Breaking Things at Work: The Luddites Are Right About
Why You Hate Your Job [“İşte Her Şeyi Kırıp
Dökmek: Luddcular İşinizden Neden Nefret Ettiğiniz Konusunda Haklılardı”]
isimli kitabında Gavin Mueller, hepimizden frene basmamızı istiyor. Son süreçte
teknoloji şirketleri, muazzam bir mali ve ideolojik güç biriktirdiler, bu hâlleriyle,
bugün toplumu gözetleme ve algoritma temelli yönetim üzerine kurulu bir
geleceğe taşıyorlar. İşyerindeki yeni teknolojilerin hayatlarımızı
kolaylaştırmak yerine genellikle işçileri kontrol etmek için uygulandığı
gerçeğini görmemizi engelleyen teknolojik ilerleme vizyonu, bizi fazla
büyüledi.
Mueller, yeni kitabında otomasyonun sunduğu vaatlere
“saçmalık” diyen yeni yavaşlamacı siyasetine hizmet etmek adına, Luddcuların o
hep yanlış anlaşılan mirasını diriltiyor. İşçilerin bilimsel yönetime ve
fabrika disiplinine karşı mücadelelerinin tarihinden ilham alan kitap,
işyerinde işçilerin özerkliğini tehdit eden yeni teknolojik müdahalelere karşı
militan bir muhalefeti nasıl geliştirebileceğimize dair bir vizyon sunuyor.
Kitap, Silikon Vadisi’ndeki fikir ve uygulamaların
ilerici amaçlar için benimsenebileceği görüşünü eleştiren, solda giderek
büyüyen bir hareketin parçası. Aaron Benanav’ın Automation and the Future of
Work [“Otomasyon ve İşin Geleceği”] ve Jason E. Smith’in Smart Machines
and Service Work [“Akıllı Makineler ve Hizmet İşi”] isimli eserleriyle
birlikte okunduğunda, rüzgârın artık teknoloji konusunda iyimser olan ve
“paylaşım” ekonomisinde komünist geleceğe ait parıltıları, Amazon’da ise
merkezi planlamayla ilgili bir imkânı gören yaklaşımdan yana estiğini
görebiliriz. Mueller, “Marksistleri Luddculara dönüştürmek istiyor” ve bu
teknoloji yanlısı solun ilgili kesimine odaklanıyor.
Mueller, bizi geleceği icat etmeden önce geçmiş
üzerine yeniden düşünmeye çağırıyor. İddiasına göre “Marksistler, teknoloji, iş
yerlerinde işçiler için zararlı olacak şekilde kullanıldığında bile onu
eleştirmediler.” Teknoloji, sol tarafından sıklıkla kazanılabilecek ve
özgürleştirici amaçlarla kullanılabilecek, tarafsız bir güç olarak görülüyor.
Mueller’a göre, Karl Kautsky ve Rosa Luxemburg’dan Lenin ve Bolşeviklere kadar
pek çok Marksist, kapitalist üretim ve örgütlenmenin gelişiminin kaçınılmaz
olarak sosyalist bir topluma yol açacağını düşünen ekonomik determinizmin ve
kaderciliğin kurbanıydı. Bu teknolojiye dair görüş, yirminci yüzyılın örgütlü
işçi hareketlerine ve oradan da çağdaş çalışma sonrası teorisyenlerine kadar
varlığını sürdürüyor. Bu başarısızlıkların ışığında kitap, kapitalizm sonrası
bir gelecekte teknolojinin rolünün derinlemesine yeniden kavramsallaştırılması
için önceki işçi mücadelelerine ve “Marksizmin sapkın akımlarına” yüzünü
dönüyor.
Bir Luddcu Ne İster?
Şaşırtıcı olan şu ki bu yeni Luddcu projenin çok ufak
bir kısmı, Luddculuğun tarihyazımına dair yeni yorumu temel alıyor. Luddcuları
tarihin aptalları olarak gören, “kaçınılmaz olarak gerçekleşmiş olan bugünümüze
uzanan yol üzerindeki hız tümseği” şeklinde değerlendiren yaklaşım tabii ki
eleştirilmeli, fakat işçi mücadeleleri tarihiyle ilgilenenler açısından bugün
elimizde ilgili hareketin nasıl anlaşılması gerektiğini radikal manada yeniden
değerlendirebilmek için hiçbir yeni kanıt bulunmuyor. Luddcuların teknoloji
düşkünü çağımıza dair geliştirdikleri ana görüşlerden birisi, “teknolojinin
politik olduğu, birçok hâlde ona karşı çıkılabileceği, hatta çıkılması
gerektiği” yönündedir. Luddcular, teknolojiye makinelerden nefret ettikleri
veya aklı kıt teknoloji düşmanları oldukları için karşı çıkmadılar, onların
teknolojiye karşı çıkmalarının sebebi, küçük ölçekli imalatı temel alan hayat
tarzlarını, zanaatlarını ve özerk varlıklarını korumak istemeleriydi.
Bugün yeni Luddcu olmaksa, yeni teknolojinin işçilere
karşı silah olarak kullanılma biçimlerine karşı duyarlılık geliştirmek
demektir. Yeni Luddculuk, sömürünün ve teknolojik kontrolün yeni biçimlerine
karşı militan bir itiraz geliştirmeyi ve diğer işçilerle dayanışma içinde
olmayı önemser. Daha da önemlisi, yeni Luddculuk, işçilerin özgürlüğü ve işin
yeniden örgütlenmesiyle ilgilidir. Teknolojiye eleştirel bir bakış açısı, işi
bir mücadele alanı ve sermaye ile emek arasındaki temel karşıtlığın temeli olarak
görmemizi sağlar. Yeni Luddculuğun olumlu içeriği, üretim noktasında yeni işçi
kontrolü biçimleri kurarak işçilerin çalışma hayatlarında daha fazla özgürlük
için nasıl mücadele edebilecekleriyle ilgilidir.
Bu sebeple Mueller’ın kitabının yürüttüğü asıl
tartışma, Luddcularla değil, Otonomcu Marksizmden çıkartmamız gereken derslerle
ve onun bugün sosyalist mücadeleyle ilişkisi içerisinde bizi nasıl
yönlendirdiğiyle ilgilidir. Yazarın yürüttüğü polemiğin ana hedefinde, son
dönemin “çalışmanın aşılması”nı öngören, “hızlandırmacı” teorisyenler durur. Bu
isimler arasında Paul Mason, Aaron Bastani, Nick Srnicek ve Alex Williams gibi
isimler bulunmaktadır. Bu yazarları birbirine bağlayan bağ ise genelde Otonomcu
Marksizmin etkisi, özelde de kapitalizm sonrası gelecekte teknolojinin olası
olumlu rolüne dair anlayıştır. Bu isimler, bu süreçte önemli bir rol oynayan
enformasyon ve haberleşme teknolojileriyle birlikte, kapitalist üretimin mevcut
kabuğunun altından yeni bir komünizmin doğduğu görüşünde ortaklaşmaktadırlar.
Kitabın ana iddiası, Antonio Negri değil de daha çok
Raniero Panzieri üzerinden hareket eden Otonomcu Marksizmi kesen farklı bir
yolun yürünebileceği yönündedir. Kitapta İtalyan geleneği içerisinde yürütülmüş
tartışmalar pek fazla öne çıkmasa da Panzieri’nin makinelerin altmışlarda
İtalyan fabrikalarında meydana gelen dönüşümde oynadığı role dair analizi, arka
planı teşkil etmektedir. Panzieri, teknolojik-bilimsel gelişimin sorunsuz ve
ilerici bir hareket olarak anlaşılabileceğine inanan bir isim değildi. Bu
noktada Panzieri, daha fazla üretim ve daha fazla kâr için işçileri disipline
eden teknik aklın ürettiği “makinelerin kapitalizmdeki kullanımı” konusunda
daha ciddi bir değerlendirme sunuyor. Panzieri'ye göre sendikalar, fabrikalara
yeni teknolojinin getirilmesine razı olurken, ücretler konusundaki mücadelelere
odaklanma eğilimindeydi.
Otonomcu Marksizmin öneminin bu şekilde yeniden
yorumlanması, aynı zamanda Marx'ın kendi yazılarının farklı bir şekilde
okunduğuna da delalettir. Öyle ya, madem Kapital’deki “Makineler ve
Geniş Ölçekli Sanayi” başlığı altında daha gelişkin ve daha derinlikli bir
değerlendirme sunuluyor, neden gidip Marx’ın Grundrisse’sindeki
“Makinelere Dair Parçalar” başlıklı o ünlü bölüme kafa patlatalım ki? Kapital’deki
ilgili bölümde Marx, “1830’dan beri yapılan icatların tüm tarihini yazan kişi,
bu icatların tamamının yegâne amacının, işçi sınıfının isyanına karşı sermayeye
gerekli silâhları temin etmek olduğunu görecektir” diyor. Bu anlamda Marx,
teknolojiye şüpheyle yaklaşan bir bakış açısına sahip ve teknolojiyi büyük
ölçüde çözümden çok sorunun bir parçası olarak görüyor.
Marksizm ve İşin Dönüşümü
“Çalışma sonrası” teorisyenlerine ek olarak Mueller’ın
kitabı, bir yandan da on dokuzuncu ve yirminci yüzyıl Marksistlerinin
oluşturduğu geleneğe karşı da konum alıyor. İddiasına göre bu geleneğin üyeleri
işçinin özerkliği fikrine karşı çıktılar, bunun yerine, üretimin örgütsel
niteliğinin politik değil, bilimsel olması gerektiği üzerinde durdular.
Benim Alman işçi hareketine dair araştırmamın da
ortaya koyduğu biçimiyle, yeni Luddcuların bu hareket içerisinde beklenenden
daha fazla müttefik bulacağını söyleyebiliriz. Marx kadar İkinci
Enternasyonal’in önemli birçok teorisyeni de kaba ekonomik ve teknolojik
determinizmin özellikleriyle örtüşen isimler değillerdi.
Kendi döneminde “Marksizmin papası” olarak anılan Karl
Kautsky, üretim süreci dâhilinde sanayinin demokrasiyle taçlandırılması ve
“işçilere geniş ölçüde özyönetim imkânı sunacak yönetim tarzı”nın devreye
sokulması fikrini güçlü bir dille savunmaktaydı. Kautsky, iş yeri demokrasisi
yoksa “komünist ekonominin despotizme temel teşkil edeceğinin farkındaydı.”
Kautsky, millileştirmenin tek başına yeterli olmayacağını, özel mülk sahibi
kapitalistlerin yerine devlet memurlarının getirilmesinin işçilerin işteki özgürlüklerine
dair endişeleri gidermeyeceğini açık bir dille ifade ediyordu. Ona göre,
“ekonomik hayatın demokratik yollardan örgütlenmesi ve ekonomik kurumlara
işçilerin demokratik yollardan müdahalesi şarttı. Belirli iş kollarında işçi
yönetimi devlet bürokrasisinden bağımsız olmalı, sanayideki demokrasi dâhilinde
işçilere özyönetim imkân ve becerileri kazandırılmalıydı.”
Kautsky'nin teorisinin (Otto Bauer, Rudolf Hilferding
ve Karl Korsch gibi dönemin diğer Marksistleriyle birlikte) sağladığı diğer bir
fayda da, saf işçi kontrolüne ilişkin sendikalist görüşlerin aksine,
üreticilerin çıkarlarının genel toplumun çıkarlarıyla nasıl dengelenebileceğine
dair geliştirdiği görüştü. Kautsky'nin işyerleri üzerindeki kontrolün herhangi
bir aracı kurum olmaksızın doğrudan işçilere devredilmesinde gördüğü tehlike,
güçlü endüstrilerde işçi aristokrasilerinin oluşması riskiyle ilgiliydi. Asıl
endişe veren husus, “İşçilerin toplumu rahatsız etmeden ücretleri artıracak,
çalışma saatlerini azaltacak, üretim hacmini düşürecek ve ürünlerinin
fiyatlarını artıracak olması”ydı.
Sendikalizmde “özel kapitalistler üzerine kurulu
kapitalizmin yerini ancak üretici kapitalizminin, yani belirli üretici
gruplarının özel sahipliğinin alma ihtimalini” gören bir isim de Karl
Korsch’tu. Bu açmazdansa ancak farklı ekonomik yapılar arasında koordinasyon
tesis edecek ve toplumun farklı kısımlarının çıkarlarının dengelenmesine
katkıda bulunacak devlet benzeri bir kurumla kurtulmak mümkündü. Bu yaklaşım,
belirli düzeyde merkezi planlanmaya dayalı yatırımla bağlantılı tekil
firmalarda işçi kontrolüne imkân vermekteydi.
İkinci Enternasyonal içerisindeki Marksistler de işin
kendisinin nasıl dönüştürüleceğine dair planlara sahiplerdi. İşçiler üzerinde
kapitalist hâkimiyeti sağlamak için kullanılan yöntemlerden uzak duran Rosa
Luxemburg, sosyalist bir toplumda “fabrikaların, işin ve tarım işletmelerinin
eşyaya dair yeni bir bakış açısı üzerinden yeniden organize edilmesi
gerektiğini, herkesin kendi esenliği için, birlikte çalıştığı sosyalist bir
toplumda işçilerin sağlığının ve çalışma hevesinin işte en fazla dikkat edilmesi
gereken husus olduğunu” söylüyordu. Luxemburg, ayrıca “Olağan imkân ve
becerileri aşmayan kısa çalışma saatleri, sağlıklı atölyeler, işçinin kendisini
toparlamasını sağlayacak tüm yöntemler ve çalışma tarzları devreye sokulmalı,
böylelikle herkes kendi yaptığı işten keyif alabilmeli” diyordu.
Kautsky de işbirliğine dayalı sosyalist üretimde
“emekçilerin demokratik örgütü”nün çalışma koşullarını düzeltecek delegeler
seçebileceğinden bahsediyordu. Ona göre, çalışmanın kendisi de reforma tabi
tutulmalı, çalışma saatleri kısaltılmalı, iş yeri daha güvenli ve daha hijyenik
kılınmalı, çalışmanın kendisini daha keyifli hâle taşımalıydı.
Pek çok Marksistin, kapitalist üretim tarzında
kullanılan makineleri ve örgütsel biçimleri, “kendi politikaları olmayan”
tamamen tarafsız araçlar olarak gören yaklaşımı asıl meselenin üzerinden
atlıyor. Teknolojinin politik olduğunu söyleyen görüş, meseleye dışarıdan
bakan küçük bir eleştirmen grubuna özgü bir görüş değil. Marksistlerin
mücadeleye yönelik vurgusu, teknolojinin kullanımını kimin kontrol ettiği ve
onun getirdiği ilerlemelerden kimin yararlanması gerektiğiyle ilgilidir.
Aslında Mueller’ın düşünmeyi tahrik eden kitabının
rahatsız edici yönlerinden birisi de çalışmanın aynı fikirde olmadığı
teorisyenlerin çoğunun aldıkları konumları karikatürize etmesidir. Kitapta
Aaron Bastani’nin pek ciddiye alınamayacak olan çalışması Fully Automated
Luxury Communism [“Tam Otomatik Lüks Komünizmi”] günümüz solunun neredeyse
tamamını temsil eden bir esermiş gibi takdim edilirken, yirminci yüzyılın
kimi Marksist teorisyenlerinden, meseleye ilgisiz otoriterler, hatta kapitalist
soyguncu baronlardan kimi yönlerden daha iyi olan kişilermiş gibi
bahsedilmektedir. Ancak biz, oluşmakta olan yeni Luddcu konumla teknolojinin
kapitalizmden kurtarılmasının nispeten daha makul yollarını teorileştirmiş
sosyalistler ve sosyal demokratlar arasında ileride bir diyalogun oluşacağına dair
umuda sırtımızı gene de dönmemeliyiz.
Teknolojiye Dair Bazı Sorular
Yeni Luddcu proje, hangi tür teknolojilere karşı
çıkmamız gerektiği sorusunu gündeme getiriyor. Bu proje bir yandan, içinde
olduğumuz çağa hâkim olan “teknoloji her şeyi çözer” diyen genel anlayışa
eleştirel bir saldırı anlamında teknolojiye karşı bir polemik yürütmektedir.
Mueller’ın kitabında da teknolojiyi savunmayan, hatta ona karşı olan Luddcu
konum kendince dil bulmakta, söz konusu konum, bir yerde “teknolojinin
işçilerin özgürlük alanını daralttığını”, bir yerde de “onun insanların kendi
hayatlarını kontrol edebileceklerine dair hissi onlardan çaldığını”
söylemektedir. Bu tür lafların edildiği yerlerde kitap, modern teknolojinin
insanları makinenin güçsüz birer dişlisine indirgediği yollara karşı Haydegerci
bir itiraz geliştirmektedir. Makineleri parçalama ve sabotaj eylemlerine dair
hikâyeler, tam bu çerçeveye oturmaktadır.
Bir yandan da kitap, “yüksek teknoloji Luddcuları”na
dair tarihsel örnekler aktarmakta, buradan teknolojinin reforma tabi tutulup
iyileştirilmesine vurgu yapmaktadır.
Orduya yönelik belirli projelerde çalışmayı reddeden
Google çalışanları veya alternatif amaçlara hizmet etmek için cihazları yeniden
düzenleyen bilgisayar korsanları, esasen teknolojinin nasıl kullanılacağı
konusunda seçici olan, bu meseleye kafa yoran, ayrım yapan, teknolojinin
kimlerin çıkarlarına hizmet ettiğini düşünen kişilerdir.
“Teknoloji” teriminin tam anlamının neden muğlâk
bırakıldığı merak konusudur. İşçileri takip eden bilgisayarlar, akıllı
telefonlar ve Amazon bilekliklerinin hepsi teknolojidir; ancak kitaplar,
aletler ve William Morris'in arseniğe daldırılmış duvar kağıtları da teknolojidir.
Mueller, bazen üretim araçlarının gelişiminden
bahsederken, “kapitalist teknoloji” terimini kullanıyor, bazı yerlerde ise iş
yerindeki disiplin uygulamalarına, fabrika içerisindeki belirli tipte
teçhizata, bilgisayarlara ve donanıma atıfta bulunuyor. Kitabın önemli bir
kısmında asıl hedefte olan husus, teknik cihazlar değil, çalışma sürecini
yöneten sistemlerdir. Kitap, çoğu zaman yeni teknolojiler içeren bu sistemlerin
birçoğunun, işyerindeki patronlar tarafından, işçilerin terini dökerek
üretkenliği ve kârı artırmak için uygulandığı sezgisinden hareket ediyor gibi
görünüyor. Bu şüphesiz ki doğrudur, ancak teknolojinin zararlı kullanımlarının
yararlı olanlardan nasıl ayırt edileceği sorusunu cevapsız bırakmaktadır.
Srnicek ve Williams’ın Inventing the Future [“Geleceği
İcat Etmek”] kitabında, bir yandan da teknoloji siyasetine dair daha detaylı
bir görüşü içeren, teknolojiyi ilerici amaçlar için “yeniden kullanma”ya dair
her türden çabanın tehlikeleri ve sınırlarıyla ilgili bir tartışmaya yer
verilmektedir. Yazarların tespitine göre, “her türden teknoloji politik olduğu
kadar esnektir de, zira teknoloji, her zaman tasarlanma amaçlarını aşan bir
varoluşa sahiptir. Bir teknolojinin tasarımı, anlamı ve tesiri, kullanıcılar
onu dönüştürdükçe, onun ortamı değiştikçe, sürekli değişir, farklılaşır.”
Yeni Luddcular gibi Srnicek ve Williams da işçileri
sömürmek için teşkil edildiğinden Taylorizme karşı çıkıyor ve şu tespitlerini
aktarıyorlar:
“Teknolojilerin
büyük bir kısmı giderek daha fazla muğlaklaşacak. […] Altyapılar üzerindeki
karar almayı merkezileştiren bir teknoloji, özel kontrolü kolaylaştırıyorsa,
aynı zamanda kolektif karar alma için de bir düğüm noktası sağlıyor. Bu
teknolojiler her iki imkânı bünyesinde barındırıyor. Yeniden kullanma denilen
görev, iki imkân arasındaki dengenin nasıl değiştirileceğiyle ilgilidir.”
Bazı çalışanlar artık evden çalışabiliyor veya rutin
görevleri daha kolay yerine getirebiliyor. Neticede yeni teknolojiler sayesinde
çalışanların özerklikleri artıyor. Ayrıca, birçok yeni teknoloji, aslında
hayatımızı daha kolay kılıyor, ancak çoğu zaman bizi gözetleyen ve bizden değer
çıkaran mekanizmalarla birleşiyor. Bu zorlukların nasıl çözüleceğini anlamak,
yeni teknolojiye karşı basit bir muhalefetten daha fazlasını gerektiriyor.
Marx'ın teknolojiyle ilgili spesifik alıntıları
çelişkili görünebilir, çünkü onun konuya yaklaşımı diyalektiktir.
Fabrikalardaki bazı makineler işçilere karşı bir “işkence aracı” olarak
çalıştırılırken, aynı zamanda iletişim ve ulaşımın gelişmesi, uluslararası
işçilerin mücadelesini teşvik edecek devrimci bir potansiyel barındırıyor.
Hepten yavaşlatılmış karbonsuz Luddculuk, tam otomatik
lüks komünizmine tercih edilebilse de genel manada teknolojiye yönelik muhalif
yaklaşımı aşırı vurgulamada bir risk mevcuttur ve bu risk de teknolojinin
ilerici olma ihtimali bulunan boyutlarını değerlendirememekle ilgilidir.
James Muldoon
26 Nisan 2021
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder