Ortadoğu’da yeni bir petrol savaşının içine girmek
üzereyiz. Bu sefer savaş muhtemelen nükleer silâhların kullanıldığı bir boyuta
ulaşacak. Petrolün kontrolü için verilen savaşların tarihi yüzyılı aşıyor.
Birinci Dünya Savaşı’nda petrol sahasının açığa çıkmasından beri devam ediyor.
Ancak petrolün kontrolüyle ilgili bu savaş dünya siyasetini değiştirecek ölçüye
ve yıkıcılığa ulaşacakmış gibi görünüyor. Suudi savaşı 1916’da Osmanlı’nın
çöküşünü hazırlayan İngiliz-Fransız Sykes-Pickot anlaşmasının çizdiği ulusal
sınırların yeniden çizilmesiyle ilgili. Bu yeni savaş Irak ve Suriye’deki
petrol sahaları ve boru hattı güzergâhlarına dair. Amaç bölgeyi Suudilerin
kontrolüne vermek. Bu suça Erdoğan Türkiye’si ve Katar da iştirak ediyor.
Maalesef tüm savaşlarda olduğu gibi bu savaşın da bir kazananı olmayacak.
Irak ve Suriyeliler gibi AB de kazanamayacak. Türkiye
ve Suriye’deki Kürdler de. Erdoğan’ın “sultanlığı” birçok insanın hayatına ve
barışa mal olacak şekilde imha edilecek. Kral Selman’ın feodalizm öncesi döneme
has krallığı dünya güç oyunları içerisinde nüfuz sahibi olacak. Bunlar
öncelikle NATO’nun kendileri için dikkatle hazırladıkları ölümcül tuzağa
düşecekler.
Önce bu yeni savaşı hazırlayan unsurlara ve kilit
oyunculara yakından bakmak gerek. Bu savaş muhtemelen 2016 Yaz’ına dek
bitmeyecek.
Dört Boyutlu Satranç Tahtası
Aldatma ve ihanetle yüklü bu lağım çukurundaki kilit
oyuncular dört gruba ayrılıyor. Her birinin kendi hedefi var.
İlk grupta aşırı muhafazakâr Vehhabi Sünni Suud Kralı
Selman ve 31 yaşındaki oğlu, savunma bakanı Prens Selman, Cumhurbaşkanı Tayyip
Erdoğan’ın savaşa hazır hâle gelmiş olan Türk rejimi, MİT başkanı Hakan Fidan,
Fidan’ın MİT’i eliyle eğitilip desteklenen, Katar ve Suudi parasıyla beslenen,
Vehhabi Suudilerin gizli uzantısından başka bir şey olmayan IŞİD bulunuyor.
Bunlara bir de merkezi Riyad’da olan, 34 ülkenin Suudilerle birlikte kurduğu
“Teröre Karşı İslam Koalisyonu” eklendi.
İkinci grup Esad’ın meşru hükümeti, Suriye Ordusu ve
ona sadık diğer Suriyeli güçlerden, Şii İran’dan, IŞİD’in kuşattığı, yüzde
altmışı Şii olan Irak’tan oluşuyor. 30 Eylül’den beri Putin Esad’ın askerî
açıdan desteklenmesine dönük cüretkâr bir saldırı başlatarak süpriz bir faktör
hâlinde sürece dâhil oldu. İkinci grup ayrıca çeşitli düzeylerde Esad ile
müttefik olan Hizbullah’ı ve diğer rejim karşıtı terör gruplarını içeriyor.
Rusya’nın dâhliyle birlikte Şam’ın kaderi önemli oranda değişti.
İsrail ise ellerini ovuşturarak Suriye’de kendi
ajandasına göre hareket ediyor. Kısa süre önce Netanyahu Suudi lider Selman
Türk lider Erdoğan ile stratejik ittifaklar kurdu. Bir de buna işgal altındaki,
Suriye’ye ait Golan Tepeleri’nde bulduğu “büyük” petrol rezervlerini eklemek
gerek. Keşfeden şirketse New Jersey petrol şirketi Genie Energy. Yönetim
kurulunda Dick Cheney, Jacob Lord Rothschild ve eski CIA başkanı James Woolsey
bulunuyor.
Dördüncü grup sinsi ve aldatıcı bir rol oynuyor.
Başında Washington var ve Suriye’de Fransız, İngiliz ve Alman askerlerini
kullanıyor. Washington Suriye ve Irak’ta yıkıcı bir yenilgi için aptal
Suudileri ve onların Türk ve diğer Vehhabi müttefiklerini tuzağa düşürmeye
hazırlanıyor. Yapılanları “terörizme karşı zafer” ve “Suriye halkının zaferi”
olarak ilân edeceklerine şüphe yok.
Tüm bunları bir şişenin içine koyun, çalkalayın, işte
size 1945’ten beri elde edilebilecek en tehlikeli dünya savaşı kokteyli.
Suudilerin Aldatıcı “Anti-terör” Koalisyonu
15 Aralık’ta Suudi Arabistan Savunma Bakanı Muhammed
bin Selman “İslam Anti-terör Koalisyonu”nun kurulduğunu duyurdu. Koalisyonun
merkezi Riyad’da bulunacak. Selman kafasında hangi “teröristler”in bulunduğunu
somutlamayı reddederek, koalisyonun Irak, Suriye, Mısır, Libya ve
Afganistan’daki teröristlerin “peşine düşeceğini” söyledi.
34 ülkeyi içeren koalisyon listesinde Suudilerin
yanısıra Ürdün, BAE, Pakistan, Bahreyn, Bangladeş, Türkiye, Çad, Togo, Tunus,
Cibuti, Senegal, Sudan, Sierra Leone, Gabon, Somali, Gine, Filistin Ulusal
Yönetimi, Komor Adaları, Fildişi Sahili, Kuveyt, Lübnan, Mısır, Libya,
Maldivler, Fas, Moritanya, Nijer, Nijerya ve Yemen bulunuyor. Aralarında
Endonezya’nın da bulunduğu on İslam ülkesi de desteklerini açıkladı.
Prens Selman bu devletlerin İslam ümmetinin
çıkarlarına tehdit teşkil eden “terörizme karşı” halkların özsavunma hakkı
temelinde hareket edeceğini söyledi. “İslam ümmeti” terimi yerine IŞİD koymak
mümkün.
Bu Sünni ittifakının Irak, İran ve Esad’ın Suriye’si
gibi Şii devletleri içermemesi şaşırtıcı değil.
Koalisyonun ismi de dikkate değer. Rusya’nın
Suriye’deki tavrından epey farklı bir yaklaşıma sahip olan koalisyonun başı
Suudiler IŞİD’i terörist görmüyor. Örgütün içerisinde çok sayıda Suudi mevcut
ve Suudi ile Katar parasıyla ayakta duruyor. Zira Suudilere göre “kâfir” Esad’ı
destekleyen herkes “terörist”.
Yeni Sykes-Picot mu?
Yeni koalisyonun kilit oyuncuları Erdoğan ve Prens
Selman. Bunlar 1916’da parçalanan Osmanlı Ortadoğu’sunun haritasını yeniden
çizmeyi planlıyorlar. Amaçları güya “saygı gören” bir dünya gücü olmak. İkisi
de para ve iktidar motivasyonuyla hareket ediyor ve samimi bir dinî inançla
zerre ilişkiye sahip değil.
Suudi Sünniliği feodalizm öncesine ait bir tür bedevî
ideolojisi. Tıpkı IŞİD’inki gibi. Halk önünde kafa veya kol kesme, kadınlara
deveden daha az değer verilen bir köle muamelesi yapma gibi kimi yaklaşımları
savunuyor. Irkçı bir ideolojiyle tüm tarihsel anıtları yok ediyorlar. IŞİD
3.300 yıllık Asuri kenti Nemrud’u bu ideolojiye uygun olarak yıkıyor.
IŞİD’i yok etmek Suudilerin işine gelmiyor. Şimdilik
Suriye çölünde petrolün bulunmadığı bir yerde sınırlamak isteniyor. Sonrasında
kullanılmış mendil gibi fırlatılıp atılacak. Suudi planı aynı zamanda IŞİD’i
etnik temizlik için kullanmayı öngörüyor. Bu plan muhtemel doğal gaz hattı
geçiş güzergâhlarında ve petrol zengini sahalarda uygulanıyor. Hat Katar’dan
Türkiye’ye uzanacakmış gibi görünüyor. Doğal gazın hedefi ise Avrupa Birliği.
Erdoğan'ın ve Suudilerin Savaşının Amacı
Erdoğan’ın ordusu, bilhassa MİT’i, Suudi-Türk-Katar
koalisyonunda kilit rol oynuyor. Burada amaç Esad rejimini yok etmek, aynı
zamanda Musul ile Kerkük arasındaki petrol sahalarını kontrol altına almak.
18 Ekim 2015’te Anadolu Ajansı’na konuşan Hakan
Fidan, IŞİD’e verilen desteği açıkça ifade ediyor: “İslam Emirliği [siz IŞİD
anlayın –we] bir gerçeklik, bizim iyi örgütlenmiş, halk desteğine sahip
böylesi bir yapıyı ortadan kaldırmamızın imkânsız olduğunu kabul etmemiz gerek.
Bu nedenle Batı’daki meslektaşlarımdan İslamî politik akımlarla ilgili
kanaatlerini değiştirmelerini, alaycı yaklaşımlarını bir kenara koymalarını ve
Putin’in İslamcı Suriyeli devrimcileri ezme planına mani olmalarını istiyorum.”
Başka bir ifadeyle Türkiye ve Suudiler için IŞİD, Nusret Cephesi vs. terörist
bir örgüt değil, “kâfir” Esad rejimine ve onun Rus müttefikine karşı savaşan
“İslamcı Suriyeli devrimciler”. Hakan Fidan’ın Kasım ayında Suriye hava
sahasında Rus SU-24 uçağının yasadışı bir biçimde düşürülmesi olayındaki payı
da ileride yaşanacakların bir göstergesi.
Çalınan Irak ve Suriye petrolünün yasadışı yollardan
satışına karışan tek isim Bilal Erdoğan değil. SU-24 uçağının düşürülmesi
sonrası Türkiye Enerji Bakanı Berat Albayrak ve pilotu öldüren Bozkurtlar da bu
sürecin içerisinde.
Türk ordusunun Musul’a Barzani ile ilişkili
savaşçıların eğitilmesi için girişi Türkiye’nin “Cihad” ve “Allah” adına Suriye
ve Irak’ın petrol sahalarının fethedilmesine dair Suudi planının bir koçbaşı
olduğunun göstergesi.
18 Aralık’ta Türkiye Katar’da askerî üs kuracağını
açıkladı. Katar ise IŞİD’in ve Nusret Cephesi’nin finansörü. Türkiye Doha
elçisinin ifadesine göre üste 3.000 Türk askeri olacak. Bunlar kara
birliklerini, hava kuvvetlerini ve donanma personelini, ayrıca eğitmenleri ve
özel kuvvetleri içerecek. Üssün amacı bölgedeki “ortak düşmanlar”a karşı
koymak. “Türkiye ve Katar bölgedeki gelişmelere dair ortak sorunlarla ve diğer
ülkelerin belirsiz kimi politikaları ile yüzleşiyor. [...] Biz ortak düşmanlara
karşı koyuyoruz.” Bu “ortak düşmanlar”dan biri 2009’da Rusya’dan gaz almaması
karşılığında gaz boru hattı önerisine karşı çıkan Esad olabilir mi? Bu
düşmanlardan biri İran Körfezi’nde Katar gazının bir uzantısı olan devasa Kuzey
Pars sahasına sahip İran mı?
Bu koalisyona katılan Pakistanlı savaşçılar ve eğitimi
düşük Arap orduları tali düzeydeler.
ABD’nin BM’deki Aldatıcı Barış Teklifi
Bu noktada Washington eli kulağında olan Suudi-Türk
petrol savaşı ve Suriye ile Irak’ta yaşanacak bozgun için gerekli ortamı
hazırlamak içi hileli bir manevra yaptı. Bu noktada Uluslararası Suriye Destek
Grubu’ndan istifade etti. Grubun üyeleri Arap Birliği, Çin, Mısır, AB, Fransa,
Almanya, İran, Irak, İtalya, Ürdün, Lübnan, Umman, Katar, Rusya, Suudi
Arabistan, Türkiye, BAE, Birleşik Krallık, Birleşmiş Milletler ve ABD.
Dışişleri Bakanı John Kerry sahada Suriye savaşının önümüzdeki altı ay
içerisinde bitmesiyle tamama erecek pozitif bir nihai süreç olarak görülen,
Rusya ve Çin’in güvenlik konseyine sunduğu anlaşmaya dair güvence sundu.
18 Aralık’ta New York’ta toplanan, Rusya ve Çin’in de
katıldığı BM Güvenlik Konseyi oybirliği ile 2254 sayılı kararı kabul etti:
“Suriye’de Barış Süreci için Yol Haritasının Onaylanması, Müzakereler için
Programın Belirlenmesi”. Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı bu kararı şeytanî bir
metin. Ocak 2016’da ateşkesin başlatılmasını öngörüyor. Bu ateşkese Suudilerin
ve Türkiye’nin destek verdiği IŞİD ve Nusret Cephesi dâhil değil. Aynı zamanda
politik geçiş sürecinin derhal başlamasından bahsediyor. Bu süreç ABD, Almanya,
Fransa, İngiltere kadar Suriye, İran ve Rusya’nın da itiraz ettiği bir öneri.
ABD, Fransa ve İngiltere bu kararı Esad’ın gitmesinin
zorunlu olduğu tespitine dayanak oluşturacak şekilde tevil ediyor. John Kerry
belge ile ilgili olarak “Esad ülkeyi birleştirmek için gerekli beceriden ve
itibardan yoksun” diyor. Bu noktada Kerry’nin sözlerini Fransız Dışişleri
Bakanı Laurent Fabius da tekrarlıyor. O da oylamada “Esaf’ın gitmesini de
içeren kimi tedbirlerin alınması gerektiğini” söylüyor. İngiliz Dışişleri
Bakanı Philip Hammond ise Esad’ın Suriye Savaşı’nda 250.000 kişinin ölümünden sorumlu
olduğuna dair Batı’da sıkça dillendirilen yalana başvuruyor ve yeni kabul
edilen “politik geçiş süreci”nin “Esad’ın gitmesi”ni de içermesi gerektiğini
söylüyor.
Lavrov ise söz konusu oturumda “BM sürecinin Suriye
hükümeti ile muhalefet arasında karşılıklı, kabul edilebilir bir anlaşmaya
ulaşılmasını sağlaması gerektiği” üzerinde duruyor. Esad’ın gitmesi
gerektiğinden çok Suriye’deki taraflar arasında iktidarın paylaşılmasından
bahsediyor ve Suudilerin desteklediği “muhalefet”in iktidarı almasına karşı
çıkıyor.
Gerçek şu ki kabul edilen BM ateşkesi ve politik geçiş
süreci Rusya’yı, Esad’ı, Hizbullah’ı ve İran’ı durduracak, öte yandan da
Suudi-Türk-Katar’a bağlı Nusret Cephesi, IŞİD ve diğer gruplar Suriye ve
sonrasında da Kuzey Irak’taki petrol sahalarını rahatça ele geçirecekmiş gibi
görünüyor.
Kurulan tuzağa Rusya, İran ve Esad’ın yapabileceği bir
şey yok. Savaşı çıkartanların bu ajandalarını terk edip gerçek bir barışı
tercih etmeleri daha iyi olmaz mı? Ne yazık ki dünya barışı ve özgürlük için
hiçbir şey iyi gitmiyor. Mevcut durum herkesin herkese yalan söylüyor olmasının
bir sonucu.
William Engdahl
22 Aralık 2015
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder