28 Ekim 2024

,

Filistin Şunu Söylüyor: “Vardım, Varım, Var Olacağım”

Aksa Tufanı’nın Birinci Yılı

 

Bir yıl önce Gazze’deki direniş, açık hava hapishanesinin kapılarını kırmak, İsrail’in yenilemez olduğu iddiasının yalan olduğunu ispatlamak, bütün dünyaya Filistinlilerin hâlen daha varolduklarını anımsatmak ve Filistin’de yüz yıldır süren savaşı nihai aşamasına taşımak için ayağa kalktı.

Tufan Öncesi “Düzen”

Filistin’in tarihi 7 Ekim 2023 günü başlamadı. Bunu bir yıldır söylüyoruz. Bu gerçeği sürekli anımsatmanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Bir yandan tarihten, Filistinlilerin yüz yılı aşkın bir zamandır verdikleri kurtuluş mücadelesinin ve dünyadaki diğer kurtuluş mücadelelerinin tarihinden dersler çıkartmalıyız. Bir yandan da 7 Ekim öncesini de anımsamak zorundayız.

Gazzelilerin çektiği çileler, bugün Lübnan halkının yüzleştiği katliamlar, Filistinli ve Lübnanlı liderlerin katledilmesi, İsrail’in komşularına yönelik saldırılarını artırması, Batı Şeria’da bir türlü başlamayan ayaklanma karşısında cesaretimizi yitirmek için elimizde çok fazla sebep var.

Peki 7 Ekim öncesi durum nasıldı? Filistin’de bir “düzen” mevcuttu. Bu, Siyonistlere ait olan, etnik temizlik, yavaş ilerleyen soykırım üzerine kurulu, her gün işgal ordusunun bir Filistinliyi katlettiği bir düzendi. Üstelik Siyonistler ve emperyalist müttefikleri, bu düzeni tüm bölgeye dayatmayı bilmiş, süreç içerisinde giderek daha fazla sayıda Arap ülkesi, yerleşimci rejimle ilişkilerini “normalleştirmişti”.

Batı Şeria’da süren ve bir kez daha silâhlı eylemlere başvuran direniş, şehirdeki “düzen”i bozma imkânına kavuşmuş, ancak bölgedeki “düzen”i temellerinden sarsmayı becerememişti. Bu direniş, okyanustaki bir damladan ibaretti. Bu “düzen”in temellerini yıkabilmesi için bir tufana ihtiyaç vardı.

Tufan Sonrası Filistin

Bu sel, 7 Ekim günü meydana geldi. İç ve dış siyaset, ekonomi, askeriye ve moral düzleminde Siyonist rejimi eşi benzeri görülmemiş bir krizin içine sürükledi. Geçmişte İsrail, yıldırım harekâtları neticesinde zaferler elde etmişti. Bir yıldır tanık olduğu yıpratma savaşı, Siyonist teşekkülün üstesinden geleceği bir şey değil. Şu an tanık olduğumuz şey de bu: yerleşimci rejim, her momentte paramparça oluyor.

İsrail’in Kızıl Deniz’de sadece bir limanının bulunduğu koşullarda, Ekim ayından beri iflas eden şirket ve işletme sayısı 46.000’i geçti. Turizm çöktü, İsrail tahvilleri artık para etmiyor, Haziran ayı içerisinde Intel, 25 milyar dolarlık yatırımını iptal etti.[1] Kısa süre önce kredi notu düştü[2], bugün kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s ülkenin “borçlarını vaktinde ödeyememe riski”nin giderek arttığı konusunda uyarıda bulunuyor.[3] Ayrıca, İsrail’in en büyük kömür tedarikçisi Kolombiya’nın Gazze’de soykırım sona erene dek kömür ihracatını durduracağını açıklaması sebebiyle enerji tedarikinde de sorunlar yaşanıyor.[4] Batı Şeria ile Asya ülkelerinden gerekli ucuz emek akışının durması, tarım ve inşaat sektörlerini olumsuz etkiledi.[5] Bu koşullarda İsrailli ekonomistler, savaşın maliyetinin Ağustos ayı itibarıyla 67 milyar doları aştığını söylüyorlar.[6]

Anketlere bakılacak olursa, yerleşimcilerin dörtte biri göç etmeyi düşünüyor. Son gelen haberler, Ekim ayından beri ülkeyi terk edenlerin sayısının 1 milyonu bulduğunu ortaya koyuyor[7] ki bu sayı, Yahudi-İsrail nüfusunun yüzde 15’ine tekabül ediyor. Başka anketlerse yurtdışında yaşayan İsraillilerin yüzde 80’inin Filistin’e dönmek istemediklerini söylüyor.[8] Buna ek olarak, bir de Gazze’nin kuzeyini ve civar bölgeleri terk eden 200.000 evsiz insanı da anmak gerekiyor.[9]

Sömürgeci-yerleşimci sistemin tüm çelişkilerinin ve sorunlarının yol açtığı toplumsal ayrışmalar, yerleşimciler arasında sokaklarda yaşanan çatışmalarda ve gösterilerde ifadesini buluyor. Eylül ayının başında Siyonist sendika “Histadrut”un yaptığı genel grev de bu ayrışmaların somut karşılığı. Aşırı ortodoks Yahudilerin (Haredi) askere alınmaya başlanması ile bu kutuplaşma daha da derinleşti. Askere alınan Haredilerin yüzde 93’ünden fazlası askerlik yapmayı reddetti.[10]

Resmi açıklamalara göre, 7 Ekim’den beri 700 asker öldürüldü. Birçok insan, bu sayının çok daha fazla olduğuna inanıyor.[11] Gazze’de yaralananların sayısı 15.000 iken Lübnan sınırında yaralananların sayısı 5.000.[13] Fakat Ağustos ayının sonunda Hizbullah’ın misilleme amaçlı yürüttüğü operasyonlardan beri İsrail, bilhassa kuzeydeki gelişmeler konusunda yoğun bir sansür uyguluyor.

Buna karşılık, CNN’in aktarımına göre İsrail, bugüne dek Hamas’ın muharebe sahasında faal olan 24 taburunun sadece üçünü yok etti.[14] Hizbullah da önemli darbeler almasına karşın yüksek moral ve savaş kabiliyetiyle yoluna devam ediyor, üstelik gelişkin silâhlarını hâlen daha kullanmış değil.[15] Yemen’de faaliyet yürüten Ensarullah ve Irak’taki direniş milisleri de İsrail’e, ABD’ye ve müttefiklerine saldırılar düzenledi. Füze ve dronlarla İsrail’e yönelik çarpıcı operasyonlara imza attı.

Tufan Sonrası Dünya

Filistinlilerin verdikleri kurtuluş mücadelesi, bölge ve dünya bağlamında her zaman belirli bir öneme sahip olmuştur. Güney Afrika’daki ırk ayrımcısı rejim veya Vietnam’da ABD’nin gerçekleştirdiği soykırım örneklerinde olduğu gibi Filistin de Batı’nın ırkçı, sömürgeci ve emperyalist niteliğini tüm dünyanın gözüne sokmuştur.

Bugün tepeden tırnağa silâhlı olan beyazlara ait “üstün ırk” fikri, askeri, teknik ve ekonomik açıdan aşağı konumda olan bir halkı katlediyor veya yurdundan kovuyor, bunu yaparken bir yandan da Avrupa ve Kuzey Amerika’dan tam destek alıyor. Yüksek moralleri ve kavgacı ruhları haricinde hiçbir şeyleri olmayan Filistinliler, tam da bu sebeple dünyanın tüm ezilen ve ilerici insanlarının dayanışmasına mazhar oluyor.

İlk başta Arap ülkelerinin Siyonist sömürgeciliğine ve yayılmacılığına karşı onlarca yıldır yürüttükleri mücadeleyi ifade eden ve “Ortadoğu’daki çatışma” denilen olgunun merkezinde “Filistin meselesi” duruyordu. Ancak giderek daha fazla sayıda Arap ülkesi, İsrail’le ilişkilerini “normalleştirdi”. Gelgelelim, artık bu normalleşme süreci sona erdi! Bölgedeki en gerici despotlar bile Filistinlilerin arkasında duran halkların öfkesi karşısında titremeli, bunun neticesinde tavizlerde bulunmalı.

Ayrıca 7 Ekim’den beri Batı Şeria’daki direniş hücrelerinden Gazze’ye, Lübnan’dan, Suriye ve Irak’a, oradan Yemen ve İran’a dek uzanan bir direniş ekseninin oluştuğu net bir biçimde görüldü.

Aynı zamanda 7 Ekim ayaklanması, Batı emperyalizminin paramparça olduğu, imparatorluğunu bir arada tutmak için mücadele ettiği bir dönemde gerçekleşti. Aksa Tufanı, emperyalistler açısından uygunsuz bir momentte meydana geldi. Bu momentte ABD, Rusya ve Çin’le aynı anda savaşıp savaşamayacağını, Ukrayna’dan çekilip Tayvan’a saldırmanın daha hayırlı olup olmayacağını, Ortadoğu’da yıllar içerisinde dolar diplomasisi ile inşa edilmiş “düzen” ve bir günde Filistinlilerin sırtına yüklenen “normalleşme” meselesi adına bu hamlenin işe yarayıp yaramayacağını tartışıyordu.

Dolayısıyla, Ukrayna, Pasifik ve Batı Afrika yanında Filistin ve tüm bölge, Batı’nın 500 yıllık dünya hâkimiyetini mağlup etmek için verilmekte olan bu büyük savaşın önemli bir cephesi hâline geldi. Yalnız burada Filistin direnişi, Direniş Ekseni, Rusya, Çin ve Sahil devletleri ittifakı gibi aktörlerinin kendilerini öznel planda Batı ve emperyalizm karşıtı cephenin parçası olarak gördüklerinden söz edilmiyor. Muhtelif aktörler arasında karşılıklı askeri, ekonomik ve politik destekler konusunda iki taraflı girişimlerin sayısı son dönemde artıyor olsa da ayrıca çoktaraflılık yaklaşımıyla BRICS, daha fazla sayıda ülkeye cazip gelse de ülkeler ve güçler arasında hâlen daha önemli farklılıklar söz konusu, hâlen daha çıkar çatışmalarına tanık olunuyor veya somut anlaşmalara dökülen ilişkilere nadiren rastlanıyor.


Tufan Sonrası Almanya

Ama gene de şu söylenmeli: Aksa Tufanı, Filistin’i yeniden dünya gündemine oturttu. Almanya’da bile Filistin önemli bir konu başlığı. 7 Ekim öncesinde de Almanya’da Filistin’le dayanışma eylemleri yapanlara baskılar uygulanıyordu. Ama Gazze ayaklanması, onlarca yıldır Almanya’nın tanık olmadığı türde baskılara ve ırkçı histeriye yol açtı.

Peki ama neden? Çünkü Almanya’nın sömürgeci projeyle kurduğu dayanışma ilişkisi, Alman emperyalizmini meşrulaştıran resmi ideolojinin temel bir unsuru: bugün egemenlerin ağzından dökülen “Auschwitz bir daha asla” lafı, “Bizsiz savaş olmaz!”dan gayrı bir anlama sahip değil. “Dünya yeni Alman karakterine bürünerek kurtulabilir”[16] lafı da aynı şekilde “Güneşteki yerimizin adı İsrail”[17] anlamına geliyor.

Rusların Ukrayna’ya yönelik askeri müdahalesi gibi Gazze ayaklanması da hem emperyalizmin derinleşmiş krizinin somut bir ifadesi hem de ona sebep olan itici güç. Umarız, bu güç eski dünya düzenine bir son verir ve dünya genelinde ulusal kurtuluş hareketleri ve devrimci güçler için yeni alanlar oluşturur. Bu anlamda şu tespiti yapılabilir: tıpkı Ukrayna’daki savaş gibi Gazze’de yaşanan soykırım da Almanya’daki geniş halk kitlelerini, özelde ilerici güçleri ve barış yanlılarını bu gelişme dâhilinde taraf olmaya zorlamaktadır.

Ama hem olumlu hem de olumsuz şeyler yaşandı. Ülke genelinde halkın tüm kesimlerini kucaklayacak bir Filistinlilerle dayanışma hareketi somutluk kazanamadı. Ukrayna’daki savaş için sokağa çıkanların Gazze’deki soykırımı protesto ettiklerine nadiren tanık oluyoruz. Gene de Filistin ve Lübnan’dan gelen görüntüler ve haberler kitleleri harekete geçirdi, geçirmeye de devam ediyor. Sokaklara dökülen insan sayısı giderek artıyor. Birçok insan, Filistin yanlısı yeni örgütlerin kurulması ile birlikte, örgütlenmenin zaruri olduğunu görüyor. Bu da iktidardakilerin sükunetine son veriyor, “düzen”ini bozuyor.

Politik sol, Ukrayna savaşına kıyasla daha net ve daha iyi bir konum aldı. Zira neticede Filistinlileri Siyonist sömürgeciliğin mağdurları olarak görmek, Rusya’nın Batı emperyalizminin mağdur ettiği bir ülke olduğunu görmekten daha kolay.

Devletin yoğun propagandasına ve baskılarına rağmen dayanışma eylemlerinin sürüyor olması hiç de küçümsenecek bir şey değil.

Almanya’da, Müslümanlar gibi birçok başlıkta sorunlu konumlar alıyor olmasına rağmen solcu Filistin hareketi, bir bütün olarak, egemenlerin “Filistin meselesinden uzak durun, Filistinlilerle dayanışma eylemi yapmayın” türünden baskılarına ve hareketi bölme girişimlerine dirençle karşılık veriyor. Ama aynı durum, ülkedeki Filistin hareketi için geçerli değil. Sadece politik solu içermeyen bu hareket çok dağınık durumda.

Özetlersek: Aksa Tufanı, bizim sırtımıza dayanışma hareketini inşa etme sorumluluğunu yükledi. Bu sorumluluğumuz hâlen daha baki. Bir yıl boyunca dayanışma eylemlerimizi gerçekleştirdik, sokaklara döküldük, egemenlerin ve onlara bağlı çetelerin karşısına dikildik, sessizliği yarıp geçtik, yalanları ayaklarımızın altına alıp çiğnedik. Bu süreçte birçok örgüt ve kişi, Filistin’e yönelik konumunu gözden geçirdi, netleştirdi ve geliştirdi.

Bu dönemde bir yandan da kendi temel haklarımızı savunma mücadelesini gündemimizin başına yazmak zorunda kaldık. Artık şunu net bir biçimde görmeliyiz: Uluslararası düzlemde yaşanan ve emperyalist dünya “düzen”indeki küresel zayıflama denilen olumlu gelişme, bir yandan da emperyalist merkezlerde yaşayan ve mücadele eden bizim yaşam koşullarımızı daha da ağırlaştıracak. Ekim 2023’ten beri yaşanan, bu ağırlaşma sürecini yansıtan filmin basit bir fragmanı sadece.

Aksa Tufanı, aynı zamanda sınırlarımızı da bize gösterdi. Filistin hareketi, barış hareketi, sol ve komünist hareketler, birlikten, daha da önemlisi, birleşik bir stratejiden yoksunlar. “Dayanışma ne tür bir biçim alacak?” ve “Yol açacağı sonuçlarla Filistin’deki halkı etkileyecek bir dayanışmayı nasıl geliştirebiliriz?” türü sorulara bir cevabımız yok. Dayanışma faaliyetlerimizi yoğun bir biçimde sınırlayan, demokrasinin sökülüp atılmasına yönelik girişimlere karşı verilecek kavgaya dair bir sözümüz yok. 7 Ekim bizi, bu soruları cevaplama göreviyle yüzleştirdi.

Yeryüzünün Lanetlileri Son Savunmaya Çağırıyor

Filistin Komünist Partisi’nden bir yoldaşın öngörüsünde dile getirdiği biçimiyle, 7 Ekim’in Filistin’deki yerleşimci sömürgeciliğin sonunu getirecek sürecin başlangıcını ifade edip etmediğini bilmiyoruz. Kaygıyla, çileyle ve mücadeleyle geçen bir yılın ardından her şeyin kötü olduğunu, muhtemelen daha da kötüye gideceğini görmeliyiz. 7 Ekim 2023 günü Filistin’in bir yıl içerisinde özgür olacağını düşünen kişilerin yanıldıklarını gördük. BM ve “uluslararası toplum”a bel bağlayanlar gibi, Lübnan, İran veya başka devletlerin hızla, doğrudan ve geniş ölçekli bir askeri müdahale gerçekleştireceğini söyleyenlerin umutları da suya düştü.

Geçen yıl, duygusal gelgitlerin yaşandığı bir yıldı. Herkesi kuşatan neşe ve coşku yerini hızla şok ve dehşete bıraktı. Korku ve hayal kırıklığını ise güçlü bir meydan okuma takip etti. Şu dersi çıkartmak zorundayız. 7 Ekim’le birlikte, uzun soluklu kurtuluş savaşına ait, yavaş yavaş tırmandırılan bir yıpratma savaşının yaşandığı bir aşama başlamıştır. Bu sömürgeci savaşın niteliğine bağlı olarak, ilk planda Filistinliler ve başka ülkelerdeki Araplar ölmeye devam edecekler. Başarıların ve yenilgilerin yaşandığı, umudun ve neşenin ümitsizliğe, kedere, korkuya ve öfkeye eşlik ettiği, belirsizliğin ve güvensizliğin hüküm sürdüğü, yalanlarla ve dedikodularla dolu bir sürecin içine girdik.

7 Ekim, bölgedeki çelişkilerin tahammül edilemeyecek ölçüde derinleşmesi sonucu gerçekleşti. 7 Ekim, Ramallah’daki Filistinli liderlerin ve çok sayıda Müslüman-Arap ülkenin ihanetine yönelik bir cevaptı. 7 Ekim, Filistin’i görmezden gelen dünyaya dönük bir itirazdı. 7 Ekim, ezilen ve askeri açıdan zayıf bir halkın kendisine zulmedene o kadar da güçlü olmadığını göstermek için ortaya koyduğu öfkeli bir çabaydı. Bu anlamda çoktan başarılı oldu: 7 Ekim, Siyonist “düzen”in temellerinin kumdan olduğunu ispatladı. O yürüyüşü boyunca Gazze, devrimci Küba’nın tüm dünyaya ezberlettiği o eski sloganı haykırdı: “Ya vatan ya ölüm!” Filistin ayağa kalktı ve herkesin gözünün içine baka baka şunu söyledi: “Vardım, varım, varolacağım!”[18]

Komünist Teşkilât
14 Ekim 2024
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Shir Hever, “The End of Israel’s Economy”, 19 Temmuz 2024, Mondoweiss.

[2] “S&P Joins Moody's in Downgrading Israel Credit Rating”, 2 Ekim 2024, Cradle.

[3] Pit Walkens, “Moody’s Rating – Definition & Tabelle”, Deltavalue.

[4] Shir Hever, a.g.e.

[5] Thomas Berger, “Israel wirbt indische Arbeiter an”, 5 Ağustos 2024, Jungewelt.

[6] Abdelraouf Arnaout, “Israeli War Costs Economy over $67.3 Billion”, 15 Ağustos 2024, AA.

[7] Eine Million Zionisten flohen nach der Al-Aqsa-Sturm-Operation”, 18 Ağustos 2024, Irna.

[8] “Vast Majority of Israelis Abroad Say ‘No Intention to Return'”, 20 Mart 2024, Cradle.

[9] “Sechs Monate nach dem Angriff der Hamas auf Israel”, 12 Nisan 2024, BPB.

[10] “Only 70 out of 1,100 Ultra-Orthodox Jews Complied with Draft Orders”, 22 Ağustos 2024, Cradle.

[11] “Israeli forces admit soldiers death toll reached 700”, 25 Ağustos 2024, Mayadeen.

[12] “Israel Recalls 15,000 Reservists as Casualties in Gaza Mount”, 20 Ağustos 2024, Cradle.

[13] “Israeli hospitals record over 5,000 wounded in fight against Hezbollah”, 27 Ağustos 2024, Cradle.

[14] Tamara Qiblawi vd., “Netanyahu says ‘victory’ over Hamas is in sight. The data tells a different story”, 5 Ağustos 2024, CNN.

[15] “Militärische Analyse: Was macht Hisbollah?”, 24 Eylül 2024, ON.

[16] Kayzer II. Wilhelm, Almanların sorumluluğuna yapılan vurgu üzerinden emperyalist çıkarlarını meşrulaştırmak amacıyla, Emanuel Geibel’in bir şiirine atıfta bulunur. Şiirde dünyanın yeni Alman karakterine bürünerek kurtulabileceğinden” (“Am deutschen Wesen mag die Welt genesen”) söz edilmektedir.

[17] “Güneşteki yerimiz” (“unser Platz an der Sonne”) ifadesi, Alman İmparatorluğu’nda diğer emperyalist güçler karşısında sömürgelerle ilgili hak iddialarını meşrulaştırmak için kullanılıyordu.

[18] 14 Ocak 1919 günü Rosa Luxemburg, Berlin’deki Spartaküs Ayaklanması bastırılıp Karl Liebknecht ile birlikte öldürülmesinden birkaç saat önce “Berlin’e Düzen Hâkim” başlıklı yazısını yayımladı. Yazı şu şekilde bitiyordu: “[…] ‘Berlin’de düzen hâkim’miş! Sizi gidi aptal dalkavuklar! Sizin ‘düzen’iniz kumdan kale. ‘Yarın devrim bir kez daha ayağa kalkacak, silâhlarını çekecek’ ve savaş davulları eşliğinde sizi dehşete düşürerek şu sözü haykıracaktır: ‘Vardım, varım, var olacağım!’ […]” Yazının Türkçesi: İştiraki.

0 Yorum: