23 Kasım 2024

, ,

Şeriati'nin Devrimci Şiiliği

İran’ın Batı’yla Ağulanması:

Behrengi’nin, Âl-i Ahmed’in ve Şeriati’nin Tarif ve Tepkileri

 

Şeriati’nin Yeniden Can Verdiği Devrimci Şiilik ve Marksizme Yönelik İtirazı

Behrengi ve Âl-i Ahmed’den farklı olarak Ali Şeriati, Batı konusunda belirli bir tecrübeye sahiptir. Şeriati, Meşhed Üniversitesi’nde okuduktan sonra Paris Üniversitesi’nde beş-altı yıl (1958/1959’dan 1964’e kadar) filoloji, sosyoloji ve tarih eğitimi gördü. Şeriati, ayrıca Haziran 1977’de ölmeden önce Londra’da bir ay sürgünde kaldı.

Âl-i Ahmed gibi Şeriati de din adamı yetiştirmiş bir aileye mensuptu. Öğretmen ve din âlimi olan babası Muhammed Taki Şeriati, ellilerin ortalarında rejime muhalif olan Milli Cephe’den geriye kalan yapılar içerisinde faaliyet yürüttü, ayrıca altmışlarda dini konularda Meşhed’deki bir radyoda dersler verdi. Şeriati’nin ailesi, aslen Kuzey Horasan’ın Sabzevar köyüne yakın olan Mazinan köyündendi.

Behrengi ve Âl-i Ahmed roman ve deneme yazarken, Şeriati sadece denemeler kaleme aldı. Onun kitlelerle asıl iletişim kurmasını sağlayan unsur ise profesörün kürsüsü arkasında veya bir minberin tepesinde verdiği vaazlardı. Bu vaazlar kaydedildi, kâğıda döküldü ve yayımlanarak, bilhassa İran devrimi esnasında ve sonrasında, ülke içinde ve dışında, el altından ya da açıktan, yaygın bir biçimde dağıtıldı.[1] Sadece İslamşinasi ve biyografisini de içeren çalışması Kevir gibi az sayıda çalışması, açıktan yayımlanmak üzere kaleme alınmıştı.

Şeriati, Meşhed Üniversitesi’ne girmeden önce lise öğretmeni olarak çalıştı. Ardından, Fransa’ya dönmeden önce Meşhed Üniversitesi’nde İslam tarihi konusunda dersler verdi. Sonrasında okuldan kovulan ve kara listeye alınan Şeriati, 1970’te Tahran’a taşındı. Burada Mehdi Bezirgan gibi meslekten din adamı olmayan dindar isimlerle birlikte Hüseyniyeyi İrşad mektebini kurdu. Bu okulda laik eğitim süzgecinden geçmiş kentli orta sınıf ailelerden gelen gençlere İslam ve İslami konularla ilgili dersler verdi.

1972 yılında oğlu İhsan’a söylediği gibi, Şeriati’nin bu derslerdeki ve yazıları yazmasındaki asli amaç, tüm toplumu harekete geçirmek ve canlandırmaktı:

“Ortada bir yarısı kandırılmış veya tümüyle gaflette olan insanlardan oluşan, diğer yarısı uyanık ama ayakları yerden kesik bir toplum var. Biz, hem gaflette olanları uykularından uyandırmak, böylelikle ayağa kaldırmak hem de ülkeden kaçanları İran’a geri dönmeye ikna edip burada kalmaları konusunda onlara cesaret vermek istiyoruz.”[2]

Şeriati, yürüttüğü faaliyetler ve bulunduğu ortamın farklılığı üzerinden, sansürden kaçmak için farklı tekniklere başvurmak zorunda kaldı. Şah’ı veya rejimi tanımlarken “Firavun” gibi şifreli ifadeler kullandı.[3] Bazen soyut bazen de siyaset dışı konuşmalar yaptı. İlk krallıklara saldıran Şeriati’nin bu eleştirilerdeki asıl amacı, iktidardaki mevcut Şah’ı eleştirmekti.[4]

Şeriati’nin en çok kullandığı teknik, Hz. Hüseyin’in şehadetine dair hikâye idi. Bu konuyu ele alan konuşmalarda Emevi hilafetinin başındaki isim olan Yezid’in rolü üzerinde duruyordu. Zalim Yezid, esasında Şah’ı simgeleyen bir isimdi. Dinleyenler, onun Şah’ı kastettiğini hemen anlıyorlardı. İlk planda anlaşılacak bu türden ifadelere başvurmasına rağmen Şeriati, devrimci bir mesaj ileten yazı ve konuşmalarıyla uzun süre dersler verme imkânı buldu. 1979-1980 döneminde İran’ın BM elçisi olarak görev yapmış olan Mansur Ferheng, konuya dair şu yorumu yapıyor:

“SAVAK, Şeriati’nin gerçekte ne yaptığını ancak altı ayda anlayabildi. Hüseyniyeyi İrşad’da ders gören üniversite öğrencilerinin sayısının giderek arttığı koşullarda Şeriati’nin mesajı SAVAK ajanlarını paniğe sürüklemişti.”[5]

Şeriati’nin yürüttüğü faaliyetler ve artan popülaritesi neticede Hüseyniyeyi İrşad’ın kapanmasına, kendisinin de Eylül-Ekim 1975’te tutuklanıp bir buçuk yıl hapis yatmasına[6] ardından da Mayıs 1977’de Londra’da sürgün hayatına başlamasına neden oldu. Bu yazıda bahsini ettiğimiz üç yazar (Şeriati, Behrengi ve Âl-i Ahmed) içerisinde bir tek Şeriati hapis yattı.

Behrengi ve Âl-i Ahmed İran’daki Batılılaşma sürecinin kapsamına odaklanıp bu sürecin sebeplerine, kötü sonuçlarına ve her yerde hissedilen etkilerine dair kafa yordu. Şeriati, bu tür isimlerin eleştirilerine aşina olan kitleye konuşarak, ilgili eleştirilerin geçerliliğini önkabul eden tespitlerde bulundu.

Behrengi ve Âl-i Ahmed, Batılılaşma sürecinden ve zararlı etkilerinden kurtulma çabası içine girdi. Örneğin Âl-i Ahmed, sanayileşmeyle birlikte halkın makinenin büyüsüne kapılmasına mani olmak için uğraştı, hatta süreç içerisinde ülkenin kendi yerel dinini sahiplendi. Behrengi ise Amerikalı danışmanların yerini Batılılaşmamış İranlıların ve devrimci şiddeti esas alan sınıf savaşının alması gerektiği üzerinde durdu. Fakat ilgili isimler, bu yaklaşımlarını detaylı bir biçimde geliştirme imkânı bulamadılar. Sadece çözümler konusunda genel bir çerçeve sundular.

Buna karşılık Şeriati, tüm ömrünü İran toplumunu kurtuluşa ve selamete götürecek yolu savunarak geçirdi. Bu noktada tevhid ideolojisini temel alan, sosyal adaletle eşitliğe vurgu yapan, devrimci, yeni bir can kazanmış Şiiliği savundu. İran’daki batılılaşma sürecini kapsamlı ve tartışmacı bir üslupla ele aldı. bir yandan da bir alternatif olarak Marksizmin tevhid ideolojisine ve yeniden diriltilmiş Şiiliğe kıyasla alt mertebede duran, eksik bir ideoloji olduğunu ısrarla dile getirdi.

Şeriati, Ezilen Halkların Çilesi Üzerine: Endişeli Bir Müslümanın Düşünceleri isimli seçkide de yansıdığı biçimiyle, Batı’nın ülkedeki hâkimiyeti konusunda birçok eleştirel çalışma kaleme aldı:

“Dostum, ben kâinatın yarısını, belki de tamamını kontrol eden bir sisteme maruz bırakılmış bir toplumda yaşıyorum. İnsanlık, bugün köleliğin yeni bir zindanına hapsediliyor. Fiziken köle olmasak bile alnımızda sizinkinden daha beter bir kader yazılı! Fikrimiz, kalbimiz, irade gücümüz köleleştirilmiş. Sosyoloji, eğitim, sanat, cinsel özgürlük, mali özgürlük, sömürüye duyulan sevda, bireylere yönelik aşk adına, hedeflere yönelik iman, insanın sorumluluğuna yönelik iman, bir düşünce okuluna yönelik inanç yüreklerimizden sökülüp alındı! Sistem bizi içine ne konulsa ona uyum sağlayan boş kaplara dönüştürdü!”[7]

Farsçaya aktarılmış Batılı terminolojiden faydalandığı, Batılı eleştirmenlerden alıntılar yaptığı, Batılı kaynakları, hatta Batı’ya ait hikâyeleri aktardığı başka çalışmalarda Şeriati, Batı’yı eleştirdi.[8]

Şeriati, kendisini emperyalizmle mücadele eden ezilen halkların oluşturduğu Üçüncü Dünya hareketinin parçası olarak görüyordu. Fransa’da okurken Cezayir Devrimi’ne şahit olmuştu. Paris’teki gösteriler ve eylemler, Fransız aydınları arasında süren hararetli tartışmalar, Fransız Komünist Partisi gibi solcu örgütlerin Cezayir Devrimi ile ilgili hamleleri onu birçok yönden etkilemişti.

Şeriati, aynı zamanda devrimci bir isim olarak Frantz Fanon’dan da haberdardı. Sonrasında onunla ilgili bir makale kaleme alan Şeriati, Fanon’un kitabı Yeryüzünün Lanetlileri’ni Farsçaya çevirdi. Hüseyniyeyi İrşad’daki derslerinde en çok bahsi edilen isimlerden biri Fanon’du. Onun fikirleri, o derslerde kendisine, Şeriati’nin aşina olduğu, garbzadegi fikriyle popüler olan Âl-i Ahmed gibi İranlı aydınların fikirlerinden daha fazla yer buluyordu. Oğlu İhsan’a yazdığı bir mektupta Şeriati, Fanon’dan doğrudan aktarılan görüşler haricinde köktencilikten komünizme hiçbir akımın görüşüne katılmadığını dile getiriyordu.[9]

Batı ve Batılılaşma sürecine yönelik saldırılarına ek olarak Şeriati, Âl-i Ahmed ve Behrengi’nin hiç dile getirmediği eleştiriler kaleme aldı. Örneğin Batı emperyalizminin imal ettiği bir şey olarak gördüğü “evrensel insan” mefhumunu reddetti. Şeriati’ye göre bu mefhum, Asya ve Afrika halklarının yerel kültürlerini zayıflatan, ülkelerin kendi aydınlarının yaşamsal bağlarını kesip atan bir olguydu.[10]

Avrupa’da geliştirilmiş bilimsel analiz yöntemine belli ölçüde değer veren Şeriati, bir yandan da bu yöntemin körü körüne uygulanmasına karşı uyarılarda bulundu. Bu eleştirilere rağmen, Şeriati de Hegel’in tez-antitez yaklaşımı ile dilbilimsel fenomenoloji gibi “Batı”ya ait analiz yaklaşımlarını kullanmaktan geri durmadı.[11]

“Bu noktada ‘hangi yöntem doğru sorusu?’ gündeme geliyor. İslam’ı öğrenmek ve bilmek istiyorsak, bizim doğacılığa, psikolojiye ve sosyolojiye ait, Batı’da geliştirilmiş yöntemleri taklit etmemeli, bu yöntemleri kullanmamalıyız. Biz, yöntem seçimi noktasında yenilikçi olmalıyız. Avrupa’da geliştirilmiş olan bilimsel yöntemi tabii ki öğrenmeliyiz ama bu, onları uygulamak zorunda olduğumuz anlamına gelmez.”[12]

Paris’teki öğrencilik yılları boyunca Marksist analiz yöntemini öğrenmiş olan, bu yöntemin Hüseyniyeyi İrşad ve Meşhed Üniversitesi’ndeki öğrencilerin önemli bir kısmınca savunulduğunu bilen Şeriati, kendisini bu rakip ideolojiyi ele almak zorunda hissetti. “Papa ve Marx Olmasaydı” isimli kısa dersinde Şeriati, gençlerin Marksizm konusunda akıllı ve bilgili bir rehber olarak iş göreceğini söylüyordu:

“Marx’ın fikriyatı, ancak onunla tanımlı hareketi ve inandığı hususları idrak ettiğiniz vakit bir değere kavuşur. Marksizm, bilimsel düzeyde analiz edilmeli, ona dair yorumlar yapılmalı, bu hareketi doğuran hareketin şifreleri çözülmeli, onun geliştirdiği felsefe, mantık, bilim, ekonomi, sosyoloji ve antropoloji bir silâh gibi kuşanılmalı, mücadele içerisinde birleşen işçi sınıfına sınıf bilinci ve ideolojik silâhlar temin edilmeli, bu anlamda Marksizm, propaganda düzleminde ve bilimsel açıdan kullanılmalıdır.”[13]

Marksizmi bu denli göklere çıkartan Şeriati, bir yandan da dinleyicilerini Marksizmin körü körüne taklit edilmesi konusunda uyarıyordu:

“Bu demek değil ki Marksizmi körü körüne uygulamalıyız. Taklit edenler, kendisini uzman hekim sanan hastaya benzerler. Sağlıklı insansa uzman olmadan önce hekim olmak için uğraşır. Bu taklit yöntemi, özeldir ve eşsizdir.”[14]

Marx dini yöneticilere ait bir güç olarak görürken, Şeriati ve takipçileri bu yorumdan uzak durdu, zira onlar dini ve tarihi on dokuzuncu yüzyıl materyalizminden farklı anlıyorlardı. Şeriati’ye göre Marx’ı taklit eden biri, iyi bir sosyalist veya hakikat peşinde koşan, sorumlu bir aydın olacak ama aynı zamanda yargıda bulunma konusunda bağımsız olma ve özgürce düşünme becerisinden de yoksun kalacaktı.[15]

Hamid Algar’ın Marksizm ve Diğer Batılı Mügalatalar: İslami Bir Eleştiri adıyla İngilizceye çevirdiği diğer makalelerinde Şeriati, kapitalizm, liberalizm ve varoluşçuluk gibi Batılı ideolojiler yanında Marksizme de saldırdı. Burada Şeriati Marksizmin de karşı çıktığı, Batı’ya ait aynı tarihin, toplumsal örgütlenmenin ve kültürel bakış açısının ürünü olduğunu söylüyordu.[16] Şeriati, kitapta Marksizmi “tarihte kişiliğin yerini inkâr eden önermeyi temel alırken, Marksizm, Leninizm, Troçkizm, Titoizm ve Maoizm gibi isimlerin de ifade ettiği biçimiyle, kişiliğin beslendiği ana zemin hâline gelmekle” suçluyordu. [17] Şeriati, Marksizmi tüm dinleri ortadan kaldırma konusunda kararlı olan bir din olarak tarif ediyordu.[18]

Şeriati’ye göre, tüm Batılı ideolojiler içerisinde Marksizm, dünya görüşüyle insani faaliyetin tüm sahalarını kucaklayan en kapsamlı ve eksiksiz ideolojiydi.[19] Ama bir yandan da onun insanı sadece üretim temelli yorumladığı ve değerlendirdiği için Marksizmin tek boyutlu, insicamsız ve eksik olduğunu düşünüyordu. Buna karşılık Şeriati’ye göre İslam, tevhid temelli insan değerlendirmesi ve yorumu üzerine kuruluydu.[20]

Marksizmin diğer boyutları göz ardı ettiğini, insani varoluşun sadece materyalist yönüne vurgu yaptığını düşünen Şeriati, zulüm gören işçi ve köylünün hakkını alması için kendi hayatından, ruhundan, varlığından ve sevdiklerinden vazgeçmeye hazır olan gençlerin tepeden tırnağa sosyalist olduklarından bahsetmekteydi.[21] Ona göre, toplumdaki sınıfsal ilişkilere tek yanlı olarak dikkat kesilen gençler miyoptu, insanın diğer boyutlarını, değerlerini ve ihtiyaçlarını göz ardı ediyorlardı.[22]

“Görüyoruz ki sosyalizm, insanın dalını budağını kesip atıyor, sadece gövdenin ve köklerin büyümesine izin veriyor. Bu hâliyle sosyalizm, insanı tek boyutlu kılıyor, onu ulvi ve yüce bir boyuta taşıyor.”[23]

Marksizmin karşısına çıkarttığı İslam denilen din, ideoloji ve dünya görüşü ise yegâne çok boyutlu, insicamlı ve kapsamlı din.[24] Ama bu demek değil ki bu iki rakip ideoloji ortak ideallere sahip değil. İslam da tıpkı Marksizm gibi “toplumsal düzenin ilkeleri olarak ekonomik refaha ve sosyal adalete işaret ediyor, hatta bu ilkelere vurgu yapıyor.” İslam, temel bir farklılık olarak, bu ilkeleri amaç değil, bireyin ahlaki gelişimi için birer araç olarak görüyor.[25]

İslam, sosyalizmin sosyal sorumluluk anlayışına iki önemli boyut daha ekliyor: tasavvuftaki maneviyat ve varoluşçuluktaki varoluşun, özgürlüğün üstünlüğü ilkesi. Şeriati, İranlıların kendi dönemlerinde ihtiyaçlarını en iyi Ali’nin yolunda, yani Şiilikte giderebileceklerini düşünüyor.

“Bizim çocuklarımız sosyalist oldukça maneviyat ve tefekkürden mahrum kalıyorlar. Tefekküre dalıp tasavvufa meylettikçe toplumsal sorunlara karşı kayıtsızlaşıyor. Bu ikisini geride bırakıp varoluşçu ben ve özgürlük anlayışına sahip olunca birer hippiye, Batılı varoluşçuya, beş para etmez kafelerin müdavimlerine dönüşüyor.”[26]

Habil-Kabil hikâyesini yeniden yorumlayan Şeriati bu hikâyeyi, Marx’ın (ilkel sosyalizmin köleliğe, köleliğin feodalizme, feodalizmin burjuva kapitalizmine, oradan sanayi kapitalizmine, kapitalizmin sınıfsız topluma evrildiği) toplumsal gelişme şemasının iki ana yapıya indirgenebileceğini göstermek için kullanıyor: Habil ve Kabil iki kutbu temsil ediyor. Bu anlamda Şeriati, yönetici/kral, aristokrasi ve mülk sahiplerine karşı yönetilenlerin, Tanrı’nın ve halkın durduğu bir hikâye anlatıldığını söylüyor.[27] Bu açıdan iki kardeşin meslekleri üzerinden ayrıştığı iddiasında bulunuyor, tarımla uğraşan Kabil ile çobanlıkla geçinen Habil arasındaki kavgaya işaret ediyor. Kabil tarım sistemini, bireyi veya tekelci mülkiyeti, toprak ağalarını, yöneticileri, saldırganları ve katilleri temsil ederken Habil, çoban hayatına, mülkiyet öncesi ilkel sosyalizme, mağdur olan yönetilenlerin ve katledilenlerin dünyasına işaret ediyor.[28]

“Kabil’deki kötülük, onun doğasından kaynaklanan bir şey değildir. […] Onu kötü yapan, insana karşı olan toplumsal sistemdir, sınıflı toplumdur, köleliği ve efendiliği besleyen, insanları kurtlara, tilkilere veya koyunlara dönüştüren özel mülkiyet düzenidir. Rüşvetçiliğin, zulmün ve düşmanlığın gelişip serpildiği yer burasıdır. Bazı insanlar açken bazılarının obur olduğu, zenginleştiği, başkalarını aldattığı, birilerinin efendilik tasladığı, başkalarını aşağıladığı düzendir bu. Burada hayatın felsefesi, yağma, sömürü, köleleştirme, tüketim, suiistimal, yalan ve düzenbazlık üzerine kuruludur. Bu düzen, ezilenlere karşı ezenlerin, bencilliğin, aristokratlara has kibrin, istifçiliğin, hırsızlığın ve şatafatın düzenidir. Burada insani ilişkiler sömürü üzerine kuruludur. İnsan felsefesi, hazdan, azami zenginlikten, azami arzudan ve azami baskıdan müteşekkildir. Her şey bencillik etrafında döner. Her şey nefse, sefil, kaba ve paragöz olan nefse kurban edilir.”[29]

Şeriati’nin ifadelerine tepki geliştirecek olan kişiler bile onun isyancı gençlere cazip gelecek solcu tespitler yaptığını kabul edeceklerdir.

Şeriati, Batılılaşma sürecinin ve Marksizmin karşısına tevhid anlayışını temel alan, devrimci, yeniden can verilmiş, politikada aktif Şiiliği çıkartır. Ondaki İslam anlayışının dört temel özelliği mevcuttur:

1. Bu anlayış, yeni bir Kur’an tefsirinden ve ilk dönem İslam tarihi yorumundan neşet eder. Bu yorum dâhilinde Habil-Kabil hikâyesinde de görüldüğü üzere, sosyolojik ve psikolojik görüşlerden istifade edilir.

2. Şeriati’ye göre İslam, politik bir dindir. O, zulümden kurtuluşun, toplumsal adalet ve eşitlik mücadelesinin ve statükoya yönelik tepkinin dinidir.

3. İran’a özgü bir olgu olarak Şiilik, yabancı geleneklerden gelen saldırılar karşısında İran toplumunu koruyup kollamanın yegâne kabul edilir aracıdır.

4. Bu anlayış, bireyin sorumluluğunun artırılmasına vurgu yapar, bu anlamda ulemanın rolüne önem atfetmez.

Ulemanın rolü dikkatle analiz edilmesi gereken bir başlıktır. Şeriati’nin birçok yazısında güçlü bir din adamları karşıtı dil hâkimdir. Bu karşıtlık temelinde Şeriati, şeriatla alakası olmayan ama halkta karşılık bulmuş, Hz. Hüseyin’in şehadetinin anıldığı yürüyüşlerde sine dövme ve kendini kesme gibi dini uygulamalara onay verdiği için ulemayı eleştirir.[30] Ayrıca, “kuzey kutbunda veya güney kutbunda oruç tutulur mu?” gibi saçma sorulara kafayı taktıkları veya kolların namaz sırasında nereye konulacağı gibi önemsiz konularla meşgul oldukları için ulemayla alay eder.[31]

Ona göre ulema, somut meselelerle ilgilenmelidir. Bu noktada Şeriati, müçtehidin rehberliği anlamında taklit terimini yeniden tarif eder. Onu genel kamuoyu ile dini ilimlerde uzman olan âlim arasındaki danışmanlık pratiğiyle sınırlar. Teknik ve bilimsel niteliğe sahip hukuki ve pratik meseleler ele alınır, “mollaların irfanına, inançlarına ve hükümlerine sorgusuz sualsiz bağlanmak, bunları mutlak kabul etmek doğru değildir.”[32] Aynı kanaldan Şeriati, içtihadın sadece müçtehitlerin değil, tüm Şiilerin bir sorumluluğu olduğunu söyler.

Eleştirilerine rağmen Şeriati, mollaları tümüyle çöpe atmaz. Ona göre kendi dönemiyle uyumlu, toplumuna karşı sorumlu ulemanın önemli bir misyonu vardır:

“Kendisine bahşedilmiş o büyük okulun ilke ve öğretileri, içinde yaşadığı dönemin tefsiri, ihtiyaçları ve hareketleri uyarınca yaşayan âlim, kendi dönemine uygun ilkeleri ve anlayışları benimsemeli, kendi döneminin ihtiyaçları ve halkın ihtiyaçları uyarınca hareket etmeli, dinin eski, geçici bir olgu hâline gelmesine, duraksamasına, zamanın gerisinde kalmasına izin vermemelidir.”[33]

Aralık 1977’de Tebriz’de yapılan ve İran Devrimi’nin fitilini ateşleyen ilk kitlesel gösteriden altı ay önce ölmüş olsa da Şeriati, devrimde büyük ve önemli bir rol oynamıştır. O, birçok insan tarafından İran Devrimi’nin “ideolog”u ve devrimin “Voltaire”i olarak kabul edilmiştir.[34] Şeriati’nin resimleri, gösterilerde Humeyni’nin resimleriyle birlikte taşınmıştır. Yüzlerce işportacı, Şeriati kasetleri ve kitapları satarak geçimini sağlamıştır. Şeriati’nin halktan gördüğü destek, birçok din adamından farklı bir konuma sahip kişiliğiyle, politik düzlemde güçlü olan âlimlerce kabul edilmiş olan bir husustur.

Şeriati’yi iki devrimci örgüt yüce tutmuştur. Halkın Mücahitleri Şeriati’yi sahiplenmiştir. 1975-1976’da örgüt içinde yaşanan ayrışmada Şeriati’nin Marksist hizbe karşı Müslüman hizipten yana durduğu, hatta Mücahitlerin ricası üzerine kimi metinler hazırladığı söylenir.[35] Örgütün hikâyesini aktaran 10 Mayıs 1979 tarihli yazıya inanacak olursak, 1979 baharında İran İslam Cumhuriyeti’in kuruluşundan kısa bir süre sonra General Karani ve Ayetullah Mutaharri’yi öldüren Furkan isimli örgüt de Şeriati’ye sahip çıkmaktadır.

Sonuç

Samed Behrengi, Celâl Âl-i Ahmed ve Ali Şeriati, üçüncü dünyanın Batılılaşması, yerli kültürler, ekonomik hâkimiyet ve elitlerin satın alınması gibi meseleleri kendilerince yorumlamışlardır. Üçü içerisinde Batı’nın eğitimine en fazla maruz kalmış isim olarak Şeriati, İran Devrimi’nde çok sayıda insanın harekete geçiren bir cevap geliştirmiştir. Behrengi ve Celâl Âl-i Ahmed ise ülkenin Batılılaşma sürecinin ve sonuçlarının en bariz tezahürlerini kapsamlı bir şekilde resmetmek suretiyle, bilhassa aydın cenahında Batı ve Amerika yanlısı şah rejiminin yıkılması için gerekli desteğin zemininin inşa edilmesine katkıda bulunmuştur.

Behrengi, Celâl Âl-i Ahmed ve Şeriati, İran’daki üç farklı muhalif duruşun temsilcisi olarak görülebilir: Behrengi, halkta karşılık bulan, laik ve Marksist devrimci mücadelenin; Celâl Âl-i Ahmed, dini muhalif bir güç olarak gören, bir süre dini sorguladıktan sonra onun muhalif bir güç hâline geleceğini tespit eden laik toplumsal eylemci geleneğinin; Şeriati ise Batı hâkimiyetini Marksizm değil de sosyal adalete vurgu yapan, yeniden yorumlanmış, devrimci Şiilikle alt etmeye çalışan, meslekten din adamı olmayan, dindar eylemci kuşağının temsilcisidir.

Bu üç ismin kullandığı dil, hâlen daha canlı ve diridir. Halkın Fedaileri, Halkın Mücahitleri gibi örgütler yanında, devrimin ilk günlerinde verilen politik iktidar mücadelelerinde bu dil yankı bulmuştur. Burada sunulan kıyas üzerinden şu söylenebilir: İran’ın, bundan sonra Batı’ya ait fikirleri ve gelenekleri hiç tasnife uğratmadan, kalben benimseyebilme ihtimali bulunmamaktadır.

Brad Hanson

[Kaynak: International Journal of Middle East Studies, Cilt 15 Sayı 1 (Şubat 1983), s. 13-23.]

Samed Behrengi

Celâl Âl-i Ahmed

Dipnotlar:
[1] Sonradan Tahran’da yeniden kurulan Hüseyniyeyi İrşad, Şeriati’nin eserlerini yeniden yayımladı.

[2] Ali Shari'ati, “Letter to His Son, Ehsan,” 24 Aban 1351 (15 Kasım 1972), Haft Nameh az Mojdhed Shahid Doktor 'Ali Shari'ati içinde (Cesur Şehit Dr. Ali Şeriati’den Yedi Mektup) (Tahran: Abuzar Publications, 1977), U.S. Joint Publications and Research Service, trans., no. 73760 (June 13 1979), s. 39.

[3] Ali Shari'ati, Mas'uliat-e Shiceh budan (Tahran: Sazman-e entesharat-e Hosainieh-ye Ershad, 1350/1971), s. 11.

[4] Mas'uliat-e Shiceh budan (s. 11) isimli çalışmasında Meşhed’de devasa bir cami inşa eden, İslam’ın temel ilkelerini anlamadan bu dini yüceltmeye kalkan, Timur devletinin sultanı Gevher Şad Begüm’ü alaya alır. Asıl üzerinde durduğu konu ise şah ile şahbanunun sahte dindarlığıdır. Meşhed’deki İmam Rıza Türbesi’ne bağışladığı altın kapılar, Çekoslovakya yapımı kristal avizeler ve gümüşten korkuluklar bu sahteliğin dışavurumudur.

[5] Mansur Farhang, “Resisting the Pharaohs: Ali Shariati on Oppression," Race and Class, 25, 1 (Yaz 1979), s. 32.

[6] Şeriati daha önce de bir kez tutuklanıp hapse atılmıştı. 1964 yılında Fransa’dan dönerken, Türkiye sınırında Paris’teki öğrencilik döneminde dâhil olduğu faaliyetler sebebiyle tutuklanmıştı.

[7] Ali Shari'ati, Reflections of a Concerned Muslim: On the Plight of Oppressed Peoples, Çeviri: Ali A. Behzadnia ve Najpa Denny (Houston, Tex.: Free Islamic Literatures, Inc., 1979), s. 9-10.

[8] Bkz.: Mangol Bayat-Philipp, “Shi'ism,” s. 165-166.

[9] Shariati, “Letter to His Son, Eshan,” s. 43.

[10] Ali Shari'ati, Ummat va Imamat (Tahran: Sazman-e entesharat-e ershad, 1350/1972), s. 52-53.

[11] Şeriati’deki Hegelci diyalektik kullanımı ve İslam’ın diğer dinler karşısında üstün oluşu konusunda konusunda bkz.: Sima-ye Mohammad ba tarjomeh-ye Englisi, Çeviri: Abdulaziz Abdulhosein Sachedina (Tahran: Sherkat-e sahami-ye enteshar for Hosainieh-ye Ershad, 1350/1971), s. 54-56 ve 61-63; insanın kutsal ve dünyevi olan ikili niteliği konusunda bkz.: On the Sociology of Islam, Çeviri: Hamid Algar (Berkeley, Calif.: Mizan Press, 1979), s. 88-96. Şeriati’nin İslam’daki doğal dinamizmi ortaya koymak için dilbilimsel fenomenolojiye başvuran çalışması için bkz.: Mas'uliyat-e Shiceh budan, s. 16.

[12] Shari'ati, On the Sociology of Islam, s. 60.

[13] Ali Shari'ati, Agar Pap va Marks nabudand (n.p.: n.d.), s. 9-10.

[14] A.g.e., s. 10.

[15] A.g.e., s. 10-11.

[16] Ali Sharicati, Marxism and Other Western Fallacies: An Islamic Critique, Çeviri: R. Campbell (Berkeley, Calif.: Mizan Press, 1980), s. 49.

[17] A.g.e., s. 108.

[18] A.g.e., s. 52.

[19] A.g.e., s. 64-65.

[20] A.g.e., s. 70.

[21] A.g.e., s. 116.

[22] A.g.e., s. 116.

[23] A.g.e., s. 117.

[24] A.g.e., s. 84.

[25] A.g.e., s. 73.

[26] A.g.e., s. 122.

[27] Shari'ati, On the Sociology of Islam, s. 112-116.

[28] A.g.e., s. 98-99.

[29] A.g.e., s. 107.

[30] Sharicati, Mas'ulivat, s. 37.

[31] A.g.e., s. 27-28.

[32] Ali Shari'ati, Tashaivo'-e cAlavi va tashaiyoc-e Safavi (Tahran: Sazman-e entesharat-e Hosainieh-ye Ershad, 1350/1971), s. 141.

[33] Shari'ati, Mas'uliyat, s. 24-25.

[34] Farhang, s. 31.

[35] Bkz.: Haft Nameh’nin giriş bölümü, s. 3.

0 Yorum: