“Enkaz altından
şehitleri çıkarttık. Birçoğunun cesedi paramparça olmuştu, kimliklerini tespit
edemedik. Başları kopmuş, bedenleri parçalara ayrılmış birçok kadın ve çocuk bulduk.”
[Filistinli
Sivil Savunma çalışanı Rami Dababeş, 5 Haziran 2024]
“Kedi ve köpeklerin
sokakta aile fertlerimin parçalanmış cesetlerini yediklerini duydum. Onları
toplayıp gömmek, aileme saygımı sunmak için kedilerin peşinden koşuyordum.”
[Dr.
Hanin Dayya, 13 Şubat 2024]
“Size yalvarıyorum, biz
ölünce bizi yemeyin, lütfen, biz öldükten sonra hayatta kalırsanız, bizi, o
parçalanmış bedenlerimizi yemeyin.”
[Gazze’de
Lena ismindeki bir kızın kedisine söyledikleri, 19 Şubat 2024]
Hanin,
Rami ve Lena’nın bu sözleri, Gazze’deki ölümlerin ardında yatan soykırıma dair
gerçeklerin hem tezahürü hem de onlara yönelik birer reddiye. Bu insanlar,
cesetleri paramparça olmuş ölülere yapılan zulümden bahsediyorlar.
Arapçadaki
“aşlaa” kelimesi, parçalanmış cesede, birbirinden ayrılmış et ve kemiğe
işaret ediyor. Bu kelime, Gazze’yi anlatıyor. Dehşet verici gerçeklikte olan
biten karşısında sessiz kalmayı reddedenler, “aşlaa”dan söz ediyorlar.
Rami,
bombalarla parçalanmış, sağa sola dağılmış, birbirinden kopmuş, kimliği hiçbir şekilde tespit
edilemeyen uzuvları topladığından, yaşanan katliamın insanlık dışı yönünden bahsediyor.
Kırık
kemiklere, kan sızan ete tanık olmuş Hanin, sevdiği insanların parçalanmış
cesetlerinin köpekler ve kedilerce yenilmesine mani olmak için uğraştığını
söylüyor.
Küçük
kedisini kucağına alan Lena ondan, bombardıman sonrası paramparça olmuş aile
fertlerini yememesini rica ediyor. Bu küçük kız çocuğu, kedisiyle konuşurken,
sömürgeci devletin ve tüm insanlığın o paramparça olmuş cesetleri bile
korumaktan aciz olduğu soykırım sürecinde hayata ve insanlık onuruna yönelik
saygı için kendince bir alan açıyor.
5
Haziran günü New Arab sitesi, grafiklerle desteklenmiş bir habere yer
verdi. Bu haberde, insanların sevdiklerine ait kalıntıları nasıl
tanımladıklarına dair fotoğraflar paylaşılıyordu. Bir fotoğraf, genç bir
kadının annesinin parçalanmış cesedini elindeki yüzükten tanıdığını gösteriyordu.
Bir çocuk pijamasından, ağabeyi elindeki araba anahtarından tanımlanmıştı.
Amcanın kimliği ise kolundaki diyaliz tüpü sayesinde belirlenebilmişti. Bu
parçalanmış cesetlere ait görüntüler ve Hanin, Rami ve Lena gibi kişilerin
gerçekleştirdiği kimlik tespitleri, bizi bilişsel yeniden birleştirme eylemi
olarak parçalanmış cesetlerin bulunduğu bir yola sokuyor.
Merkeze
konulan aşlaa, ölülerin defni konusunda ısrar etmek suretiyle, imhaya
dair algıyı dağıtıyor. Ölü bedenlerin dağılmış parçalarını toplayıp koruma
eyleminden anlamlar çıkartılmasını sağlıyor. Parçalar anımsanarak, yeniden bütünün
parçası kılınıyor. Filistin’i anlamak isteyen, önce parçalanmış bir bedene
dönüşmüş bile olsa, oradaki halkı anlamalı.
Gazzeli
gazeteci Bisan da, Nasır Tıp Merkezi’ndeki toplu mezarda bulunan parçalanmış cesetler
arasında dolaşırken, aynı şeyden söz ediyor:
“Organları, kopuk başları,
yüzülmüş derileri arıyorsunuz (susuyor) […] Biraz yürüdüğünüzde kendilerini
tanıyacak birilerini bekleyen cesetlere rastlıyorsunuz (susuyor).”
Bisan’ın
kullandığı kelimeler ve aralardaki sessizlik, aşlaa’yı tanınma çağrısı
olarak takdim ediyor. O parçalanmış bedenler, toplanmak ve kucaklanmak istiyor.
Bisan’ın gözleri, sağa sola dağılmış organları, aileyle yeniden birleşme
arayışı, şiddete başvurularak yürütülen köksüzleştirme işlemine karşı yeniden kök
bulma çabası olarak okuyor. Aralardaki sessizlikler, parçalanmış bedenlere
uygulanan devlet terörünü ifşa ediyor. O devlet ki zaten ölmüş olanı insanlık
ailesinden kovma siyaseti güdüyor. Bisan’ın elindeki kamera ve dilindeki kelimeler,
Gazze’de İsrail denilen yerleşimci-sömürgeci devletin uyguladığı terör
karşısında köklere bağlı kalan ilişkilerin yerini tespit ediyor.
Çözümleyici
Bir Unsur Olarak Aşlaa
Aşlaa, sömürgeleştirilmiş,
sağa sola atılmış, yakılmış, lime lime edilmiş beden uzuvlarında yaşıyor. O uzuvlar,
“binlerce ayrıntıyla, hikâyeyle ve anekdotla örülü olgular” (Fanon 1961, s. 111)
olarak, hiçbir yeri yokmuş gibi görünüyor. Sanki kimliğin ve uluslararası
düzenin dışında gibiler (Agathangelou 2015). Buna karşın aşlaa, Joseph
Pugliese’nin (2007, s. 1) ürettiği “jeokorpografi” teriminde karşılık bulan bir
kavram. Terim, “ırk, savaş ve imparatorluğun jeopolitikası dâhilinde, bedendeki
kanın ve etin şiddet dolayımıyla birbirine karışmasına odaklanıyor.”
Gazzelilerin
dilinde aşlaa, eksik olmuyor. Bu ısrarlı kullanım sayesinde şiddet
araçlarıyla parçalanan bedenlerin hayatın ve sevginin sömürgeleştirilmesine, o
devlet terörüne nasıl tanıklık ettiğini öğreniyoruz. Aşlaa kavramının
merkeze konulmasıyla ben, Hanin ile Lena’nın seslerindeki çağrıya kulak
kabartma, kullandıkları kelimelere dikkat kesilme imkânı buluyorum.
Bu
soykırım döneminde parçalanmış bedenlerle ve ölümlerle örülü gerçekliği
insanların nasıl anladığını öğrenmek adına sosyal medyadaki görüntüleri ve
hikâyeleri topluyorum.
Bisan,
Lena, Hanin ve Rami ile birlikte bu sağa sola dağılmış beden uzuvlarını
tefekkür ettiğimizde, aşlaa’nın ırkçı şiddete, ona eşlik edip onu besleyen
kemikleşmiş yapılara ve ilişkilere bakmak suretiyle, yerleşimci sömürgeciliğe
meydan okuduğunu görüyoruz. Beden uzuvlarının ve yaralı canların tanıklığı, bu
soykırım koşullarında bize şu soruyu sordurtuyor: “Sömürgeleştirilmiş ölü beden,
ne tür bir politik işleve sahiptir?”
Kimliğe
dair göstergelerden azade kılınmış, sürekliliği elinden alınmış, paramparça
edilmiş cesetlerin politik anlamını keşfetme çabası, ölü ile canlı arasındaki
bağları kopartmaya çalışan soykırımcı sömürgeci şiddetin dayandığı ana sütunları
açığa vuruyor.
Bisan,
aşlaa kavramını, evlerin bilerek ve kasten yıkıldığı yerde başını
sokacak bir yuvaya sahip olma ve işitilme çağrısı, aynı zamanda teröre sunulan
delil olarak tarif ediyor. Şiddeti temel alan politika ve devlet terörünü
uygulayanlar karşısında aşlaa, Siyonistlerin bedeni ve ülkeyi yönetme
kabiliyetlerini sürekli kılma çabası dâhilinde, Filistinlilerin bedenini lime
lime etme girişimlerini anlatıyor.
Aşlaa,
parçalanmış, yaralanmış, ölmekte olan bedenin, canın, evin ve ülkenin geride
bıraktığı yazıtları okumaya mecbur etmek suretiyle jeokorpografilerine ait biyopolitik
ve nekropolitik alanların parçalanması dışında başka bir şeyler arayıp bulmaya
itiyor bizi. Aşlaa, bu koşullarda bir gösteren olarak iş görüyor. Bu noktada
İsrail’in Filistinlilerin ve Filistin’in bütün olmasına mani olma girişimleri
üzerinden, et ve kana dair söze hâkim olma arzusunu ortaya çıkartıyor.
Gazze’deki
tanıklıklar, Arapça sözdizimini ve kendi dilini kullanıyor, bu noktada kendi
biçimini üretiyor. Filistinli karşıtı ırkçılığın ve Siyonist üstünlükçülüğünün
şiddetine karşı bir tür güç kaynağı olarak, parçalanmış bedenin verili
mimarisini aşlaa’dan söz eden dil inşa ediyor.
Sömürgeci,
Filistinlilerin varoluşunu ve insanlığını bir tür imkânsızlık olarak algılıyor.
Filistinlileri nefes almayan bir varlığa indirgeme ihtiyacı duyuyor. Sömürgenin
kanı, soykırımcı toplum düzeninin imal edilebilmesi için gerekli hammadde. Aşlaa,
düz manada, sömürgecinin hayatının ana zemini hâline geliyor.
Filistinlilerin
sesleri, aşlaa’nın politik ve psikolojik düzeydeki işleyişine işaret
ediyor. Gazze’deki Filistinliler, Filistinlilerin parçalanmış bedenlerini
anlatan maddi kayıt biçimlerini okuyorlar. O biçimlerde Filistinliler, hayatın
yasını tutmayı bile hak etmeyen varlıklar olarak takdim ediliyor.
Gazzelilerin
arasına karışıp, onlarla birlikte sevdiklerinin parçalanmış cesetlerini
topladığınızda ve bunun yanında, aşlaa’nın anlamını sorguladığınızda,
Gazze’de hayatı imkânsızlaştıran soykırıma rağmen yaşama imkânları yaratmak
için gerekli ümidin dirildiğini görüyorsunuz. Parçalanmış, sağa sola dağılmış
bedenleri toplamak, bütün kılmak, Filistin ülkesinde gerçekleşen soykırımda
bilişsel yeniden birleşme ve ontolojik varlık iddiası için çok önemli bir
mesele.
Parçalanmış
Olana Can Katmak
17
Ekim 2023 günü elime bir kayıt geçti. Kayıtta, elinde iki torba bulunan babanın
çığlığı vardı. Baba ağlayarak, Gazzelilere şunu haykırıyordu: “Hey insanlar…
çocuklarım, evlatlarım öldü, onlardan geriye bunlar kaldı.”
7
Temmuz 2024 günü izlediğim bir videoda bir muhabir, enkazın içinde durup
ağlayan bir babayla röportaj yapıyordu. Adam, orada dört çocuğundan geri kalan
parçaları aradığını söylüyordu. Bir de kendi anneleri öldürülen Gazzeli bebekleri
emzirmek için hastanelere koşan annelerin hikâyesini dinlemiştim. Çünkü o bebekler,
kendilerini kucaklayıp emzirecek bir annenin sıcaklığına muhtaçlardı.
Gazzeli
anneler ve babalar, sevdiklerinin parçalanmış cesetlerini enkaz altında ararken
veya o buldukları kemiklerin ve et parçalarının kendi çocuklarına ait
olduklarını söyleyip onları bir torbaya koyarken, aslında yaşama imkânı,
sıcaklık ve sevgiye dair yeni yollar bulmuş oluyorlar. O parçalanmış cesetlerin
toplanmasını ve sağa sola dağılmış anneliğin toparlanmasını, yeniden vücut
buluşunu, soykırımın yersiz yurtsuz kıldığı koşullarda, hayatta kalma imkânının
yeniden temin edilmesi girişimi olarak okumak mümkün.
Soykırımı
yaşayan Filistinliler, sağa sola dağılmış toplumsal ve fiziksel bedenlerine ait
parçaları yeniden toplamak suretiyle, insan olduklarını yeniden ortaya
koyuyorlar. Haziran 2024’te Nuseyrat Kampı’na yönelik saldırı sonrası bir
kadın, kendi evladının cesedine ait parçaları toplarken, kızının paramparça
olduğunu görürken, tepkisini öfkeli bir dille yansıtıyordu. Kızını tüm
insanlıktan isteyen anne, Filistinli olarak katledilişine ve ontolojik
sürgününe itiraz ediyordu. Parçalanmış cesetleri toplama eylemi, o tanınmaz
hâldeki parçaları bir araya getirme girişimi, annelerin öksüz yavruları
emzirmesi, annelikteki sıcaklık, halkın kolektif direnci, sevgi, bütünlük ve
yaşama imkânı ile ilgili ısrarın dil bulmuş hâlleri aslında.
Tüm
aileler katledilse bile bu toplama, kucaklama ve besleme işlemi illâki
yapılıyor. Gazzeliler, fiziken ve toplumsal düzeyde yaşadıkları parçalanma
sürecine itiraz ediyorlar. Bunun yerine, aşlaa’yı, o beden parçalarını
toplamak ve birleştirmek suretiyle, fiili ve bilişsel yeniden birleşme yolunu
tercih ediyorlar (Aşlaa, sadece bedensel uzuvları değil, toplumsal
açıdan parçalanmış varlıkları da ifade ediyor). Gazze, yad edilmeyi,
dolayısıyla, yaşama imkânına kavuşmayı talep ediyor.
Gazze’de
Filistinliler, parçalanmış bedenlerden yayılan kötü kokunun boğduğu, üstü açık
bir toplu mezarda yaşıyorlar. Bütüne can katmak, onu yaşatmak için parçalanmış
cesetleri topluyorlar, üstlerini örtüyorlar, onlara saygılarını sunuyorlar,
varlıklarını kutsal kılıyorlar. Kendilerine ait olmayan bebekleri emziren
Gazzeli anneler, bu eylemleriyle, her yere ölüm getiren yerleşimci-sömürgeci
savaş mekanizmasının tekerine çomak sokuyorlar. Bu tür eylemler, ontolojik
düzeyde farklı imkânları doğuruyor. Gazze, kendine has bir hayat politikasına kavuşuyor.
Gazze’nin sözü ve eylemi, Gazzelilerin aşlaa’nın fiziki, maddi, mülki,
toplumsal-ulusal bedeni arasındaki ilişkileri ortaya döküyor.
Sevdiklerine
yönelik sınırsız zulmü gören Gazzeliler, bize o parçalanmış cesetlerin olduğu
gerçeklikte, o gerçekliğin içinden yaratıcılığın bütünlüğü nasıl üretebileceğini
öğretiyor. Ölümün kol gezdiği, toplu mezarların eşildiği, hastanelerin kimliği
bilinmeyen cesetlerle dolup taştığı, kan banyosunun oluştuğu bir yer öğretiyor
bunu. Lime lime olmuş, yerinden yurdundan edilmiş akrabalar, evlatlar, babalar
ve anneler karşısında yeni ilişkiler kuruluyor, hayat yeniden yaratılıyor. Gazzeliler,
soykırımın orta yerinde o bebekleri emzirdiklerinde, parçalanmış cesetleri
toplayıp, bir araya getirdiklerinde ve onları kucakladıklarında, ölüsevici yerleşimci-sömürgecilik,
altüst ediliyor.
Yerleşimci-Sömürgeci
Ölüseviciliğe Karşı
Bu
soykırımla tanımlı dönemde küresel dönüşümü düşünürken, lime lime edilmiş, her
yanından kan sızan aşlaa’yı devreye sokmak zaruri. Aşlaa, geçmişi
bugüne, canlıyı ölüye, parçalanmış olanı, sömürgenin henüz hâlâ dokunulmamış
olan bedenine bağlıyor.
Aşlaa’yı
anımsamak, tarihin sömürgeci diyalektiğini kopartmak demek. Aşlaa, o
acımasız saldırıların yol açtığı acılar karşısında psikolojik-duygusal düzlemde
hayatta kalmak ve fail niteliğini korumak için verilen mücadeleyi temsil
ediyor.
Aşlaa’yı Gazze’deki
Filistinlilere yönelik soykırımcı şiddetin analizinin merkezine oturtmak,
sadece sömürgenin bütünlükten yoksun kalma hâline ve ontolojik düzeyde varlık
olmaktan çıkartılması girişimine itiraz etmekle değil, ayrıca İsrail devletinin
şiddete yaptığı ırkçı, jeopolitik ve estetik yatırımı sorunsallaştırmak için o parçalanmış
bedenleri isimlendirmek ve yeniden kazanmakla ilgili bir mesele.
Aşlaa, Gazzeli
Filistinlilerin dilinden dökülen bir kavram. Bu kavramı, hem aşırı şiddet ve terörün
bir işareti hem de soykırım üzerinden insanlıktan çıkartma girişimine yönelik
bir itiraz olarak okumak mümkün. Aşlaa’dan bahsetmek, Gazzeli
Filistinlilerin kurtuluş yolunda attıkları, yeniden birleşmeye yönelik bir
adım. Lena, Rami, Hanin ve Bisan o parçalanmış bedenleri bir araya getirmekten
bu sebeple bahsediyorlar. Bu insanlar, kurtuluşa ermiş, devrimci bir
yaşamsallık öneriyorlar, bu noktada, onurlu ve insana yakışır bir hayat için
verilen mücadelede sevgiye yeni alanlar açmaya yönelik politik bir çaba ortaya
koyuyorlar.
Nadire Şalub Kevorkyan
31 Ekim 2024
Kaynak
Kaynakça:
Agathangelou, Anna M. 2016. “Fanon on Decolonization and Revolution: Bodies and
Dialectics.” Globalizations 13, Sayı. 1: s. 110-128.
Fanon,
Franz. 1961. The Wretched of the Earth. New York: Grove Press.
Pugliese,
Joseph. 2007. “Geocorpographies of Torture.” ACRAWSA e-Journal 3, Sayı.
1: s. 1–18.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder