Biraz
önce kanlar içerisinde, korku dolu gözlerle etrafa bakan bir çocuğun son
nefesini verişini izledim. Başının altı kan gölüne dönmüştü. Ölümün örtüsü
sardı gözlerini. Burası Refah. Şuan Refah’ta yaşananların özeti bu.
Buna
karşın, etrafta kampüslerde kurulan kamplar yüzünden “kendilerini güvende hissedemediklerini” söyleyen insanlara rastlıyorum. Beyefendiler ve hanımefendiler, birileri soykırımı
protesto ediyor diye kendilerini “güvende” hissedemiyorlarmış.
İnsan,
bu durumda güvensizlik denilen şeyin anlamını sorguluyor. Yerinden yurdundan edilmiş
olmaktan, açlıktan ölmekten, sürekli bombalara maruz kalmaktan, kurşunlarla
delik deşik edilmekten veya diri diri toprağa gömülmekten daha güvensiz bir şey
var mı?
Sonra
aklıma, Gazze’de tüm üniversitelerin yok edildiği gerçeği geliyor. Şehirde tüm
profesörlerin katledildiği gerçeğini anımsıyorum sonra. O okullara bir vakitler
giden öğrenciler, şimdi ne kadar güvende?
Hastane
bahçelerinde bulunan toplu mezarları anımsıyorum. Elleri-kolları bileklerinden
kablolarla bağlanmış cesetler, sondalar, cerrahi önlükleri bulunuyor çamurun ve
çöplerin içinde. Çocukların, ihtiyar insanların, hastaların, bir ara bu
insanlara yardım etmiş sağlık çalışanlarının cesetleri bunlar.
İnsan
hakları alanında çalışmışsanız, “toplu mezar” ifadesinin yol açtığı korkuyu bilirsiniz.
Toplu mezar, yapılmış olan zulmü en iyi anlatan simgelerden biridir.
Birileri
hiç vakit kaybetmeden, bize “savaşın gerçekliği”ni anımsatıp duruyor. Peki ama
bu, gerçekten bir savaş mı? Bir tarafın suyu, elektriği bu kadar kolay kesebildiği,
gıda akışını ve ilâç yüklü gemileri dilediğinde bu denli rahat durdurabildiği
başka bir savaş anımsamıyorum ben. Bu bir savaşsa diğer tarafın askerleri
nerede, merak ediyorum. Çünkü bu savaş denilen şeyin diğer tarafının elinde ne
bir askere ne bir tanka, ne drona ne destroyere ne de savaş uçağına
rastlayabildim. Benim tek gördüğüm, çocuklar, yaşlılar, hastalar ve açlıktan
ölen insanlar.
Asker
görmedim değil. Bu “çatışma” denilen sürecin bir tarafının askerleri var. Bu askerler
durmadan videolar yayınlıyorlar. O videolarda görüldüğü kadarıyla bu askerler,
çocukların oyuncaklarını ayaklarıyla ezip parçalıyorlar, insanların
mutfaklarına def-i hacet ediyorlar, kadınların iç çamaşırlarını üzerlerine
geçirip ortalıkta dolaşıyorlar. Bu askerler, bombalarla harap edilmiş binaların
enkazı üzerinde birbirlerine evlilik teklifleri yapıyorlar, podcast yayınları
gerçekleştiriyorlar. İnsanların mücevherlerini, kıyafetlerini ve paralarını
yağmalıyorlar. Beyaz bayrak tutan insanlara veya masum hâliyle bir yolda
karşıdan karşıya geçen insanlara ateş açıyorlar.
Medya,
ekranlara çıkan uzmanlar ve siyasetçiler, hangi politik görüşten olursa olsun, hiç
vakit kaybetmeden, öğrenci eylemlerini kötülediler. Bu kişiler, sürekli bu
eylemlerin insanların kendilerini güvende hissedememelerine neden olduğundan
bahsediyorlar. Bize durmadan, her şeyin 7 Ekim’de başladığını söylüyorlar. Her
fırsatta “bu, misilleme amaçlı bir savaş” diyorlar.
Tamam,
diyelim ki 7 Ekim’de korkunç şeyler oldu. Ama bu kişiler, nedense 7 Ekim’den
önce seksen yıl boyunca yaşananlardan hiç bahsetmiyorlar. Irk ayrımcılığına,
insanların zorla yerlerinden yurtlarından edilmiş olduğuna, gece baskınlarına,
çocukların uzun süreler gözaltında tutulduğu gerçeğine, evlerin yıkıldığına,
yerleşimcilerin gerçekleştirdikleri saldırılara ve hayatı felç eden ablukaya
dair tek laf etmiyorlar. Bu saydığımız şeyler de birilerinin kendilerini
sürekli güvende hissedememesine yol açmış olabilir mi?
Refah’a
saldırı başladı. Açlık çeken, hastalıklarla uğraşan, yerinden yurdundan edilmiş
milyonlarca sivilin gidecek bir yeri yok. Bunca tehlike karşısında bazı
uzmanlar, siyasetçiler ve medya temsilcileri, çıkıp okullarının bu zulme
sundukları desteğe son vermesini isteyen öğrencileri kötülemeye çalışıyor. Bu talepler
yüzünden kendilerini güvende hissedemeyen insanlar için üzülüp ellerini
ovuşturuyorlar.
O
sedyenin üzerinde ölen küçük çocuğu aklımdan çıkaramıyorum. O çocuğun, bazı kampüslerde
barışçıl yürütülen eylemler yüzünden kendilerini güvende hissedemediğini söyleyen
insanların yerinde olmayı canı gönülden isteyeceğinden adım gibi eminim.
Kenn Orphan
13 Mayıs 2024
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder