04 Kasım 2024

,

Doğan, Yön’ün Çocuğudur


Yalçın Küçük Söyleşisi

Hürgün Gazetesi
Ekim 1985

 

Aydınlar üzerine yazıyorsunuz ve Doğan Avcıoğlu’nun dostu oldunuz; nasıl anlatırsınız?

Doğan, Yön’ün çocuğudur. Türkiye’de her büyük aydın, hem bir derginin yaratıcısıdır ve hem de bir derginin yarattığıdır. Nâzım Hikmet, Resimli Ay’ın çocuğu oldu. Aziz Nesin, Markopaşa’nın çocuğudur. Doğan Avcıoğlu, Yön Dergisi’nin ürünüdür.

Doğan, bir yön'dür. Yalnızca Türk aydın tarihinde önemli Yön Dergisi’nin Mümtaz Soysal ve Cemal Reşit Eyüboğlu ile birlikte kurucularından birisi olduğu için, yalnızca bir aydın kollektivitesini yaratabilen Yön’ün motoru olduğu için değil, inatla bir yön’ün sahibi olduğu için de Doğan bir yön’dür.

Doğan Avcıoğlu'nun yönü ne idi?

Yön’ün yönüdür.

Ancak yönünü açıklamadan önce katkısını belirtmek zorundayım. Yön, boğucu ve kısırlaştırıcı Soğuk Savaş yıllarından ve Türkiye'de Bayar-Menderes Baskı Dönemi’nden sonra bir canlanma ve bir açılım çabasında önemli bir hareket oldu.

Yön’ün katkılarını şöyle sıralayabilirim: Bir Yön Dergisi, Nâzım Hikmet’i rehabilite etti, yeniden canlandırdı. Nâzım’dan söz edebilme, Nâzım’ı savunabilme, Nâzım’ı yayımlama Yön ile birlikte gerçekleşti.

Yön’ün yayınlarına kadar Nâzım Hikmet’e yasak sürdürüldü mü?

Kesinlikle. Nâzım Hikmet, 1940 yıllarının sonlarına doğru bir dize-iki dize ya da şiir olarak yayımlanabiliyordu. Tüm 1950 yıllarında Türk aydını, Nâzım’ı ancak gizli gizli ve 1930 yıllarından kalma plaklarından dinleyebildi, okuyabildi. Yön, 30 Ekim 1964 tarihli 83’üncü sayısında “Yön, bir demagojiyi daha yıkıyor” başlıklı kısa bir yazıyla Nâzım Hikmet ile ilgili yasaklara karşı mücadele edeceğini açıkladı. Aynı başlık altında Nâzım şiirleri yayımladı. Bunun bir hazırlık olduğu anlaşıldı. 20 Kasım 1964 tarihli 86’ncı sayıda İlhami Soysal’ın “Bir Türk Şairinin ölümü” başlıklı yazısı ve İlhami’yi Moskova’da Nâzım’ın mezarı başında gösteren fotoğrafı ile birlikte orta sayfası yayımlandı. Bu, bir dönüm noktasıdır. İlhami’nin bu güzel yazısının büyük yankı yarattığını ve okuyanların çoğunu ağlattığını hatırlıyorum. Bundan sonra “Yön” yayınları içinde “Nâzım Hikmet - Kurtuluş Savaşı Destanı” çıktı. Bu. 1938 yılında hapse konduğu tarihten sonra. 1965 yılında, Nâzım’ın Türkiye’de yayımlanan ilk kitabı oldu.

Diğer katkıları?

 Devletçilik. Yön ve Doğan Avcıoğlu, devletçiliğin çok inatçı ve yaratıcı savunucuları oldular. Bunun yanında, Türk-Sovyet dostluğunu içtenlikle savundular. Yön ve Doğan, devletçilik ile Sovyet dostluğunu hem bir kalkınma ve hem de bir güvenlik sorunu olarak ele aldılar. Bakış açılan içinde yamalı değildi; birbirini destekliyordu. Devletçiliği özel sektör eliyle kalkınmaya karşı, Sovyet dostluğunu da Amerikan emperyalizmine karşı bir politika olarak geliştiriyordu. Türkiye’nin sanayileşmesine Amerika’nın karşı çıkacağı ve bunu engellemek isteyeceği Doğan’ın kesin inancı idi.

Bütün bunlara bakarak, Doğan Avcıoğlu’nun bir sosyalist olduğu söylenebilir mi?

Bir soruya verilebilecek bir “evet” ya da “hayır” cevabı, açıklamalarla birlikte olmazsa yanıltıcı olabilir. Yön, işin başından itibaren “sosyalizm” sözcüğünü kullandı. O zamanki güçlü ve yandaş Türkiye İşçi Partisi hareketi uzun yıllar “sosyalizm” sözcüğü yerine “toplumcu” sözcüğünü tercih etti. Yön’de “tek yol sosyalizm” başlıklı baş yazılar yazıldı. Ancak Doğan, önce “Kemalizm” diyordu. Devletçilik ve Sovyet Dostluğu, Doğan Avcıoğlu için çok büyük bir örgütçü olarak gördüğü Kemal Atatürk’ün mirasına sahip çıkmak oluyor.

Doğan Avcıoğlu, Kemalist canlanmanın ve Kemalist bir iktidarın, kendi güçlükleri içinde, sosyalist örgütünü de yaratarak kesinlikle sosyalizme dönüşeceğine inanıyordu. Bu nedenle, kendisini hep sosyalist saydı ve yazılarında olmasa bile özel sohbetlerinde beğenmediği kimseleri hep “marksist değil” diye bir kenara koyuyordu.

Hem marksist olmak ve hem de Kemalizm nasıl bağdaşıyor?

Başka çalışmalarımda Sevgili Doğan’ı “Kemalizm’in aşkın düşünürü” olarak niteledim. Bu, bir açıdan Kemalizm’in şanssızlığı oluyor. Kemalizm’in ideolojisini kurmayı deneyen Şevket Süreyya, sosyalizmden geliyor. Kemalizm’i yeniden canlandırmak ve gençleştirmek isteyen Doğan Avcıoğlu, en zor ve en büyük cesaret isteyen zamanlarda sosyalizmi savunuyor.

Bunlar Türk aydın ve siyasal hareketini incelemeyi çok çekici bir hâle getiriyor.

Doğan Avcıoğlu, Silâhlı Kuvvetler’in katılımı olmadan Türkiye’de modernizasyonun olmayacağına ve sosyalizmin kurulamayacağına inanıyordu. Doğan için Kemalist canlanma aynı zamanda bir ittifak programı oldu. Bu nedenle Yön ve Doğan, sınıf çelişkilerine ve işçi sınıfının öncülüğüne uzak kaldı. Modernizasyonu, “zinde kuvvetler” yapacaktı; “Zinde kuvvetler” asker ve sivil, ancak kesin radikal, aydınları anlatıyordu.

12 Mart’ı Doğan Avcıoğlu’nun Yön’ünün geçersizliği sayabilir miyiz?

Bu sorunuzu, kendi görüşlerimi açıklamak yerine, Doğan’ın düşüncelerini belirterek cevaplandırmak istiyorum. Benim için sevinçtir, mutluluktur, kazançtır, 1956 yılından beri dostuz; Doğan’ın güzel ömrünün son on yılında, Gülseli’den sonra, en çok beraber olduğu pek az insandan birisi olduğumu söyleyebilirim. Bununla birlikte, Doğan adına konuşma hakkımın olmadığını biliyorum. Yalnız, bütün bunları çok konuştuk, çok tartıştık: Doğan, 9 Mart 1971 yılında yenildiğini biliyordu. Ancak bunu geçici bir yenilgi olarak görüyordu. Kendisini hep, daha sağlıklı bir kadro ile ve daha yenilenmiş bir biçimde yeniden yoluna hazırlıyordu. Bunun için yaşamına çok özen gösteriyordu; her sabah koşması, yalnızca yönünü gerçekleştirebilmek için gerekli zamanı bulabilmek içindi.

Kanseri düşünmedi değil mi?

Tepkisi tam bir ihtilâlci gibi oldu. Gülseli, ben, yakınları, Doğan’dan birkaç saat önce öğrenmiştik. Kanseri öğrenince, “Yalçın, hep cepheden hücuma göre kendimi hazırladım, arkamdan hançerlendim” dedi. Hepsi, bu kadar. Çok mert ve çok kibar karşıladı.

Benim tanıyabildiğim en kibar insanlardan birisiydi. Bu inatçı aydının bu yanının pek bilinmediğini sanıyorum; ameliyata gerek olup olmadığını görüşmek için gittiğimiz Doktor Nefise Barlas’a, on beş dakika içinde, en az üç kez, “Hanımefendi, zamanınızı almıyoruz ya” dediğini hatırlıyorum.

Lise yıllarında Bursa’da pokeri severmiş, oynarmış. 9 Mart’a ve yaşama bir poker partisi gibi bakabiliyordu.

Son çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Önce Doğan’ı nasıl okuduğumu söylemek zorundayım. Doğan'ın çok titiz bir okuyucusu oldum. Çok öğrendim. Doğan'ın biçemi, estetiğinin bir türevidir; süslemeyi hiç sevmedi. Güzelliğin kendiliğinden olduğuna inanıyordu ve doğallığında seviyordu. Bu. benim anlayışım değil. Ama yazıları da böyleydi; cevherini yazısına saçıyordu. Millî Kurtuluş Tarihi’ni, 12 Mart 1971 tarihinde yenilgisinden sonra ve hapishanede yazmaya başladı. Bununla Kemalist anlayışını yeni bilgilerle tazeledi; sanki kaba Kemalistlere bir cevap verdi. Türklerin Tarihi’nde bir boşluğu doldurmanın ötesinde, Türk topluluklarının başından itibaren sınıf çelişkilerini yaşayan bir yapıya sahip olduğunu sergilemeye çalıştı.

Türklerin Tarihi’ni bitiremedi değil mi?

Gerektiğinden fazla uzadığını düşünüyordu. Son zamanlarda ara vermeyi kararlaştırdı. Vulgar Kemalizm’e cevap vermesi gerektiğini düşünüyordu. Kemalizm’in ticaretini yapanlar ve Kemalizm’i Amerikancılığın kılıfı olarak kullanmak isteyenler bulunduğunu düşünüyordu. Hastalığına karşın böyle bir kitabı çıkarmak istiyordu. Bu kitapta, Türkiye Üzerine Tezler’in eleştirisi de olacaktı.

Sizin çalışmalarınızı mı eleştirecekti?

İlk kez olmuyor. Yayımlanmış çalışmalarımızda birbirimizi eleştirdiğimiz bölümler var. Bu, yakınlığımıza ve benim Doğan’a sevgi ve saygıma hiç etki yapmadı. Düşüncelerimi ve tezlerimi Doğan’la tartışmak, Doğan’ın mümkün olduğu durumlarda onayını almak benim için hep güven kaynağı oldu. Doğan’ı çok zaman sert eleştirdim; bana hep sevecen davrandı.

Yaşamını yazarak mı sürdürecekti?

Hayır. Kitaplarını emekli albayların okumasına şaşırıyordu. Doğan, hep gençlikten yanaydı. Gençliği, haberci sayıyordu ve kitap yazmaya ara vermek için haberci bekliyordu.

Çok yakın bir zamanda Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın yeni bir emri ile kitaplarının Kara Kuvvetleri Kütüphanesi’nden çıkarılmasının emredildiğini işittim. Doğan, bunu öğrenseydi, herhalde etkisine bağlardı; Öyle düşünüyorum.

[Kaynak: Bir Soran Olursa, Tekin Yay., Ağustos 1987, s. 52-56.]

0 Yorum: