşabiliyoruz.
Askerlik hizmeti Hacı Ali’yi iyice radikalleştirdi.
Orduda Afrikalı askerlerle diğer sömürgelerden gelen askerlere yapılan
ayrımcılığa bizzat şahit oldu. Daha az ücret ödenen bu askerlerin tayını da
diğer Fransız askerlerine göre daha kötüydü. Nadiren terfi alıyorlardı (Birinci
Dünya Savaşı’nda 197.000 Kuzey Afrikalı asker savaşırken teğmenden daha üst bir
rütbeye kavuşan Kuzey Afrikalı asker sayısı sıfırdı.[21] Yaralandıklarında
tedavi için Cezayir’e gönderilmelerine izin verilmiyor, öldürüldüklerinde ise n’aşları
memleketlerine gönderilmiyordu.[22]) Sömürge askerlerine askerlik hizmeti
sunmalarına rağmen gerekli saygı gösterilmiyordu. Askerlik yapan Madagaskarlı
Jean Raliamongo, savaş sonrasında demiryolu şirketine iş başvurusu yaptığında,
kendisine “Fransız ordusunda askerlik yapmış olman senin Fransız olduğun
anlamına gelmiyor” denildiğini aktarıyor.[23]
Savaştan sonra Hacı Ali, politik faaliyetlerine ve
sendika çalışmalarına geri döndü. Cezayir toplumu içerisinde de çalışmalar
yürütmeye başladı. Gerektiğinde Cezayirlileri savunacak avukatların tutulması,
işsizlere yardım edilmesi, hastanelerdeki hastaların ziyareti için gerekli
parayı toplamak için gayriresmi birlikler oluşturuldu.[24] Fransız toplumunun
doğasından kaynaklanan ırkçılığa tepki olarak yürütülen bu türden faaliyetler,
siyasi faaliyetten çok yardım faaliyetini andırıyordu. Ama gene de Fransa’daki
Kuzey Afrikalıların ihtiyaçlarına dokunan bu çalışmalar, ulusal bağımsızlık
denilen uzak ihtimale kıyasla daha somut adımlar olarak görülüyordu.
Savaşla birlikte ülkede geri döndürülemez
değişikliklere tanık olundu. Savaşın sonunda ABD Başkanı Wilson, kendi kaderini
tayin hakkı ile ilgili çağrısıyla halklar nezdinde büyük bir coşkuya yol açtı.
Sömürgeler dünyasındaki birçok insan, bu ilkenin kendilerine tatbik edilmesi
gerektiğini söylediler. Ama eski düzenden kopma ihtimalini gündeme getiren Rus
Devrimi, çok daha büyük bir etkiye yol açtı. 1920 Bakû Kurultayı,
sömürgelerdeki ezilenlere Avrupa proletaryasıyla güçlerini birleştirme
çağrısında bulunuyordu. Komünist Enternasyonal’in başkanı Zinovyev, daha da
ileri giderek, Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’daki ifadenin revize
edilmesini, “Tüm ülkelerin işçileri, birleşin!” sloganının “Tüm ülkelerin
işçileri ve tüm dünyanın ezilen halkları, birleşin!” olarak değiştirilmesini
öneriyordu.[25]
Aralık 1920’de Fransız Sosyalist Partisi Kongresi,
Komintern’e bağlanma kararını oyladı. Muhalefet, salonu terk etti. Kongre
neticesinde partinin adı Fransız Komünist Partisi (FKP) oldu. Kongrede ele
alınan ana meselelerden biri de Komintern’e bağlanmak için gerekli “yirmi bir
koşul”un kabulü meselesiydi. Sekizinci koşulda şu söyleniyordu:
“Üçüncü
Enternasyonal’e katılmak isteyen parti, kendi ülkesindeki emperyalistlerin
sömürgecilik konusunda çevirdiği dolapları acımasız bir dille ifşa etmeli, her
bir sömürgedeki kurtuluş hareketini sadece sözde değil, eylemiyle de
destekleyebilmeli, kendi ülkesine mensup emperyalistlerin sömürgelerden
kovulmasını talep etmeli, ülkesindeki işçilere sömürgelerdeki ve ezilen
uluslardaki emekçi halkla gerçek kardeşlik bağlarının kurulmasını telkin
etmeli, sömürge halklara yönelik zulme karşı silâhlı kuvvetler içerisinde
sistematik ajitasyon çalışması yürütmelidir.”[26]
Kongrede Hintçini’nden gelmiş olan genç delege Nguyễn Ái Quốc (Hồ Chí Minh) vatanının arsızca sömürüldüğünü ve
zulüm gördüğünü söyledi, partiden tüm sömürgelerde sosyalist propaganda
yürütmesini istedi.[27]
Hacı Ali için her şey zaten çok netti. 1921 yılının
başında yeni kurulan FKP’ye üye oldu. Parti, Rus Devrimi’nin dünyaya sunduğu
umuttan beslenen genç bir partiydi. Ama farklı eğilimleri içinde barındıran
parti, yeterince Komintern kontrolünde değildi.
1920’lerde Paris, antiemperyalist faaliyet yürüten
insanlar için uygun bir zemin sunuyordu. Şehir, giderek, farklı milletlerden
insanların yer aldığı bir panayır yerini andırmaya başlamıştı. Savaşın yol
açtığı korkunç kayıpların ardından ülkedeki sanayi göçmen işçileri istihdam
etmeye başladı. 1924 yılı itibarıyla Fransa’da yüz ilâ yüz elli bin civarında
Kuzey Afrikalı işçi çalışıyordu, bunların 75.000’i Paris bölgesindeydi.
Bu işçiler, maden, demir-çelik ve kimya sektöründeki
berbat, sağlıksız ve tehlikeli işlerde çalışıyorlardı.[28] Birçok yerde
Mağripli kafeleri açıldı. Kuzey Afrikalıların yemek yediği bu yerler, Cezayirli
işçiler tarafından, çalışma koşullarına dair şikâyetlerini dillendirdikleri,
siyaset tartıştıkları mekânlara dönüştü. Sonrasında uluslararası planda önemli
etkiler yaratacak olan Zhou Enlai, Deng Xiaoping, Haya de la Torre ve Perulu
Marksist Mariátegui gibi birçok Afrikalı, Asyalı ve Latin Amerikalı öğrenci de
bu mekânlara geliyordu. Bir dizi kıtada antiemperyalist dayanışma fikrinin
somut hâli olarak “Üçüncü Dünyacılık”, ilkin yirmilerde Paris’te gelişti.
Michael Goebel’in ifadesiyle, Paris o dönemde “antiemperyalizmin başkenti”ne
dönüşmüştü.[29]
Yeni oluşan fırsatlardan istifade etmek adına, FKP
1921’de sonrasında Union Intercoloniale [“Sömürgelerarası Birlik”]
olarak bilinecek olan örgütü kurdu. Örgüt, teknik açıdan sömürge olmayan ama
aslında gerçekte sömürge olan Cezayir dâhil tüm Fransız sömürgelerindeki
halkları bir araya getirmeyi, bu halkları politik ve sendikal faaliyetlere katmayı
ve onları sömürgecilik karşıtı mücadeleye hazırlamayı amaçlıyordu.
Guadeluplu avukat Max Clainville-Bloncourt’nun
girişimiyle kurulan örgüt, yola küçük bir yapı olarak çıktı. 1921 yılının
sonunda sadece iki yüz üyesi vardı. Bu üyelerin büyük bir kısmı da Madagaskarlı
ve Vietnamlıydı. Aralarında az sayıda Cezayirli vardı. Bu isimlerden biri de
kısa zaman içerisinde örgüt içerinde öncü konumuna yükselen ve Cezayirli
hemşehrilerini örgüte katan Hacı Ali’ydi.
Örgütte ilk başta hâkim isim Nguyễn Ái Quốc’tu. 1923’te onun
Moskova’ya gitmesi üzerine Hacı Ali, örgütün lideri hâline geldi. Hacı Ali,
Fransız İmparatorluğu genelinde yürütülecek olan sömürgecilik karşıtı
mücadelelerin temellerini atan ilk çekirdek grubun üyesiydi.[30]
Sömürgelerarası Birlik’in yürüttüğü faaliyetler
dâhilinde Le Paria [“Parya”] isminde bir gazete çıkarttı.[31] Muhtemelen
bu adım, tüm FKP liderlerince hoş karşılanmamıştı. Dolayısıyla, gazetenin
parasal kaynakları kıttı. 1923’te FKP Sömürgeler Komisyonu örgüte 100 frank
verdi. Bu para, bugünün parasıyla 50 sterlinden fazla değildi. (O dönemde
Komintern’de para vardı. Örneğin Alman Komünist Partisi yirmi gazete çıkartacak
paraya sahipti. Hatta öyle ki parti, gazetelere yayın yönetmeni bulamıyordu.
Gelgelelim, Le Paria bu tür imkânlardan mahrumdu.[34])
Üç bin civarında dağıtılan Le Paria’nın
nüshalarının önemli bir bölümü sömürgelere kaçak yollardan sokuluyordu.
Fransa’daki öğrencilere ve işçilere sadece 500 nüsha satılıyordu.[35] Gazetenin
ilk sorumlusu Nguyễn Ái Quốc’tu, fakat Quốc, 1923’te Komintern için çalışmak üzere Moskova’ya
gitti. Gazete, Fransız emperyalizminin eleştirildiği, canlı bir propaganda
faaliyeti yürüten önemli bir yayın organıydı.
Hacı Ali, gazeteye düzenli yazılar yazdı. Yazılarını
“Ali Baba” ve “Hacı Bicot” müstear adlarıyla kaleme alıyordu. “Keçi yavrusu,
çebiş” anlamına gelen “Bicot”, esasında Kuzey Afrikalılara hakaret etmek
için kullanılan ırkçı bir ifadeydi. Bu anlamda Hacı Ali, ırkçıların dilini
tersyüz edip onu gerisin geri o dilin sahiplerine çevirme tekniğinin
öncülerinden biriydi.
“Işığın Şehri Paris” gibi güçlü yazılar yazıyordu. Bu
yazısının konusu, Paris’teki göçmen işçilerin durumuydu:
“Evet
Paris’te Cezayirliler var. Fabrikalarda ölümüne çalışan bu insanların sayısı on
binleri buluyor, Grenelle bölgesinde, Boulevard de la Gare ve de la Villette
gecekondu mahallerinde bir bir çürüyorlar.
[…]
Cezayirliler yapayalnız yaşıyorlar, eşleri yok hiçbirisinin, erkeklere has
alışkanlıklar içerisinde debelenip duruyorlar. Ülkelerinde bıraktıkları
kadınlarını buraya getiremiyorlar. Aza kanaat ediyorlar, ihtiyaçlarını azami
düzeyde kısıyorlar, biriktirdikleri parayı sömürgeciliğin ezip durduğu
çocuklarına ve yaşlı anne-babalarına gönderiyorlar.”[36]
Gelgelelim, Hacı Ali, sadece Kuzey Afrikalı işçilerin
çilesini anlatmakla yetinmiyordu. Ayrıca hemşehrilerini sendikalı yapma yönünde
adımlar atıyordu. 1921’de CGT bölündü. Bu bölünme neticesinde Confédération
Générale du Travail Unitaire [Genel Birleşik İşçi Konfederasyonu -CGTU]
kuruldu. Muhtemelen Hacı Ali’nin yazdığı, Le Paria’da çıkan makalede
göçmen işçiler bu sendikaya katılmaya teşvik ediliyorlardı:
“Fransa’daki
fabrikalarda maddi durumun Fransız işçi kardeşlerinizin durumundan hiç de
farklı olmadığını öğrendiniz. Hangi ırka mensup olursa olsun, proleterlerin
aynı sömürünün ağırlığı altında ezildiğini, aynı sefalete mahkûm edildiğini
gördünüz. […] Bu eylemsizlik hâlinden kurtulmanın, patronların saldırılarıyla
alakadar olmanın ve onların darbelerini kurbanlık koyun gibi kabullenmeye karşı
çıkmanın vaktidir. Fransız işçi yoldaşlarınızla birlikte örgütlenin;
ücretlerinizi savunmak ve haklarınızı talep etmek amacıyla kitleler hâlinde
sendikalara üye olun.”[37]
Hacı Ali, FKP’nin diğer yayınlarına da katkı
sunuyordu. 1922’de daha çok Avrupalı yerleşimcilerin katıldığı İkinci Kuzey
Afrika Komünist Birlikleri Kongresi’nin kabul ettiği raporda, “Yerli halkları
asıl tanımlayan şey, onlardaki cehalet. Cehalet, onların özgürleşmeleri
önündeki en büyük engel”[38] deniliyordu. Hacı Ali, Bulletin Communiste [“Komünist
Bülten”] için yazdığı yazıda, bu tespite şu sert eleştiri yöneltti:
“Bugün
yüzleştiğimiz en net tehlike, sömürgelerdeki proletaryanın burjuvazinin
nüfuzuna terk edilmesi, ordunun ve emperyalizmin ellerine teslim edilmesidir.
Oysa asıl mesele, onu kendisinin devrimci durum oluştuğu vakit gelip devrimi
ezmek için sahaya sürülmesine izin vermemesini sağlamak, bunun için
proletaryayı hazırlamaktır.
İnanın
bana yoldaşlar, bu meseleyle ilgilenmediğiniz takdirde Fransa, İngiltere ve
İtalya gibi ülkelerde devrim, ölümcül bir tehlikeyle yüzleşir.
Rus
Devrimi sayesinde sömürgelerdeki işçilerin uyandığı, toplaşmaya başladığı,
birlikte zincirleri kırmak için ileri atılmanın yollarını aradığı görülmelidir.
İnanın
bana yoldaşlar, sömürgelerdeki işçiler, modası geçmiş demokrasi
propagandasından ve bu demokrasiye dair fikirlerden çok bizim propagandamıza ve
fikirlerimize açık durumdadırlar. Bu işçiler, savaş süresince burjuva
partilerinin hukuk düzeni ve medeniyete dair yalandan vaatlerini ve kendilerini
bu vaatler uğruna kıyımdan geçirilmiş olduğunu hiç unutmadılar.
Gerçekten
devrim yapmak istiyorsanız, sömürgelerdeki proleterlerin tarafsız kalmasını
sağlayacak adımları atmakla, onların sevgilerini kazanmaya çalışmakla
yetinmemeli, yöntemsel açıdan gerçek manada komünist olan propaganda
faaliyetleriyle onların içinden, ihtiyaç hâsıl olduğunda, yani devrim
gerçekleştiğinde, o devrimi koruyacak devrimci muhafızları çıkartmak için
hazırlık çalışması yürütmelisiniz.
Bunu
yapabilirsiniz, çünkü aydınından en ilkeline tüm sömürge insanları, Rus
Devrimi’nin çarlığın boyunduruğu altında olan birçok halkı özgürleştirdiğini
biliyor.
Peki
biz bugün ne istiyoruz?
1.
Parti, sömürgelerdeki militanları ve birlikleri ile ilgili olarak bir tutum
belirlemeli;
2.
Parti, bu militanlara ve birliklere net bir dille ulaşılması istenen hedefi
bildirmeli;
3.
Yerli halk içerisinde propaganda faaliyeti yürütüp insan örgütlemeli;
4.
Bu doğrultuda, yerli halkın acil taleplerini dillendiren bir program
hazırlamalı. Acil talepler şu hususları içeriyor olmalı:
a.
Yerli Kanunu yürürlükten kaldırılmalı;
b.
Herkese Fransız vatandaşlığı verilmeli;
c.
Halka baskı uygulayan mahkemeler lağv edilmeli;
d.
Hukuk önünde herkes eşit olmalı;
e.
Sömürgelerdeki işçi ve köylülerin zorunlu çalıştırılmasını öngören, medeniyet
düzeyine yakışmayan kısıtlamalar getiren keyfi idari tedbirlerin kaldırılması.
Bu
adımların atılması durumunda, çok kısa zamanda sonuç alınacaktır.
Bugün
bize ulaşan milyonlarca sömürge proleterini göz ardı ettiğimiz koşullarda,
komünist faaliyet, sömürgelerdeki bir avuç Avrupalıyla sınırlı tutulamaz.”[39]
Hacı Ali’nin aktardığı “acil talepler” listesi,
Cezayirlilerin hayatını doğrudan etkileyen meselelere odaklanıyordu. Bu metinde
Hacı Ali, herkese Fransız vatandaşlığı verilmesini istiyordu ama bir şekilde
ulusal bağımsızlıktan söz etmiyordu.
Sömürgelerarası Birlik ve Le Paria, ilk
sınavını 1923 yılında verdi. Savaş tazminatlarının ödenmemesi üzerine, Fransız
hükümeti Almanya’ya ait Ruhr bölgesini işgal etti. Bu işgal harekâtında
ağırlıklı olarak Kuzey Afrikalı ve Senegalli askerler kullanıldı. Bu da Alman
milliyetçilerinin ırkçı muhalefetini tetikledi. Bu süreçte FKP, Fransız
askerleri arasında yoğun bir kampanya yürüttü ve Alman işçileriyle kardeş
olunduğu üzerinde durdu. FKP, o dönemde askerlere yönelik Caserne [“Kışla”]
isminde bir gazete çıkartıyordu. Gazete, esas olarak antimilitarist propaganda
dâhilinde kullanılıyordu. İlgili dönemde parti, gazeteyi Kazirna ismiyle,
hem Arapça hem de Fransızca olarak yayımlamaya ve Ruhr’daki Kuzey Afrikalı
askerlere dağıtmaya başladı. Bu çalışmanın örgütlenmesinde asıl rolü Mahmud Ben
Lehal üstlenmiş olsa da Hacı Ali de çalışmalarda aktif olarak yer alıyordu.
Sonrasında Ben Lehal tutuklandı, Haziran 1924’te Mainz’deki mahkemenin ardından
beş yıl ağır hapse çarptırıldı. FKP, onun serbest bırakılması için büyük bir
kampanya başlattı. Hacı Ali liderliğinde düzenlenen mitingle beslenen bu
kampanya neticesinde Ben Lehal serbest bırakıldı.[40]
Süreç
içerisinde FKP legal ve illegal faaliyetleri birleştirdi. Ruhr’da yürütülen
kampanyadaki çalışmaları ardından Hacı Ali, Mayıs 1924’te FKP tarafından
Paris’in ikinci bölgesinde vekil adayı gösterildi. (Partideki az sayıda Fransız
vatandaşlığına sahip Cezayirliden biri olması sayesinde seçimlere katılma
imkânı bulabildi). FKP, günlük gazetesi L’Humanité’de [“Beşeriyet”]
amaçlarını şu şekilde aktarıyordu:
“Tüm yoldaşlarımız,
işçinin deri rengi veya kökeni ne olursa olsun, her şeyden önce işçi sınıfına
ait olduğuna kanidir. Irkçı önyargılar, her bilinçli işçinin tümüyle reddetmesi
gereken bir husustur. Sömürgelerden gelen işçiyi sırf farklı alışkanlıkları var
diye görmezden gelen, daha da kötüsü hor gören bir Fransız işçisi sömürücünün
dümen suyunda hareket ediyordur.
Kapitalizm, esas olarak
işçilerin sınıfsal eylemini pratikte daha etkin bir biçimde bölmek adına bu
türden ırksal çelişkileri keskinleştirmeye çalışmaktadır.
Fransız kapitalizmi
sömürgelerdeki tebaasını, gerektiğinde Fransız işçilerine karşı kullanılacak
asker veya grev kırıcısı olarak yedeğinde tutmaktadır.”[41]
Bu
ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla her ne kadar ırkçılıkla mücadele konusunda
FKP üyeleri netse de bazı kişilerde belirli önyargılar mevcuttu. Claude Liauzu’nun
iddiasına göre Hacı Ali’nin adaylığını az sayıda marjinal partili dayatmış,
ikinci bölgedeki komünistler bu karara onay vermeye yanaşmamışlardı.[42]
Elimizde
Liauzu’nun iddiasını destekleyen kimi kanıtlar mevcut. İkinci bölge için
belirlenen vekil adaylarının listesi yayınlandığında görüldü ki orada Hacı
Ali’nin adı yoktu.[43] İlk başta listenin başına katılmadıkları mahkemece ölüm
cezasına çarptırılmış olan Jacques Sadoul ve Henri Guilbeaux’nun adlarının
yazılması düşünülmüştü. Ancak yetkililer bu isimlerin vekillik başvurusu
yapamayacağına kanaat getirince liste revize edildi ve Hacı Ali’nin ismi
listeye eklendi. L’Humanité’de çıkan, yeni listeye dair haberde Hacı
Ali’nin listeye neden eklendiğiyle ilgili bir açıklama yapılmamakta,
kendisinden sendikalı nalburcuların temsilcisi” olarak bahsedilmekte, etnik
kökenine hiç değinilmemekteydi.[44] 1 Mayıs günü, yani seçimden iki hafta önce
FKP Paris’te aynı anda on altı miting yapılacağını, bu mitinglerde altı kadar
konuşmacının konuşma yapacağını duyurdu ama bu konuşma yapacak kişiler arasında
nedense Hacı Ali yer almıyordu. Hacı Ali, kendi seçim bölgesindeki mitinglerde
konuşma imkânına ancak kampanyanın son haftası kavuşabildi.[45] Hacı Ali,
kampanya çalışmalarına her daim Kuzey Afrikalı kıyafetleriyle, Cezayirlilere
has, kukuletalı peleriniyle ve başındaki fesiyle katıldı.[46]
Aslında
Hacı Ali aday gösterildiği için o kadar da heyecanlı değildi. Daha öncesinde
Cezayirliler cemaatiyle bir Cezayirlinin aday gösterilmesi meselesini
tartışmış, bu tartışmalarda böylesi bir adaylığın Fransız meclisinin
meşruiyetine ve Cezayir’in Fransa’nın parçası olmakla ilgili hukuki statüsüne
onay vermek anlamına geleceğine dair tespitler dillendirilmişti. Görünen o ki
Hacı Ali, o dönemde FKP liderlerinden daha antiemperyalist olan Komintern’in
müdahalesine de maruz kaldı. Baskılarla yüzleşen Hacı Ali, adaylık teklifini
kabul etti.
Hayat
hikâyesini kaleme alan Abdullah Rigi’nin dediğine göre ki bu tespit herhangi
bir delile dayanmamakla birlikte muhtemelen yazarın yorumundan ibaret, Hacı Ali
FKP liderleriyle bir tür anlaşma yaptı. Bu anlaşmaya göre kendisi seçimde aday
olacaktı ama parti de kendisinin Kuzey Afrikalılara yönelik faaliyet yürütecek
politik örgüte destek sunacaktı.[47]
On
bir vekil için yarışılan seçimde iki komünist meclise girdi. Hacı Ali listedeki
adaylar içerisinde en az oy alan isimdi. O dönemde oy kullanımı karmaşık bir
liste sistemine dayanıyordu. Her bir parti birden fazla vekil çıkartılan
bölgenin her biri için liste hazırlıyordu. Seçmenler kişi oy veriyor,
dilerlerse birden fazla listeye oy kullanabiliyorlardı. Meclis koltukları,
listenin aldığı ortalama oy temeline göre dağıtılıyor, en çok oyu alan kişiler
ait oldukları listeyi temsil ediyorlardı.
Bahsini
ettiğimiz iki komünistten biri 41.601, diğeri 40.805 oy aldı. Ait oldukları
listenin aldığı ortalama oy ise 40.781’di. Hacı Ali’nin aldığı oy sayısı ise 40.569’du.[48]
Bu noktada şu hususu unutmamak gerek: Kuzey Afrikalıların büyük bir
çoğunluğunun vatandaşlığı olmadığı için Hacı Ali’nin aldığı oyların çok azı
Kuzey Afrikalılardan gelmişti.
Elde
edilen sonuç bir başarı olarak kaydedildi. En fazla başarı gösteren FKP adayı
olarak Garchery listedeki herkesten 800 daha fazla oy almıştı. Muhtemelen
burada kişisel destekçilerinin rolü büyüktü. Buna karşın, Hacı Ali, Garchery’ye
giden oyların yüzde 97,52’sini, listenin ortalamasını ifade eden oy sayısının
yüzde 99,48’ini aldı. Benjamin Stora’nın ifadesiyle Fransa’daki Cezayirliler
açısından asıl önemli olan Hacı Ali’nin iyi bir iş çıkartmış olmasıydı.[49] Bu
seçim sonucuyla birlikte, Fransız işçilerinin desteğiyle meclise bir
Cezayirliyi sokabilmenin mümkün olduğu görüldü.
Seçim
kampanyasının önemli bir başka sonucu daha oldu. Bu sonuç sadece Hacı Ali değil
Cezayir’in bağımsızlığı mücadelesinin tüm tarihi için de önemliydi. Kampanya
sayesinde Tlemcen şehrinden gelmiş olan genç Cezayirli Messali Hacı’nın
örgütlenmiş olmasıydı. Messali Hacı, Hatırat’ında bu süreci şekilde aktarıyor:
“Bir gün işten çıkarken
durup seçim afişlerini okudum. Afişlerin üzerinde miting ve toplantı tarihleri,
konuşmacıların isimleri ve politik örgütleri yazılıydı. Birden listede bir
Arap’ın ismini fark ettim. Hacı Ali, FKP adayı olmuştu. Şaşırdım. Mutlu oldum.
Çalıştığım fabrikanın yakınında olan Place de la Réunion’daki bir okulda
düzenlenen toplantıya gittim. Hacı Ali’yi dinledim. Partisinin politik
programını aktardı. Adaylık için ihtiyaç duyulandan çok daha fazlası vardı
onda. Onu dinledikçe içimi kendisiyle gurur duydum, içimi neşe kapladı. Tüm
yüreğimle alkışladım kendisini. Toplantının sonunda yanına gittim, Arapça selam
verdim. Adaletsizlikleri ve yerli kanununu eleştirdiği konuşması sebebiyle
kendisini tebrik ettim. Biraz sohbet ettik, iyi dileklerimizi birbirimize
ilettik, sonrasında buluşmak için bir tarih belirleyip ayrıldık.”[50]
Hacı
Ali ve Messali Hacı, bunun yanında, eşleri sıkı dost oldular sonra. İlk başta
Hacı Ali öğretmen, kendisinden on beş yaş küçük olan Messali Hacı öğrenci
rolündeydi. Birçok kez Lenin ve Üçüncü Enternasyonal üzerine tartışma
yürüttüler. 1924 yılının sonlarına doğru gerçekleştirdikleri bir tartışma tüm
öğleden sonralarını alıp götürdü.[51] Messali’yi en çok da Hacı Ali’nin büyük
bir ustalıkla hâkim olduğu komünist ideolojiyi” kavrayışından etkiledi.[52]
Hacı
Ali, FKP’nin önde gelen isimlerinden biriydi artık. 1924’te partinin Sömürgeler
Komisyonu üyesi olarak atandı. (Komisyonun diğer bir üyesi, Tunus’ta Arapça ilk
günlük komünist gazeteyi çıkarttıktan sonra ülkesinden kovulmuş olan Robert
Louzon’du.) Komintern’in beşinci kongresi ardından örgütlenen komisyona Jacques
Doriot liderlik ediyordu. Sonrasında bu Doriot, Nazi yanlısı bir isme dönüştü,
ama daha öncesinde FKP içerisinde yıldızı parlayan bir kişiydi, ayrıca
sömürgecilik karşıtı kampanyalarda aktif rol alıyordu. 12 Eylül 1924’te
düzenlenen Rif savaşı karşıtı bir toplantıda Hacı Ali’yle birlikte konuşmacılar
arasında bulunan bir isim de Doriot’ydu. Hacı Ali o konuşmasında hangi ırka
mensup olursa olsun tüm sömürülenlerin sömürücülere karşı birleşmesi çağrısı
yaptı.[53]
Hacı
Ali ile Doriot arasında sık sık anlaşmazlıklar yaşanıyordu. Hacı Ali,
sömürgelerdeki halklar için özerk ve ayrı bir parti kurulması fikrini
savunuyor, Komintern’in Kuzey Afrika devrimci milliyetçi partisi kurulmasını
öngören stratejisine karşı çıkıyordu. 1926’da komisyondan alındı.[54]
Ocak
1924’teki parti kongresinde Hacı Ali, merkez komiteye seçildi ve bir yıl bu
görevde kaldı. 1925’te Moskova’ya gitti. Gördükleri karşısında epey etkilendi.
Olumlu izlenimlerle Fransa’ya döndü. Messali Hacı o günleri şu şekilde
aktarıyor:
“Paris’e döndüğünde gördük
ki Moskova’da gördükleri de Sovyet Rusya liderleriyle yürüttüğü tartışmalar da
kendisini epey etkilemiş. Dediğine göre her şey yepyeni, her şey muazzam, her
şey kusursuzmuş, bırakalım eleştiriyi yoruma bile gerek yokmuş. Hacı Ali o
günlerde gözümüze cebine koyduğu felsefeci taşıyla Kutsal Mekânlar’dan dönmüş
hacı gibi görünüyordu.”[56]
Bu
dönem boyunca Hacı Ali dininin gerektirdiği ibadetleri aksatmadı. Kendi
ülkesinin dinini ve kültürel geleneklerini savunmanın Cezayirlilerin haklarını
savunmanın önemli bir parçası olduğunu düşünüyordu. Fransız emperyalizmine
yönelttiği en önemli suçlamalardan birisi, onun İslam’ı okulları kapatmak,
diğer dinleri sahaya sürmek ve alkolü teşvik etmek suretiyle İslam’ı
zayıflatmasıydı.[57] Messali Hacı’nın tespit ettiği gibi, “Fransa’da kaldığı,
komünist parti üyesi olduğu o uzun dönem boyunca hiçbir şey onu Arap
kimliğinden ve İslam inancından kopartamadı.”[58]
1924’te
Hacı Ali, Le Paria için yazdığı makalede, komünistlerin İslam’la tartışma
yürütmeyi esas alan bir konumdan uzak durması gerektiğini söylüyordu.[59]
Partisi FKP Fransız solu için hayli önemli olan laikliğin damgasını ağır bir
biçimde taşıyor olmasına karşın Hacı Ali, dini mirasını reddetmesi veya dinin
hayatındaki önemini azaltması yönünde hiçbir baskıyla karşılaşmadı. FKP o
dönemde dini inancın kişisel tercih meselesi olduğunu düşünüyordu. Ama öte
yandan Hacı Ali de dine bağlılık konusunda dogmatik bir isim de değildi. Evini
ziyarete gelen Cezayirli dostlarının bir değerlendirmede sert tartışmaların
yaşandığında, hatta kimi dostlarının masaya ardı ardına yumrukla vurunca Hacı
Ali’nin eşinin tabaklardan korktuğundan, Hacı Ali’nin dostlarını fikirlerin
kişiye özel olduğuna inandırmaya çalıştığından söz ediliyor.[61] Bir seferinde
de Hacı Ali, Messali’ye konuşmalarında dine ve Arap imparatorluğunun tarihine
fazla vurgu yapmamasını tavsiye ediyor.[62]
1925’te
FKP’nin sömürge meselesiyle ilgili konumu değişmeye başladı. Lenin ölmüş,
Stalin “tek ülkede sosyalizm” teorisiyle sahneye çıkmaktaydı. Bu teorinin
sonuçlarının alınması için biraz daha zamana ihtiyaç vardı.
Le
Paria gazetesi Nisan 1926’da yayın hayatına son verdi. Sömürgecilik karşıtı
örgüt yerine artık Hacı Ali, Kuzey Afrikalı işçileri hedefleyen bir örgütü
kurmak için kolları sıvadı. Bu örgüt Étoile Nord-Africaine’den (“Kuzey Afrika
Yıldızı” veya ENA) başkası değildi.
ENA’nın
ne zaman kurulduğu konusunda tartışmalar hâlen daha sürüyor. Muhtemelen daha
önce kurulmuş olan ENA, kamuoyunun gündemine ilkin Haziran 1926’da geliyor.[63]
Örgüt içerisinde Tunuslu, Faslı, aynı zamanda Cezayirli işçiler vardı.[64]
(Artık Fransa’ya daha fazla sayıda Tunuslu ve Faslı öğrenci geliyordu. Bu
isimlerden biri de sonrasında bağımsız Tunus’un ilk cumhurbaşkanı olacak olan
Habip Burgiba’ydı.[65])
ENA’nın
ilk çekirdek ekibi, Fransa’da o dönemde yaklaşık yüz bin Kuzey Afrikalı işçiyi
örgütlemiş olan CGTU’ya bağlı sekiz bin kadar Kuzey Afrikalı işçiden
oluşuyordu. Ulaşılan bu yüksek sendikalaşma düzeyi, takip eden üç yıl boyunca
Hacı Ali ve yoldaşlarının ortaya koyduğu yoğun çalışmanın neticesiydi.[66]
1926
ve 1927 yıllarında ENA Paris bölgesinde azami birkaç yüz kişinin katıldığı bir
dizi toplantı düzenledi. Ayrıca örgüt öğrencilere yemek de veriyordu. Yerli
kanununun yürürlükten kaldırılması, Cezayir-Fransa arası geçişlerin serbest
oluşu, basın ve toplanma hürriyeti gibi konularda kampanya yürüttü. 1928’de
ENA’nın FKP’yle bağlarını kopartmasıyla birlikte toplantılara katılım sayısı
düştü ve örgüt daha çok Kuzey Afrikalılara hitap eder hâle geldi.[67]
Messali
Hacı da ENA ile bağlantılı bir isimdi. Kendisi uzun yıllar örgüte ve ondan
sonra kurulan diğer örgütlere liderlik etti. Dolayısıyla, örgütün esasından
Messali Hacı tarafından kurulduğu iddia edilir. Hacı Ali’nin ismi ise tarihten
silinir. Oysa örgütün kurulduğu dönemde kuruluşta en önemli rolü oynayan isim
Hacı Ali’dir. İlk yıllarında ona liderlik eden odur. 1948’de La République
Algérienne ölüm döşeğinde olan Hacı Ali’nin bir mektubunu yayımlar. Hacı Ali
orada örgütün kuruluşundaki tarihsel rolünden bahseder:
“Tüzüğü hazırlayan, dile
getirilir getirilmez kabul edilen ismi öneren benim. […] Messali, ilk
militanlar gibi bizim örgütlediğimiz bir isimdi. Çalışmalarımıza ilgisi
yüzeyseldi. Toplantılarımıza düzenli olarak katılmazdı, geldiğinde de hep geç
dâhil olurdu. Gene de onun samimi bir milliyetçi olduğunu düşünüyordum. […] Derneğe
1928’e dek ben liderlik ettim. 1924-1926 arası dönemde Messali, halkın
karşısına çıkıp tek bir konuşma bile yapmadı.”[68]
Burada
açık ki Hacı Ali, itibarını koruyor. Hikâyeyi kim nasıl anlatırsa anlatsın,
onun ENA’nın kuruluşunda önemli bir rol oynadığına kimse itiraz edemez. Zira o
dönemde Hacı Ali, Messali’den hem daha deneyimli hem de politik açıdan daha
gelişkin bir isimdi.
ENA,
FKP’nin desteği ve teşvikiyle kuruldu. FKP arşivlerindeki belgelerden ve
tutanaklardan yararlanan Michael Goebel’in dediğine göre ilk başta Hacı Ali ve
Messali, ulusal egemenlikten çok insan hakları meselesiyle ilgilendi. Bu
isimler, Cezayir’in bağımsızlığı talebini ancak FKP’nin baskısıyla
dillendirdiler:
“Temmuz 1926’da Hacı Ali,
‘topyekûn özgürleşme’den dem vurmayı tercih ediyordu. ‘Bağımsızlık’ terimini
kullanmanın ‘burjuva milliyetçileri’ni partiden uzaklaştıracağını düşünüyordu.
[…] Ekim gibi geç bir tarihte ENA’nın iki kurucusu kararsızlığa düşerek,
‘bağımsızlık’ teriminin emperyalist Fransız devletinden kopması gereken,
Cezayir’in egemenliğinden ziyade insan haklarını dert edinmiş seçmen kitlesini,
yani Paris’teki Kuzey Afrikalı işçileri partiden kopartacağını düşündü.”[69]
FKP’nin
Kuzey Afrika ile ilgili stratejisi büyük ölçüde Komintern’in benimsediği
konumların etkisi altındaydı. Çin’de yeni kurulan Çin Komünist Partisi’ne
Komintern milliyetçi Komintang’a tabi olmaları talimatı verildi. Bu ittifak,
Nisan 1927’de Şangay’da komünistlerin Komintang güçlerince katledilmesine dek
sürdü.[70] 1925 yılı boyunca FKP içerisinde Kuzey Afrika Komintang’ının
kurulması konusunda tartışmalar yürütüldü. Bu tartışmaların neticesinde ENA
kuruldu.[71]
Örgütün
kuruluş çalışmasında saf anlamıyla Cezayir milliyetçisi olan Emir Halid de yer
aldı. Halid, Fransız devletinin Müslüman halk için kurduğu seçimle alakalı
kurumlar içerisinde çalışmak suretiyle belirli bir destekçi kitlesine kavuştu.
İlk başta Hacı Ali ve FKP, Halid’e düşmandı. 1922’de Hacı Ali, Le Paria’daki
yazısında, gazetesinin Cezayir halkının meclise girmesi önerisine neden karşı
çıktığını şu şekilde izah ediyordu:
“Çünkü biz halkımızın ayrı
temsilcilere sahip olmasını istemiyoruz. Çünkü biz, yerli halkın iki üç
şakşakçı veya Halid gibi tutkularının esiri olan bir ajitatör tarafından temsil
edildiğinde, arzuladıkları, bizim de ulaşılsın diye tüm gücümüzle talep ettiğimiz
adalete ulaştıklarına inanmalarını sağlamanın bir aldatmaca olduğunu
düşünüyoruz.”[72]
Fakat
1924’te Hacı Ali, birleşik cephe anlayışı uyarınca Halid’le işbirliği kurmanın
zaruri olduğunu gördü. Temmuz 1924’te FKP ve Sömürgelerarası Birlik, Paris’te
Hacı Ali ve Halid’in birlikte konuşma yaptıkları iki büyük toplantı organize
etti.[73] Halid örgütte hiçbir aktif rolü bulunmamasına karşın, ENA’nın onursal
başkanı yapıldı.[74]
Şubat
1927’de Hacı Ali ve Messali Komintern’in desteklediği, Emperyalizme ve
Sömürgeci Zulme Karşı Birlik’in örgütlediği, Brüksel’de düzenlenen dünya ezilen
halklar kongresine katıldı. Messali, Fransız emperyalizminin Cezayir’de
oynadığı rolü mahkûm eden güçlü bir konuşma yapmak suretiyle, politik lider
olarak kariyerine başlamış oldu:
“Ülkeyi kalkındıracak
yardımı vermek şöyle dursun Fransız emperyalizmi sömürü ve mülksüzleştirme
pratiğini en gerici politik hâkimiyet pratiğiyle birleştirdi, yerli halkı her
türlü özgürlükten veya teşkilâttan, politik ve hukuki haklardan mahrum kıldı, bu
tür hakları sadece parayla satın alınmış yerlilerden oluşan küçük bir azınlığa
bahşetti.
Buna ek olarak Fransız
emperyalizmi alkol, yeni dinleri sahaya sürme ve sömürgecilik öncesi varolan
Arapça eğitim veren okulları kapatma suretiyle halka zulmetti. Nihayetinde
yürüttüğü çalışmayı taçlandırmak adına emperyalizm bugün yerli halktan insanları
sömürgecilik pratiğini sürdürmek, emperyalist savaşlarda kullanmak,
sömürgelerle Fransa’da devrimci hareketleri ezmek için kullanmak için askere
alıyor.
Bu sömürgeci siyasetine,
bu zulme karşı Kuzey Afrikalı emekçi halk, ulusal bağımsızlık denilen, bugünkü
arzularını gerçekleştireceği hedefe ulaşmak için elindeki tüm araçlarla sürekli
eylemlilik içerisinde oldu, olmaya da devam ediyor.”[75]
Sonrasında
Hacı Ali, konuşma metninin kendisi tarafından yazıldığını söylüyor, ama Messali
konuyla ilgili farklı bir değerlendirmede bulunuyor.[76] Gerçek ne olursa olsun
görünen o ki Hacı Ali hâlen daha önde duran bir isim ve Messali’yi lider olarak
geliştirmeye ve ön plana çıkartmaya çalışıyor.
1926’da
Hacı Ali ile FKP arasına kara kedi girdi. Hacı Ali, Marksizmi milliyetçi ve
dini fikirleriyle cem etmeyi bilmiş, FKP’ye sadık, güvenilir bir partiliydi.
Ama son tahlilde onu asıl harekete geçiren şey, Cezayir meselesiydi. Ayrıca ilk
başlarda sömürgelere mensup eylemcilerin ayrı örgütler kurmasını teşvik eden
FKP, bu eylemcileri yönlendirmeye daha fazla hevesli olan, tek derdi tüm
örgütleri kendi yörüngesinde tutmak olan bir yapıya evrildi.
Ayrıca
Komintern içerisinde de önemli değişimler yaşanıyordu. Stalin’in “tek ülkede
sosyalizm” teorisinin Çin gibi yerlerde çözülmeye yol açtığı dönemde hâlen daha
Komintern’in belirlediği politika 1922’de yürürlüğe konulmuş olan birleşik
cephe geleneği dâhilinde uygulanmayı sürdürüyordu.[77] Fakat 1928 yılında
Komintern birleşik cephe anlayışını terk edip “üçüncü dönem” denilen, sekter ve
felâketlere yol açacak analize yöneldi. Bunun neticesinde sosyal demokratların
“sosyal faşistler” oldukları tespiti öne çıktı. ENA liderleri, sekter ve
yönlendirici bir güç hâline gelen Komintern’den kopmaya başladılar.
FKP
ile ENA liderleri arasındaki gerilim iyice derinleşti. Hacı Ali, Messali’nin
ENA’ya girmesini isteyen, onun tam zamanlı çalışan bir örgütçü olması için
uğraşan isimdi.[78] Maaşını FKP ödüyordu. Ama 1927’de Hacı Ali, dostu ve
himayesindeki kişi olarak Messali’ye partinin artık para vermeyeceği bilgisini
iletti. Messali bir dükkânda işe girmek zorunda kaldı. Kararı kabullenen
Messali, FKP’de kaldı.[79]
Komünizme
bağlılığını açık bir dille ifade eden Hacı Ali, o dönemde ENA’nın FKP
kontrolünde olmayan özerk bir örgüt olması gerektiğini düşünüyordu. FKP içinde
yapılan 1926 tarihli toplantının tutanaklarına göre Hacı Ali, kendisine
sorulduğu vakit “ben komünistim, ama aynı zamanda Müslümanım, bu yüzden ENA’ya
katıldım” diyordu.[80] Hacı Ali, Fransa’da özek bir komünist partinin, en
azından Kuzey Afrika Komünist Partisi’nin, Cezayir’de ise devrimci milliyetçi
bir partinin kurulması fikrini savunmayı sürdürdü. Fakat kendisi parti
içerisinde parti kurmak istemekle suçlandı. Bu süreçte FKP liderleri arasındaki
farklılıklar daha da keskinleşti.
Banuni
Akli isimli bir Renault işçisinin aktardığına göre söz konusu dönemde ENA
içinde hararetli tartışmalar yaşanıyordu:
“Kasım 1927’de rue des
Gracieuses’de saat 11’de yeni bir toplantı yapıldı. Tartışmalar esnasında
milliyetçi eğilime mensup kişilerin varlığı daha da görünür hâle geldi.
Cezayir’in bağımsızlığı çağrısında bulunan bir önerge büyük bir çoğunlukla
kabul edildi, Hacı Ali Abdülkadir gibi Cezayirlilerin Fransız Komünist
Partisi’ne hizmet eden bir tür ihtiyat kuvvetler olarak kullanılabileceğini
düşünenler tepki koyup salonu terk ettiler. ENA’ya destek olan Fransızlar
onlarla birlikte hareket etti. Bu olayın ardından komünistler ENA’dan uzak
durmaya başladılar.”[81]
Asıl
meselelerin ne olduğu tam anlamıyla açık değil. Görülüyor ki bu dönemde Hacı
Ali hâlen daha parti disiplinine bağlı bir üye gibi hareket ediyor. Ama
derinlerde bir şeylerin yanlış gittiği açık.
Kuzey
Afrikalı militanlar ve işçiler 1928’de bir toplantı daha yaptılar. Orada
katılımcılara “FKP’ye bağlı kalmaya devam etmek mi yoksa ulus temelinde
bağımsız bir örgüt kurmak mı istiyorsunuz?” sorusu yöneltildi. Bağımsız örgüt
seçeneğine herkes destek sundu.[82]
1928’de
Hacı Ali, 1921’den beri ömrünü tüketen politik faaliyet alanından çekilmeye
dönük adımlar atmaya başladı. Halefi olarak gördüğü Messali’ye ENA’nın
liderliğini verdi.[83] FKP ENA’ya desteğini geri çekince Hacı Ali de partiden
uzaklaştı. Nihayetinde, muhtemelen 1930 senesinde, partinin izni olmamasına
rağmen belediye seçimlerinde aday olduğu için partiden kovuldu.[84] Bu dönemin
ayrıntılarına pek vakıf değilsek de bir süredir işleyen kopuş sürecinin bu
noktada tamama erdiğini söyleyebiliriz.
Hacı
Ali, devlet baskısı ve FKP’nin desteğini çekmesi neticesinde ciddi güçlüklerle
yüzleşen ENA içerisindeki faaliyetlerini sürdürdü. Ocak 1929’da bir ENA
toplantısına başkanlık etti. Toplantıya 1.200 kişi katıldı. Bu insanların
önemli bir bölümü, salona Emir Halid’in konuşacağı bilgisini aktaran bildiriyi
okuyup gelmişti. Ne var ki Halid toplantıya katılmadı.[85]
1930’a
dek ENA tek bir gazete bile çıkartmadı. Politikalarını kitlelere broşürler ve
toplantılar aracılığıyla iletmeyi tercih etti. Ekim 1930’da Hacı Ali’nin
öncülüğünde Ümmet ismindeki gazete çıkartıldı. İlk yayın yönetmeni Hacı
Ali’ydi. Gelgelelim, Hacı Ali, 1932 başlarında bu görevden ayrıldı.[86] 1931’de
kendisi hâlen daha ENA lider kadrosunun bir üyesiydi.
1930’da
Hacı Ali’nin hayatı birçok yönden değişmeye başladı. Politik alanda yoğun bir
çalışma içerisinde olmasına rağmen nalbur dükkânı işi epey büyüdü. Bu,
muhtemelen politik işler sebebiyle dükkânda durmadığı vakit kocasının yerine
dükkâna bakan eşinin marifetiydi. Hacı Ali’nin eşi aynı zamanda dükkânı
ziyarete gelen siyasi isimlere mekân sahibi olarak hizmet veriyordu. Doğrudan
politikayla bir alakası olmasa da kocasının düşüncelerini paylaşıyor, politik
faaliyetlerine önemli katkılar sunuyordu. Kadın olmasaydı Hacı Ali için bir
politik kariyerden muhtemelen söz edilemezdi.[88]
1928’de
Hacı Ali, Paris’in yaklaşık otuz kilometre uzağındaki Brunoy köyüne ev inşa
etti. 1930’da bu eve taşınan Hacı Ali, köy ortamından büyük bir zevk aldığını
fark etti. Muhtemelen köy, kendisine büyüdüğü köyü anımsatıyordu. Messali Hacı,
bu yeni evi biraz da alaycı ifadeyle, “çiftlik” olarak anıyor.[89]
Hacı
Ali, iyi para getiren dükkânını sattı ve yeni yatırım alanlarına yöneldi. Brunoy
köyüne yakın bir komün olan Montgeron’da bir mülk satın aldı. O, elinde bir
kafe, kiralık daireler, otobüs şirketi, büyük bir garaj ve bir sinema olan
biriydi. Doğal olarak bazı politik hasımları onu “burjuva” olarak tarif
ediyorlardı. Oysa para konusunda eli açık olan Hacı Ali, yardım kuruluşlarına
ve politik çalışmalara yardım yapan bir isimdi.[90]
Siyaset
alanından uzaklaştıkça Messali’yle dostluk ilişkisi de zayıfladı. 1930 civarı
Messali ve eşi hafta sonlarını Hacı Ali’nin Brunoy’daki evinde geçiriyordu. Ama
Messali’nin aktardığına göre “Hacı Ali, nezaketini bozmasa da eski dostunun ve
öğrencisinin karşısında mahcubiyet yaşıyor, bir miktar rahatsız oluyordu.”[91]
Messali’nin
liderliğinde ENA epey ilerleme kaydetti. Fransa’nın çeşitli şehirlerinde yüksek
katılımlı toplantılar düzenlendi. 1934’te Ümmet’in tirajı 40.000’i buldu.[92]
Kasım 1934-Mayıs 1935 arası dönemi Messali hapiste geçirdi. Bu, esasen devletin
Messali’nin faaliyetlerini ve ait olduğu hareketi gerçek bir tehdit olarak
gördüğünün deliliydi.[93] Haziran 1936’da, Halk Cephesi hükümetinin
kurulmasından hemen sonra ENA büyük bir miting düzenledi. Messali ve Hacı Ali
bir süre görüşmediler, ama birbirlerine içten selamlarını iletmekten de hiç
geri durmadılar.[94]
Ocak
1937’de komünistlerin desteklediği Halk Cephesi hükümeti ENA’yı dağıtma
kararını aldı. Birkaç gün sonra L’Humanité, ENA’nın partiye ve Halk
Cephesi’ne düşmanlığı” meselesini eleştiren uzun bir makale yayımladı. Gazete,
ENA’nın dağıtılması işlemine yönelik tek bir eleştiri bile yapmadı.[95]
11
Şubat’ta Paris’te ENA’nın yasaklanmasını protesto eden bir toplantı düzenlendi.
Salonda yaklaşık 3.500 kişi vardı. Messali ve Hacı Ali söz aldılar.[96] Bir ay
sonra, Paris’in banliyösü Nanterre’de yeni örgütü kurmak amacıyla başka bir
toplantı yapıldı. Parti du Peuple Algérien [“Cezayir Halk Partisi”]
ismini alacak olan örgüt ENA’nın çalışmalarını yürütecekti. Toplantıda Hacı Ali
de yer aldı. CHP’nin kurucuları arasında o da vardı.[97] Artık politik faaliyet
yürütmese de Hacı Ali inandığı düşüncelerden vazgeçmemişti.
FKP,
Messali’yi de Hacı Ali’yi de hayal kırıklığına uğratmıştı. Pierre Monatte ve La
Révolution prolétarienne etrafında toplaşan solcular, Troçkistler,
Sosyalist Parti içerisinde başını Marceau Pivert’in çektiği sol akım gibi
FKP’nin solunda duran başka ekipler de vardı. Messali bu ekiplerle temas
kurdu.[98] Ama Hacı Ali onlara hiç bakmadı. “Sütten ağzı yanan, yoğurdu
üfleyerek yer”, onun duygularını özetleyen bir ifadeydi. 1935’te Hacı Ali
İkinci Dünya Savaşı patlak verene dek yazmayı sürdüreceği Le Peuple algérien
gazetesinin yayın yönetmenliği görevini üstlendi.[99]
Almanların
Fransa’yı işgal altında tuttuğu dönem boyunca (1940–1944), Hacı Ali hiçbir şey
yapmadı. Fransız emperyalizmini ana düşman olarak gören az sayıda Cezayirli
milliyetçi Nazilerle işbirliği içine girerlerse kimi avantajlar elde edeceğine
dair yanlış bir fikre kapıldı. Hacı Ali’nin bu isimlerden biri olduğu konusunda
elimizde hiçbir delil bulunmuyor.[100]
Hacı
Ali’nin son yılları yoksullukla geçti. Nazilerden kurtulduktan sonra iki
restoran satın aldı ama ikisi de başarısız oldu. Ticari kariyeri sağlığının
ciddi biçimde bozulmasıyla sona erdi. Çok sigara içen Hacı Ali ağır bir akciğer
hastalığına yakalandı. 1947’de hastaneye yatırılan Hacı Ali Mayıs 1949’da ölene
dek orada kaldı.[101]
Hasta
yatağında son mektubunu yazdı. Bir tür vasiyetname olarak kaleme aldığı
mektubu, yukarıda da bahsettiğimiz gibi, La République algérienne [“Cezayir
Cumhuriyeti”] gazetesine gönderdi. Orada ENA’yı kendisinin kurduğunu dile
getiriyordu. Bu gazete, Ferhat Abbas’ın başını çektiği Union Démocratique du
Manifeste Algérien [“Cezayirlilerin Demokratik Birlik Manifestosu -UDMA]
isimli çalışmanın yayın organıydı. Abbas o dönemde Fransızlarla işbirliği
içerisinde bir Cezayir devletinin kurulmasını isteyen ılımlı bir milliyetçiydi.
Sonrasında Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne katıldı.
Aynı
mektupta Hacı Ali, UDMA’nın öğretisini ve taktiklerini tümüyle benimsediğini
söylüyordu.[102] Fakat görünen o ki aynı zamanda geçmiş sicilini de savunmaktan
geri durmuyor, Cezayir’in bağımsızlığına yönelik desteğini hâlen daha
sürdürüyordu.
Hacı
Ali’nin tarihten büyük ölçüde silinmiş olması asla şaşırtıcı bir olay değil. FKP’nin
ilk yıllarında öncü roller üstlenmiş olan birçok isim 1930 itibarıyla tarih
sayfalarından silindi. Parti tarihini anlatan çalışmalarda bu kişilerden hiç
bahsedilmedi.[103]
Messali
örgütleme çalışmalarını farklı isimler altında sürdürdü.[104] Neticede
ellilerin başında Ulusal Kurtuluş Cephesi içinde bir ayrışma yaşandı. Bu örgüt
içi çatışmada Cezayir’in bağımsızlığı için mücadele eden örgüt bir yandan da
Messali’nin örgütü Mouvement National Algérien’le [“Ulusal Cezayir
Hareketi”] mücadele etti. Bu mücadelede binlerce insan öldü.[105] Uzun süre
Messali’nin adı anılmadı. Cezayir milliyetçiliğinin tarihinde oynadığı rol
sonradan kabul edildi. Bugün Messali’nin doğduğu yer olan Tlemcen’deki
havalimanının adı “Messali Hacı Havalimanı”. Buna karşın akıl hocası Hacı
Ali’nin adı tarihten büyük ölçüde silinmiş durumda.
Hacı,
kendi nesline mensup diğer birçok isim gibi Komintern’deki yozlaşma ve
Stalinizmin yükselişiyle birlikte umutlarını yitiren, isteklerine ulaşamayan o
mahir ve davaya adanmış bir devrimciydi. Harekete önemli katkılarda bulunmuş
olan bu insan, hatırlanmayı illaki hak ediyor.
Ian Birchall
Yaz 2017
Kaynak
Dipnotlar:
[1] J. Wolfreys, “After the Paris Attacks: An
Islamophobic Spiral,” International Socialism 146 (2015), ISJ.
[2] Bkz.:
Yayına Hz.: John Riddell, To See the Dawn: Baku, 1920, First Congress of the
Peoples of the East (New York: Pathfinder Press, 1993).
[3] Yayına
Hz.: John Riddell, Toward the United Front: Proceedings of the Fourth
Congress of the Communist International 1922 (Şikago: Haymarket Books,
2012), s. 685.
[4] Leon
Trotsky, “On the National Question,” Pravda, 1 Mayıs 1923; In Defence
of the Russian Revolution içinde, Yayına Hz.: Al Richardson, (Londra:
Porcupine Press, 1995), s. 181.
[5] Abdellah
Righi, Hadj-Ali Abdelkader (Cezayir: Casbah Publishers, 2006).
[6] Bkz.: Ian
Birchall, “À bas l’indigénat,” Parti des Indigènes de la République, 3 Aralık
2001, Indigenes.
[7] Roger
Murray ve Tom Wengraf, “The Algerian Revolution—1”, New Left Review 1,
Sayı. 22 (Aralık 1963), s. 25. NLR.
[8] Malika
Rebai Maamri, The State of Algeria: The Politics of a Post-Colonial Legacy (Londra:
I. B. Tauris, 2015), s. 3.
[9] Righi, Hadj-Ali
Abdelkader, s. 37.
[10] A.g.e.,
s. 39–40.
[11] A.g.e.,
s. 41–43.
[12] A.g.e.,
s. 45–46.
[13] A.g.e.,
s. 48–50.
[14] A.g.e.,
s. 50.
[15] M Goebel,
Anti-Imperial Metropolis (Londra, New York: Cambridge University Press,
2015), s. 97.
[16] Righi, Hadj-Ali
Abdelkader, s. 51.
[17] Paul B.
Miller, From Revolutionaries to Citizens (Durham, NC, Duke University
Press, 2002), s. 77.
[18] Bkz.: Ian
Birchall, “Le Sou du soldat”, Grimanddim.
[19] Righi, Hadj-Ali
Abdelkader, s. 68, 77–80.
[20] A.g.e.,
s. 52.
[21] M
Kaddache, Histoire du nationalisme algérien, (Cezayir: Casbah
Publishers, 1981), s. 89.
[22] Righi, Hadj-Ali
Abdelkader, s. 80–81.
[23] Le
Paria, Sayı. 2 (Mayıs 1922,), s. 1.
[24] Righi, Hadj-Ali
Abdelkader, s. 65–66.
[25] Baku: Congress
of the Peoples of the East (Stenografi Raporu), Londra, 1977, s. 161.
[26] “Terms of
Admission into Communist International”: MIA.
[27] Aktaran: Ho’s
Écrits (Hanoi: Editions En Langues Etrangeres, 1971), s. 121–22. Konuşmanın
diğer bir hali şurada yayımlandı: La Vie ouvrière, 31 Aralık 1920), s. 3.
[28] Righi, Hadj-Ali
Abdelkader, s. 63, 73.
[29] M Goebel,
Anti-Imperial Metropolis, s. 279.
[30] Righi, Hadj-Ali
Abdelkader, s. 86–88.
[31] Bkz.: Ian
Birchall, “‘Le Paria’. Le Parti communiste français, les travailleurs immigrés,
et l’anti-impérialisme (1920-24),” Contretemps.
[32] Claude
Liauzu, Aux Origines des tiers-mondismes (Paris: Parcourir les
Collections, 1982), s. 109.
[33] Isaac
Deutscher, “Record of a Discussion with Heinrich Brandler,” New Left Review 1,
Sayı. 105 (1977).
[34]
Komintern’in antiemperyalist faaliyetlere aktarılacak para konusunda
sergilediği cimrilik konusunda bkz.: Hakim Adi, Pan-Africanism and Communism
(Trenton, NJ: African World Press, 2013).
[35] Liauzu, Aux
Origines des tiers-mondismes, s. 110.
[36] Le
Paria, Sayı. 22 (Ocak 1924): s. 1.
[37] Le
Paria, Sayı. 21 (Aralık 1923), aktaran: Righi, Hadj-Ali Abdelkader,
s. 70–71.
[38] Bulletin
communiste, 7 Aralık 1922. İngilizce çevirisi: Revolutionary History 10,
Sayı. 4 (2012).
[39] Bulletin
communiste, 14 Aralık 1922. İngilizce çevirisi: Revolutionary History 10,
Sayı. 4 (2012).
[40] Righi, Hadj-Ali
Abdelkader, s. 163–64.
[41]
L’Humanité, 28 Nisan 1924, s. 2.
[42]
Liauzu, Aux Origines des tiers-mondismes, s. 18.
[43] L’Humanité, 5 Nisan 1924,
s. 4.
[44] A.g.e.,
25 Nisan 1924, s. 2.
[45] A.g.e.,
28, 29 Nisan, 7, 8, 9 Mayıs 1924.
[46] Righi, Hadj-Ali
Abdelkader, s. 104.
[47] A.g.e.,
s. 100–103.
[48] L’Humanité,
13 Mayıs 1924, s. 1; Le Temps, 13 Mayıs 1924, s. 8.
[49] Benjamin
Stora, Messali Hadj (Paris: Parcourir les Collections, 1986), s. 52–55.
[50] Les
Mémoires de Messali Hadj (Paris: Parcourir les Collections, 1982), s. 136.
Messali’nin Hatırat’ı henüz tamamlanmamış olan elyazmalarının
kısaltılmış hâli üzerinden yayına hazırlandı. Gene de bu çalışma kıymetli bir
kaynak olarak görülmeli. Bkz.: J. Simon, L’Étoile Nord-Africaine (Paris:
Parcourir les Collections, 2003), s. 292–93.
[51] Les
Mémoires de Messali Hadj, s. 138.
[52] A.g.e.,
s. 137.
[53] A.g.e.,
s. 2.
[54] Righi, Hadj-Ali
Abdelkader, s. 92–93.
[55] A.g.e.,
s. 97.
[56] Les
Mémoires de Messali Hadj, s. 146.
[57] Righi,
Hadj-Ali Abdelkader, s. 206.
[58] Les
Mémoires de Messali Hadj, s. 137.
[59] Le
Paria, Sayı. 25, Nisan-Mayıs 1924.
[60] Bkz.: Ian
Birchall, “From the Schoolroom to the Trenches: Laïcité and Its Critics,” Grimanddim.
[61] Righi,
Hadj-Ali Abdelkader, s. 212.
[62] A.g.e.,
s. 185.
[63] A.g.e.,
s. 132–34, 142–46.
[64] A.g.e.,
s. 142.
[65] Goebel, Anti-Imperial
Metropolis, s. 144–45.
[66] Righi, Hadj-Ali
Abdelkader, s. 73.
[67] Simon,
L’Étoile Nord-Africaine, s. 251–52.
[68] La
République Algérienne, 24 Aralık 1948, aktaran: Righi, Hadj-Ali
Abdelkader, s. 130–32.
[69] Goebel, Anti-Imperial
Metropolis, s. 203.
[70] Bkz.: H R
Isaacs, The Tragedy of the Chinese Revolution (Şikago: Haymarket Books,
2010).
[71] Simon, L’Étoile
Nord-Africaine, s. 64.
[72] Le
Paria, Sayı. 9, 1 Aralık 1922.
[73] Righi, Hadj-Ali
Abdelkader, s. 67.
[74] Simon, L’Étoile
Nord-Africaine, s. 240.
[75] A.g.e.,
s. 95.
[76] Righi, Hadj-Ali
Abdelkader, s. 188–89.
[77] Bkz.:
Yayına Hz.: Riddell, Toward the United Front: Proceedings of the Fourth
Congress of the Communist International 1922.
[78] Righi, Hadj-Ali
Abdelkader, 186.
[79] Simon, L’Étoile
Nord-Africaine, s. 106.
[80] Righi, Hadj-Ali
Abdelkader, s. 58.
[81] Kaddache,
Histoire du nationalisme algérien, s. 188.
[82] A.g.e.,
s. 230.
[83] Righi, Hadj-Ali
Abdelkader, s. 190.
[84] A.g.e.,
s. 97–98.
[85] Simon, L’Étoile
Nord-Africaine, s. 131.
[86] Righi, Hadj-Ali
Abdelkader, s. 120–23.
[87] Simon, L’Étoile
Nord-Africaine, s. 253.
[88] Righi,
Hadj-Ali Abdelkader, s. 198.
[89] Les
Mémoires de Messali Hadj, s. 141.
[90] Righi, Hadj-Ali
Abdelkader, s. 53–55.
[91] Les
Mémoires de Messali Hadj, s. 161, 168.
[92] Simon, L’Étoile
Nord-Africaine, s. 161.
[93] A.g.e.,
s. 162–64.
[94] Righi, Hadj-Ali
Abdelkader, s. 192–93.
[95] J.
Moneta, Le PCF et la question coloniale (Paris: Parcourir les
Collections, 1971), s. 113–16.
[96] Simon, L’Étoile
Nord-Africaine, s. 221.
[97] Righi, Hadj-Ali
Abdelkader, s. 193.
[98] Simon, L’Étoile
Nord-Africaine, s. 308.
[99] Righi, Hadj-Ali
Abdelkader, s. 124–25.
[100] A.g.e.,
s. 126–28.
[101] A.g.e.,
s. 55–56. Benjamin Stora, Dictionnaire biographique de militants
nationalistes algériens (Paris: Parcourir les Collections, 1985), s. 51.
Burada Stora Hacı Ali’nin ölüm tarihi olarak 1957 yılını veriyor.
[102] Stora, Dictionnaire
biographique de militants nationalistes algériens, s. 55.
[103] Bkz.:
Ian Birchall, “PCF: The Missing Founders,” Grimanddim.
[104] Le
Parti du Peuple Algérien (“Cezayir Halk Partisi”, legal kanadı Le
Mouvement pour le triomphe des libertés démocratiques –“Demokratik
Özgürlüklerin Zaferi Hareketi”) ve sonrasında Le Mouvement National Algérien
[“Ulusal Cezayir Hareketi”].
[105] Bkz.: B Stora, Messali Hadj (1898–1974), Ian Birchall, “A Note on the MNA,” Revolutionary History 10, Sayı. 4 (2012).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder