02 Kasım 2024

,

Gazze’de Parçalanmış Cesetler ve Soykırım

Enkaz altından şehitleri çıkarttık. Birçoğunun cesedi paramparça olmuştu, kimliklerini tespit edemedik. Başları kopmuş, bedenleri parçalara ayrılmış birçok kadın ve çocuk bulduk.

[Filistinli Sivil Savunma çalışanı Rami Dababeş, 5 Haziran 2024]

Kedi ve köpeklerin sokakta aile fertlerimin parçalanmış cesetlerini yediklerini duydum. Onları toplayıp gömmek, aileme saygımı sunmak için kedilerin peşinden koşuyordum.

[Dr. Hanin Dayya, 13 Şubat 2024]

Size yalvarıyorum, biz ölünce bizi yemeyin, lütfen, biz öldükten sonra hayatta kalırsanız, bizi, o parçalanmış bedenlerimizi yemeyin.

[Gazze’de Lena ismindeki bir kızın kedisine söyledikleri, 19 Şubat 2024]

 

Hanin, Rami ve Lena’nın bu sözleri, Gazze’deki ölümlerin ardında yatan soykırıma dair gerçeklerin hem tezahürü hem de onlara yönelik birer reddiye. Bu insanlar, cesetleri paramparça olmuş ölülere yapılan zulümden bahsediyorlar.

Arapçadaki “aşlaa” kelimesi, parçalanmış cesede, birbirinden ayrılmış et ve kemiğe işaret ediyor. Bu kelime, Gazze’yi anlatıyor. Dehşet verici gerçeklikte olan biten karşısında sessiz kalmayı reddedenler, “aşlaa”dan söz ediyorlar.

Rami, bombalarla parçalanmış, sağa sola dağılmış, birbirinden kopmuş, kimliği hiçbir şekilde tespit edilemeyen uzuvları topladığından, yaşanan katliamın insanlık dışı yönünden bahsediyor.

Kırık kemiklere, kan sızan ete tanık olmuş Hanin, sevdiği insanların parçalanmış cesetlerinin köpekler ve kedilerce yenilmesine mani olmak için uğraştığını söylüyor.

Küçük kedisini kucağına alan Lena ondan, bombardıman sonrası paramparça olmuş aile fertlerini yememesini rica ediyor. Bu küçük kız çocuğu, kedisiyle konuşurken, sömürgeci devletin ve tüm insanlığın o paramparça olmuş cesetleri bile korumaktan aciz olduğu soykırım sürecinde hayata ve insanlık onuruna yönelik saygı için kendince bir alan açıyor.

5 Haziran günü New Arab sitesi, grafiklerle desteklenmiş bir habere yer verdi. Bu haberde, insanların sevdiklerine ait kalıntıları nasıl tanımladıklarına dair fotoğraflar paylaşılıyordu. Bir fotoğraf, genç bir kadının annesinin parçalanmış cesedini elindeki yüzükten tanıdığını gösteriyordu. Bir çocuk pijamasından, ağabeyi elindeki araba anahtarından tanımlanmıştı. Amcanın kimliği ise kolundaki diyaliz tüpü sayesinde belirlenebilmişti. Bu parçalanmış cesetlere ait görüntüler ve Hanin, Rami ve Lena gibi kişilerin gerçekleştirdiği kimlik tespitleri, bizi bilişsel yeniden birleştirme eylemi olarak parçalanmış cesetlerin bulunduğu bir yola sokuyor.

Merkeze konulan aşlaa, ölülerin defni konusunda ısrar etmek suretiyle, imhaya dair algıyı dağıtıyor. Ölü bedenlerin dağılmış parçalarını toplayıp koruma eyleminden anlamlar çıkartılmasını sağlıyor. Parçalar anımsanarak, yeniden bütünün parçası kılınıyor. Filistin’i anlamak isteyen, önce parçalanmış bir bedene dönüşmüş bile olsa, oradaki halkı anlamalı.

Gazzeli gazeteci Bisan da, Nasır Tıp Merkezi’ndeki toplu mezarda bulunan parçalanmış cesetler arasında dolaşırken, aynı şeyden söz ediyor:

“Organları, kopuk başları, yüzülmüş derileri arıyorsunuz (susuyor) […] Biraz yürüdüğünüzde kendilerini tanıyacak birilerini bekleyen cesetlere rastlıyorsunuz (susuyor).”

Bisan’ın kullandığı kelimeler ve aralardaki sessizlik, aşlaa’yı tanınma çağrısı olarak takdim ediyor. O parçalanmış bedenler, toplanmak ve kucaklanmak istiyor. Bisan’ın gözleri, sağa sola dağılmış organları, aileyle yeniden birleşme arayışı, şiddete başvurularak yürütülen köksüzleştirme işlemine karşı yeniden kök bulma çabası olarak okuyor. Aralardaki sessizlikler, parçalanmış bedenlere uygulanan devlet terörünü ifşa ediyor. O devlet ki zaten ölmüş olanı insanlık ailesinden kovma siyaseti güdüyor. Bisan’ın elindeki kamera ve dilindeki kelimeler, Gazze’de İsrail denilen yerleşimci-sömürgeci devletin uyguladığı terör karşısında köklere bağlı kalan ilişkilerin yerini tespit ediyor.

Çözümleyici Bir Unsur Olarak Aşlaa

Aşlaa, sömürgeleştirilmiş, sağa sola atılmış, yakılmış, lime lime edilmiş beden uzuvlarında yaşıyor. O uzuvlar, “binlerce ayrıntıyla, hikâyeyle ve anekdotla örülü olgular” (Fanon 1961, s. 111) olarak, hiçbir yeri yokmuş gibi görünüyor. Sanki kimliğin ve uluslararası düzenin dışında gibiler (Agathangelou 2015). Buna karşın aşlaa, Joseph Pugliese’nin (2007, s. 1) ürettiği “jeokorpografi” teriminde karşılık bulan bir kavram. Terim, “ırk, savaş ve imparatorluğun jeopolitikası dâhilinde, bedendeki kanın ve etin şiddet dolayımıyla birbirine karışmasına odaklanıyor.”

Gazzelilerin dilinde aşlaa, eksik olmuyor. Bu ısrarlı kullanım sayesinde şiddet araçlarıyla parçalanan bedenlerin hayatın ve sevginin sömürgeleştirilmesine, o devlet terörüne nasıl tanıklık ettiğini öğreniyoruz. Aşlaa kavramının merkeze konulmasıyla ben, Hanin ile Lena’nın seslerindeki çağrıya kulak kabartma, kullandıkları kelimelere dikkat kesilme imkânı buluyorum.

Bu soykırım döneminde parçalanmış bedenlerle ve ölümlerle örülü gerçekliği insanların nasıl anladığını öğrenmek adına sosyal medyadaki görüntüleri ve hikâyeleri topluyorum.

Bisan, Lena, Hanin ve Rami ile birlikte bu sağa sola dağılmış beden uzuvlarını tefekkür ettiğimizde, aşlaa’nın ırkçı şiddete, ona eşlik edip onu besleyen kemikleşmiş yapılara ve ilişkilere bakmak suretiyle, yerleşimci sömürgeciliğe meydan okuduğunu görüyoruz. Beden uzuvlarının ve yaralı canların tanıklığı, bu soykırım koşullarında bize şu soruyu sordurtuyor: “Sömürgeleştirilmiş ölü beden, ne tür bir politik işleve sahiptir?”

Kimliğe dair göstergelerden azade kılınmış, sürekliliği elinden alınmış, paramparça edilmiş cesetlerin politik anlamını keşfetme çabası, ölü ile canlı arasındaki bağları kopartmaya çalışan soykırımcı sömürgeci şiddetin dayandığı ana sütunları açığa vuruyor.

Bisan, aşlaa kavramını, evlerin bilerek ve kasten yıkıldığı yerde başını sokacak bir yuvaya sahip olma ve işitilme çağrısı, aynı zamanda teröre sunulan delil olarak tarif ediyor. Şiddeti temel alan politika ve devlet terörünü uygulayanlar karşısında aşlaa, Siyonistlerin bedeni ve ülkeyi yönetme kabiliyetlerini sürekli kılma çabası dâhilinde, Filistinlilerin bedenini lime lime etme girişimlerini anlatıyor.

Aşlaa, parçalanmış, yaralanmış, ölmekte olan bedenin, canın, evin ve ülkenin geride bıraktığı yazıtları okumaya mecbur etmek suretiyle jeokorpografilerine ait biyopolitik ve nekropolitik alanların parçalanması dışında başka bir şeyler arayıp bulmaya itiyor bizi. Aşlaa, bu koşullarda bir gösteren olarak iş görüyor. Bu noktada İsrail’in Filistinlilerin ve Filistin’in bütün olmasına mani olma girişimleri üzerinden, et ve kana dair söze hâkim olma arzusunu ortaya çıkartıyor.

Gazze’deki tanıklıklar, Arapça sözdizimini ve kendi dilini kullanıyor, bu noktada kendi biçimini üretiyor. Filistinli karşıtı ırkçılığın ve Siyonist üstünlükçülüğünün şiddetine karşı bir tür güç kaynağı olarak, parçalanmış bedenin verili mimarisini aşlaa’dan söz eden dil inşa ediyor.

Sömürgeci, Filistinlilerin varoluşunu ve insanlığını bir tür imkânsızlık olarak algılıyor. Filistinlileri nefes almayan bir varlığa indirgeme ihtiyacı duyuyor. Sömürgenin kanı, soykırımcı toplum düzeninin imal edilebilmesi için gerekli hammadde. Aşlaa, düz manada, sömürgecinin hayatının ana zemini hâline geliyor.

Filistinlilerin sesleri, aşlaa’nın politik ve psikolojik düzeydeki işleyişine işaret ediyor. Gazze’deki Filistinliler, Filistinlilerin parçalanmış bedenlerini anlatan maddi kayıt biçimlerini okuyorlar. O biçimlerde Filistinliler, hayatın yasını tutmayı bile hak etmeyen varlıklar olarak takdim ediliyor.

Gazzelilerin arasına karışıp, onlarla birlikte sevdiklerinin parçalanmış cesetlerini topladığınızda ve bunun yanında, aşlaa’nın anlamını sorguladığınızda, Gazze’de hayatı imkânsızlaştıran soykırıma rağmen yaşama imkânları yaratmak için gerekli ümidin dirildiğini görüyorsunuz. Parçalanmış, sağa sola dağılmış bedenleri toplamak, bütün kılmak, Filistin ülkesinde gerçekleşen soykırımda bilişsel yeniden birleşme ve ontolojik varlık iddiası için çok önemli bir mesele.

Parçalanmış Olana Can Katmak

17 Ekim 2023 günü elime bir kayıt geçti. Kayıtta, elinde iki torba bulunan babanın çığlığı vardı. Baba ağlayarak, Gazzelilere şunu haykırıyordu: “Hey insanlar… çocuklarım, evlatlarım öldü, onlardan geriye bunlar kaldı.”

7 Temmuz 2024 günü izlediğim bir videoda bir muhabir, enkazın içinde durup ağlayan bir babayla röportaj yapıyordu. Adam, orada dört çocuğundan geri kalan parçaları aradığını söylüyordu. Bir de kendi anneleri öldürülen Gazzeli bebekleri emzirmek için hastanelere koşan annelerin hikâyesini dinlemiştim. Çünkü o bebekler, kendilerini kucaklayıp emzirecek bir annenin sıcaklığına muhtaçlardı.

Gazzeli anneler ve babalar, sevdiklerinin parçalanmış cesetlerini enkaz altında ararken veya o buldukları kemiklerin ve et parçalarının kendi çocuklarına ait olduklarını söyleyip onları bir torbaya koyarken, aslında yaşama imkânı, sıcaklık ve sevgiye dair yeni yollar bulmuş oluyorlar. O parçalanmış cesetlerin toplanmasını ve sağa sola dağılmış anneliğin toparlanmasını, yeniden vücut buluşunu, soykırımın yersiz yurtsuz kıldığı koşullarda, hayatta kalma imkânının yeniden temin edilmesi girişimi olarak okumak mümkün.

Soykırımı yaşayan Filistinliler, sağa sola dağılmış toplumsal ve fiziksel bedenlerine ait parçaları yeniden toplamak suretiyle, insan olduklarını yeniden ortaya koyuyorlar. Haziran 2024’te Nuseyrat Kampı’na yönelik saldırı sonrası bir kadın, kendi evladının cesedine ait parçaları toplarken, kızının paramparça olduğunu görürken, tepkisini öfkeli bir dille yansıtıyordu. Kızını tüm insanlıktan isteyen anne, Filistinli olarak katledilişine ve ontolojik sürgününe itiraz ediyordu. Parçalanmış cesetleri toplama eylemi, o tanınmaz hâldeki parçaları bir araya getirme girişimi, annelerin öksüz yavruları emzirmesi, annelikteki sıcaklık, halkın kolektif direnci, sevgi, bütünlük ve yaşama imkânı ile ilgili ısrarın dil bulmuş hâlleri aslında.

Tüm aileler katledilse bile bu toplama, kucaklama ve besleme işlemi illâki yapılıyor. Gazzeliler, fiziken ve toplumsal düzeyde yaşadıkları parçalanma sürecine itiraz ediyorlar. Bunun yerine, aşlaa’yı, o beden parçalarını toplamak ve birleştirmek suretiyle, fiili ve bilişsel yeniden birleşme yolunu tercih ediyorlar (Aşlaa, sadece bedensel uzuvları değil, toplumsal açıdan parçalanmış varlıkları da ifade ediyor). Gazze, yad edilmeyi, dolayısıyla, yaşama imkânına kavuşmayı talep ediyor.

Gazze’de Filistinliler, parçalanmış bedenlerden yayılan kötü kokunun boğduğu, üstü açık bir toplu mezarda yaşıyorlar. Bütüne can katmak, onu yaşatmak için parçalanmış cesetleri topluyorlar, üstlerini örtüyorlar, onlara saygılarını sunuyorlar, varlıklarını kutsal kılıyorlar. Kendilerine ait olmayan bebekleri emziren Gazzeli anneler, bu eylemleriyle, her yere ölüm getiren yerleşimci-sömürgeci savaş mekanizmasının tekerine çomak sokuyorlar. Bu tür eylemler, ontolojik düzeyde farklı imkânları doğuruyor. Gazze, kendine has bir hayat politikasına kavuşuyor. Gazze’nin sözü ve eylemi, Gazzelilerin aşlaa’nın fiziki, maddi, mülki, toplumsal-ulusal bedeni arasındaki ilişkileri ortaya döküyor.

Sevdiklerine yönelik sınırsız zulmü gören Gazzeliler, bize o parçalanmış cesetlerin olduğu gerçeklikte, o gerçekliğin içinden yaratıcılığın bütünlüğü nasıl üretebileceğini öğretiyor. Ölümün kol gezdiği, toplu mezarların eşildiği, hastanelerin kimliği bilinmeyen cesetlerle dolup taştığı, kan banyosunun oluştuğu bir yer öğretiyor bunu. Lime lime olmuş, yerinden yurdundan edilmiş akrabalar, evlatlar, babalar ve anneler karşısında yeni ilişkiler kuruluyor, hayat yeniden yaratılıyor. Gazzeliler, soykırımın orta yerinde o bebekleri emzirdiklerinde, parçalanmış cesetleri toplayıp, bir araya getirdiklerinde ve onları kucakladıklarında, ölüsevici yerleşimci-sömürgecilik, altüst ediliyor.

Yerleşimci-Sömürgeci Ölüseviciliğe Karşı

Bu soykırımla tanımlı dönemde küresel dönüşümü düşünürken, lime lime edilmiş, her yanından kan sızan aşlaa’yı devreye sokmak zaruri. Aşlaa, geçmişi bugüne, canlıyı ölüye, parçalanmış olanı, sömürgenin henüz hâlâ dokunulmamış olan bedenine bağlıyor.

Aşlaa’yı anımsamak, tarihin sömürgeci diyalektiğini kopartmak demek. Aşlaa, o acımasız saldırıların yol açtığı acılar karşısında psikolojik-duygusal düzlemde hayatta kalmak ve fail niteliğini korumak için verilen mücadeleyi temsil ediyor.

Aşlaa’yı Gazze’deki Filistinlilere yönelik soykırımcı şiddetin analizinin merkezine oturtmak, sadece sömürgenin bütünlükten yoksun kalma hâline ve ontolojik düzeyde varlık olmaktan çıkartılması girişimine itiraz etmekle değil, ayrıca İsrail devletinin şiddete yaptığı ırkçı, jeopolitik ve estetik yatırımı sorunsallaştırmak için o parçalanmış bedenleri isimlendirmek ve yeniden kazanmakla ilgili bir mesele.

Aşlaa, Gazzeli Filistinlilerin dilinden dökülen bir kavram. Bu kavramı, hem aşırı şiddet ve terörün bir işareti hem de soykırım üzerinden insanlıktan çıkartma girişimine yönelik bir itiraz olarak okumak mümkün. Aşlaa’dan bahsetmek, Gazzeli Filistinlilerin kurtuluş yolunda attıkları, yeniden birleşmeye yönelik bir adım. Lena, Rami, Hanin ve Bisan o parçalanmış bedenleri bir araya getirmekten bu sebeple bahsediyorlar. Bu insanlar, kurtuluşa ermiş, devrimci bir yaşamsallık öneriyorlar, bu noktada, onurlu ve insana yakışır bir hayat için verilen mücadelede sevgiye yeni alanlar açmaya yönelik politik bir çaba ortaya koyuyorlar.

Nadire Şalub Kevorkyan
31 Ekim 2024
Kaynak

Kaynakça:
Agathangelou, Anna M. 2016. “Fanon on Decolonization and Revolution: Bodies and Dialectics.” Globalizations 13, Sayı. 1: s. 110-128.

Fanon, Franz. 1961. The Wretched of the Earth. New York: Grove Press.

Pugliese, Joseph. 2007. “Geocorpographies of Torture.” ACRAWSA e-Journal 3, Sayı. 1: s. 1–18.

0 Yorum: