13 Kasım 2024

,

Liberal Siyonizmin İflası



Tüm uluslararası toplum, Hamas’ın canice gerçekleştirdiği eylemleri kınamalı. Umarız, Hamas hızla ve nihai olarak mağlup edilir. ABD hükümetinin, bu tehdidi karşılama, sürecin büyük bir çatışmaya evrilmesine, aynı zamanda İsraillilerle Filistinlilerin çile çekmesine mani olma konusunda İsrail devletine yardım etmesini istiyoruz.

[J Street sitesinin 7 Ekim 2023 tarihli resmi açıklaması]

Umarım Biden, Netanyahu’ya Amerika’nın İsrail’in Hamas üyesi teokratik faşistlere ve eğer kavgaya karışacak olurlarsa, Lübnan’daki ruh ikizi olan Hizbullah’a karşı kendisini koruması konusunda yardım edeceğini söylüyordur.

[Thomas Friedman, 10 Ekim 2023]

Biz, İsrail Savunma Güçleri’nin intikam savaşı değil de adalet için verilecek savaştan zaferle çıkmasını istiyoruz.

[Jo-Ann Mort ve Michael Walzer, 18 Ekim 2023]

Umarım Hamas tümüyle yok edilir de Gazze’deki Filistinliler nihayet barış yolunu seçerler.

[Haham Andy Bachman, 30 Ekim 2023]

 

Bir yıl boyunca İsrail, Gazze’nin üzerine ölüm olup yağdı. İsrail’in hedefi ki bu Biden’ın da hedefi, Hamas’ı yok etmek ve 7 Ekim’de ele geçirilen rehineleri geri almak. Fakat bu yazının yazıldığı sıralarda Gazze’de iktidar, hâlen daha Hamas’ın elinde ve doksan yedi tutsak hâlen daha rehine konumunda. Bu tutsakların üçte birinin öldüğüne inanılıyor. Buna karşılık, çoğunluğu kadın ve çocuk kırk binden fazla Filistinli öldürüldü. Bu sayının çok daha yüksek olması muhtemel, zira İsrail, şehirdeki hastanelerin büyük bir kısmını yerle bir etti.

Lancet isimli tıp dergisinin tahminine göre, ölü ve yaralı Filistinlilerin sayısı 186.000’i bulmuş olabilir. Bu sayı, 7 Ekim öncesi Gazze’nin toplam nüfusunun yaklaşık yüzde 8’ine denk düşüyor. Bu sayıyı tespit etmek için kullanılan yöntemde, sadece ABD yapımı bombalar sonucu ölen ve yaralananların sayısına bakılmıyor, ayrıca kıtlık ve çocuk felci gibi hastalıkların yol açtıkları “dolaylı” ölümler de hesaba katılıyor. Bu “dolaylı” ölümler, son dönemde yaşanan çatışmalarda doğrudan yaşanan ölümlerden üç ilâ on beş kat daha fazla olabiliyor. Temmuz’dan beri her türden ölümün hızını kesmediği görülüyor.

Bir yıl önce yarım milyondan fazla insanın yaşadığı Gazze şehri, bugün harap durumda. Hayatta kalanların büyük bir kısmı, şehrin güneyindeki sağlıksız koşullara sahip mülteci kamplarına sürüldü. Üstelik İsrail, insanların kaçabilecekleri bir yerin olmadığı bu kampları da bombaladı.

Ocak ayında Oxfam’in yaptığı hesaplamaya göre, gün başına ölen Filistinli sayısı, Suriye, Sudan, Irak, Afganistan, Yemen veya Ukrayna gibi diğer çatışma bölgelerindeki ölü sayılarından çok daha yüksek. Aynı ay içerisinde Uluslararası Adalet Divanı’nın aldığı kararda, İsrail’in Gazze’de soykırıma yönelik adımlar attığı tespit edildi. Üstelik karar, savaş sahasının Gazze dışına taşmasından, İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria ile Lübnan’a saldırmasından, son haftalar içerisinde yüzlerce sivili katletmesinden bahsedilmiyor.

İsrail işgaline yönelik birçok kendi içinde tutarlı olan solcu eleştirinin devletin korku ve dehşet yaratma yöntemlerine dair ezbere laflar ettiği koşullarda, İsrail’in başındaki aşırı sağcı koalisyon hükümeti, her fırsatta başarılarından dem vuruyor.

Haziran ayı içerisinde İsrail hükümeti, X platformundan bir video paylaştı. Videoda, serbest bırakılmış olan bir rehine “Gazze’de tek bir masum sivil bile yok” diyordu. Bu soykırımcı tespite sarılanlar, İsrail’in gerçekleştirdiği katliamı doğal olarak verimli buluyorlar.

Bugün İsrail ve onun yaptıklarına yönelik solcu eleştiri, hedefler konusunda anlaşamasalar da temel gerçekler konusunda uzlaşıyorlar: İsrail, ahlaki hassasiyetler gözetmeden veya uluslararası hukuka riayet etme gereği duymadan Filistinlileri acımasızca yok ediyor ama neticede Yahudilerin hayatı kutsal, Arapların hayatı kıymetsiz.

“Liberal Siyonizm” eğilimine mensup olan gözlemcilerse durumun dikkate alınması gereken daha fazla incelikli yanı olduğu iddiasındalar. Liberal Siyonizm, tam da isminin hakkını veriyor. Bu anlamda liberalizmdeki adil ve eşitlikçi toplum iddiası ile Siyonizmin İsrail’in mevcut toprakları üzerinde egemen bir Yahudi devleti kurma iddiasıyla birleştiriliyor. Her ne kadar 7 Ekim öncesinde solun ve sağın eleştirisine mazhar olsa da liberal Siyonist dünya görüşü, Amerika’daki liberal Yahudi cemaati içindeki J Street, T’ruah ve Yahudi Reformu gibi ilerici Yahudi örgütlerinde, ana akım medyada ve Demokrat Parti’de hâkim görüş.

7 Ekim, Liberal Siyonistleri epey sarstı, bu sarsıntı, tabii ki sebepsiz değildi: neticede Hamas 1.100’ün üzerinde insan öldürmüştü (bu sayının belirli bir kısmının İsrail ordusunun açtığı ateş sonucu öldüğü söyleniyor). Bunların yarısından fazlası sivildi, bu anlamda oluşan manzara korkunç ve tüyler ürperticiydi.

Saldırı ardından Hamas, bazı insanları rehin aldı, bu rehinelerin bazıları öldü, ölümleri İsraillileri, bilhassa yakınlarını üzdü. Geçen Kasım ayı içerisinde ilerici bir isim olan Haham Şaron Brus, Ezra Klein’a verdiği röportajda, “bu gerçekleri tek seferde yüklenmek zor. Bu açıdan, yaşanan savaş bağlamında İsrail ve Filistin tarafının birlikte çile çektiği gerçeğini kabul etmek gerek” diyordu.

Tarafsız bakış açısı, insani ve makulmüş gibi geliyor fakat sadece savaşın bir tarafa daha fazla tesir eden yanını örtbas etmekle kalmıyor aynı zamanda sonrasında oluşan bağlamı silikleştiriyor. Tarafsızmış gibi görünen liberal bakış açısı, elli yılı aşkın bir zamandır İsrail’in Batı Şeria’yı işgal edip buraya yerleştiği, Gazze’ye yığılan kitlelerin üzerine birçok kez bombalar yağdırdığı, ablukayla bu şehri boğduğu gerçeğinden hiç bahsetmiyor. İsrail devletinin kuruluş sürecinde önemli bir unsur olarak 1948-1949’da yüz binlerce Filistinliye uygulanan etnik temizlik anlamında Nekbe’ye hiç değinmiyor.

Tarihçi Raşid Halidi’nin yerinde tespitiyle, liberal Siyonizm, yüz yıldır yerleşimci-sömürgecilerin Filistin’e karşı yürüttükleri savaşı aynı şekilde onurlu olan iki halk arasında yaşanan trajik bir çatışma olarak görüyor. Oysa şurası açık: birçok liberal Siyonist, kendisini daha az ölen halkla tanımlıyor.

Liberal Siyonizmin temel çelişkileri, Ağustos’ta Demokrat Partililerin düzenlediği, başkan adayının belirlendiği Ulusal Kongre’de de dil buldu. Kongrede saldırı neticesinde öldürülmüş olan İsrailli-Amerikalı rehine Hersh Goldberg Polin’in anne babasının sahneye çıkıp ateşkes çağrısı yapmasına izin verilirken, tek bir Filistinlinin bile konuşmasına izin verilmedi. Bu tutum, esasen Kamala Harris’in son akşamki açıklamalarıyla gayet uyumluydu. O akşam başkan adayı, 7 Ekim saldırısında ölen İsraillilere değindi, İsrail’in kendisini savunma hakkına vurgu yaptı, ardından da dostlar alışverişte görsün diye, şu cümleleri sarf etti: “Son on ay içerisinde Gazze’de yaşananlar herkesi harap edecek cinsten. Birçok masum insan öldü. Güvenli bir yer bulabilmek için insanlar aç ve ümitsiz bir hâlde koşturup duruyorlar. Çekilen çilenin ulaştığı düzey yürek parçalayıcı.”

Başkan adayının konuşmasında, o çekilen çilenin her aşamasında Amerikan yönetiminin katkıları olduğu gerçeğinden hiç bahsedilmiyordu. Bizzat başkan yardımcısı olarak katkı sunduğu katliam yerine İsrail’in çektiği çileye değinen başkan adayı, Filistinlilerin kendilerini savunma hakkına sahip olduğunu düşünmüyordu.

Geçen ay Pensilvanya’nın başındaki Demokrat Partili vali Josh Shapiro ise meramını daha net ifade ediyor: “Filistinliler, İsrail’le ilişkilerinde şiddete yer açmamalılar, zira İsrail’in varolma hakkı var.” (Aynı vali, 1993 yılında üniversitesinde çıkan gazetede kaleme aldığı yazısında, “Filistinlilerin barışın hâkim olacağı, kendilerine ait bir yurt inşa etmelerinin mümkün olmadığını, zira sürekli savaşmayı düşündüklerini” söylüyordu. Sonrasında ortaya çıkan bu makaleyi sahiplenmeyen vali, orada ettiği laflar için özür dileme gereği duymadı.)

Temsilciler Meclisi’ndeki bir avuç onurlu istisna haricinde Bernie Sanders dâhil tüm Demokrat Partililer, İsrail’in Hamas’a karşı yürüttüğü savaşa onay ve destek verdiler. Üstelik bu desteği verirken ölen Filistinli sayısını ufaltarak yaptılar. Bu desteği, İsrail’in o Filistinlilere sürekli ve utanma nedir bilmeden saygısızlık ettiği koşullarda verdiler.

Biden ve yaverleri, Netanyahu’nun uluslararası hukuk uyarınca savaşmama kararlılığının kendilerini hayal kırıklığına sürüklediğini söylemekle yetindiler. Mayıs ayında Biden, belli tipte gemilerin gönderilmesi işlemini durdurmaya yönelik boş tehditler savurdu, birkaç hafta sonra savaşın başından beri talep edilen ateşkes önerisine onay verdi ama bir yandan da Netanyahu’ya ve hükümetine karşı hiçbir somut adım atmadı.

Savaş dört ay bile geçmeden yeni alanlara kaydı. Eylül ayı içerisinde ABD’li yetkililer, Biden’ın Ocak 2025’te görev süresinin dolacağı güne dek ateşkes anlaşmasının imzalanamayacağını söylediler. Biden yönetiminin İsrail’in Filistinlilere yönelik niyetlerini görmezden gelmesi, Netanyahu’nun elini rahatlattı.

Aslında her şey önceden görülmüştü, öngörüldüğü gibi cereyan etti. Liberal Siyonistlerin kanaati aksine, İsrail Hamas’a karşı, hedef gözeten, meşru ve adil bir savaş yürütmedi, ayrım gözetmeksizin tüm bir halka karşı kitlesel katliamı hedefleyen bir savaşa imza attı. İsrail’in Filistinlilere yönelik tavrı konusunda belirli bir tarih bilincine sahip olanlar, bu gerçeği çok önceden görmüşlerdi. 7 Ekim’den beri dikkat kesildiğimiz İsrail hükümetinde Itamar Ben-Gvir ve Bezalel Smotriç gibi soykırım savunucusu aşırı sağcılar var.

Bu gerçeği liberal Siyonistler de biliyordu. Birçok liberal Siyonist, Netanyahu karşıtı muhalefete aylarca öncülük etti. Bu muhalefet, başbakanın yolsuzluklarına ve özgürlüklere karşı hamlelerine saldırılar öncesinde karşı çıkan gösteriler düzenledi. Sonrasında ise Hamas’ın saldırısına mani olamadığı, rehineleri geri alamadığı için gösteriler yapıldı. Neticede bu liberal Siyonistler, kederin ve korkunun tanımladığı ortamda 7 Ekim sonrası İsrail ordusunun tepkisine destek sundular, sadece Netanyahu’nun saldırılar konusunda suçlanmayı hak ettiğini söylemekle ve İsraillilerin ondan daha az berbat bir lideri başa geçirmeye dair umutlarını dile getirmekle yetindiler. Süreç içerisinde liberal Siyonistler, hükümete daha fazla destek verdiler, solcu eleştirileri döve döve yola getirdiler. 7 Ekim saldırılarının yarattığı ilk şok giderek daha fazla insanı etkilediği, Gazze’de her gün yeni zulümlere imza atıldığı koşullarda liberal Siyonistler, hem desteklerini artırdılar hem de solcu eleştiriyi susturmak için uğraştılar.

İsrail’in yürüttüğü savaşı savunmanın artık ahlaken imkânsız olduğunu gören liberal Siyonist siyasetçiler, manevi liderler ve yorumcular, suçu günahı Netanyahu’nun sırtına yüklediler. Ocak ayı içerisinde Josh Shapiro, başbakanı “tüm zamanların en kötü lideri” olarak tarif etti. Nisan ayı içerisinde New York Times’ın yayın yönetmenlerinden Joshua Leifer, Netanyahu’ya desteğin anketlerde azaldığına dair iyimser görüşleri aktardı ve İsrail’deki muhalif hareketin hükümeti devirip savaşa son vereceğiyle ilgili umutlarını dile getirdi. Temmuz ayında ilerici bir isim olan Haham Jill Jacobs, başbakan Netanyahu’yu ve koalisyonunu “İsrail devletini gasp etmiş bir avuç bağnaz” olarak niteledi ve ateşkes ile rehine anlaşmasına destek veren çoğunluğun yanında olduğunu söyledi.

Aynı ay içerisinde senatodaki çoğunluğun lideri Chuck Schumer, kongre binasında Netanyahu’nun yaptığı konuşmaya katıldı ama başbakanın elini sıkmaktan imtina etti. Sonrasında CBS’e yaptığı açıklamada, “Konuşmaya gittiğini çünkü İsrail-Amerika arasındaki ilişkilerin hiçbir şeyin ve hiç kimsenin bozamayacağını göstermek istediğini” söyleyen Schumer, “ama aynı zamanda herkes biliyor ya, Netanyahu’nun politika yapma tarzında katılmadığım birçok yön var” demeyi de ihmal etmedi.

Aslında liberal Siyonistlerin konumu bundan daha iyi anlatılamazdı: hem İsrail’e ve yürüttüğü savaşa destek vereceksin hem de Netanyahu’nun liderliğini sanki bu liderlik, İsrail’den ve yaşanan savaştan ayrı ve onları temsil etmeyen bir şeymiş gibi, basmakalıp cümlelerle eleştireceksin.

Yapılan değerlendirmelerin aksine, Ağustos ayı içerisinde Netanyahu’ya yönelik destek yeniden arttı. Bugün kendisi bir kez daha ülkenin en popüler siyasetçisi. Tel Aviv sokaklarındaki gösteriler bu açıdan hiçbir şey anlatmıyor.

Eylül ayı ortalarında yapılan bir anket, Netanyahu’nun başında olduğu Likud Partisi’nin yeni seçimde tekrar hükümet kuracağını ortaya koyuyor. İsrail’in Hizbullah’a yönelik gerçekleştirdiği başarılı saldırılar ve lideri Hasan Nasrallah’ı öldürmesiyle birlikte Netanyahu’nun ardındaki destek ülke içerisinde epey arttı. Nasrallah’ın ölümü sonrası eski bir İsrailli bakan New York Times’a şunu söyledi: “Kral Bibi geri döndü. On ay önceki Bibi’den çok farklı. Kendisine güveni tam.”

7 Ekim’in yıldönümüne doğru Axios’ta çıkan haberinde Barak Ravid, “Netanyahu’nun seri galibiyet aldığını” söylüyor, bu noktada Hizbullah ve Hamas liderlerine yönelik saldırılarda elde ettiği başarıya atıfta bulunuyor, aynı zamanda muteber her türden muhalefeti kurnaz kimi hamlelerle etkisiz kılma konusunda gösterdiği beceriye değiniyordu.

Netanyahu’nun aşırı sağ koalisyonu hayatta kalmayı bildi. En önemli rakibi, ılımlı bir isim olan Benny Gantz, saldırılar sonrası savaş kabinesine dâhil oldu ve başbakanın rehine anlaşmasını müzakere edememesi sebebiyle sekiz ay sonra istifa etti. Gantz’ın İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına suç ortaklığı yapmış olması, İsrail siyasetiyle ilgili çok temel ve önemli bir hususu ortaya çıkartıyor: kamuoyu, İsrail’de Netanyahu konusunda ne kadar ayrışmış olursa olsun, savaşa genel olarak destek sunuyor.

Mart ve Nisan aylarında yapılan anketler, İsraillilerin sadece yüzde 19’unun “savaşın haddinden fazla uzayıp sahasını gereğinden fazla genişlettiğini” düşündüğünü ortaya koydu. Diğer sayılarsa daha da çarpıcı: İsrail’deki Filistinli azınlığın yüzde 74’ü de bu şekilde düşünüyor. İsrailli Yahudilerde bu oran yüzde 4. İsrail’e destek vermek isteyen ama bir yandan da Gazze’ye yönelik savaştaki aşırılıkları eleştiren Amerikalı liberaller de aynı yerde duruyor.

Günah keçisi ilân edilen Netanyahu, İsrail’deki politik sisteme en az on beş yıldır hükmediyor. Onu günah keçisi ilân edip uçurumdan aşağı atan liberal Siyonistler, tahayyüllerinde onlarca yıl âşık oldukları ideal İsrail’i muhafaza etme imkânı buluyorlar. Oysa bu idealize edilmiş İsrail’i Doğu Avrupa’dan gelen laik sosyalistler kurdu. Kendisini aydınlık insanların yönetim pratiğinin timsali olarak sunan İsrail, ta işin başında sömürgeci pratikle, yerleşim siyasetiyle, toprak hırsızlığıyla, cinayetlerle ve bugün Netanyahu’nun bile kıskanacağı sürgün etme hamleleriyle tanımlı bir yapıydı.

Siyonist projenin temel niteliğini görmeyi reddeden, onun ilerici değerlerle uyumsuz olduğunu anlamayan liberal Siyonistler, her aşamada, en azından koşullu destek sundukları savaşı görmezden gelme eğilimi içinde oldular. Hep çıkıp “içinden çıkılmaz, karmaşık bir durum bu” deyip durdular. Liberal Siyonist bir yayın organı olarak Atlantic’te çalıştığı dönemde Ta-Nehisi Coates de durumu bu şekilde tarif ediyordu. 2023 yazında işgal altındaki Batı Şeria’yı ziyareti sırasında yaşananları “saçmalık” olarak nitelemişti. New York dergisine geçen ay verdiği röportajda ise “birinden bir şey almak istediğinizde karmaşık bir durum oluşur” diyordu.

7 Ekim’den bir yıl sonra İsrail ve Filistinliler arasında bir barışa tanık olabileceğimize inanan insan kalmadı. Bombalara maruz kalan, açlık çeken Gazzeli çocuklar, başlarına geleni de dünyadaki kayıtsızlığı da hiçbir zaman unutmayacaklar. Aynı ölçekte olmasa da İsrail’dekiler de saldırıların ülke genelinde yol açtığı travmayı unutmayacaklar. Liberal Siyonistlerin yıllardır yegâne adil çözüm diye savundukları “iki devletli çözüm”ün hayal olduğu görüldü. Daha rahatsız edici olan sonuçların gerçekleşme ihtimali artık daha yüksek. İsrail’in her cephede Filistinlileri öldürüp yerinden yurdundan etmesinin bir yandan daha fazla toprağı ele geçirip işgal etmesinin ne tür sonuçlar doğuracağını bugünden öngörmek zor.

Bu iç karartıcı bir yıldan alınması gereken bir ders varsa o da şudur: liberal Siyonistlerin yaşanan çatışmaya dair yorumlarının öngörü düzeyinde hiçbir değeri, analiz düzleminde hiçbir ağırlığı, ahlaki açıdan hiçbir zemini yok. Liberal Siyonizm, geçen yüzyılın suya düşmüş bir hayali, bu yüzyılda hayatta kalma imkânı yok.

David Klion
8 Ekim 2024
Kaynak

0 Yorum: