“Tüm uluslararası
toplum, Hamas’ın canice gerçekleştirdiği eylemleri kınamalı. Umarız, Hamas
hızla ve nihai olarak mağlup edilir. ABD hükümetinin, bu tehdidi karşılama,
sürecin büyük bir çatışmaya evrilmesine, aynı zamanda İsraillilerle
Filistinlilerin çile çekmesine mani olma konusunda İsrail devletine yardım
etmesini istiyoruz.”
[J Street
sitesinin 7 Ekim 2023 tarihli resmi açıklaması]
“Umarım Biden,
Netanyahu’ya Amerika’nın İsrail’in Hamas üyesi teokratik faşistlere ve eğer
kavgaya karışacak olurlarsa, Lübnan’daki ruh ikizi olan Hizbullah’a karşı
kendisini koruması konusunda yardım edeceğini söylüyordur.”
[Thomas
Friedman, 10 Ekim 2023]
“Biz, İsrail Savunma
Güçleri’nin intikam savaşı değil de adalet için verilecek savaştan zaferle
çıkmasını istiyoruz.”
[Jo-Ann
Mort ve Michael Walzer, 18 Ekim 2023]
“Umarım Hamas tümüyle
yok edilir de Gazze’deki Filistinliler nihayet barış yolunu seçerler.”
[Haham Andy
Bachman, 30 Ekim 2023]
Bir
yıl boyunca İsrail, Gazze’nin üzerine ölüm olup yağdı. İsrail’in hedefi ki bu
Biden’ın da hedefi, Hamas’ı yok etmek ve 7 Ekim’de ele geçirilen rehineleri
geri almak. Fakat bu yazının yazıldığı sıralarda Gazze’de iktidar, hâlen daha
Hamas’ın elinde ve doksan yedi tutsak hâlen daha rehine konumunda. Bu
tutsakların üçte birinin öldüğüne inanılıyor. Buna karşılık, çoğunluğu kadın ve
çocuk kırk binden fazla Filistinli öldürüldü. Bu sayının çok daha yüksek olması
muhtemel, zira İsrail, şehirdeki hastanelerin büyük bir kısmını yerle bir etti.
Lancet isimli
tıp dergisinin tahminine göre, ölü ve yaralı Filistinlilerin sayısı 186.000’i
bulmuş olabilir. Bu sayı, 7 Ekim öncesi Gazze’nin toplam nüfusunun yaklaşık
yüzde 8’ine denk düşüyor. Bu sayıyı tespit etmek için kullanılan yöntemde,
sadece ABD yapımı bombalar sonucu ölen ve yaralananların sayısına bakılmıyor,
ayrıca kıtlık ve çocuk felci gibi hastalıkların yol açtıkları “dolaylı” ölümler
de hesaba katılıyor. Bu “dolaylı” ölümler, son dönemde yaşanan çatışmalarda
doğrudan yaşanan ölümlerden üç ilâ on beş kat daha fazla olabiliyor. Temmuz’dan
beri her türden ölümün hızını kesmediği görülüyor.
Bir
yıl önce yarım milyondan fazla insanın yaşadığı Gazze şehri, bugün harap durumda.
Hayatta kalanların büyük bir kısmı, şehrin güneyindeki sağlıksız koşullara
sahip mülteci kamplarına sürüldü. Üstelik İsrail, insanların kaçabilecekleri
bir yerin olmadığı bu kampları da bombaladı.
Ocak
ayında Oxfam’in yaptığı hesaplamaya göre, gün başına ölen Filistinli sayısı,
Suriye, Sudan, Irak, Afganistan, Yemen veya Ukrayna gibi diğer çatışma
bölgelerindeki ölü sayılarından çok daha yüksek. Aynı ay içerisinde
Uluslararası Adalet Divanı’nın aldığı kararda, İsrail’in Gazze’de soykırıma
yönelik adımlar attığı tespit edildi. Üstelik karar, savaş sahasının Gazze
dışına taşmasından, İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria ile Lübnan’a
saldırmasından, son haftalar içerisinde yüzlerce sivili katletmesinden bahsedilmiyor.
İsrail
işgaline yönelik birçok kendi içinde tutarlı olan solcu eleştirinin devletin
korku ve dehşet yaratma yöntemlerine dair ezbere laflar ettiği koşullarda,
İsrail’in başındaki aşırı sağcı koalisyon hükümeti, her fırsatta başarılarından
dem vuruyor.
Haziran
ayı içerisinde İsrail hükümeti, X platformundan bir video paylaştı. Videoda,
serbest bırakılmış olan bir rehine “Gazze’de tek bir masum sivil bile yok”
diyordu. Bu soykırımcı tespite sarılanlar, İsrail’in gerçekleştirdiği katliamı
doğal olarak verimli buluyorlar.
Bugün
İsrail ve onun yaptıklarına yönelik solcu eleştiri, hedefler konusunda
anlaşamasalar da temel gerçekler konusunda uzlaşıyorlar: İsrail, ahlaki
hassasiyetler gözetmeden veya uluslararası hukuka riayet etme gereği duymadan
Filistinlileri acımasızca yok ediyor ama neticede Yahudilerin hayatı kutsal,
Arapların hayatı kıymetsiz.
“Liberal
Siyonizm” eğilimine mensup olan gözlemcilerse durumun dikkate alınması gereken
daha fazla incelikli yanı olduğu iddiasındalar. Liberal Siyonizm, tam da
isminin hakkını veriyor. Bu anlamda liberalizmdeki adil ve eşitlikçi toplum
iddiası ile Siyonizmin İsrail’in mevcut toprakları üzerinde egemen bir Yahudi
devleti kurma iddiasıyla birleştiriliyor. Her ne kadar 7 Ekim öncesinde solun
ve sağın eleştirisine mazhar olsa da liberal Siyonist dünya görüşü,
Amerika’daki liberal Yahudi cemaati içindeki J Street, T’ruah ve Yahudi Reformu
gibi ilerici Yahudi örgütlerinde, ana akım medyada ve Demokrat Parti’de hâkim
görüş.
7
Ekim, Liberal Siyonistleri epey sarstı, bu sarsıntı, tabii ki sebepsiz değildi:
neticede Hamas 1.100’ün üzerinde insan öldürmüştü (bu sayının belirli bir kısmının
İsrail ordusunun açtığı ateş sonucu öldüğü söyleniyor). Bunların yarısından
fazlası sivildi, bu anlamda oluşan manzara korkunç ve tüyler ürperticiydi.
Saldırı
ardından Hamas, bazı insanları rehin aldı, bu rehinelerin bazıları öldü, ölümleri
İsraillileri, bilhassa yakınlarını üzdü. Geçen Kasım ayı içerisinde ilerici bir
isim olan Haham Şaron Brus, Ezra Klein’a verdiği röportajda, “bu gerçekleri tek
seferde yüklenmek zor. Bu açıdan, yaşanan savaş bağlamında İsrail ve Filistin
tarafının birlikte çile çektiği gerçeğini kabul etmek gerek” diyordu.
Tarafsız
bakış açısı, insani ve makulmüş gibi geliyor fakat sadece savaşın bir tarafa
daha fazla tesir eden yanını örtbas etmekle kalmıyor aynı zamanda sonrasında
oluşan bağlamı silikleştiriyor. Tarafsızmış gibi görünen liberal bakış açısı, elli
yılı aşkın bir zamandır İsrail’in Batı Şeria’yı işgal edip buraya yerleştiği,
Gazze’ye yığılan kitlelerin üzerine birçok kez bombalar yağdırdığı, ablukayla
bu şehri boğduğu gerçeğinden hiç bahsetmiyor. İsrail devletinin kuruluş
sürecinde önemli bir unsur olarak 1948-1949’da yüz binlerce Filistinliye
uygulanan etnik temizlik anlamında Nekbe’ye hiç değinmiyor.
Tarihçi
Raşid Halidi’nin yerinde tespitiyle, liberal Siyonizm, yüz yıldır
yerleşimci-sömürgecilerin Filistin’e karşı yürüttükleri savaşı aynı şekilde
onurlu olan iki halk arasında yaşanan trajik bir çatışma olarak görüyor. Oysa
şurası açık: birçok liberal Siyonist, kendisini daha az ölen halkla tanımlıyor.
Liberal
Siyonizmin temel çelişkileri, Ağustos’ta Demokrat Partililerin düzenlediği,
başkan adayının belirlendiği Ulusal Kongre’de de dil buldu. Kongrede saldırı
neticesinde öldürülmüş olan İsrailli-Amerikalı rehine Hersh Goldberg Polin’in
anne babasının sahneye çıkıp ateşkes çağrısı yapmasına izin verilirken, tek bir
Filistinlinin bile konuşmasına izin verilmedi. Bu tutum, esasen Kamala
Harris’in son akşamki açıklamalarıyla gayet uyumluydu. O akşam başkan adayı, 7
Ekim saldırısında ölen İsraillilere değindi, İsrail’in kendisini savunma
hakkına vurgu yaptı, ardından da dostlar alışverişte görsün diye, şu cümleleri
sarf etti: “Son on ay içerisinde Gazze’de yaşananlar herkesi harap edecek
cinsten. Birçok masum insan öldü. Güvenli bir yer bulabilmek için insanlar aç
ve ümitsiz bir hâlde koşturup duruyorlar. Çekilen çilenin ulaştığı düzey yürek
parçalayıcı.”
Başkan
adayının konuşmasında, o çekilen çilenin her aşamasında Amerikan yönetiminin
katkıları olduğu gerçeğinden hiç bahsedilmiyordu. Bizzat başkan yardımcısı
olarak katkı sunduğu katliam yerine İsrail’in çektiği çileye değinen başkan
adayı, Filistinlilerin kendilerini savunma hakkına sahip olduğunu düşünmüyordu.
Geçen
ay Pensilvanya’nın başındaki Demokrat Partili vali Josh Shapiro ise meramını
daha net ifade ediyor: “Filistinliler, İsrail’le ilişkilerinde şiddete yer
açmamalılar, zira İsrail’in varolma hakkı var.” (Aynı vali, 1993 yılında
üniversitesinde çıkan gazetede kaleme aldığı yazısında, “Filistinlilerin
barışın hâkim olacağı, kendilerine ait bir yurt inşa etmelerinin mümkün
olmadığını, zira sürekli savaşmayı düşündüklerini” söylüyordu. Sonrasında
ortaya çıkan bu makaleyi sahiplenmeyen vali, orada ettiği laflar için özür
dileme gereği duymadı.)
Temsilciler
Meclisi’ndeki bir avuç onurlu istisna haricinde Bernie Sanders dâhil tüm
Demokrat Partililer, İsrail’in Hamas’a karşı yürüttüğü savaşa onay ve destek
verdiler. Üstelik bu desteği verirken ölen Filistinli sayısını ufaltarak
yaptılar. Bu desteği, İsrail’in o Filistinlilere sürekli ve utanma nedir
bilmeden saygısızlık ettiği koşullarda verdiler.
Biden
ve yaverleri, Netanyahu’nun uluslararası hukuk uyarınca savaşmama
kararlılığının kendilerini hayal kırıklığına sürüklediğini söylemekle
yetindiler. Mayıs ayında Biden, belli tipte gemilerin gönderilmesi işlemini
durdurmaya yönelik boş tehditler savurdu, birkaç hafta sonra savaşın başından
beri talep edilen ateşkes önerisine onay verdi ama bir yandan da Netanyahu’ya
ve hükümetine karşı hiçbir somut adım atmadı.
Savaş
dört ay bile geçmeden yeni alanlara kaydı. Eylül ayı içerisinde ABD’li
yetkililer, Biden’ın Ocak 2025’te görev süresinin dolacağı güne dek ateşkes
anlaşmasının imzalanamayacağını söylediler. Biden yönetiminin İsrail’in
Filistinlilere yönelik niyetlerini görmezden gelmesi, Netanyahu’nun elini
rahatlattı.
Aslında
her şey önceden görülmüştü, öngörüldüğü gibi cereyan etti. Liberal
Siyonistlerin kanaati aksine, İsrail Hamas’a karşı, hedef gözeten, meşru ve
adil bir savaş yürütmedi, ayrım gözetmeksizin tüm bir halka karşı kitlesel
katliamı hedefleyen bir savaşa imza attı. İsrail’in Filistinlilere yönelik
tavrı konusunda belirli bir tarih bilincine sahip olanlar, bu gerçeği çok
önceden görmüşlerdi. 7 Ekim’den beri dikkat kesildiğimiz İsrail hükümetinde
Itamar Ben-Gvir ve Bezalel Smotriç gibi soykırım savunucusu aşırı sağcılar var.
Bu
gerçeği liberal Siyonistler de biliyordu. Birçok liberal Siyonist, Netanyahu
karşıtı muhalefete aylarca öncülük etti. Bu muhalefet, başbakanın
yolsuzluklarına ve özgürlüklere karşı hamlelerine saldırılar öncesinde karşı
çıkan gösteriler düzenledi. Sonrasında ise Hamas’ın saldırısına mani olamadığı,
rehineleri geri alamadığı için gösteriler yapıldı. Neticede bu liberal
Siyonistler, kederin ve korkunun tanımladığı ortamda 7 Ekim sonrası İsrail
ordusunun tepkisine destek sundular, sadece Netanyahu’nun saldırılar konusunda
suçlanmayı hak ettiğini söylemekle ve İsraillilerin ondan daha az berbat bir
lideri başa geçirmeye dair umutlarını dile getirmekle yetindiler. Süreç içerisinde
liberal Siyonistler, hükümete daha fazla destek verdiler, solcu eleştirileri
döve döve yola getirdiler. 7 Ekim saldırılarının yarattığı ilk şok giderek daha
fazla insanı etkilediği, Gazze’de her gün yeni zulümlere imza atıldığı
koşullarda liberal Siyonistler, hem desteklerini artırdılar hem de solcu
eleştiriyi susturmak için uğraştılar.
İsrail’in
yürüttüğü savaşı savunmanın artık ahlaken imkânsız olduğunu gören liberal
Siyonist siyasetçiler, manevi liderler ve yorumcular, suçu günahı Netanyahu’nun
sırtına yüklediler. Ocak ayı içerisinde Josh Shapiro, başbakanı “tüm zamanların
en kötü lideri” olarak tarif etti. Nisan ayı içerisinde New York Times’ın
yayın yönetmenlerinden Joshua Leifer, Netanyahu’ya desteğin anketlerde
azaldığına dair iyimser görüşleri aktardı ve İsrail’deki muhalif hareketin
hükümeti devirip savaşa son vereceğiyle ilgili umutlarını dile getirdi. Temmuz ayında
ilerici bir isim olan Haham Jill Jacobs, başbakan Netanyahu’yu ve koalisyonunu “İsrail
devletini gasp etmiş bir avuç bağnaz” olarak niteledi ve ateşkes ile rehine
anlaşmasına destek veren çoğunluğun yanında olduğunu söyledi.
Aynı
ay içerisinde senatodaki çoğunluğun lideri Chuck Schumer, kongre binasında
Netanyahu’nun yaptığı konuşmaya katıldı ama başbakanın elini sıkmaktan imtina
etti. Sonrasında CBS’e yaptığı açıklamada, “Konuşmaya gittiğini çünkü İsrail-Amerika
arasındaki ilişkilerin hiçbir şeyin ve hiç kimsenin bozamayacağını göstermek
istediğini” söyleyen Schumer, “ama aynı zamanda herkes biliyor ya, Netanyahu’nun
politika yapma tarzında katılmadığım birçok yön var” demeyi de ihmal etmedi.
Aslında
liberal Siyonistlerin konumu bundan daha iyi anlatılamazdı: hem İsrail’e ve yürüttüğü
savaşa destek vereceksin hem de Netanyahu’nun liderliğini sanki bu liderlik, İsrail’den
ve yaşanan savaştan ayrı ve onları temsil etmeyen bir şeymiş gibi, basmakalıp
cümlelerle eleştireceksin.
Yapılan
değerlendirmelerin aksine, Ağustos ayı içerisinde Netanyahu’ya yönelik destek
yeniden arttı. Bugün kendisi bir kez daha ülkenin en popüler siyasetçisi. Tel
Aviv sokaklarındaki gösteriler bu açıdan hiçbir şey anlatmıyor.
Eylül
ayı ortalarında yapılan bir anket, Netanyahu’nun başında olduğu Likud Partisi’nin
yeni seçimde tekrar hükümet kuracağını ortaya koyuyor. İsrail’in Hizbullah’a
yönelik gerçekleştirdiği başarılı saldırılar ve lideri Hasan Nasrallah’ı
öldürmesiyle birlikte Netanyahu’nun ardındaki destek ülke içerisinde epey
arttı. Nasrallah’ın ölümü sonrası eski bir İsrailli bakan New York Times’a
şunu söyledi: “Kral Bibi geri döndü. On ay önceki Bibi’den çok farklı. Kendisine
güveni tam.”
7
Ekim’in yıldönümüne doğru Axios’ta çıkan haberinde Barak Ravid, “Netanyahu’nun
seri galibiyet aldığını” söylüyor, bu noktada Hizbullah ve Hamas liderlerine
yönelik saldırılarda elde ettiği başarıya atıfta bulunuyor, aynı zamanda muteber
her türden muhalefeti kurnaz kimi hamlelerle etkisiz kılma konusunda gösterdiği
beceriye değiniyordu.
Netanyahu’nun
aşırı sağ koalisyonu hayatta kalmayı bildi. En önemli rakibi, ılımlı bir isim
olan Benny Gantz, saldırılar sonrası savaş kabinesine dâhil oldu ve başbakanın
rehine anlaşmasını müzakere edememesi sebebiyle sekiz ay sonra istifa etti.
Gantz’ın İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına suç ortaklığı yapmış olması,
İsrail siyasetiyle ilgili çok temel ve önemli bir hususu ortaya çıkartıyor:
kamuoyu, İsrail’de Netanyahu konusunda ne kadar ayrışmış olursa olsun, savaşa
genel olarak destek sunuyor.
Mart
ve Nisan aylarında yapılan anketler, İsraillilerin sadece yüzde 19’unun “savaşın
haddinden fazla uzayıp sahasını gereğinden fazla genişlettiğini” düşündüğünü
ortaya koydu. Diğer sayılarsa daha da çarpıcı: İsrail’deki Filistinli azınlığın
yüzde 74’ü de bu şekilde düşünüyor. İsrailli Yahudilerde bu oran yüzde 4.
İsrail’e destek vermek isteyen ama bir yandan da Gazze’ye yönelik savaştaki
aşırılıkları eleştiren Amerikalı liberaller de aynı yerde duruyor.
Günah
keçisi ilân edilen Netanyahu, İsrail’deki politik sisteme en az on beş yıldır
hükmediyor. Onu günah keçisi ilân edip uçurumdan aşağı atan liberal
Siyonistler, tahayyüllerinde onlarca yıl âşık oldukları ideal İsrail’i muhafaza
etme imkânı buluyorlar. Oysa bu idealize edilmiş İsrail’i Doğu Avrupa’dan gelen
laik sosyalistler kurdu. Kendisini aydınlık insanların yönetim pratiğinin
timsali olarak sunan İsrail, ta işin başında sömürgeci pratikle, yerleşim
siyasetiyle, toprak hırsızlığıyla, cinayetlerle ve bugün Netanyahu’nun bile
kıskanacağı sürgün etme hamleleriyle tanımlı bir yapıydı.
Siyonist
projenin temel niteliğini görmeyi reddeden, onun ilerici değerlerle uyumsuz
olduğunu anlamayan liberal Siyonistler, her aşamada, en azından koşullu destek
sundukları savaşı görmezden gelme eğilimi içinde oldular. Hep çıkıp “içinden
çıkılmaz, karmaşık bir durum bu” deyip durdular. Liberal Siyonist bir yayın
organı olarak Atlantic’te çalıştığı dönemde Ta-Nehisi Coates de durumu
bu şekilde tarif ediyordu. 2023 yazında işgal altındaki Batı Şeria’yı ziyareti
sırasında yaşananları “saçmalık” olarak nitelemişti. New York dergisine
geçen ay verdiği röportajda ise “birinden bir şey almak istediğinizde karmaşık
bir durum oluşur” diyordu.
7
Ekim’den bir yıl sonra İsrail ve Filistinliler arasında bir barışa tanık olabileceğimize
inanan insan kalmadı. Bombalara maruz kalan, açlık çeken Gazzeli çocuklar,
başlarına geleni de dünyadaki kayıtsızlığı da hiçbir zaman unutmayacaklar. Aynı
ölçekte olmasa da İsrail’dekiler de saldırıların ülke genelinde yol açtığı
travmayı unutmayacaklar. Liberal Siyonistlerin yıllardır yegâne adil çözüm diye
savundukları “iki devletli çözüm”ün hayal olduğu görüldü. Daha rahatsız edici
olan sonuçların gerçekleşme ihtimali artık daha yüksek. İsrail’in her cephede
Filistinlileri öldürüp yerinden yurdundan etmesinin bir yandan daha fazla
toprağı ele geçirip işgal etmesinin ne tür sonuçlar doğuracağını bugünden
öngörmek zor.
Bu
iç karartıcı bir yıldan alınması gereken bir ders varsa o da şudur: liberal
Siyonistlerin yaşanan çatışmaya dair yorumlarının öngörü düzeyinde hiçbir
değeri, analiz düzleminde hiçbir ağırlığı, ahlaki açıdan hiçbir zemini yok. Liberal
Siyonizm, geçen yüzyılın suya düşmüş bir hayali, bu yüzyılda hayatta kalma
imkânı yok.
David Klion
8
Ekim 2024
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder