Yalçın Küçük Söyleşisi
Hürgün Gazetesi
Ekim
1985
Aydınlar
üzerine yazıyorsunuz ve Doğan Avcıoğlu’nun dostu oldunuz; nasıl anlatırsınız?
Doğan,
Yön’ün çocuğudur. Türkiye’de her büyük aydın, hem bir derginin
yaratıcısıdır ve hem de bir derginin yarattığıdır. Nâzım Hikmet, Resimli
Ay’ın çocuğu oldu. Aziz Nesin, Markopaşa’nın çocuğudur. Doğan
Avcıoğlu, Yön Dergisi’nin ürünüdür.
Doğan,
bir yön'dür. Yalnızca Türk aydın tarihinde önemli Yön Dergisi’nin Mümtaz
Soysal ve Cemal Reşit Eyüboğlu ile birlikte kurucularından birisi olduğu için,
yalnızca bir aydın kollektivitesini yaratabilen Yön’ün motoru olduğu
için değil, inatla bir yön’ün sahibi olduğu için de Doğan bir yön’dür.
Doğan
Avcıoğlu'nun yönü ne idi?
Yön’ün
yönüdür.
Ancak
yönünü açıklamadan önce katkısını belirtmek zorundayım. Yön, boğucu ve
kısırlaştırıcı Soğuk Savaş yıllarından ve Türkiye'de Bayar-Menderes Baskı
Dönemi’nden sonra bir canlanma ve bir açılım çabasında önemli bir hareket oldu.
Yön’ün
katkılarını şöyle sıralayabilirim: Bir Yön Dergisi, Nâzım Hikmet’i
rehabilite etti, yeniden canlandırdı. Nâzım’dan söz edebilme, Nâzım’ı
savunabilme, Nâzım’ı yayımlama Yön ile birlikte gerçekleşti.
Yön’ün
yayınlarına kadar Nâzım Hikmet’e yasak sürdürüldü mü?
Kesinlikle.
Nâzım Hikmet, 1940 yıllarının sonlarına doğru bir dize-iki dize ya da şiir
olarak yayımlanabiliyordu. Tüm 1950 yıllarında Türk aydını, Nâzım’ı ancak gizli
gizli ve 1930 yıllarından kalma plaklarından dinleyebildi, okuyabildi. Yön,
30 Ekim 1964 tarihli 83’üncü sayısında “Yön, bir demagojiyi daha yıkıyor”
başlıklı kısa bir yazıyla Nâzım Hikmet ile ilgili yasaklara karşı mücadele
edeceğini açıkladı. Aynı başlık altında Nâzım şiirleri yayımladı. Bunun bir
hazırlık olduğu anlaşıldı. 20 Kasım 1964 tarihli 86’ncı sayıda İlhami Soysal’ın
“Bir Türk Şairinin ölümü” başlıklı yazısı ve İlhami’yi Moskova’da Nâzım’ın mezarı
başında gösteren fotoğrafı ile birlikte orta sayfası yayımlandı. Bu, bir dönüm
noktasıdır. İlhami’nin bu güzel yazısının büyük yankı yarattığını ve
okuyanların çoğunu ağlattığını hatırlıyorum. Bundan sonra “Yön” yayınları içinde
“Nâzım Hikmet - Kurtuluş Savaşı Destanı” çıktı. Bu. 1938 yılında hapse konduğu
tarihten sonra. 1965 yılında, Nâzım’ın Türkiye’de yayımlanan ilk kitabı oldu.
Diğer
katkıları?
Devletçilik. Yön ve Doğan Avcıoğlu,
devletçiliğin çok inatçı ve yaratıcı savunucuları oldular. Bunun yanında, Türk-Sovyet
dostluğunu içtenlikle savundular. Yön ve Doğan, devletçilik ile Sovyet
dostluğunu hem bir kalkınma ve hem de bir güvenlik sorunu olarak ele aldılar.
Bakış açılan içinde yamalı değildi; birbirini destekliyordu. Devletçiliği özel
sektör eliyle kalkınmaya karşı, Sovyet dostluğunu da Amerikan emperyalizmine
karşı bir politika olarak geliştiriyordu. Türkiye’nin sanayileşmesine Amerika’nın
karşı çıkacağı ve bunu engellemek isteyeceği Doğan’ın kesin inancı idi.
Bütün
bunlara bakarak, Doğan Avcıoğlu’nun bir sosyalist olduğu söylenebilir mi?
Bir
soruya verilebilecek bir “evet” ya da “hayır” cevabı, açıklamalarla birlikte
olmazsa yanıltıcı olabilir. Yön, işin başından itibaren “sosyalizm”
sözcüğünü kullandı. O zamanki güçlü ve yandaş Türkiye İşçi Partisi hareketi uzun
yıllar “sosyalizm” sözcüğü yerine “toplumcu” sözcüğünü tercih etti. Yön’de
“tek yol sosyalizm” başlıklı baş yazılar yazıldı. Ancak Doğan, önce “Kemalizm”
diyordu. Devletçilik ve Sovyet Dostluğu, Doğan Avcıoğlu için çok büyük bir
örgütçü olarak gördüğü Kemal Atatürk’ün mirasına sahip çıkmak oluyor.
Doğan
Avcıoğlu, Kemalist canlanmanın ve Kemalist bir iktidarın, kendi güçlükleri
içinde, sosyalist örgütünü de yaratarak kesinlikle sosyalizme dönüşeceğine
inanıyordu. Bu nedenle, kendisini hep sosyalist saydı ve yazılarında olmasa
bile özel sohbetlerinde beğenmediği kimseleri hep “marksist değil” diye bir
kenara koyuyordu.
Hem
marksist olmak ve hem de Kemalizm nasıl bağdaşıyor?
Başka
çalışmalarımda Sevgili Doğan’ı “Kemalizm’in aşkın düşünürü” olarak niteledim.
Bu, bir açıdan Kemalizm’in şanssızlığı oluyor. Kemalizm’in ideolojisini kurmayı
deneyen Şevket Süreyya, sosyalizmden geliyor. Kemalizm’i yeniden canlandırmak
ve gençleştirmek isteyen Doğan Avcıoğlu, en zor ve en büyük cesaret isteyen
zamanlarda sosyalizmi savunuyor.
Bunlar
Türk aydın ve siyasal hareketini incelemeyi çok çekici bir hâle getiriyor.
Doğan
Avcıoğlu, Silâhlı Kuvvetler’in katılımı olmadan Türkiye’de modernizasyonun
olmayacağına ve sosyalizmin kurulamayacağına inanıyordu. Doğan için Kemalist
canlanma aynı zamanda bir ittifak programı oldu. Bu nedenle Yön ve
Doğan, sınıf çelişkilerine ve işçi sınıfının öncülüğüne uzak kaldı.
Modernizasyonu, “zinde kuvvetler” yapacaktı; “Zinde kuvvetler” asker ve sivil,
ancak kesin radikal, aydınları anlatıyordu.
12
Mart’ı Doğan Avcıoğlu’nun Yön’ünün geçersizliği sayabilir miyiz?
Bu
sorunuzu, kendi görüşlerimi açıklamak yerine, Doğan’ın düşüncelerini belirterek
cevaplandırmak istiyorum. Benim için sevinçtir, mutluluktur, kazançtır, 1956
yılından beri dostuz; Doğan’ın güzel ömrünün son on yılında, Gülseli’den sonra,
en çok beraber olduğu pek az insandan birisi olduğumu söyleyebilirim. Bununla
birlikte, Doğan adına konuşma hakkımın olmadığını biliyorum. Yalnız, bütün
bunları çok konuştuk, çok tartıştık: Doğan, 9 Mart 1971 yılında yenildiğini
biliyordu. Ancak bunu geçici bir yenilgi olarak görüyordu. Kendisini hep, daha
sağlıklı bir kadro ile ve daha yenilenmiş bir biçimde yeniden yoluna hazırlıyordu.
Bunun için yaşamına çok özen gösteriyordu; her sabah koşması, yalnızca yönünü
gerçekleştirebilmek için gerekli zamanı bulabilmek içindi.
Kanseri
düşünmedi değil mi?
Tepkisi
tam bir ihtilâlci gibi oldu. Gülseli, ben, yakınları, Doğan’dan birkaç saat
önce öğrenmiştik. Kanseri öğrenince, “Yalçın, hep cepheden hücuma göre kendimi hazırladım,
arkamdan hançerlendim” dedi. Hepsi, bu kadar. Çok mert ve çok kibar karşıladı.
Benim
tanıyabildiğim en kibar insanlardan birisiydi. Bu inatçı aydının bu yanının pek
bilinmediğini sanıyorum; ameliyata gerek olup olmadığını görüşmek için
gittiğimiz Doktor Nefise Barlas’a, on beş dakika içinde, en az üç kez, “Hanımefendi,
zamanınızı almıyoruz ya” dediğini hatırlıyorum.
Lise
yıllarında Bursa’da pokeri severmiş, oynarmış. 9 Mart’a ve yaşama bir poker
partisi gibi bakabiliyordu.
Son
çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Önce
Doğan’ı nasıl okuduğumu söylemek zorundayım. Doğan'ın çok titiz bir okuyucusu
oldum. Çok öğrendim. Doğan'ın biçemi, estetiğinin bir türevidir; süslemeyi hiç
sevmedi. Güzelliğin kendiliğinden olduğuna inanıyordu ve doğallığında
seviyordu. Bu. benim anlayışım değil. Ama yazıları da böyleydi; cevherini
yazısına saçıyordu. Millî Kurtuluş Tarihi’ni, 12 Mart 1971 tarihinde
yenilgisinden sonra ve hapishanede yazmaya başladı. Bununla Kemalist anlayışını
yeni bilgilerle tazeledi; sanki kaba Kemalistlere bir cevap verdi. Türklerin
Tarihi’nde bir boşluğu doldurmanın ötesinde, Türk topluluklarının başından
itibaren sınıf çelişkilerini yaşayan bir yapıya sahip olduğunu sergilemeye
çalıştı.
Türklerin
Tarihi’ni bitiremedi değil mi?
Gerektiğinden
fazla uzadığını düşünüyordu. Son zamanlarda ara vermeyi kararlaştırdı. Vulgar
Kemalizm’e cevap vermesi gerektiğini düşünüyordu. Kemalizm’in ticaretini yapanlar
ve Kemalizm’i Amerikancılığın kılıfı olarak kullanmak isteyenler bulunduğunu
düşünüyordu. Hastalığına karşın böyle bir kitabı çıkarmak istiyordu. Bu
kitapta, Türkiye Üzerine Tezler’in eleştirisi de olacaktı.
Sizin
çalışmalarınızı mı eleştirecekti?
İlk
kez olmuyor. Yayımlanmış çalışmalarımızda birbirimizi eleştirdiğimiz bölümler
var. Bu, yakınlığımıza ve benim Doğan’a sevgi ve saygıma hiç etki yapmadı.
Düşüncelerimi ve tezlerimi Doğan’la tartışmak, Doğan’ın mümkün olduğu
durumlarda onayını almak benim için hep güven kaynağı oldu. Doğan’ı çok zaman
sert eleştirdim; bana hep sevecen davrandı.
Yaşamını
yazarak mı sürdürecekti?
Hayır.
Kitaplarını emekli albayların okumasına şaşırıyordu. Doğan, hep gençlikten
yanaydı. Gençliği, haberci sayıyordu ve kitap yazmaya ara vermek için haberci bekliyordu.
Çok
yakın bir zamanda Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın yeni bir emri ile
kitaplarının Kara Kuvvetleri Kütüphanesi’nden çıkarılmasının emredildiğini
işittim. Doğan, bunu öğrenseydi, herhalde etkisine bağlardı; Öyle düşünüyorum.
[Kaynak: Bir Soran Olursa, Tekin Yay., Ağustos 1987, s. 52-56.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder