Pages

12 Kasım 2024

İngiliz Barışçılığı ve İngilizlerdeki Teoriye Yönelik Tiksinti

İngiltere, dün olduğu gibi bugün de Avrupa’da politik özgürlüklerin en kapsamlı şekilde yürürlükte olduğu ülke. Burjuvazi, hiçbir ülkede İngiltere’de olduğu kadar muktedir değil. İngiliz burjuvazisi kadar yönetmeyi bilen başka bir burjuvazi yok.

İngiltere’de sınıflar arası ilişkiler, diğer ülkelerdeki ilişkilerden birçok yönden daha gelişkin ve daha açık. Ülkede zorunlu askerlik uygulamasının bulunmuyor oluşu, insanlara savaşla ilgili tavır geliştirme konusunda daha fazla özgürlük bahşediyor. Öyle ki İngiltere’de herkesin askere gitmeme hakkı baki. Bu sebeple (İngiltere’de en saf hâliyle, burjuvazinin işlerini yürüten komite olarak) hükümet, savaş konusunda “halk nezdinde” belirli bir isteği ve hevesi canlandırmak için elinden geleni yapmak zorunda kalıyor. Bir de proleter kitleler tümüyle örgütsüz değilse, kaçıp en iyi mevkilere sahip, ehil ve sendikalı işçilerin oluşturduğu azınlığın liberal, yani burjuva politikasına firar etme neticesinde ümit ve cesaretini yitirmemişse, hükümet, savaşla alakalı heves ve isteği ancak kanunlarda radikal bir değişiklik yaparak yaratabiliyor. İngiltere’de tüm ücretli işçilerin ancak beşte biri sendikalara üye. Birçok sendika lideri ise liberal, yani Marx’ın uzun zaman önce dediği gibi, “burjuvazinin ajanı”.

İngiltere’nin tüm bu özellikleri bize bir yandan, militarist ülkeler yanında askerliğin zorunlu olmadığı ülkelerde, yani otokratik ülkelerle demokrat ülkelerde gördüğümüz ortak özellik anlamında sosyal şovenizmin özünü kavramamıza, bir yandan da barış sloganının göklere çıkartılması gibi örneklerde ifadesini bulan sosyal şovenizme verilen tavizin önemini olgular temelinde anlamamıza katkıda bulunuyor.

Hiç şüphe yok ki ülkede faal olan Fabyusçular Derneği, liberal emek siyasetinin ve oportünizmin en eksiksiz ifadesidir. Bu politikayı anlamak isteyenler, elimizde iki Rusça çevirisi bulunan, Marx ve Engels’in Sorge ile yaptığı yazışmalara bakmalıdırlar. Bu mektuplar bize, söz konusu derneğin kusursuz bir tanımını sunuyor.

Engels’e göre Sidney Webb ve Şürekâsı, işçileri karşı devrimci bir ruhla etki altına alan, onları cesaretsiz ve ümitsiz kılan bir burjuva düzenbazlar çetesidir. İkinci Enternasyonal’in tüm liderlerinin onca sorumluluğu ve nüfuzu ile Engels’in bu tespitini çürütecek bir şey yapmadığını, tespitin yerinde ve doğru olduğunu herkes bir şekilde teyit edecektir.

Şimdi de bir anlığına teoriyi bir kenara koyalım ve gerçekleri kıyaslayalım. O vakit Fabyusçuların, misal, New Statesman[2] isimli haftalık gazetelerinde savaş boyunca sergiledikleri tavırla Kautsky gibi Alman sosyal demokratlarının tavrının aynı olduğu görülecektir. Her iki taraf da sosyal şovenizmi dolaylı ve dolaysız olarak savunmakta, ama bu savunuya bir şekilde barış, silâhsızlanma vs. ile ilgili iyi niyetli, insancıl ve solumsu ifadeler eşlik etmektedir.

Bazı insanların hoşuna gitmese de, olgular ve gerçekler ışığında şu tür bir sonuca ulaşabiliriz: bugün Almanya’da faaliyet yürüten Kautsky türü sosyal demokrat liderler, tam da geçmişte Engels’in Fabyusçular için kullandığı tabirle, “burjuvazinin ajanları”dırlar. Politikanın gerçekleri üzerinden değerlendirildiğinde, hangi temellere dayanırsa dayansın, Fabyusçuların Marksizmi takdir ve kabul etmeyişleriyle Kautsky ve Şürekâsı’nın “takdir ve kabul”ü arasında hiçbir fark yoktur. Bu açıdan, bazı yazarlar ve siyasetçiler Marksizmi Struvculuğa dönüştürmüşlerdir. Bunlardaki ikiyüzlülük, onlara özel bir kusur ve maraz değil. Tek tek ele alındıklarında bu kişiler epey erdemli aile reisleri olabilirler. Onlardaki ikiyüzlülük, esasında toplumsal statülerindeki nesnel yanlışlığın bir neticesidir. Devrimci proletaryayı temsil etmesi gereken bu kişiler, esasında burjuva şovenist fikirleri proletaryaya aşılama işini üstlenmiş ajanlardır.

Fabyusçular, Kautsky ve Şürekâsı’ndan daha samimi ve dürüsttürler, en azından devrimden yana durma konusunda kimseye bir söz vermiş değiller. Ama politik açıdan bakıldığında, her iki taraf da aynı tornadan çıkmıştır.

İngiltere’de politik özgürlüklerle tanımlı tarih yanında, genelde politik hayatta, özelde burjuvazide mevcut olan gelişmişlik düzeyi, farklı renkte burjuva görüşlerin ülkedeki yeni politik örgütlerde hızla, özgürce ve açıktan ifade kanalı bulmasını sağlamıştır. Bağımsız İşçi Partisi merkezi yayın organı Labour Leader [“Emeğin Lideri”] gazetesine düzenli yazı yazan, aynı zamanda partinin sekreterliğini ve saymanlığını yapan E. D. Morel’in üyesi olduğu Demokratik Kontrol Birliği, bu tür örgütlerden. Liberal Parti, uzun yıllar Birkenhead seçim çevresinde bu şahsı aday gösterdi. Morel, partiden ayrıldıktan hemen sonra savaşa karşı çıkınca Birkenhead Liberal Derneği, 2 Ekim 1914 tarihli mektubunda, adaylığının parti nezdinde artık kabul görmeyeceğini kendisine bildirdi, yani yalın bir ifadeyle Morel, partiden ihraç edildi. 14 Ekim günü yazdığı, sonrasında Savaşın Başlaması ismiyle bir broşür olarak yayımlanan cevabında Morel, diğer makalelerinde olduğu gibi kendi partisinin hükümetini ifşa etti, Belçika’nın tarafsızlığına yönelik saldırının savaşa sebep olduğu veya savaşın Prusya emperyalizmini yok etmeyi amaçladığı ile ilgili iddiaları bir bir çürüttü. Bugün Morel, dış politikanın demokratik yollardan kontrol altında tutulması, tüm bölgelerin halk oylaması üzerinden kendi kaderini tayin hakkına kavuşması, barış fikrini ve silahsızlanma hedefini içeren Demokratik Kontrol Birliği programını savunuyor.

Tüm bu gerçeklere bakarak, bir birey olarak Morel’in demokrasiye samimiyetle bağlı olması ve aşırı milliyetçi burjuva fikirlere sırtını dönüp barışçı burjuva fikirleri sahiplenmesi sebebiyle övülmeyi hakkettiğini söylemek gerekiyor.

Morel yazılarında, hükümetinin ortada gizli anlaşmalar varken bu anlaşmalar yokmuş gibi davranmak suretiyle halkı kandırdığını, 1887 gibi erken bir tarihte İngiliz burjuvazisinin Belçika’nın tarafsızlığının nihayetinde Fransa-Almanya savaşının patlak vermesi durumunda ortadan kalkacağını gördüğünü açık bir dille ifade etti. Ona göre burjuvazi, (Almanya’nın henüz tehlikeli bir rakip olmadığı koşullarda) müdahale fikrine karşı çıkmıştı. Savaştan önce yayımlanmış bir dizi kitapta Albay Boucher gibi savaş yanlısı Fransızların da açıktan kabul ettikleri biçimiyle, Fransızların ve Rusların Almanya’ya karşı saldırı planları mevcuttu. Morel’in aktardığına göre, 1911 yılında Albay Repington’ın da kabul ettiği biçimiyle, 1905 sonrası Rus silâhlarındaki artış Almanya’yı tehdit eden bir gelişmeydi. Tüm bu ifşaat, bize Morel’in kendi partisinden kopmayı göze alan, dürüst ve cesur bir burjuva olduğunu ortaya koyuyor.

Ama bir yandan da şu gerçeği kabul etmek zorundayız: Morel, barış ve silâhsızlanma konusunda boş laflar eden bir burjuvadır, çünkü proletaryanın devrimci eylemi yoksa ne demokratik barıştan ne de silâhsızlanma sürecinden bahsedilebilir. Morel, bugünkü savaş konusunda liberallerle yolunu ayırmış olsa bile, o politik ve ekonomik meselelerde hâlen daha bir liberaldir.

Peki o zaman Almanya’da barış ve silâhsızlanmaya dair aynı tipte burjuva ifadelere Marksist kılıf ören Kautsky’deki ikiyüzlülük, neden bir erdem ve meziyetmiş gibi görülüyor? Almanya’da politik özgürlükler, İngiltere gibi hızlı ve pürüzsüz bir süreç dâhilinde oluşmadığı, politik ilişkiler bu ülkedeki kadar gelişmediği için Kautsky’nin programını benimsemiş, barış ve silâhsızlanmayı savunan burjuva birlik, Almanya’da inşa edilme imkânı bulamıyor.

O vakit şu gerçeği kabul edelim: Kautsky’nin politik duruşu, devrimci sosyal demokrat değil, barışçı burjuva bir duruştur.

Yaşadığımız olaylar, hakikati kabul etme cesaretini göstermemize yetecek büyüklükte olaylardır.

Soyut teoriye yönelik tiksintileri ve pratik oluşları konusunda duydukları kıvanç ile İngilizler, politik meseleleri dolaysız ele alıyorlar, bu özellikleriyle, başka ülkelerin sosyalistlerine “Marksist” olanlar dâhil her türden sözün zarfı ardında saklı olan gerçek muhtevayı ve mazrufu keşfetmelerine katkıda bulunuyorlar. Clarion [“Boru”] isimli aşırı milliyetçi gazetenin savaş öncesi yayımladığı Sosyalizm ve Savaş isimli broşür bu konuda epey öğretici olan bir çalışma. Broşür, ABD’li sosyalist Upton Sinclair’in savaş karşıtı “manifesto”suna ve uzun zaman önce Hyndman’ın emperyalist bakış açısını benimsemiş olan aşırı milliyetçi Robert Blatchford’un cevabına yer veriyor.

Sinclair, teorik eğitimden yoksun, duyguları esas alan bir sosyalist. Savaş yanlısı yaklaşımlara öfkelenen Sinclair, meseleyi “yalın” bir dille ortaya koyuyor ve savaştan kurtulmamızı sağlayacak yolu sosyalizmde buluyor.

Sinclair bize şunu söylüyor:

“Diyorlar ki sosyalist hareket henüz çok zayıf, dolayısıyla onun gelişmesini beklememiz gerek. Oysa bahsi edilen gelişim, bizatihi insanların kalplerinde cereyan ediyor. Biz, bizatihi bu gelişimin birer aracıyız ve eğer mücadele etmezsek hareket gelişmez. Bize diyorlar ki savaş karşıtı hareket ezilmeli, oysa ben, yüce insanlığa ait dürtüyle savaşa mani olmaya çalışan her türden başkaldırının sosyalizmin bugüne dek elde ettiği en büyük zafer olduğuna, bu iradenin medeniyet bilincimizi sarsacağına ve tüm tarih boyunca yaşanmamış bir gelişme dâhilinde dünya işçilerini ayağa kaldıracağına olan inancımı haykırmak istiyorum. Hareketimize dair korkumuz olmasın, iktidara dair sayılara da görünümlere de takılmayalım. İmanın ve azmin harrladığı bin insan, temkinli ve hürmetli kişiler olarak yetiştirilmiş bir milyon insandan daha güçlüdür. Köklü bir kurum hâline gelme tehlikesi, sosyalist hareketin başına gelebilecek en büyük tehlikedir.”

Bu, sosyalizmin kabalaştırılmasına yönelik, çocuksu, teorik temelden yoksun ama alabildiğine doğru olan uyarı, aynı zamanda bir devrimci mücadele çağrısıdır.

Peki Blatchford, Sinclair’e verdiği cevapta ne diyor? “Savaşları çıkartanlar kapitalistler ve militaristlerdir. Bu, tabii ki doğru bir tespit.” Blatchford da dünyadaki her sosyalist gibi sosyalizmin kapitalizmin yerini almasını isteyen, barış için kaygılanan bir isim. Fakat Sinclair’i “belâgatle ve güzel ifadelerle” insanları ikna etmeye çalışan biri olarak görüyor: “Sevgili dostum Sinclair, gerçekler inatçıdır, Alman tehlikesi bir gerçektir.”

Blatchford’a göre, İngiliz sosyalistleri de Alman sosyalistleri de savaşa mani olacak güçte değil. Buna karşın “Sinclair, İngiliz sosyalizminin gücünü fazla abartıyor. İngiliz sosyalistleri birlik değil. Paraları ve silâhları yok, disiplinden yoksunlar.” Ellerinden İngiliz hükümetine donanma inşa etme konusunda yardım sunmaktan başka bir şey gelmez. Barışın ordu dışında bir güvencesi olamaz.

Avrupa kıtasında şovenistler, ne savaşın patlak vermesinden önce ne de başladığı anda bu kadar açık sözlülerdi. Almanya’da niyetlerini samimiyetle ortaya koymazlardı. Şovenizm, ancak Kautsky’deki ikiyüzlülükte karşılık bulabiliyor, safsataların ardına saklanıyordu. Aynı durum Plehanov için de geçerli. Demek ki kimsenin bir Marksizm karikatürüne veya safsatalara başvurmadığı, nispeten gelişmiş bir ülkedeki duruma dair inceleme, gayet öğretici bir çalışma olacaktır. İngiltere’de meseleler, doğrudan ve hakikatli bir biçimde dile getiriliyorlar. O vakit bu “gelişmiş” İngilizlerden öğrenmek gerek.

Sinclair’in çağrısı, temelde ne kadar doğru olursa olsun gayet çocuksu. Yazarımız, son elli yıldır kitle sosyalizminin gelişimini ve sosyalizm içerisindeki eğilimler arası mücadeleyi görmezden geldiği için çocuksu bir tutum alıyor. Sinclair, nesnel planda devrimci bir durumun ve devrimci bir örgütün varolması hâlinde devrimci eylemde yaşanacak artışın koşullarını önemsemiyor. “Duygusal” yaklaşım bu eksikliği gideremiyor. Sosyalizm içerisindeki güçlü eğilimler olarak oportünist ve devrimci eğilimler arasında yaşanan yoğun ve sert mücadele, belâgat ve hitabetle savuşturulabilecek bir şey değil.

Blatchford, lafı dolandırmadan, gerçekleri gizlemeden konuşuyor, hakikati dile getirmekten korkan Kautskicilerin ağzındaki baklayı ortaya döküyor, en gizli gerçeği faş ediyor. Blatchford, “hâlen daha zayıfız, temel mesele bu” diyor. Ondaki bu açık sözlülük, oportünizmini ve aşırı milliyetçiliği açığa vuruyor. Burjuvaziye ve oportünistlere hizmet ettiği gerçeğinin görünür olmasını sağlıyor. Sosyalizmin “zayıf” olduğunu söylemek suretiyle aslında sosyalizmi zayıflatıyor, bunu da sosyalizm karşıtı, burjuva politikasını vaaz ederek yapıyor.

Sinclair, en azından cesur ve savaşçı bir isim. Blatchford’sa korkak bir hain. Ama iki isim de bu hâlleriyle devrimci durumu meydana getiren koşulları görmezden geliyor.

Ulaştığı pratik sonuçlar itibarıyla, devrimci eylemi reddeden, bu türden bir eyleme yönelik propaganda ve hazırlık sürecine karşı çıkan politikasıyla Blatchford, kaba saba bir aşırı milliyetçi olarak, Plehanov ve Kautsky ile uyumlu biri.

Marksist sözler, bugün Marksizme yönelik topyekûn reddiyenin kılıfı hâline geldi. Demek ki Marksist olması için bir kişinin İkinci Enternasyonal liderlerindeki “Marksist ikiyüzlülüğü” ifşa etmesi, sosyalizmdeki iki ana akım arasında süren mücadeleyi hiç çekinmeden kabul etmesi ve bu mücadeleyle bağlantılı sorunların ana sebeplerini kavraması gerekiyor. İngiltere’deki ilişkiler bize, Marksist sözler olmadan, meselenin özünü Marksistçe kavramamız konusunda çok şey söylüyor.

V. I. Lenin
Haziran 1915
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Socialism and War, The Clarion Press, 44 Worship Street, Londra, E. C. —Lenin

[2] New Statesman [“Devlet Adamı”]: Fabyusçuların 1913’te Londra’da çıkarttıkları haftalık gazete. 1931’den sonra Nation [“Millet”] adıyla yayınlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder