Solun Hayaletleri
Mayıs 2004’te Guardian gazetesi köşe yazarı
Mark Seddon, “Kuzey Sana’da bir karaborsayı ziyaret ettiğinde bir dizi ateşli
silâhlar arasında L1A1 otomatik dolmalı tüfekler bulduğunu” söylüyor.
Bu silâhlar İngiliz yapımı. “Bir ara dünyanın en
stratejik limanlarından biri olan Aden’i yüz elli yıl yöneten İngilizlerden
kalma.” Karaborsada asker mezarlarının taşları, İngiliz parlamentosundaki büyük
saatinin küçük bir taklidi, posta kutuları ve nadir bulunan eski sterlinler
var.
İngilizler, Yemen’den yenilerek çekildiler. Aden’deki
Olağanüstü Hâl esnasında patlak veren imparatorluk karşıtı ayaklanmayı
bastıramadılar. Çekilme sonrası Marksist-Leninist kadrolar, müttefiklerini de
harekete geçirerek, Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni kurdular.
Herkes, İngilizlerin idaresini anımsıyor ama Yemen’de
solcuların iktidarda olduğu dönemi pek anımsayan yok. Dinî militanlık, El-Kaide
ve IŞİD üzerinden, Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin zaferinden elli yılı aşkın bir
zaman sonra Güney Yemen’de tüm algılarımızı belirleyen bir nitelik arz
edebilmeyi nasıl başarıyor?
Olağanüstü Hâlden Birleşmeye
Aden Olağanüstü Hâli, solcu ulusal kurtuluş
hareketlerine verilen kitle desteğinin arttığı ellili ve altmışlı yıllar
boyunca hâkim olan ruh hâlinin somutluk kazanmasıdır. Bu eğilimler bilhassa
Kuzey ve Güney Yemen’de baskındır.
Yemenliler, komşularıyla kıyaslandığında, azgelişmiş
bir ülkede yaşamaktadırlar ve yüzlerce yıldır, kabilelerarası çatışmalardan,
sömürgeci yönetimden ve hanedanlık için dinî siyasetten muzdariptirler. Bu
tükenmişlik, panarabizm, Marksizm-Leninizm ve kabile isyanından oluşan bir
ideolojik tezahüre kavuşur, bu da on yıl kadar süren bir kargaşaya yol açar.
Kuzey Yemen, 1962’de Abdullah Sellal’in Mısır destekli
cumhuriyetçi darbesi ardından bir iç savaş dönemi içerisine girer. Bugünkü
vekil güçlerin yol açtığı şiddeti önceden haber verecek biçimde, ama dinî
mezhepçilikten yoksun olan Kuzey Yemen’deki iç savaşta Suudiler panarabist
hükümete karşı Zeydi Şii imamlığa destek verir. Riyad’ın niyeti, Suudi Kraliyet
Ailesi’ni geride bırakma konusunda tehdit eden Arap Yarımadası’ndaki seküler
cumhuriyetçiliğe karşı Şii krallığına yol vererek engel olmaktır.
Bu esnada Nasırcı Mısır’ın imparatorluk karşıtı
propagandası yüzünden Güney Yemen’de gerilimler iyice tırmanır. Bu sürece bir
de bağımsızlık sonrası federasyona dayalı bir kraliyet devleti kurmayı
planlayan İngilizlerin müdahaleleri yön verir. Eğer geçiş süreci başarılı
olursa, Güney Arabistan Federasyonu yapısal açıdan Birleşik Arap Emirlikleri’ne
benzeyecektir.
İngiliz karşıtı muhtelif politik örgütler ve
gerillalar, iki düşman kampta bir araya gelirler: Mısır’la bağlar kurmuş olan
Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) bir kampı, İşgal Altındaki Güney Yemen’in
Kurtuluş Cephesi (İGYKC) diğer bir kampı oluşturmaktadır. İGYKC’de ağırlıklı
olarak Adenliler bulunmaktadır. Bunların önemli bir kısmı, bağımsızlık sonrası
sosyalist bir cumhuriyet kurma niyetindedir. UKC de bu tür isteklere sahiptir.
Üyelerinin çoğu köylüdür. Çin ve Sovyetler Birliği’ndeki Marksist-Leninist partilere
ideolojik yakınlık duymaktadır.
UKC ve İGYKC, hem birbirleriyle hem de İngiliz
askerleriyle savaşır (savaş hatıratlarında İngiliz subaylar saldırıların çoğunu
bu iki grubun gerçekleştirdiğini kabul etmektedirler.).
Savaş, Yüksek Komiser Kennedy Travaskis’e karşı bir el
bombalı saldırı düzenlenmesi ardından olağanüstü hâl ilân edilmesiyle başlar.
İsyancılar vur-kaç saldırıları ile bilhassa Aden’in krater bölgesinde önemli
zaferler elde ederler. Ölümlerin çoğu, savaş dışı koşullardan kaynaklanmıştır.
İngilizler, nihayet 1967’de çekilirler. Irak Savaşı’na
dek İngilizler, bölgede başka bir savaş içine girmezler. Kısa süreli bir
uzlaşma hükümetinin ardından UKC İGYKC’ye ve diğer Güney Yemenli devrimcilere
karşı darbe yapar. Bu gelişme, Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin (YDHC)
kuruluşuna yol açar. YDHC, Sovyetler Birliği’yle ittifak kurar.
Marksizm-Leninizmin birçok ilkesini benimser. Bunlardan biri de ekonominin
devlet kontrolüne alınmasıdır.
Bölgedeki uzun süren olaylar karşısında Aden’deki
politbüro, katı bir tutum sergiler. Bu olaylar, Umman’daki Dofar
Ayaklanması’nın başarısız olması, Suudi Arabistan sınırında yaşanan çatışmalar
sonrası YDHC kadrolarının defedilmesi ve Kuzey Yemen’de Ali Abdullah Salih’in
yerinden edilmesi için Ulusal Demokratik Cephe’nin başlattığı isyanın uğradığı
başarısızlıktır (bugün Yemen Arap Cumhuriyeti olarak bilinmektedir, 1970’te
sona eren iç savaşta cumhuriyetçilerin elde ettiği zafer sonrası kurulmuştur.).
Dofar Ayaklanması, hem sürgündeki İmam Galib bin
Ali’den ek destek hem de Suudilerden silâh ve araç elde eden kabile lideri
Musallim bin Nafl’ın 1962’deki isyanı ile başlayan bir kabile ayaklanmasıdır.
Dofar, Güney Umman’da her daim marjinalize edilmiş bir kenttir. Toplumsal,
ekonomik ve dilsel konularda her türlü haklarından mahrum bırakılmıştır
(Muskat’taki Sultan Teymur’un saltanatı Arapça konuşurken, Dofarlılar Şehrî ve
Mehrî gibi muhtelif güney Arabistan dilleriyle iletişim kurmaktadırlar.).
1965’te isyanı pasifize etme girişimleri, onun daha da
radikal bir hâl almasına sebep olur, sonuçta örgütlenme komiteleri, Umman Halk
Kurtuluş Cephesi’ne evrilirler (UHKC). Cephe, özerklik ve kalkınma gibi
muhtelif taleplere sahip grupların oluşturduğu bir ittifaktır. Marksist ve
panarabist bloklar, krallığın yıkılması için baskı uygularlar ve Dofar ile
sınırı bulunan Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nde Ulusal Kurtuluş
Cephesi’nin iktidarı alması noktasında önemli bir nüfuz elde ederler.
Dış yardıma muhtaç olan isyanın nasıl sürdürüleceğine
dair tartışmaların ardından Marksist-Leninistler, 1968 kongresinde hareketin
kontrolünü ellerine geçirirler. Cephenin ismi, İşgal Altındaki Arap Körfezi
Halk Kurtuluş Cephesi olarak değiştirilir. Ardından Yemen Demokratik Halk
Cumhuriyeti’nden, Çin’den ve Sovyetler Birliği’nden silâh, eğitim ve lojistik
desteği alınmaya başlanır.
Devrimi ihraç etmek isteyen Aden, 1969’da ve 1973’te
Suudi Arabistan sınırına yönelik saldırılara destek verir. Yemen Arap
Cumhuriyeti’nde ise 1978’de Yahya Şami liderliğindeki Yemen Demokratik
Cephesi’nin başlattığı isyana arka çıkılır.
Suudi Arabistan’ın içlerine sızma harekâtı ilk başta
püskürtülür. Pakistan Hava Kuvvetleri Riyad’ı savunmak amacıyla Yemen
Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni bombalar. Dofar Ayaklanması, Umman devletini
ayaklanma karşıtı bir güç hâline getirir.
İngilizlerin 1971’de İran Körfezi’den çekilme planı
sonrası Sultan Teymur’u iktidarda tutmak gibi bir niyeti yoktur. Amaçları,
iktidarı Sultan Kabus’a vermek ve ülkeyi azgelişmiş bir ülkeye dönüştürmektir.
Önemli reformlar tatbik edilir, telefon gibi modern teknolojiler ülkeye
sokulur. Dofar bir eyalet hâline getirilir.
Düşmanlıklar 1975 yılı itibarıyla sona erer. Yemen
Demokratik Halk Cumhuriyeti Umman’da devrim yapma amacına ulaşamaz. Sonuçta
Yemen, ideolojik bir belirsizlikle karşı karşıya kalır. Diplomatik tecrit,
maddî imkânlarda kıtlığa sebep olur. Suudi Arabistan’la yaşanan çatışmalar
sonucu ülke daha da fakirleşir.
Son darbe ise Kuzey Yemen’de 1978’de başlayan Ulusal
Demokratik Cephe İsyanı’na iner. İsyan, Salih’in devrilmesi için atılmış bir
adımdır. Salih, aynı yıl iktidarı alır ve onu pekiştirir.
İsyanın arkasında muhtelif muhalefet güçleri
bulunmaktadır. Bu güçler, YDHC ve Libya tarafından desteklenmektedirler.
Savaşta ilk başta başarılı olmasına karşın cephe, önemli bir toprak parçasını
elde edemez. YDHC’nin 1979’daki sınır çatışmasında sunduğu yardım, Filistin
Kurtuluş Cephesi’nin arabuluculuk ettiği bir barış görüşmesi ile
sonuçlandırılır.
Ulusal Demokratik Cephe, 1982’de Yemen İhvan’ı ve
askerî güçlerin işbirliği ile yenilir. Çatışmanın ardından YDHC içerisindeki
nispeten daha az militan olan seçkinler canlanma imkânı bulur.
Cumhurbaşkanı Abdulfettah İsmail, 1978’de Yemen
Sosyalist Partisi’ni kurar. Burada amaç, Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin YDHC
içerisindeki solcu gruplarla temsil olunmasını sağlamaktır. Ancak parti
üyelerindeki hızlı artışa mani olamaz. Ülkenin yurtdışında elde ettiği
yenilginin bir sonucu olarak YDHC, kendi içinde nispeten daha az müdahaleci dış
siyasetten ve reformlardan yana bir konum alır.
Sağlık gerekçesiyle İsmail görevlerinden istifa eder.
Esasında o, darbe yapılacağı konusunda uyarı almıştır. Cumhurbaşkanlığını
başbakan Ali Nasır Muhammed’e bırakır. Bu, ülkede nispeten daha az militan olan
bloğun muktedir olduğunun bir delilidir.
Bu gelişme, İsmail’i uzun süredir kambur olarak gören
Brejnef’i memnun eder. Zira İsmail, bölgeyle ilgili isteklerinden asla taviz
vermeyen ve o dönemde Sovyet stratejisiyle uyumsuzluk arz eden, Körfez
krallıkları ile yumuşama siyasetini bile düşünen bir isimdir.
İsmail ve Muhammed destekçileri arasında 1986’da
yaşanan iç savaşın ardından militanlık düzeyi iyice düşer. Sonrasında İsmail,
donanma askerlerinin yaptığı bir baskında öldürülür, Muhammed ise Yemen Arap
Cumhuriyeti’ne sürgün edilir. İktidara savunma bakanı Ali Salim Beyz gelir.
Beyz, Muhammed’e kıyasla İsmail’in bürokratik
militanlığından daha uzak bir isimdir. İktidara gelir gelmez yeni petrol
rezervleri aramaya koyulur ve Yemen Arap Cumhuriyeti ile birleşme görüşmelerine
başlar.
Nispeten daha radikal olan bu hükümetin güzel
gösterilecek bir yanı yoktur. Tüm gruplar, Doğu Bloğu’nda benimsenen otoriter,
tek parti tarzını model almaktadırlar. Sonuçta YDHC zorla bastırılır ve ömrünün
geri kalan kısmında İsmail bir diktatör olarak faaliyetini sürdürür.
Maddi başarılarına da değinmek şarttır. Yemen
Demokratik Halk Cumhuriyeti, yüz elli yılı aşkın bir zaman devam etmiş olan
İngiliz hâkimiyeti ardından sömürgecilik sonrası dönemde varolmasını bilmiştir.
Yetmişlerde İngilizlerin ihmal ettiği kentlerde, Aden’in dış mahallelerinde
istihdama, sağlık hizmetlerine, eğitime ve barınmaya ciddi bir destek
sunabilmiştir.
Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti, elde ettiği
başarılara ve İngilizler karşısında kazandığı zafere vurgu yapsa da söz konusu
kazanımların o kadar da çarpıcı olmadığını hatırda tutmak gerek (gene de ifade
etmekte fayda var: Yemen Arap Cumhuriyeti’nin kazanımları, Halk Cumhuriyeti’nin
kazanımları yanında sönük kalır. Örneğin Arap Cumhuriyeti, Halk Cumhuriyeti’nin
yetmişlerde gerçekleştirdiği kadınlara yönelik okuma-yazma programını hiçbir
zaman yürürlüğe sokmamıştır.).
Ana sorun, Aden’in kontrolü dışında gelişen tarihsel
eğilimlerin Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni teslim almış olmasıdır.
Ülkenin yetmişlerde kendi siyasetini uygulamaya başladığı bir sırada birçok
müttefiki (bilhassa Doğu Bloğu) devlet kontrollerini gevşetmeye başlamış ve
piyasa ile yeni ilişki yolları keşfetmiştir.
Ayrıca Aden 1967-1975 arası dönemde Süveyş Kanalı’nın
kapatılmasının açtığı yaraları iyileştirememiş, buna bilhassa Körfez
krallıklarının taşımacılık ve ulusötesi ticaretin yeni merkezleri olması ve
hızla yükselişe geçmesi mani olmuştur.
Bu dönüşüm öyle hızlı ve yoğun gerçekleşir ki Aden’in
İngilizler için sahip olduğu ekonomik ve stratejik önemi kimse aklına bile
getiremez. Bir kuşak sonra Aden’in yerini Dubai, Manama ve Doha gibi kentler
alır. Bugün bu kentler, petrol üretimi ve ihracatına bağlı olarak, nispeten çok
daha fazla önemi haizdir.
Güney Yemen’in toplumsal ve ekonomik açıdan yaşadığı
çöküşün Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin halktaki hatırası dâhilinde
yaşanan dirilişe denk düşmesi, asla tesadüf değildir. Esasında bugün Güney’in
bağımsızlığı için mücadele eden hareketin kökleri Mayıs 2007 gösterilerine
dayanmaktadır. Bu gösteriler, Sana’dan nispeten daha cömert bir yardım talep
eden emeklilerce gerçekleştirilmiştir.
Bu insanların gerçekleştirdikleri gösteriler, özerklik
ve ayrılma taleplerine evrilmiştir. Bunun ana nedeni, dile getirdikleri devlet
desteğinin artması ve eşitlik taleplerinin güney Yemen toplumunda hoşnutsuzluğa
dair bir havayı oluşturmuş olmasıdır. Birleşmeden beri politik ve ekonomik
gerçekler kavranmadan bu sabırsızlığın sebepleri asla anlaşılamaz.
Milliyetçiliğin Ortaya Çıkışı
Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne dönük hâlihazırda
mevcut olan nostalji ülkedeki duruma dair birçok hususu izah etmektedir. Fiilî
duruma rengini veren Yemen’in birleşmesi ve bilhassa 2007’den beri ülkedeki
demokratik-ekonomik hakların bulunmaması karşısında uzun süredir dile getirilen
şikâyetlerin ideolojik çehreye kavuşturulması olarak Güney Yemen
milliyetçiliğinin ortaya çıkışı ve buna bağlı hoşnutsuzluktur.
Salih’in Yemen Arap Cumhuriyeti ile birleşmesinden
beri Güney, serbest piyasa ekonomisinin hızla benimsenmesinin bir sonucu olarak
oluşan muhtelif sorunlara maruz kalmıştır. Özelleştirmelerle birlikte zuhur
eden gerilimler öylesine yoğunlaşır ki güneyli liderler hep birlikte yeni
birleşmiş olan ülkeden ayrılmaya çalışmışlardır.
Sana, 1994 Yemen İç Savaşı esnasında Güney üzerindeki
kontrolünü yeniden sağlamış, ABD, Suudi Arabistan ve IMF gibi uluslararası
kredi kurumları gibi güçlerce desteklenen, halkta karşılığı bulunmayan
politikalar dayatmayı sürdürmüştür.
Teşvikler kaldırılmış, para devalüe edilmiş, kamu
sektörü barınma, sağlık, eğitim, elektrik ve su şebekelerinin ihmal edilmesine
sebep olacak biçimde tasfiye edilmiş, birçok emekli maaşlarını alamamıştır.
Birleşme, ayrıca ehil iş piyasası ile üniversitelere
hâkim olan, petrol ve turizm gibi önemli sektörleri kontrol altına alan,
mülkleri eline geçiren kuzeyli seçkinlerin daha da güçlenmesine sebep olmuştur.
Salih, daha öncesinde Kuzey’de muhalefeti nötralize
etmek için kullandığı kültür politikalarını hızla Güney’de tatbik etmeye
başlamıştır. Temelde Salih’in yaklaşımı, Yemenli bedevileri kontrol etmek
amacıyla kabilelerdeki gerici unsurları güçlendirme meselesine özel önem
vererek, zayıf bir devlet dâhilinde muhtelif seçkinler arasında arabuluculuk
yapmak üzerine kuruludur.
Salih ve destekçileri, Yemen toplumundaki muhtelif
ayrışmalar sebebiyle bu hamlelerin gerekli olduğu üzerinde dursalar da birçok
güneyli onun asıl amacının ülkenin herhangi bir yerinde birilerinin gereğinden
fazla güç elde etmesine ve sonrasında Sana’ya meydan okumasına mani olmak
olduğunu anlamıştır.
Körfez’de Sünni Vehhabilere özgü dinî retoriğin
popülarite kazanmasının sebebi, kısmen bu yaklaşımdır. Dinî öğretinin yeniden
doğuşu ve Körfez’deki krallara bağlı gerici seçkinlerce yayılması, sonrasında
bölgede solcu düşüncenin etkisiz kılınmasına katkı sunmuştur.
Dinî gerici siyasetin zemin bulmaya başladığı Yemen
gibi ülkelerde bu gelişmeler daha da şiddetli sonuçlar doğurmuştur.
Huzursuzluğu takip eden yıllarda her ne kadar Yemenliler Arap Yarımadası
El-Kaide’si ve IŞİD gibi gruplara hâlâ karşı çıkıyor olsa da yeni dinî
militarizm formları ortaya çıkmıştır.
Bu, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’daki gözlemciler için
önemli bir husustur, zira bu gözlemciler, hâlâ Yemen’deki geri kalmışlığa ve
ülkede birçok İslamcı militanın gördüğü kabule odaklanmaktadırlar.
Ülkedeki mevcut toplumsal bozuklukların sebebi Yemen
toplumunun doğasından kaynaklı sorunlar değildir. Bu bozuklukların ana kaynağı,
Salih ve müttefikleridir. Onlar, bir dönem ülkeye hâkim olan ve Salih’in
iktidara gelmesini önceleyen yirmi-otuz yıl içerisinde tüm Yarımada’ya yayılma
yönünde gibi bir tehdidi içeren dirilişçi siyaseti ezmek istemişlerdir.
Salih’in hegemonyası Yemen toplumunda zorla ezilmiş olan ideolojiler ve
platformlar için gerekli zemin teşkil edilmeden aşılamaz.
İlginç olan şu ki bu baskıya yönelik tepkiler, bugün
birbiriyle savaşan muhtelif grupların ortaya çıkmasını koşullamıştır. Husiler,
Mümin Gençlik adı verilen kültürel dirilişçi bir örgüt olarak ortaya çıkmış,
Zeydi Şiiliğine mensup hareket toplumdaki Sünni köktenci niteliğe karşı bir
tepki olarak şekillenmiştir.
Yemen Arap Cumhuriyeti’nin kurulması ile aşılmış
zannedilen Şii kimliği, kuzeydeki kabileleri kucaklamış, sosyo-kültürel iklim
bunun için gerekli zemini teşkil etmiştir. Ayrıca Güney’de bugün mevcut olmayan
Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin yeniden kurulması ile ilişkili bir
milliyetçilik gelişmeye başlamış, bu milliyetçilik, güneydeki kadınlar için
muazzam sonuçlar doğuracak biçimde seküler ve kültürel bir politika biçimi
kazanmıştır.
Bu mevcut eğilim, tüm yönleri ile Yemen Demokratik
Halk Cumhuriyeti’nin yeniden kurulmasına dönük istekle karıştırılmamalıdır.
Ülkede Güney Yemen’in acımasız biçimde zalim olduğuna dair az çok belirgin bir
ittifak söz konusudur. Aksine 1994’ten bugüne milliyetçilik, toplumdaki
muhtelif şikâyetlerin ana dillendirilme biçimi olagelmiş, bu şikâyetler, esas
olarak kuzeyin Salih eliyle kontrolünün bir sonucu olarak değerlendirilmiştir.
Söz konusu edilen yeni ideolojik eğilimler, ülke
dâhilinde “Güney Hareketi” olarak bilinen Hirak içinde birleşen, Güney
genelinde yayılan, emekli aylıkları için mücadele eden emekli subayların isyan
ettiği 2007 yılı dâhilinde somutlaşmıştır.
Hirak’ın yerelde kurduğu komiteler farklı konumlara
sahiptirler. Bir kısmı doğrudan bağımsızlık talep etmekte, bir kısmı özerkliği
savunmakta, bir kısmı da daha geniş bir devlet dâhilinde federalizmi uygun
bulmaktadır. Ancak bu komiteler, Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne dönük
sahip oldukları nostalji dâhilinde bir araya gelmektedirler.
Halk Cumhuriyeti otoriteryanizmine karşın yeniden
dağıtımı becerebilmiş, devlet korumasını gerçekleştirmiş, daha da önemlisi
çöküşü ile birlikte ortadan kalkan belirli bir ekonomik istikrarı
sürdürebilmiştir. Ülkenin varlığı, aynı zamanda Arap Yarımadası’nda hâkim olan
otoriteryan ve monarşik kapitalizme karşı ciddi alternatifler
geliştirilebileceğine dair bir umudu sağlamıştır.
Bölge genelinde büyük güçlerin Hirak ve ülkedeki
birçok demokratik hareketten korkmasına neden olan da işte bu umuttur.
Haberlerde dinî militanların adı daha çok duyulmaktadır, dolayısıyla onlar
stratejik kanaatlere daha çok dâhil edilmektedir. Bunun kısmi sebebi, bu
insanların ülkedeki demokratik siyasetin potansiyel gücünü marjinalize etmede
faydalı olmasıdır.
Arap Baharı, Yemen toplumunun yeni koşullara karşı
verdiği tepki dâhilinde geçmişte zorla bastırılmış ideolojilerin ve politik
hareketlerin dirilmeye başladığı bir momenttir. Hirak gibi genç hareketler için
önemli sonuçlar doğurmakla birlikte, sömürgecilik sonrası dönemin başından beri
titizlikle Yemen toplumunun dışına itilmiş olan devrimci imkânlar yeniden, gür
bir sesle açığa çıkmış gibidir.
ABD ve Suudilerin attığı bombaların Yemen toplumunu
sadece parçaladığına ve bu yeni imkânları cihadî güçlerin güçlendirilmesi
üzerinden bastırdığına dair eleştiriler meselenin özünü kaçırmaktadırlar.
Böylesi bir sonucun doğması, Suudi Kralı Selman çıkarınadır. Hirak gibi
hareketler, bilhassa Güney’deki Yemenlilerin kültürel hafızası üzerine kurulu
yapılardır. Bunlar, Suudi Arabistan gibi ülkelerin kendi sınırlarında
gerçekleşmesine tanık olmayı asla istemedikleri gerçek manada demokratik bir
politika için mücadele etmektedirler.
Dayatılmış olan bir savaşla mümkün kılınmış, sivil
toplumun muhtelif liderlerini, Hirak’ı, kabile üyesi devrimcileri ve Husileri
içeren, Ulusal Diyalog Konferansı ile meşgul olanlardan ayrı duran güçlerin
sadakatle kurdukları bağlar Suudi Arabistan ve benzeri ülkeler için daha
makbuldür. Bunun tek alternatifi ise Körfez İşbirliği Konseyi’ne devrim ihraç
eden başka bir Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti olabilir.
Yemen karaborsasındaki İngiliz yarı otomatik tüfekleri
biz doğmadan önce yaşanmış bir savaşın hatırası olsalar da ve bu silâh
teknolojisi artık çok farklılaşmışsa da süreç içerisinde kimi dinamikler hiç
değişmemiştir. Kırk sekiz yıl önce olduğu gibi bugün de kimse komşularını
geride bırakan ve hatta onları etkileyen bir Yemen demokrasisini kendi hayrına
görmemektedir. Bundan sonra kafamızı kurcalayacak olan soru ise Hirak gibi
hareketlerin Suudi Arabistan ve ABD gibi büyük güçlerin arzularına karşı kendi
hedeflerini nasıl muhafaza edecekleri olacaktır.
Yemen tarihinde tüm talihsizliği ile varolan bu
eğilim, ileride de çatışmaların yaşanacağını ortaya koymaktadır. Uzun soluklu
bir savaşın sahadaki güçleri nasıl şekillendireceği ise meçhuldür. İlerici
alternatiflerin tanımlanması, hâlâ güç bir iş olarak varlığını sürdürmektedir.
Bilal Zenab Ahmed
27 Ağustos 2015
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder