Bazı sol örgütler, “AKP, İsrail’le ilişkilerini
kessin” diyor. Bu talebe sol örgütler de cevap
vermeli. Sol örgütler de İsrail’le kurdukları diplomatik,
siyasi ve ideolojik ilişkileri kesmeli. İsrail’in varlığını meşru görenler,
“İsrail yaşamalı” diyenler, İsrail’in “ilericiliğin karakolu” olduğunu
düşünenler, bugün yaşanan zulüm karşısında hesap vermeli.
Ama sol örgütlerin önemli bir bölümü “gerici bataklık”
olarak gördükleri Ortadoğu’dan yıllarca kaçtılar, uzak durdular. 2003 Irak
işgaliyle birlikte geri döndüler. “Embedded” ajanlar olarak Amerikan
birliklerinin kuyruğuna takıldılar. Amerika ve NATO’nun işgüzar
neferleri oldular. O bataklığı “Kadın ve
Gençlik”le kurutacağını söyleyen[1] Amerikan dışişleri bakanının gönüllü
askerliğini üstlendiler. Birden Ortadoğu uzmanı kesildiler. Aşağılık devletler
ve milletler topluluğu olarak gördüğü Ortadoğu’ya parmak sallayıp akıl vermeye,
ahkam kesmeye başladılar. Ortadoğu bataklığına
karşı projeler geliştirdiler. Varlıklarını devrim ve sosyalizm değil, bu
projeler üzerinden tanımladılar. Kadını ve gençliği emperyalizme örgütlediler.
İşgal sonrası Türk devleti, Suriye ile ilişki
geliştirdi. Burada tercümanlık ve aracılık işlevini bizatihi TKP’nin
yetiştirdiği Hüsnü Mahalli isimli gazeteci üstlendi.[2] Bu gazeteci, ülkesinin
Türkiye tarafından ilhak edilmesini bile savunuyordu. Kendi
ülkesinin halkına bu fikri sorma gereği bile duymuyordu. Çünkü o da ülkesini
aşağılayan, onun ancak emperyalizmle birlikte ilerleyebileceğini düşünen bir
solcuydu. Ülkesindeki derin devletin bu
operasyona karşı olduğunu, ülkedeki liberalizmi ve neoliberal düzenle
entegrasyonunu istemediğini solcu olarak eleştirip durdu.
Aynı dönemde özellikle Suriye odaklı bir çalışma
başlatıldı. “Doğu Konferansı” isimli bu çalışma, iyi niyetli taşları
topluyormuş gibi görünse de, esasında Ahmet Necdet Sezer başkanlığında,
Türkiye üzerinden işleyen emperyalist-kapitalist
projenin öncü faaliyeti olarak yürütüldü. Aydın Çubukçu ve Ömer Laçiner gibi
isimlerin yer aldığı konferansın ayak bastığı her yerde bir süre sonra oluk
oluk kan aktı. Hiçbiri, tek satır hesap vermedi. Bunların tek bir eylemine
şahit olunmadı. Birer tüccar ve seyyah olarak gidip Halep çarşısında kahvesini
içtikleri adamın hikâyesini satanlar, o çarşıya düşen bombaların ağıtını bile
yakmadılar.
O konferans üzerinden bölge ülkelerinin sınırları,
sermayenin özgürlüğü adına silikleşti, tasfiye edildi. Sonra Suriye-Türkiye
sınırındaki mayınlar, ticaret rahat aksın, o konferansçı aydınların gönlü
olsun, özgürlükler artsın diye, temizlendi. Mayınları temizleme işini İsrail
üstlendi. Erdoğan, o zaman bu durumu eleştirenlere “ırkçılık yapmayın. Ne var
İsrailliler temizliyorsa!” diye çıkışıyordu.
Sonra Suriye gündemi ısındı. Belki de Suriye yağması
için PKK ile çözüm sürecine girildi. Hillary Clinton’a sunulan, sonradan basına
sızdırılan bir komutanlık raporunda, “Türk ordusunun Suriye’ye girip Esad’a
müdahale etmesini AKP istemiyor, ama ordu istiyor” deniliyordu. Erdoğan ayak
diredi, “ben onca anlaşma yaptım Suriye’yle. Zarar ederim” dedi. Obama da dedi
ki “Git İran’la gizli ticaret yap. Açığını oradan kapat.” Bu işi ifşa etmek,
gene ABD istihbaratına ve uzantısı olan Fethullahçılara düştü. Borusunu CHP
öttürdü. “Hırsız Tayyip” sloganı, bu ticari ilişkilerin üzerini örttü. Ama İran’dan
gelen paraların önemli bir kısmının orduya akışına kimse laf etmedi. Şanlı
ordu, Suriyeli çeteleri eğitti.
Kimse, Suriye’de dökülecek kanla ilgili değildi.
Herkes, Birinci Dünya Savaşı’ndaki yağmadan pay isteyen, Lenin’in eleştirdiği
solcular gibi, Suriye yağması karşısında sustu. Üç maymunu oynadı. Yağmadaki
payının çanağına konulmasını bekledi.
Sonra Suriye yağması başladı. Önce mülteci kampları
adı altında NATO beslemesi çetelerin kampları savunuldu. Bugün İmamoğlu’nun
dışişleri danışmanı olan Aslı Aydıntaşbaş, o günlerde “NATO’nun burada gömülü
bir sürü silahı var. Bunları Suriyeli direnişçilere gönderelim” diyordu. NATO
adına konuşuyor, NATO koridorlarından gelen malumatları satıyordu.
Kampları savunma işini burada DSİP gibi örgütler
üstlendi. Ömrü boyunca silahtan uzak durmuş olan DSİP çizgisi, Suriye
içerisinde silahlı bir ekip bile kurdu. Yalandan pozlar verildi. Çetelere
meşruiyet kazandırıldı. EMEP’liler o günlerde örtük olarak, El-Kaide’yle
iltisaklı çeteleri övüyordu. Aynı gelenekten gelen ESP, “Esed zulmü”nden söz
ediyordu.
Bugün türlü geleneklerden gelen sol örgütlerin önemli
bir bölümü, Suriye’de kırılmaya çalışılan mukavemet eksenine karşı emperyalist
eksenden, Amerika, NATO ve İngiltere’den yana saf tutuyor. Bu emperyalizmin
ilerlemeyi sağlayacağını, bataklığı kurutacağını, eşitliği-özgürlüğü güvence
altına alacağını düşünüyor. Sol örgütler, bugün emperyalizmin birer neferi ve ajanı olarak kullanılıyor. Çünkü örgütler,
emperyalizm ve kapitalizm karşıtı kavramlar setiyle ve proletarya-burjuvazi
ayrımıyla değil, soyut, sadece burjuvaziye işaret eden, “ileri-geri” ayrımıyla
düşünüyorlar. Böyle düşünmeye alıştırıldılar. İlerici olmakla övünmeye, ilerici
oldukları için sırtlarının sıvazlanmasına alıştılar. Dişlerine kan değdi, asla
vazgeçmezler. Bu sosyalistlerin savunduğu şey, esasında “ileri burjuva devrimi” ve bu devrim yüz yıldır
gerçekleşmek bilmedi, bin yılda gerçekleşmeyecek, kendilerine hep “ihtiyaç”
duyulacak, bunu iyi biliyorlar.
Aynı sosyalistler, sırtlarını sıvazlayanlara,
kendilerini övenlere kulluk etmeye mecburlar. Onlar, bu ülkenin sadece
İngiltere’ye, Amerika’ya ve oradan da Almanya-Fransa hattına göre kurulmuş olan
tarafını seviyorlar. Oraya bağlı, oranın emirlerine uygun olarak yaşıyorlar. Orada
soluk alıp veriyorlar. Can
damarlarını oraya bağlamışlar. Ortadoğu’daki
ezilen-sömürülen halk kitlelerinin direnişi ve eylemiyle düşünmüyorlar.
Kendilerini oradan kurmuyorlar. O kan ve terle varolmuyorlar. Sadece batı
emperyalizminin “Gör” dediğini görüyor, kulağına fısıldadığı sözleri
sloganlaştırıyorlar.
Bugün EMEP gibi yapıların işçi sınıfıyla kurduğu
ilişkiler, esasen ülkenin emperyalizmle rabıtası dâhilinde bir anlam ve değere
sahip. Bu rabıtanın ana zemini, DİSK.
Onun Ebert Vakfı[3] gibi oluşumlarla kurduğu bağları. Artık devrimci değil,
ilerici olan, kendisini batıya bu sıfatla pazarlayan DİSK, emperyalizmle ve tekellerle bağlantılı
konfederasyonların, AB kurullarının, sermaye odaklarının emirlerini yerine
getirmeye mecbur. DİSK’in başında kim olursa olsun, TÜSİAD’la “Türkiye Yüzyılı
Çalıştayı” düzenlemeye mecbur. DİSK’in başkanı, “grev işçiye zarar verir”
demeye mecbur. AB kurullarının emrini yerine getiren, bu kurullar adına
solculuk yapan ÖDP türü örgütler, burada yalandan “bağımsızlık” mitingi yapmak
zorunda.
Londralı Aydın Çubukçu’nun yönettiği EMEP, Savunma Bakanlığı’na ve İngiliz
ordusuna Ortadoğu konusunda danışmanlık hizmeti sunmuş olan solcu Gilbert
Achcar’ı[4] ve İngilizlerin kurduğu İsrail’in ajanı Siyonist bir ismi,
düzenlediği Ortadoğu Konferansı’na çağırmak zorunda. O, İngiliz solculuğunun
“medenileştirme misyonu”nun bir aparatı.[5] O solculuk, emperyalizmin işçi
vekilleri üzerinden, “İngiliz işçi sınıfını kolektif ‘İmparatorluğun
paydaşları’ hâline getirmek istiyor.” O paydaşlar, bugün “paydaş
kapitalizmi”nin ajanı olmak için türlü taklalar atıyorlar.
Gelen eleştiriler üzerine verdiği cevapta Gilbert
Achcar, kendisine İngiliz askerlerine eğitim vermesini Noam Chomsky’nin tavsiye
ettiğini söylüyor. Bilindiği üzere Noam Chomsky, NATO’nun Suriye’ye müdahale
etmesi talebini içeren mektubun imzacıları arasında.[6] Achcar’ın askeriyeyle
ilişkisi, onun Ukrayna’daki sol cumhuriyetlerin direnişine, faşizmin
yükselişine, NATO’nun yürüyüşüne kör bakmasına neden oluyor. O ilişki, Ukrayna
devletinin NATO ile bağı üzerinden yürüttüğü savaşa destek vermeyi
emrediyor.[7] O askeriyeyle ilişki, EMEP’i Filistin-Ukrayna hattında
emperyalistlerin eylemlerine bağlıyor.
Aynı Aydın Çubukçu’nun partisi, Suriye’nin çeteler
eliyle işgaline de destek vermişti. Aynı partinin ilişki kurduğu Siyonist
çeteler, bugün Filistinlileri soykırıma tabi tutuyor. EMEP, bunu sessizce
alkışlıyor. O yüzden, 7 Ekim direnişini “pogrom-katliam” olarak gören bir
İsrail ajanından Ortadoğu dersleri alıyor. İsrail’in tecrit edilmesi gerektiği
momentte, EMEP Siyonizme yardım eli uzatıyor. Bu eli işçi sınıfı illaki kıracaktır.
İşçi sınıfı, mazlum milletlerin, halkların, direnişçi
örgütlerin kendisi için, kendi içinde, kendisi adına dövüştüğünü bilmek
zorunda. Onu bu bilinçten uzak tutanlar, emperyalizmin uşağı hainlerdir.
Eren Balkır
28 Mayıs 2024
Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Şer Ekseni”, 5 Ağustos 2016, İştiraki.
[2] Eren Balkır, “Prens Selahattin”, 11 Aralık 2015, İştiraki.
[3] Kenan Öztürk, “Friedrich Ebert Vakfı”, Ağustos
1988, İştiraki.
[4] Phil Miller, “SOAS Profesörü Achcar”, 28 Temmuz
2019, İştiraki.
[5] Alfie Hancox, “Lieutenants of Imperialism: Social
Democracy’s Imperialist Soul”, 15 Temmuz 2021, Roape.
[6] Michael Chossudovsky, “İmparatorluğun Solcu
Aydınları”, 9 Ocak 2018, İştiraki.
[7] Gilbert Achcar, “A Memorandum on the Radical Anti-Imperialist Position Regarding the War in Ukraine”, 28 Şubat 2022, IV.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder