14 Ocak 2024

,

Vaha

Burjuva ideolojisi gibi liberalizmin de çıkış noktası, başka bireylere karşı konumlanmış, yalnız bireydir. Marx, bu anlayışı Grundrisse’nin giriş bölümünde eleştirir.

“Bir toplumda üretimde bulunan bireylerin, dolayısıyla bireylerin gerçekleştirdiği, toplumun belirlenimi altında olan üretimin çıkış noktasını teşkil ettiğini” söyleyen Marx, muarrızı Adam Smith ve Ricardo gibi isimlerin üzerine bastığı zemini ele alır. Bu isimler, çıkış noktası olarak “yalnız birey”i, onun somuttaki karşılıkları olan “avcı ve balıkçı”yı almaktadırlar. Marx’a göre bu yaklaşım, “on sekizinci yüzyılın yaratıcı yönü olmayan fantezilerinden birisi”dir.

Marx’ın tespitiyle, “Medeniyet tarihçilerinin zihinlerindeki hülyalarla çelişen hayaller satan Robinsoncular, neticede yanlış idrak edilmiş olan doğal hayatı yeniden ıslah etme ve onu aşırı ölçüde arındırma çabası dâhilinde verilmiş bir cevabı ifade etmektedirler.”

Marx, bu ıslah ve arındırma çabasındaki öznelliği, o öznelliğin doğallaştırılmasını, temelde burjuva öznelliğini eleştirir. Bu öznelliğin doğal olduğuna dair fikrin Robinsoncuların yanılsamasından ibaret olduğunu söyler. Onun eleştirdiği, burjuvazi ve ona yüklenen kutsiyettir. Marx, tarihi burjuvaziden başlatmamanın bilincidir. Başlatanlar, Marx’ı tasfiye etmeye mecburdur.

“Burada aslında on altıncı yüzyılda gelişmeye başlayan, on sekizinci yüzyılda olgunlaşma yönünde büyük adımlar atmayı bilmiş olan ‘burjuva toplumu’nun beklentisi söz konusudur. Bu serbest rekabet toplumunda birey, kendisini tarihin ilk dönemlerinde özel ve sınırlı bir insan kümesinin eklentisi kılan doğal bağlardan kurtulmuş gibi görünür. Smith ve Ricardo’nun hâlen daha omuzlarına bastığı on sekizinci yüzyıldaki elçiler, on sekizinci yüzyıldaki bu bireyi bir yandan feodal toplum biçimlerinin dağılmasının bir yandan da on altıncı yüzyıldan beri evrilen yeni üretici güçlerin bir ürünü olarak tahayyül ettiler ve onu varlığı geçmişe ait olan bir ülkü olarak değerlendirdiler. Bu kişiler, söz konusu bireyi tarihsel bir sonuç değil, tarihin çıkış noktası olarak gördüler. Onlara göre bu birey, tarih denilen süreçte gelişen bir şey değildi, bizatihi doğa eliyle var edilmişti. Zira bu birey, bu kişilerin insan doğası anlayışı uyarınca, doğal bireydi.”[1]

Burjuva, kendisini doğal ve mutlak çıkış noktası olarak belirledi. Doğanın ürünüydü, mutlak ve kutsaldı, dolayısıyla, tarih ondan neşet etmiş, ondan başlamıştı. Her türlü burjuva düşüncenin işi, burjuvazinin bir sonuç ve biçim olarak ele alınma ihtimalini ortadan kaldırmaktı. Burjuvazi, bu düşüncelerle kendi varlığını neden ve öz olarak takdim etmeyi bildi.

Demek ki genel manada feodal ilişkilerin tasfiye edildiği bir gerçeklikte burjuvaziyi öz ve neden olarak belirleyen sol sosyalist yaklaşımlar, liberalizme kapaklanmak zorundaydı. O feodalite hiçbir zaman tasfiye edilmemiş olmalıydı ki burjuva ölçütü ve burjuva fikriyatı her daim hükmünü yürütsün. Her yerde ve zamanda illaki feodal kalıntılar bulunmalıydı ki burjuvazi ve küçük uşakları kendilerini dayatabilsin. Dolayısıyla, her fırsatta, o neden ve öz olarak burjuvazinin dışındaki her şey “feodal gericilik” torbasına atılmalıydı. Yalnız birey korunmalı, onun başlattığına “Tarih”, başlatmadığına “Tarih dışı” denilmeliydi.

Türkiye’de liberalizm, Kürd’ün ve İslam’ın yerleşimci-sömürgeci bir fikir ve eylem dâhilinde tasfiye edilmesi için var. Bu anlamda, burjuva-merkezci sosyalist hareket, ne yaparsa yapsın, liberalizm bataklığında debelenmek zorunda. Ölçüsü burjuvazi, ölçeği devlet olan sosyalistlerin Kürt ve İslam düşmanlığı, onlardaki liberalizmin somut tezahürü.

“Burjuva ideolojisi gibi liberalizmin de çıkış noktası, başka bireylere karşı konumlanmış, yalnız bireydir.”[2]

Bu yalnız birey, avcı-balıkçı formu kazanabilir. Amerika’da ilk yerleşimcilerin modeli ve ölçütü, yalnız kovboy veya yalnız misyonerdir. Kızılderililerin ekmeyi bile bilmedikleri toprak, onun hakkıdır. Yağma ve talan, medenileştirme misyonu anlayışı üzerinden meşrulaştırılır. Islah ve arındırma çabası, burjuvaziyi tanımlar. Kızılderililerin başı, o medenileşme ve ilerleme için kesilmelidir.

Benzer bir fikir, Tocqueville’in Fransız sömürgesi Cezayir ile ilgili yaklaşımında da vardır. Liberalizm, işgalci ve sömürgecidir. “Amerika’da özgürlük ve demokrasi olduğundan söz eden” Tocqueville,

“şu lafı etmekten zerre tereddüt etmez: ‘İster köy ister kasaba ister şehir, insanların toplaştığı, bir araya geldiği her yer yok edilmeli. Kanaatimce asıl önemli olan, Cezayir’deki direnişi lideri) Abdülkadir’in kontrolündeki bölgede tek bir kasabanın hayatta kalmasına veya ayağa kalkmasına izin verilmemeli.”[3]

Sosyalistler, işgalciliğin ve sömürgeciliğin güç ve ivme kazandığı momentte liberalleşmeye mecburdurlar. Köy ve kasabaların ıslahı ve arındırılması için ölçüt, bireydir, yalnız bireydir, burjuvazidir. Sosyalistler de işgalciliğe ve sömürgeciliğe karşı örgütlenmiyorlarsa demek ki o birey ve burjuvazi ölçütüne göre örgütleniyor, varoluyorlardır. Onlar, bu örgütlenme ölçüsünde liberalleşeceklerdir.

Türkiye’de yalnız kovboyun ve yalnız bireyin karşılığı, yalnız kurt imgesidir. Anadolu, yabanın, barbarın, gericinin işgali altındadır. Balkanlılar, Avrupa’nın ve burjuvanın kültürünü özümsemiş olanlar, cumhuriyetçi bir savaş dâhilinde, bu yabanı, barbarı ve gerici güruhu temizlemiş, ona diz çöktürmüşlerdir. Antalya-İzmir hattında fiiliyatta emperyalizmle, yabancı tüccarlarla somut ticari ve kültürel ilişki içinde olanların yalnız kurtluğu, esas ölçüttür. Tüm Türkiye, o ölçüt önünde diz çökmelidir. Diz çökmeyenler yok edilmelidir.

Amerika’daki yerleşimci-sömürgecilik, İsrail’e de Türkiye’ye de ruh üflemiştir. Yabanı, barbarı kovma anlayışı, arındırma ve ıslah projesi, İsrail gibi Türkiye’de de güçlüdür. Bu anlayışın somut bir karşılığı da Güney Afrika’dır. Bugün ırk ayrımcısı Güney Afrikalı beyazlar, İsrail vatandaşlığı için başvuru yapmaktadırlar. Türkiye’nin beyazı da İsrail’e desteğini aynı “vatan”daşlık düzleminde sunmaktadır. O TKP üyesi, 7 Ekim saldırısında “Vatanımızı savunacağız” demeye mecburdur.

Yalnız birey, burjuvaziyi ifade eder. Yalnız kurt, yalnız kovboy ya da yalnız Siyonist, bir vaha oluşturur kendisine. Artık tek varlık nedeni, onu korumaktır. Siyasetinin tek ölçütü, o vahadır. Vahaya herkes giremez, girmemelidir.

Yalnız kurdun vahası, Kürd’e ve İslam’a karşıdır. Kürd’ün içinden birileri, İslam’a vurarak o vahada yer yurt sahibi olabileceğini düşünmüştür. İrfan Aktan, o sebeple, bir Avrupai toplantıda efendilerine, “Bize İslam düşmanlığı yaptırarak bizim yolumuzu açıyorsunuz, ama bu, bir sonuç vermiyor” diye ağlama gereği duymaktadır. Kürt, İslam düşmanı oldukça Avrupa’da kendisine koltuklar verildiğini görmüştür. Petrol kuyularına bekçi olmak, yalnız kurda alan açmaktan başka bir işe yaramamaktadır.


“Bu Balkanlılar geldi, Anadolu’yu yabandan, yobazdan kurtardı” anlayışı, hem Celâl Şengör’de hem Liberal Parti başkanı Cem Toker’de hem de TKP’li Orhan Gökdemir’de vardır.[4] TKP’nin Filistin düşmanı pankartında yazan “hilafetçiler, cumhuriyet düşmanları” ibareleri, bu yabanı ve alttaki liberalizmi anlatır. Filistin kadar Müslüman da Kürt de yabandır. TKP, ülkeyi kurduğu, tarihi başlattığı iddiasında olan yalnız burjuvaziye örgütlenmiş, onun kulu olmuştur. Bundan başka bir toplum ve tarih tahayyülü yoktur. Onu korumaya çalışmaktan başka siyaseti olamaz.

Dersim, yalnız kurdun ilk huruçlarından, ilk seferlerindendir. Bugün birçok CHP’li, orada o dönemde feodal ağaların ve yobaz-şeriatçı aşiret liderlerinin olduğuna inandırılmıştır. Bu anlamda, Dersim operasyonu, Maçoğlu’nun Kadıköy adayı yapılması ile tamama erdirilecektir. Dersim’deki devrimci potansiyel, Kadıköy’ün yalnız kurtlarına peşkeş çekilmelidir. Kadıköy, yalnız kurdun, burjuva-merkezciliğin odağıdır. Bu ülkede Maoizm, halk savaşı vermeden, biri iki etmeden, Kadıköy denilen kurtarılmış bölgeye süs olmak suretiyle, ölmüştür.

TKP, kendisine yağma sonucu verilen Ermeni mülküne inşa ettiği Nâzım Kültür’den ülkeye ve dünyaya bakmaya alışmıştır. Orada sadece “yaban, barbar ve gerici sürüler” görebilmekte, elindeki süzgeç ile dişine uygun yalnız bireyleri toplayabilmektedir. Eline verilen çekiç, bunu emretmektedir. Parti, bu emir uyarınca, sınıflar mücadelesine ve sınıfın iktidarına körleşmiştir.

Şehrin ağalara-paşalara göre yeniden inşa edildiği momentte, oraya sadece kâhyaların ve bekçilerin giriş izni olacaktır. O Kültür Merkezi’nde bunu gören partililer, şehirdeki yabanı, yoksulu kovmak için iki katlı otobüste partileyen, seksi direk dansları yapan, uyuşturucu kullanan yalnız kurtların ideolojisine ve pratiğine teslim olmuşlardır.

Yoksulların kovulduğu şehir, kendisine uygun solculuğu feminizm, lubunizm, veganizm üzerinden imal etmektedir. Bu üç ideoloji, esasında kâhyaların ve bekçilerin şehirde kalmak için efendilerine yalvarma, hoş görünme yöntemidir.

TKP ve benzerleri, burjuvazinin sonuç ve biçim olduğuna dair Marksist teoriyi tasfiye etmekle yükümlüdürler. Burjuvazi denilen ölçütü korumayı görev bellemişlerdir. Bunların “Cumhuriyet” derken kastettiği, burjuvazinin kudretidir. HDP tarafının “demokrasi” derken kastettiği de yalnız birey ve burjuvazidir. Burjuvazi, kalelerine bekçiler, malikânelerine kâhyalar imal etmektedir.

Gazeteci Şaban Sevinç’in “Üç Selânikli” vurgusu da burjuva ölçütüyle ve bu ölçüt uyarınca Kürd ve Müslüman düşmanlığıyla alakalıdır. “Selânik”, yalnız kurda ve burjuva iktidarına dair bir imgeden ibarettir. Cem Toker, bir liberal olarak “Burası Müslüman bir Balkan ülkesi” demektedir. Buradaki “Müslüman”, Hristiyan’a karşı söylenmiştir ve aslında “Burası Yahudi yurdudur” denilmektedir. Cem Toker’in Balkan ya da değil, her şekilde Müslüman’a ve Arap’a düşman olduğu açıktır. TKP de Cem Toker de Meral Akşener de Ümit Özdağ da birey ülküsüne ve burjuva-merkezciliğe bağlıdır, ona kuldur.

Sıtarbaks bekçisi Özdağ, son birkaç aydır bir “Siyonist ajan” olarak faaliyet yürütmüştür. Buna mecburdur. Kendi ülkesiyle İsrail arasında kopmaz bağ olduğu düşüncesindedir. Varlığını o bağa borçlu olduğunun bilincindedir. İsrail’e yönelik her türden zararın kendi ülkesine zarar vereceği kanaatindedir. Arap düşmanlığını örgütlemek istemesi, onun faşizmine mündemiç olan liberalizmle alakalıdır. O, Arap’ı ucuz işçi olarak sömüren güçlere hizmet etmeye mecburdur. Yalnız kurt, yalnız kovboyun emrindedir.[5] Son seçimlerde Kılıçdaroğlu başkan olsaydı, bugün o Koç Üniversitesi’ndeki Alevi Kürt’ün içişleri bakanının Özdağ olacak olması üzerinde durulmalıdır. O Alevi Kürt, yalnız kurdun peşine takılmış olmanın ceremesini çekmektedir.

Yerleşimci-sömürgecilik, yalnız kurdun yabanı ve barbarı kovma mücadelesi dâhilinde, CHP’yi faşizmin yanına yuvarlamıştır. AKP, bahaneden ibarettir. AKP, o yalnız kurtların, Balkanlıların, ıslahçıların ve arıtmacıların akıncı birliğidir. Amerika’nın Tom Amca’sıdır. Ev kölesidir. Efendileri için yol açmakta, alan temizlemektedir. Bu ülkede hükümet, 1981’de “hem Ortadoğulu ama hem de Avrupalı olabilmeliyiz” diyen Rahmi Koç’un emrini yerine getirmeye mecburdur.[6] Konuşan, onların ölçüsü, onların vahasıdır.

Eren Balkır
8 Ocak 2024

Dipnotlar:
[1] Karl Marx-Frederick Engels, Collected Works, Cilt 28, Çev. Ernst Wangermann, s. 17-18.

[2] Joshua Moufawad-Paul, “Marksizmin Liberalleştirilmesiyle Mücadele”, 28 Nisan 2020, İştiraki.

[3] Domenico Losurdo, “Özgürlük ve Kölelik Arasında: Liberalizmin Kördüğüm Olmuş Çelişkisi”, Haziran 2012, İştiraki.

[4] “Bizim cumhuriyetimiz bir Rumeli ürünüdür.” [Orhan Gökdemir, “Fırtınadan Önce”, 22 Nisan 2017, Sol.]

[5] Yalnız kurtla TKP arasındaki ilişki, 2022 haziranında Özdağ’ın “bana parti içerisinden bilgi verenler var” sözünde karşılık buluyor. Kemal Okuyan meseleyi, “eğitim veririz, olur biter” kolaycılığıyla geçiştirdi, ama o parti içindeki Ümit Özdağcılara dair bir şey yapılmadı. İdeolojik kesişim, Marx’ın yalnız birey ile ilgili tespitinde aranmalı. Konuyla ilgili bir değerlendirme için bkz.: Eren Balkır”, “Yalı Kavağı”, 13 Haziran 2022, İştiraki.

[6] “1980’lerde Türk Ekonomisi Belgeseli”, 21 Eylül 2018, Birinci Bölüm ve 28 Eylül 2018, İkinci Bölüm. Konuyla ilgili kısa bir değerlendirme için bkz.: Eren Balkır, “Koç Taşağı”, 7 Ekim 2018, İştiraki.

0 Yorum: